HER PADİŞAHA AYRI BİR MARŞ

Geçenlerde bir millî maçta meşhur bir popçu kız İstiklâl Marşı’nı okumaya çalıştı. Hâdise oldu. Millet verip veriştirdi. İyi ama bir millî marşı okumak bu kadar zor mu?..
16 Haziran 2010 Çarşamba
16.06.2010

Geçenlerde bir millî maçta meşhur bir popçu kız İstiklâl Marşı’nı okumaya çalıştı. Hâdise oldu. Millet verip veriştirdi. İyi ama bir millî marşı okumak bu kadar zor mudur?

İyi yürekli kralımız

Avrupa’da marşın tarihi XVI. asra dek gider. İngiltere’de God save our gracious king (queen)/God save our land/God save us all (Allah iyi yürekli kralımızı/kraliçemizi, vatanımızı ve hepimizi korusun!) nakaratlı marş 1740’lardan beri millî marştır. Hatta XIX. asırda Danimarka, İsveç, İsviçre, Rusya, Almanya ve Amerika bunu millî marş olarak çaldılar. Hükümdar, vatan ve milleti yücelten bu marş, güfte, beste ve ahenk bakımından en güzel millî marşlardandır.

1792’de bir subayın bestelediği “İleri kardeşler, vatan için ileri/Şan şeref günü işte geldi çattı” diye başlayan La Marseillaise (Marsilyalı) Fransız ihtilâlinin sembolü oldu. İmparator Napoléon ihtilâlci muhtevası sebebiyle yasakladı ise de, 1879’da milli marş olarak kabul edildi.

Almanya öteden beri Avusturya'nın da millî marşı olan Haydn’ın Deutschlandlied parçasını 1922’de millî marş olarak kabul ettiler. Naziler düştükten sonra bunun Deutschland über alles (Almanya her şeyin üzerindedir) kısmının okunması yasaklandı.

The Star Spangled Banner (Yıldız Serpiştirilmiş Bayrak), 1931’de Amerika’da millî marş kabul edildi. Bugün millî maçlar dışında okunmayan marşı ezbere bilenler de %1’i bulmaz. 40 senedir senatörlük yapan biri bilmediğini itiraf etti. Bir beyzbol maçı öncesinde okuması teklif edilen Michael Jackson bilmediğini söyledi. Sözleri şiddetli savaş sahnelerini tasvir ettiği için değiştirilerek başka bir marş kabulü yönünde ciddî bir cereyan vardır.

Marş bestelenecek zaman değil

Osmanlılarda Mehter Şark tarzında askerî havalar çalardı. Sultan II. Mahmud zamanında Avrupa usulünde bando kurulup marşlar bestelendi. Bizzat bu padişah yeni kurulan ordu için Asâkir-i Mansure-i Muhammediye Marşı’nı besteledi. Meşhur İtalyan bestekâr Donizetti 1828’de bandoyu çalıştırmak üzere İstanbul’a davet olundu. Henüz millî marş âdet olmamıştı. Her hükümdarın kendi marşı vardı. Donizetti de Sultan II. Mahmud için Mahmudiye Marşı’nı besteledi ki ilk millî marş sayılır. Sultan Abdülmecid tahta çıkınca Donizetti Paşa Mecidiye Marşı’nı (Marş-ı Sultanî) besteledi. Liszt, Rossini ve o zamanlar Osmanlı Devleti’nin Paris sefâretinde bando şefi olan Johann Strauss bile padişah için marş besteledi.

Donizetti’nin halefi Guatelli Paşa Aziziye ve Hamidiye Marşlarını besteledi. Meşrutiyet ilan edilince İttihatçılar modern bir millî marş aradılar. Beethowen’in Türk Marşı teklif edildiyse de “Bir fedâi milletiz/Merd oğlu merd Osmanlıyız” diye başlayan marş benimsendi. Sonra Salvalo’nun Reşadiye Marşı resmen ilan edildi. Sultan Vahideddin tahta çıktığında “Marş bestelenecek zaman değil” dediği için bu devirde Mahmudiye Marşı çalındı. Osmanlı Devleti’nin son millî marşıdır. Protokolde hükümdarın şerefine çalındığı için bu marşların muayyen güfteleri yoktu.

Ancak halk arasında Hamidiye Marşı’nın şöyle bir güftesi dolaşırdı: Ey menbâ-i cûd-ü sehâ/İhsânına yok intihâ/Eşbâhını ey zülkerem/Görmüş değil çeşm-i ümem/Tahtında bî-hüzn-ü elem/Sultan Hamid binler yaşa/Evrâdımız subh-u mesâ/Sultan Hamid binler yaşa.

Osmanlı bahriye bandosu. Köşede Donizetti Paşa

Saltanatlı tekbir

Danimarka’daki bir beynelmilel fuarda sırayla limana giren gemilerin taşıdıkları bayrağa göre millî marşları çalınmakta iken, limana bir Osmanlı gemisi girince, elinde millî marşın notası bulunmayan sahildeki orkestra telâşlanmış, sonra geminin bayrağına bakıp içinde ay-dede ve yıldız geçen bir halk türküsünü çalmışlardı. Bir Osmanlı zâbiti anlatıyor: I. Cihan Harbi esnasında Alman karargâhındaki bir müşterek kutlama sonunda Almanlar hep bir ağızdan millî marşlarını söylediler. Sıra bize geldiğinde ne yapacağımızı şaşırdık. Sonra hep bir ağızdan meşhur saltanatlı tekbiri (teşrik tekbirini) iki defa okuduk. Bu, çok müsbet bir tesir hâsıl etti. Üstelik çıkarken Alman orkestra şefi bu millî marşın notalarını istedi. Kendisine “Harbiye Nezâreti’ne telgraf çekeriz, gönderirler” demek zorunda kaldık.

Marş müsabakası

1920 senesinde Ankara’daki meclis açılınca, bir millî marş kabulü gündeme geldi. Maarif Vekâleti bir müsabaka açarak güfte için 500, beste için 1000 lira mükâfat koydu. Gelen 724 şiirin hiçbiri beğenilmedi. Rıza Nur’un Maarif Vekilliğinden ayrılması üzerine yerine geçen Hamdullah Suphi, güfteyi Burdur milletvekili Mehmed Âkif’in yazmasını istedi. Âkif on gün içinde şiiri tamamladı. Hamdullah Suphi Mecliste okudu; muhaliflerin hararetli itirazlarına rağmen marşın kabulünü temin etti. Mehmed Akif, mükâfatı kimsesiz kadınlara iş öğretmek için kurulan Dârülmesâi’ye bağışlayacağını açıkladı.

Muhalifler şiirde Türk kelimesinin hiç geçmeyip, ırk tabirine yer verilmesini tenkid ettiler. Kâzım Karabekir marşı ilahiye benzetti ve kendisi bizzat alternatif bir marş güftesi yazdı. Rıza Nur ise marşın empoze yoluyla kabulüne karşı çıktı. Üstelik edebî seviyesi yüksek olmayan ağır ve monoton bir şiir olarak vasıflandırdı. Mozart’ın Türk Marşı, hatta Hamidiye Marşı’nın kabulünü bile yeğ tuttuğunu söyledi. Muhafazakârlar ümmet yerine ırk dendiği, üstelik şairinin Efganî-Abduh çizgisindeki reformistliği ve İttihatçılığı sebebiyle; modernistler ise aşırı militer vurgularından dolayı İstiklâl Marşı’ndan memnun olmadı. İstiklâlini hiç kaybetmemiş bir millet için istiklâl hasretiyle marş yazılması hayretle karşılandı. Millî marşın güfte hikâyesi herkesçe malumdur. Ama bestesinin hikâyesi çok bilinmez. Onu da inşallah sonraki bir yazıda ele alalım.