MUSHAF-I ŞERİFİN HİKÂYESİ

Hazret-i Peygamber’in arkadaşları, Müslümanların mukaddes kitabının sonraki nesillere nakledilmesinde çok büyük hizmette bulundu. Kur’an-ı kerîm daha Hazret-i Ebû Bekr zamanında bir kitap hâlinde toplanmıştı.
14 Temmuz 2010 Çarşamba
14.07.2010


Hazret-i Ebu Bekr zamanında bir kitap halinde toplanan Kur’an-ı kerîm, orijinal hâliyle bugüne kadar ulaşan tek mukaddes kitaptır. Bugün dünyanın her yerinde Müslümanların okuduğu Kur’an-ı kerîm aynı...

Kur’an-ı kerîmin orijinal hâliyle bugüne kadar ulaşması, daha önceki mukaddes kitaplardan hiç birisinin sahip olmadığı bir hususiyettir. Bunda Hazret-i Muhammed’in arkadaşları olan büyük insanların mühim rolü olmuştur. Bunun da alâka çekici bir hikâyesi vardır.



Üç ayrı Tevrat nüshası

Tevrat, Hazret-i Musa’ya indirilen mukaddes kitaptır. Âsurluların Kudüs‘ü işgâli ve Yahudileri Bâbil‘e sürmesinden (M.Ö. 587) sonra çıkan karışıklıkta Tevrat nüshaları yakılmış, ortadan kaybolmuştu. İbrânice bu muazzam kitap, o tarihlerde Hazret-i Uzeyr‘den başka kimsenin ezberinde değildi. Dönüşte Yahudiler Tevrat’ı yeniden talim ettiler. Zamanla Tevrat’ın birçok yerleri unutuldu, değişikliğe uğradı.

Yahudi din adamları hatırlarında kalan âyetleri yazarak, Tevrat isminde çeşitli risâleler meydana geldi. Mîlâddan takrîben 4 asır evvel yaşamış olan Ezrâ ismindeki bir haham bunları toplayarak, şimdi eldeki Ahd-i Atîk (Eski Ahid=Old Testament) denilen ve Tevrat ile beraber birkaç mukaddes metnin bulunduğu kitabı yazmıştır. Sâmirîler adında bir Yahudi cemaati Şomranim Tevrat’ı (=Tora Ha-Şomranim) denilen farklı bir Tevrat nüshasına bağlıdır.

Katoliklerin esas aldıkları Kitab-ı Mukaddes’deki Eski Ahid kısmının birkaç bölümü Yahudilerin ve Protestan Hıristiyanların Kitab-ı Mukaddeslerinde yer almaz. Demek ki günümüzde Tevrat’ın üç ayrı nüshası bulunmaktadır: Bunlardan birincisi Yahudi ve Protestanların esas aldıkları İbranice nüsha; ikincisi Katolik ve Ortodoksların kabul ettikleri Yunanca nüsha ve Sâmirîlerin kabul ettikleri nüsha.



50 çeşit İncil

Kur’an-ı kerîm, Hazret-i İsa‘ya İncil adında ayrı dinî hükümler getirmiş müstakil bir kitabın indiğini söyler. Süryânî dilindeki İncil de muhtemelen yazılmadığı ve ezberlenmediği için, tebliğatı üç sene süren Hazret-i İsa‘nın göğe yükselmesinden az sonra ortadan kaybolmuştur. Bugün Hıristiyanlar İncil adında müstakil bir kitap olmadığını, İncil’den maksadın Hazret-i İsa olduğunu söylemektedir. Havârîler, İncil’i öğretmek ve sonraki nesillere nakletmeye çalışmışlarsa da, sayıca az ve bir devlet desteğinden mahrum oluşları; ayrıca çoğunun okuma yazma dahi bilmemeleri, üstlendikleri misyonu hakkıyla yerine getirebilmelerine engel teşkil etmiştir.

IV. asırda İznik Konsili toplanarak, İncil diye bilinen ve hepsi üçüncü şahısların ağzından Hazret-i İsa’nın hayatını ve sözlerini nakleden 50 kadar kitap arasından Matta, Markos, Luka ve Yuhanna adında dördü seçilip diğerleri imhâ edilmişti. Bu hâliyle İnciller, ilahî kelâmı anlatan bir mukaddes kitaptan ziyade, İslâm kültüründeki siyer kitaplarına benzer. Bugün Hıristiyanların Kitab-ı Mukaddes (Holy Bible) dedikleri kitap, hem Ahd-i Atîk adıyla Tevrat ile buna bağlı kitaplar, hem de Ahd-i Cedîd (=New Testament) adıyla dört İncil (Matta, Markos, Luka ve Yuhanna) ile Resûller denilen Hazret-i İsa’nın talebelerinin mâcerâ ve mektuplarından teşekkül eder.

Kâriler şehid düşünce

23 sene boyunca Kur’an-ı kerîm âyetleri nâzil oldukça, sayıları 42’yi bulan vahy kâtibleri kâğıt, kumaş, kemik parçası, deri gibi ne bulurlarsa yazarlar; Hazret-i Peygamber ve Sahâbe-i kiram ezberlerdi. Hazret-i Peygamber’in vefatında eshabından haylisi Kur’an-ı kerîmin tamamını ezbere bilmekteydi. Hazret-i Ebû Bekr’in hilâfeti zamanında mürtedlerle yapılan Yemâme harbinde Kur’an-ı kerîmi ezbere bilenlerden (o zamanki ismiyle kâri’) yetmişi şehid olunca, Hazret-i Ömer endişelenerek Kur’an-ı kerîm âyetlerinin bir kitap hâlinde toplanması için halîfeye mürâcaat etti. “Hazret-i Peygamber’in yapmadığı bir işe ben nasıl girişebilirim?” diyen halîfe Hazret-i Ebû Bekr, daha sonra meselenin ehemmiyet ve lüzûmuna kanaat getirerek; vahy kâtiplerinin önde gelenlerinden Zeyd bin Sâbit riyâsetinde bir heyet teşkilini emretti.

İçlerinde Hazret-i Osman, Ali, Talha, İbn Mes’ud, Übeyy bin Kâb, Hâlid bin Velid, Huzeyfe ve Sâlim’in de bulunduğu oniki kişilik bu sahâbi heyeti, Hazret-i Ömer’in evinde toplanarak, ellerde mevcud bütün Kur’an-ı kerîm sahifelerini topladı. Ayrıca sahâbenin ezberindeki âyetler de dinlenildi. Her sahâbinin okuduğu âyete iki şahit istendi. Böylece bütün âyetler bir cild hâlinde toplandı. Her âyet-i kerimenin yeri ve hangi sûreye ait olduğu, Hazret-i Cebrâil‘in tâlimine ve Hazret-i Peygamber’in işaretine dayanmaktadır.

Peygamber hanımına emanet

Yazısının güzelliği ile meşhur Said bin el-Âs bunları ceylan derisine yazdı. Burada kullanılan yazı, insanlık tarihi kadar eski bir geçmişi bulunan ve o sıralarda Hicaz‘da câri olan Arap yazısıdır. Bu yazı Hazret-i Peygamber tarafından da kabul görmüş; İslâm yazısı olduğuna dair Eshâb-ı kirâmın icma’ı (ittifakı) meydana gelmiştir. Yazılan nüsha, umumî bir toplantıda Sahâbe-i kirâma okundu. İtiraz eden olmadı. Böylece İbn Mes’ud‘un teklifi üzerine mıshaf (veya mushaf) adı verilen bir kitap meydana geldi. Mushaf, sahifeler demektir. 33 bin sahâbî mushafın her harfinin tamı tamına yerinde olduğuna sözbirliği yaparak karar verdi. Sonra bu mushaf, Hazret-i Ömer’e tevdi edildi. Vefatından sonra da kızı ve Hazret-i Peygamber’in hanımlarından Hazret-i Hafsa‘ya intikal etti.

Mushaf nasıl çoğaltıldı? Önceki mushaf ne oldu? Mushafa nokta, hareke ve duraklar nasıl kondu? Farklı kıraatler nasıl doğdu? Başka bir yazıda inşallah ele alırız.