KÜRTLER NASIL OSMANLI VATANDAŞI OLDU?

Kürtler, Yavuz Sultan Selim zamanında Safevî baskısına girmemek için gönüllü olarak Osmanlı vatandaşlığını seçti. Bundan sonra, mıntıkada asırlarca sürecek sulh ve sükûn devresi başladı...
13 Ocak 2010 Çarşamba
13.01.2010

 Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da, İran asıllı bir kavim olan Kürtler, 2500 senedir yaşıyor. Çoğu Arap fetihleriyle Müslüman oldu. Malazgirt Harbi‘nden itibaren beldenin yeni fatihleriyle müttefik olup ovalara indiler. Ova halkı da (Ermeni ve Süryaniler), Türklerin getirdiği müsamaha sayesinde ticaret maksadıyla Anadolu’nun iç kısımlarına göçtü. Bizanslılar, ayrı mezhepten olduğu için bunları batıya sokmazdı.

İdris Bitlisî'nin hizmeti

Yavuz Sultan Selim, Çaldıran Seferi‘ne giderken Doğu Anadolu’dan geçti. Burada öteden beri muhtariyeti haiz beylikler vardı. Ekserisi Şafiî mezhebinde Kürt, bazısı da Türkmen idi. Osmanlılar, kendilerine problem çıkartmayan bu mıntıkayı ilhak etmeyi düşünmedi. Ancak Kürt beylikleri, kendilerini tazyik eden Şiî İran’a karşı Osmanlıları bir kurtarıcı olarak görmüş; Şark sınırını böylece emniyet altına alma düşüncesi de Osmanlılara cazip gelmiştir.

Padişahın bu seferinde meşhur âlimlerden İdris Bitlisî de vardı. Molla Câmi’nin talebelerinden olup, Tebriz’deki Akkoyunlu sarayında kâtip idi. Akkoyunlu Devleti’ni yıkan Safevîlerin davetini reddedip Osmanlılara sığınmış; Sultan II. Bayezid kendisine çok itibar etmişti. Çaldıran Seferi sırasında havalideki beyleri Osmanlı Devleti’ne yardıma teşvik etti. Çaldıran’dan sonra İranlılar fırsat bulup Diyarbekir‘i kuşatınca, 25’den fazla Kürt beyi, İdris Bitlisî vasıtasıyla padişaha imzalı bir arîza (dilekçe) verdiler. Yardım talep ediyor, mıntıka Osmanlı Devleti’ne bağlanmadıkça, huzur bulamayacaklarını beyan ediyorlardı.

Arîzadaki şu cümleler dikkat çekicidir: “Sizin inâyetiniz olmazsa, kendi başımıza İranlılarla başa çıkamayız. Zira Kürtler ayrı ayrı aşiretler tarzında yaşamaktadırlar. Allah’ı bir bilip Muhammed ümmeti olduğumuzda ittifak halindeyiz. Diğer hususlarda birbirimize uymamız mümkün değildir. Allah’ın âdeti böyledir. Ancak ümitvârız ki, padişahtan yardım olursa, Arap ve Acem Irak’ı ile Azerbaycan’dan o zalimlerin elleri kesilir. Bilhassa İran’ın kilidi ve Akkoyunlu pâyitahtı Diyarbekir, bir senedir Kızılbaş işgali altındadır. 50.000’den fazla insan öldürmüşlerdir. Eğer padişahın yardımı bu Müslümanlara yetişirse, hem uhrevî sevap ve hem de dünyevî faydalar umulur.”

Camilerde zaten padişah adına hutbe okunmaya başlamıştı. İdris Bitlisî’nin de gönüllüleriyle katıldığı on bin kişilik ordu, Diyarbekir’i kurtardı. Doğu ve Güneydoğu Anadolu kendiliğinden Osmanlı hâkimiyetine girmiş oldu. Padişah, İdris Bitlisî’yi taltif etti. Kendi arzularıyla Osmanlı Devleti’ne tâbi olan beylere birer ferman verildi. Hemen ardından Irak, Suriye ve Filistin’deki Arap aşiretleri padişaha aynı mealde bir arîza gönderip Osmanlı Devleti’ne iltihak ettiler. Anlaşılıyor ki o zamanlar Osmanlı vatandaşlığı, bugünkü Amerikan vatandaşlığı gibi itibarlı idi. [İdris Bitlisî, kazasker iken 1520 senesinde 65 yaşında İstanbul’da vefat etti. Çok sayıda eserinden Heşt Behişt adlı Osmanlı tarihi meşhurdur.]

Şark’a yeni nizam

Diyarbekir, ardından da Van eyâleti tesis edildi. Beylikler buraya bağlandı. Hepsine merkezden kadı tayin olunurdu. Bazısında toprak kirasını toplama hakkı bey ve ailesinde bulunur; hıyanet olmadıkça geri alınmazdı. Beylikler, Diyarbekir’de 13, Van’da 9 taneydi. Sağman, Kulp, Itak, Tercil, Mihrani, Pertek, Çapakçur, Çermik, Pertek, Müküs ve Bargiri sancakları böyleydi. Bazısı ise bey ve ailesinin mülkü gibiydi.

Diyarbekir’de Hazzo, Cizre, Genç, Eğil, Palu; Van’da Bitlis, Hizan, Mahmudî, Hakkâri; Şehrizor’da İmâdiye ve Çıldır’da dört sancak böyleydi. Hepsinde de bey, merkeze muayyen vergi ve asker verir; harb esnasında bağlı olduğu eyaletin beylerbeyi ile sefere giderlerdi. Arap Şeyhlikleri de buna benzer usullerde idare olundu. Havalide Kürtlerin ekseriyette olduğu zannedilmesin. Diyarbekir ve Van’da hâlâ hatırı sayılır Ermeni ve Süryani vardı. Türkler, hep ekseriyetteydi. Sadece ahalisi kâmilen Kürt olan Hakkâri, Kürdistan Sancağı diye anılırdı.

Kürtler, Osmanlılar sayesinde mezhep, dil ve geleneklerini muhafaza edebildi. Yezdî, Hıristiyan ve başka dinlerde olanları da bu vesileyle Müslüman oldu. Havalide İran propagandalarına set teşkil edecek ilim merkezleri kuruldu. Ziraat ve hayvancılıkla uğraşan halkın sosyal hayatı üzerinde şeyh denilen âlimlerin mühim rolü vardı. Bey, halkı kollayıp gözetir; şeyhlere itibar ederdi.

Marksistlerin feodalite deyip karşı çıktığı bu usul sayesinde, Anadolu’nun halkı Türk olan diğer eyaletlerinde elliye yakın isyan çıktığı halde, muhtariyetin kaldırıldığı Sultan II. Mahmud devrine kadar Şark’ta ciddi bir problem olmadı. Bedirhan Bey gibi bazı Kürt beylerinin İngilizlerce desteklenen isyanları arkasında millyetçilik değil, bu muhtariyetin kaldırılması yatar. Zira Ermenilerin devlete ait toprakların kiralarını toplama ihâlelerini kazanarak güçlenmesi, huzursuzluğu ve kıskançlığı arttırmıştır. 

Sultan Hamid, Hamidiye Alayları ile dengeyi kurmaya çalıştı. Ruslar, öteden beri Doğu Anadolu ve Kilikya’da bir Ermeni devleti kurup kontrol altına alarak Akdeniz’e inmeyi hayal ederdi. İngilizler de bunu önlemek için Kürtleri Ermenilere karşı kışkırtırdı.

1915'te Ermeniler tehcir edildi. İttihatçıların Türkifikasyon politikası, Araplarda olduğu gibi Kürtler arasında da milliyetçi entelektüeller doğurdu. Ancak modern fikirleri sebebiyle bunlar muhafazakâr halk arasında rağbet görmedi. Mali sebeplerle çıkan birkaç isyann sert bastırıldı.

I. Cihan Harbi’nden sonra İngilizler Ankara ile anlaşarak daha evvel Kürtlere va’dettikleri otonomiden vazgeçti. Ankara hükümetinin 1921 tarihli anayasası kürtlere otonomi vadediyordu. 1924 anayasası ile artık bu telaffuz bile edilmedi. Cumhuriyet devrindeki Kürt isyanları ise, basit zabıta vak’alarının büyütülmesi sebebiyle çıkmıştır.

Kötüye fırsat verme Ya Rab!

Kürt açılımını akamete uğratmak için neler yapılmıyor... Ama uydurma fıkralardan da imdat umulacağı akla gelmezdi. Bir zamandır insanlar arasında internet vasıtasıyla dolaşan bir şiir var. Gûyâ Yavuz Sultan Selim yazmış. Çaldıran’a giderken bir çeşme yaptırmış da, dönüşte harap bulunca kızmış. Bu şiiri düzmüş. Şiir şöyle:

 “Kürt’e fırsat verme Ya Rab! Dehre sultan olmasın!

Ayağını çarık sıksın, gönlü huzur bulmasın!

Vur sırtına, al haracı, karnı bile doymasın!

Bu çeşmeden, gavur içsin, Kürd’e nasib olmasın!..”

Yalnızca her işittiğini kaybolmasın diye kaydeden Evliya Çelebi'nin rivayet ettiği bu, vezni bozuk basit şiiri, Yavuz Sultan Selim gibi Farsça divan sahibi bir padişahın yazdığını düşünmek bile büyük kabahattir.

Başka bir rivayet odur ki: Vaktiyle bir vali yurt dışından gelme yeşil mermerden güzel bir çeşme yaptırmış. Mermerler yetmemiş. Çok az bir yer açık kalmış. Vâli, bu mermerden aranıp bulunmasını istemiş. Bir köylü Kürt’ün ahırının eşiğinde bir tek parça yeşil mermer bulmuşlar. İstemişler, vermemiş. Ahırını yeniden mermerden yapalım demişler, dinlememiş. En son vâli kalkmış, Kürt’ün ayağına gelmiş. Rica etmiş. Bu sefer ağırlığınca altın istemiş. Vali kabul etmiş. Köylünün istediğini vermiş. Ama çok da içerlemiş. Çeşme bitince, bu hayal kırıklığı ile kitâbesine yukarıdaki şiiri yazmış. Vali kim? Çeşme nerede? Kitâbeyi kim okumuş? Bilen yok. Fıkralara gülüp geçilir. Nefret ve kin uyandırmak için kullanmaz.