ESKİDEN İZİN ALINMADAN CUMA NAMAZI KILINMAZDI

Osmanlılar zamanında her camide Cuma namazı kılınmazdı.
25 Mart 2009 Çarşamba
25.03.2009

Osmanlılar zamanında Cuma kılınacak câmiler tesbit edilip, burada hatiplere padişah tarafından berat verilirdi. Beratı bulunmayan kimse Cuma namazı kıldıramazdı. Beratlı hatibi bulunmayan câmide de Cuma namazı kılınmazdı.

İslâmiyet, hükümdara müslümanların dinî işlerini yürütmek vazifesini yüklemiştir. Nitekim hükümdar, ibâdetlerin daha rahat yapılabilmesi için gereken tedbirleri alırdı. Mâbed ve medreseleri himâye ederdi. İmam ve muallimler tayin ederdi. Mescid bulunmayan yerlerde hazineden mescid yaptırırdı. Şehirlerde halkın dinî ve hukukî işlerinde serbestçe ve ücretsiz danışabileceği bir müftü bulundururdu. Ramazan ayını ve bayramları ilân ederdi. Haccın, erkânına uyularak yapılabilmesi için her sene bir hac emîri tayin ederdi.

İlk Cuma namazı

Cuma namazı, bir beldede müslümanların hâkimiyetinin sembolü olan bir ibâdettir. Nitekim Medine’ye hicret edilip burada bir İslâm devleti kurulduktan sonra ilk Cuma namazı kılınmıştır. Hür, erkek, mukim ve sağlıklı müslümanlara farzdır.

Cuma namazının sıhhati için, namazın kılındığı yerin şehir olması; namazı sultanın bizzat kıldırması; kıldıramazsa vekil ettiği bir kimsenin (vâlinin) kıldırması gibi şartlar gerekir. Osmanlılar zamanında Cuma kılınacak câmiler tesbit edilip, burada Cuma kıldıracak hatiplere padişah tarafından berat verilirdi. Berat, resmî memuriyet için verilen padişah fermanıdır. Beratı bulunmayan kimse Cuma namazı kıldıramazdı. Beratlı hatibi bulunmayan câmide de Cuma namazı kılınmazdı. Cuma câmileri ancak kâdısı (hâkimi) bulunan şehirlerde olurdu. Köy ve sahralarda Cuma namazı kılınmazdı. Burada köylülerin Cuma namazına gitmeleri de icap etmezdi. Ancak bazı büyük köylerde Cuma kıldırmak üzere beratlı hatip tayin edildiği de olmuştur.

Yukarıdaki şartlar tahakkuk etmezse Cuma namazı farz olmaz. Cuma yerine yalnızca öğle namazı kılınır. Gayri müslimlerin hâkim olduğu yerlerde Cuma namazı farz olmamakla beraber, burada yaşayan Müslümanlar, eğer kendilerine müsamaha ediliyorsa, toplanıp Cuma namazı kılabilir. Nitekim Kırım, Bosna, Kıbrıs gibi kaybedilen beldelerdeki müslümanlar Cuma namazı kılmaya devam etmiştir.

Ayasofya'da Cuma namazı

Ulu Cami an'anesi

Cuma namazının şartlarından birisi de bu namazın bir beldede tek câmide kılınmasıdır. Cuma namazı her beldenin en büyük câmiinde veya bu ibâdete mahsus namazgâh denilen büyük sahalarda kılınır. Selçuklu ve Osmanlılar zamanında her şehir ve kasabada Ulu Câmi veya Câmi-i Kebîr denilen en büyük câmide Cuma ve bayram namazları kılınırdı. Anadolu’nun çok şehirde günümüze intikal edebilmiş ulu câmiler, ihtişam ve emsalsiz güzellikleriyle görenleri büyülemektedir. Divriği, Diyarbekir, Adana, Bursa, Manisa ulu câmileri hemen akla gelenlerdir.

Cuma ve bayram günleri bütün müslümanlar ulu câmide toplanırdı. Başka câmilerde Cuma ve bayram namazı kılınmazdı. İmam Ebu Hanife’nin Cuma günü Dicle üzerindeki köprüleri kaldırtıp Bağdad’ın iki yanında Cuma kılınmasını temin ettiği anlatılır. Budapeşte gibi ortasından nehir geçen Osmanlı şehirlerinde de umumiyetle böyle yapılırdı. Mamafih büyük şehirlerde cemaatin kalabalığından dolayı müteaddit câmilerde Cuma namazı kılınmasına da sonradan fetva verilmiş; ihtiyat olarak zuhr-i âhır (son öğle) namazı kılınması âdet olmuştur.

Şehzade Mehmed Camii mihrab ve minberi

Hünkâr mahfili

Halifelerden Hazerât-ı Ömer, Ali ve Muaviye’ye câmide namaz kıldırırken suikast yapılmıştı. Hazret-i Osman zamanından itibaren, emniyet mülâhazasıyla, câmilerde maksûre denilen ve halkın sokulmadığı ayrı bölümler yapılmaya başlanarak umerâ namazlarını burada kılmışlardır.

Osmanlılarda bu maksûrelere, hünkâr mahfili denilmiştir. Padişah maiyetiyle Cuma selâmlığına çıkar; her hafta başka bir büyük câmide Cuma namazını kılardı. Fatih, Nuruosmaniye gibi bazı câmilerdeki hünkâr mahfillerine padişahın atıyla girmesine mahsus yol bugün bile görülür. Namazdan sonra padişah, mâruzatı olan bazı devlet ricâlini de bu mahfilde kabul ederdi. Fevzi Çakmak, Anadolu’ya geçmeden evvel, zamanın padişahı Sultan Vahideddin ile Cuma namazında hünkâr mahfilinde görüşüp hususî talimatlarını aldığını Ankara’daki meclis içtimaında anlatmıştır.

Hâkimiyet alâmeti: Hutbe

Namazdan hemen önce Arapça iki hutbe okunması da Cuma’nın şartıdır. Birinci hutbede âyetler okunup müminlere nasihat edilirdi. Biraz oturup kalkılan ikincisinde Hazret-i Peygamber ve dört halifeden sonra, zamanın sultanının ismi zikredilip ona ve müminlere dua edilirdi. Halifeyi anıp dua etme âdetini, Hazret-i Ali’nin Basra vâlisi Abdullah bin Abbas başlatmıştır. Adına hutbe okunmak, para bastırmak gibi hâkimiyet alâmetidir.

Osmanlılarda padişah adına okunan ilk hutbe 1284 (veya 1289’da) Karacahisar’da ilk Osmanlı kadısı ve Osman Gazi’nin bacanağı Tursun Fakih tarafından okunmuştur. Bursa gibi harb yoluyla fethedilmiş beldelerde hatip hutbeye kılıç ile çıkıp kılıca dayanarak hutbe okurdu.

941’de vefat eden Abbasî halifesi Râdi, hutbeyi bizzat okuyan hükümdarların sonuncusudur.

Hutbe, mihrabın sağında yüksek bir yere çıkarak okunur. Hazret-i Peygamber Mescidi’nde oturulan yerinden başka üç basamaklı arkasında dayanmak için üç sütunu olan bir metre yükseklikte ılgın ağacından bir minberi vardı. Hicrî 578 senesinde dağılınca ağacından sakal tarakları imal edilmiş ve yerine çeşitli yıllarda, çeşitli minberler yapılmıştır. 12 basamaklı yine ılgın ağacından minberi 1256 senesinde yandı. Bu, Abbasi Devleti’nin sonunun geldiği şeklinde tabir edildi. İki sene sonra Moğollar Bağdad’ı işgal edip Abbasi Devleti’ne nihayet verdi. Bugünki 12 basamaklı mermer minberi, Sultan III. Murad, 1591’de İstanbul’dan göndermiştir.

Minber kapısına perde asmak âdeti Halife Muaviye’den kalmadır. İslâm âleminde ahşap veya mermerden güzel oymalar ve şebekeli parmaklıklarla süslü, kapısı ve külâh ile örtülü düz bir sahanlığı olan çok sanatlı minberler yapılmıştır. Kurtuba Câmii’nin minberi altındandı. Kurtuba düşünce, İspanyollar parçalayıp yağma ettiler.

Hutbenin Arapça okunması şart olduğundan, Osmanlılarda namazdan evvel veya sonra Cuma vâizleri, halka hutbedeki âyet-i kerime ve hadîs-i nebevîleri izah ederek vaaz verirdi. Bunlara katar şeyhleri de denirdi. En üst mertebesi Ayasofya kürsü şeyhliği idi. Sultan II. Selim zamanında Kırım Tatarları, hutbenin Tatarca okunup okunamayacağını Ebussuud Efendi’ye sordular. Bunun caiz olmayacağı cevabını aldılar. Bu sebeple halkın istifadesi için vaaz kürsüleri ihdas olundu.

Hutbede sultana ve onun vâlilerine, ıslah, hakka yardım, adaleti yerine getirme ve düşmana karşı muzaffer olmaları için dua etmek mendubdur. Abdullah bin Abbas Basra’da minberde hutbe okuduğu zaman sultan için “Ey Allahım! Senin kulun ve hak üzere müminlerin emiri olan halifenin işlerini salih eyle!” mealinde dua ederdi. Hasan Basrî der ki: Benim müstecab bir duam olduğunu bilseydim, muhakkak onu sultana tahsis ederdim. Çünki onun hayrı umumidir.” Osmanlıların son zamanlarında hatib ikinci hutbede salli ve bâriklerden sonra zamanın halifesi için şöyle dua ederdi: “Allahümme eyyid ve’nsur ve’hfaz abdeke ve halîfeteke essultanel-a’zâm vel-hakânel-muazzam mevlâ mülûki’l-arabi ve’l-acem hâdime’l-haremeyni’ş-şerîfeyn elâ ve hüve’s-sultanü’bni’s-sultanü’bnis-sultan Abdülhamîd Hân ibnüssultan elgâzî Abdilmecîd Hân ibnüssultan elgâzî Mahmûd Hân halledallahü hilâfetehu ve eyyede bil’adli saltanatehu ve efâde alelâlemîne birrehu ve ihsâneh.”

Hutbelerin Türkçe okunmasını ilk olarak Ali Suavi, 1 Mayıs 1870’de Ulum mecmuasındaki “Zamane Hutbesi” adlı makalesinde dile getirmişti. 1922’den itibaren hutbeler yer yer Türkçe de okumaya başlandı. İlk Türkçe hutbe İstanbul’da Yeraltı Câmii’nde okundu. Diyanet İşleri Reisi Rıfat Börekçi’nin talimatıyla 1927’den itibaren hutbelerin Türkçe okunması mecbur edildi. Aynı sene Aksekili Ahmed Hamdi’nin 50 hutbe bulunan Türkçe Hutbelerim mecmuası neşredilerek, 1929-30 yıllarında köylere kadar gönderildi. Artık hutbeler Arapça hamdele ve salvele ile başlayıp; Türkçe nasihat ile devam ediyor; Arapça dua ve ayet-i kerime okunmasıyla bitiyordu.

Diyanet, Şubat 1933’te vâki bir sual üzerine Cuma namazı için ufak bir köyde bile bu farzı eda edecek cemaat bulunur ve müsaade için müracaat vuku bulursa onlara izin verilmesi iktiza edeceğini beyan etti. Böylece hemen bütün köylerde Cuma namazı kılınmaya başlandı.

Camilere gönderilen talimatnameye göre hutbeler, siyasi ve içtimai nutuk şeklinde, harp veya benzeri mevzularda talimat veren, zamana ve zemine, ahvale uygun olan, terakki ve teali ile ilim ve hüneri vaaz eden, nasihat, telkin, tenvir, irşat, tezhip, talim, izan ve terbiye maksadıyla okunacaktı. Ahmed Hamdi Akseki’nin içinde 200 civarında hutbe bulunan Yeni Hutbelerim kitabı 1936’dan itibaren tüm hatiplere dağıtıldı ve Cuma hutbelerinin buradan okunması emredildi. Böylece hükümet, dine biçtiği kitleleri yönlendirme rolü çerçevesinde, müslümanlar üzerindeki kontrolünü hutbeler yoluyla da sürdürdü.

Hutbeler de orman haftası, anneler günü, 29 Ekim, trafik kaideleri gibi sosyal mevzular üzerine veya birer siyasi nutuk ya da resmi propaganda metnine dönüştü. 1960’larda idealist imamlar kendileri hutbe hazırlayıp okumaya başladılar. 12 Eylül darbesi ile merkezden gönderilen hutbelerin okunması mecbur edildi. Bu yasak, 1987’de kalktı, 2016’de tekrar getirildi.