RUMELİ'DE OSMANLI GÂZİLERİ: EVLÂD-I FÂTİHÂN

Çeşitli zamanlarda Rumeli’den Anadolu’ya gelen muhacirler için ekseri Evlâd-ı Fâtihân tabiri kullanılır. Kimdir bunlar? Rumeli’deki Türklerin hepsi Evlâd-ı Fâtihân mıdır?
8 Nisan 2009 Çarşamba
8.04.2009

 Evlâd-ı Fâtihân, Rumeli’de oturan Rumeli fâtihlerinin torunları ile fetihler genişledikçe buraya Anadolu’dan getirilip yerleştirilen Türkmenlere verilen isimdir. Bunlardan bir askerî teşkilât kurulmuştu. Yörük vilâyetleri de denilen Manastır, Pirlepe, Florina, Cuma, Tikveş, Radoviş, İştip, Doyran, Ustrumca, Avrethisarı, Yenice, Vodina, Serez, Demirhisar, Zihne, Drama ve Langaza şehirlerinde yaşarlardı. Çoğu Konya civarından getirildiği için yerli halk bunlara Konyar derdi.

Konya'dan mı?

Rumelililerin çoğunun Konya’dan geldiğini söylemesini yadırgamamak lâzımdır. Çünki Konya büyük bir vilâyettir. Karaman, Mersin, Antalya, Niğde ve Aksaray’ı içine alırdı. Selçuklu saltanat merkezi olduğu için, kalabalık bir Türk nüfusunu barındırıyordu.

Osmanlılar Rumeli’ye geçtiğinde uçsuz bucaksız tenha bir arazi ve boş köylerle karşılaştı. Bazısının zannettiği gibi halkını sürmedi. Fetih esnasında Balkanlar zaten harb, kıtlık ve sâri hastalık sebebiyle neredeyse boşalmıştı. Buraya Konya, Kastamonu, Balıkesir gibi mahallerden ahâli nakledildi. Bu şehirler eski birer beylik merkeziydi. Biraz da bu sebeple nüfus yoğunluğu fazlaydı. Böylece hem yeni topraklar şenlendirildi. Hem de eski beyliklerin hatırası zihinlerden kaldırılarak, millî birliğe hizmet edilmiş oldu. Ancak belki ilk iskân Konya’dan olduğu için, Rumelilerin neredeyse hepsi Konya’dan geldiklerini söyler.

Evvel gelenler

Rumeli, eskiden beri Türklerin yerleştiği bir mıntıka idi. Bizanslılar, IX. asırdan itibaren Anadolu’dan dalga dalga gelen çok sayıda Türk aşiretini buraya geçirmişti. Bunlar Selânik, Serez, Tesalya, Vardar, Varna gibi yerlere yerleştiler.

Orhan Gazi zamanında geçilen Rumeli’ye Osmanlıların ilk göçü Sultan I. Murad zamanında oldu. Manisa yörükleri Serez’e, Aydın yörükleri de Filibe’ye yerleştirildi. Üsküp ve Niş arası da Türklerle şenlendirildi. Sultan II. Murad ve Fatih zamanında, Karamanoğulları ile mücadeleler esnasında Konya, Karaman ve Ankara civarından hayli Türkmen göçürüldü. Bunları teşvik için toprak, tımar verildi; imtiyazlar tanındı.

Friedrich Giese'nin 1922’de neşrettiği Anonim Tevârih-i Âli Osman isimli eserde, Timur istilası sırasında, Anadolu, Suriye ve Irak’tan Türkler, Araplar ve Kürtler. Mezalimden kurtulmak maksadıyla Rumeli’ye hicret etmeye mecbur kaldığı anlatılır.

Rumeli’ye Türk göçleri sadece Anadolu’dan değildir. Karadeniz’in kuzeyinden de mühim mikdarda Türk nüfusu mıntıkaya yerleşmişti. Yıldırım Sultan Bayezid, Bulgarlardan aldığı Dobruca’ya Kırım Tatarları yerleştirdi.

Emir Timur istilâsı üzerine yüz bini aşkın Kıpçak Türkü Romanya ve Tuna üzerinden gelip Edirne, Filibe ve Tatar Pazarcığı havâlisine yerleşti. Bulgaristan’ın kuzeyindeki Türkler umumiyetle bunlardandır. Böylece bir asır içinde Rumeli’ye yerleşen Türk nüfusu milyonu buldu ve zamanla her yerine yayıldı. Müslüman Arnavud, Boşnak ve Rumların arasında kalanlar, zamanla bu dindaşlarının dilini benimsedi.

Niğbolu'da Osmanlı askerleri

Bunlar bizden

Rumeli, Osmanlı ülkesinin en kültürlü, nezih, dindar ve müreffeh mıntıkasıydı. Buraya yerleştirilecek olanlar, umumiyetle görgülü topluluklarından seçilirdi. Yanlarında din adamları ve dervişler bulunurdu. Köy ve kasabalarını câmi, medrese ve tekke mihveri etrafında teşkil ederlerdi. Rumeli’de, Macaristan’a kadar, adım başı bu dervişlere ait tekke ve türbe kalıntılarına rastlanır.

Bu yeni sâkinlerin, bâriz bir takım üstün vasıfları, yerli halkta alâka uyandırdı. Kitle hâlinde ihtidâ hareketlerine sebebiyet verdi. Mühim sayıda Bulgar, Makedon, Hırvat, Arnavut ve Rum müslüman oldu. Müslüman Hırvatlara Boşnak, Bulgarlara Pomak ve Makedonlara Torbeş denir.

Rum asıllı müslümanlar (Patriotlar) daha ziyade Yanya, Tesalya ve Girit taraflarındadır. Asırlar önce Karadeniz’in kuzeyinden Balkanlara akın eden Peçenekler Bosna’da; Avarlar Sırbistan’da; Kıpçaklar da Bulgaristan’da halka karışmıştı. Osmanlıların gelişiyle bunlar, kendilerine yakın gördüğü yeni hâkimlerin dinine girmekte tereddüt göstermedi.

Üsküpte Türk çocukları

Vergi muafiyeti

Rumeli Türklerinin haylisi önceleri kısmen göçebe idi. Kışın köylerde oturur; yazın Rumeli yaylalarına çıkardı. XVII. asırda iyiden iyiye yerleşik hayata geçtiler. Bunlardan 24’er kişilik birlikler teşkil edildi. Her birliğin başında tımarlı sipahi statüsünde eşkinci ve bunların piyadeleri olarak da yamak vardı. Eşkinciler, her kazâda çeribaşına bağlıydı. [Çingene çeribaşısı başkadır.]

1691 yılından itibaren Rumeli’deki karışıklıklarda istifade edilmek üzere bunlar arasında Evlâd-ı Fâtihân gibi yeni ve iddialı bir isimle yeni askerî birlikler kuruldu. Başlarına da vezir rütbesinde yörük hâkimi tayin olundu. Bu hizmet karşılığında bazı vergilerden muaf tutuldular. Sefere katılmayanlar, katılanların âilesinin geçiminin karşılanması için vergi öderdi.

Evlâd-ı Fâtihân'ı, merkezde kapıcıbaşı temsil ederdi. Nüfusları, 1697 yoklamasına göre 1116 hanede 16582 kişi idi. Önceleri sadece Rumeli seferlerine katılan Evlâd-ı Fâtihân, XVIII. asır sonlarında Şark seferlerine de katılır oldu. Yeniçeri ocağı kaldırılınca, dört tabur hâlinde ve aynı zamanda kazâ müdürü olan çeribaşı kumandasında yeniden teşkilâtlandırıldı. Eşkıya takibinde kullanıldı. Böylece Rumeli’ye geçen Türklerden kendisine tımar verilenlerin çocuklarına Evlâd-ı Fâtihân dendi. Sonra bu isim Rumeli’deki bütün Türkler için kullanılır oldu.

1845 senesinde bütün imtiyazları kaldırılarak kendilerine askerlik mükellefiyeti getirildi. Böylece Evlâd-ı Fâtihân müessesesi tarihe karıştı. Yunan isyanı, Bulgar komitacılarının baskıları, 93 Harbi felâketi, Balkan bozgunu ve mübâdele gibi çeşitli sebeplerle Rumeli’deki Türk varlığı giderek eridi. Çoğu Anadolu’ya göçtü. Bunların hepsi Evlâd-ı Fâtihâna dâhil olmadığı halde, Osmanlıların Balkanlar’daki son hatırası olmak itibariyle Rumeli muhacirleri hep böyle görüldü.

Tersine dönen talih

II.Viyana Bozgunu’nu müteakip Osmanlıların Avrupa’daki askerî ve siyasî çekilmesi üzerine, Balkanlardaki Müslümanların, bilhassa Türklerin işi zorlaştı. Kaybedilen beldelerde yaşayan az sayıda Müslüman Türk daha berideki şehir ve köylere çekildi. Ama hiç bir zaman büyük bir hicret felakati yaşanmadı.

Ama XIX. asrın başlarından itibaren yüz yıl boyunca, genosit (soykırım) değilse de büyük pogromlara uğradılar ve üç dalga hâlinde tehcir edildiler. Bunlardan birincisi 1820’lerdeki Yunan isyanını smüteakip cereyan etti. Mora ve adalarda yaşayan ve katliamdan kurtulabilen binlerce Türk, Osmanlı Rumeli’sine veya Anadolu’ya hicret etti.

En ağırı, Türk-İslâm tarihinin en feci hâdiselerinden birisi olan 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi üzerine cereyan etti. Ağır mağlubiyet üzerine Şimali Bulgaristan’dan yüzbinlerce kişi (Türk veya Pomak) Şarki Rumeli ve Anadolu’ya hicret etti. Bunların bir kısmı yollarda öldü.

Balkan Bozgunu üzerine 1913’de Bulgaristan, Şimali Yunanistan, Makedonya, Dobruca, Kosova ve Cenubi Sırbistan’dan, nüfusun yüzde 35-40’ını teşkil eden Türkler 500 yıllık vatanlarından kovulmuştur.

Tehcirin metodu dünyanın her yanında aynıdır: Terör (tedhiş) hâsıl ederek insanları korkutmak. Köyleri basmak. Ekinleri yakmak. Hayvanları çalmak. İnsan kaçırıp fidye istemek. Samanlık, ahır, anbar, nihayete evleri ve dükkânları yakmak. Köyleri basıp insanları korkutmak. Yol keserek yolcuları soyup öldürmek. Nihayet köy ve kasabalarda insanları ibret-i âlem için meydanda toplayıp öldürmek. Bu öyle bir panik hâsıl eder ki, insanlar can derdine düşer ve her şeyini geride bırakıp gönüllü olarak oradan kaçar. Büyük bir insanlık suçudur.

Şaşılacak şeydir ki, Türkler, zaman içinde bunu unutmayı tercih etmiştir. Bunun iki sebebi vardır:

Birincisi büyük bir imparatorluğu kaybetmek gibi büyük bir travma ile böyle baş edebilmiştir. Bu çok acı bir hâdisedir. Bir cemiyetin ruh hâlini ve milli şuurunu paramparça etmiştir. Siyasi, iktisadi ve içtimai hayatı darmadağın hâle getirmiştir. Milletin bunu unutmayı tercih etmesi makul, hatta sağlıklı bir tavır olarak görülebilir.

İkincisi, bu kayıpların sebebi, kötü idaredir ve idarecilerin hata ve hıyanetleridir. Bunun halk tarafından söylenmesi ve tartışılması, rejim cihetiyle büyük mahzurlar doğuracaktır. İnsanlar mevkilerini, itibarlarını, hatta hayatlarını kaybedebilirler. Çünki bu hâdiselerin mesulleri ve onların takipçileri, hâlâ iktidardadır. Bu sebeple konuşulmamış, adeta unutulmuştur. İmparatorluğu kaybettik, sebebi nedir, ne yapmalı diyememiştir.

Hamaset ve tarihi düşmanlık hikâyeleri anlatılarak; Bulgarlar, Sırplar, Yunanlılar ve onların içteki işbirlikçisi azınlıklar tek suçlu ilan edilerek, kanımızın son damlasına kadar mücadele edeceğiz, bir Türk dünyaya bedeldir gibi sloganlarla hâdise milli hafızadan silinmeye çalışılmıştır. Ama neticede 500 senelik vatanından kovulan bir millet, bunun hesabını kimseye sormaya cesaret edememiştir.