ÖRNEK BİR İRTİCÂ(!) HİKÂYESİ: 31 MART

31 Mart 1325’te (1909) patlak veren isyan, çok ciddî neticeler doğurmuştur. Aslında Rumî takvimle 31 Mart, Milâdî 13 Nisana tekabül eder. Ama “31 Mart Vak’ası” diye meşhurdur.
31 Mart 2010 Çarşamba
31.03.2010

1889 senesinde kurulan İttihat ve Terakki Cemiyeti, süratle yayılarak 23 Temmuz 1908’de Meşrutiyeti ilan ettirmeye, parlamentoyu toplamaya muvaffak olmuştu. Sansürün kaldırılması üzerine gazete ve mecmualar Sultan Hamid aleyhine bir karalama kampanyasına girişti. Bu sayede hemen herkes padişaha yüz çevirdi.

FİKİR HÜRRİYETİNE KURŞUN!

Zamanla İttihatçıların da içyüzü ortaya çıktı. Baskıcı politikalarına her yerden muhalefet sesleri yükselmeye başladı. Telaşlanan İttihatçılar, ipleri ele almaya karar verdiler. 6-7 Nisan gecesi önde gelen muhaliflerden Serbesti gazetesinin yazarı Hasan Fehmi Bey Galata Köprüsü üzerinde İttihatçı fedailerce öldürüldü. On binlerin katıldığı cenaze, İttihatçılara karşı gövde gösterisi hâline geldi. Sonraları Ankara hükûmetine karşı çıkmasıyla tanınacak Ali Kemal Bey, mülkiyedeki dersinde “Bu kurşunlar fikir hürriyetine sıkılmıştır” diyerek talebeyi coşturdu; binlercesi kâtillerin bulunması isteğiyle Bâbıâli’ye yürüdü. Halktan katılmalarla binleri bulan kalabalık, Bâbıâli ve Meclis-i Mebusan’da yüz bulamadı; üstelik üzerlerine ateş açıldı.

İttihatçılar, darbeci mensuplarına yer açabilmek için orduda devr-i sâbık (eski devir) taraftarı gördükleri zâbitleri (subayları) tasfiye etmişti. Orduda Harbiye’den yetişen mektepli zâbitler yanında, erlikten başlayıp liyâkatiyle paşalığa kadar yükselen ve ordunun üçte ikisini teşkil eden alaylı zâbitler de vardı. Bunların da tasfiyesi reaksiyon doğurdu. O zamana kadar askerlikten muaf olan medreselilerin askere alınmak istenmesi, ayrıca mektepli zâbitlerin askerlerin ibâdetine engel olması, din aleyhtarı söz ve tavırları, üstelik askere siperlikli şapka giydirme teşebbüsü bardağı taşıran son damla oldu.

ALAYLI MISIN, MEKTEPLİ Mİ?

İttihatçıların, havası bulanık İstanbul’a asayişi korumak üzere Selânik’ten getirdikleri avcı taburları ayaklandı. İsyancılar önlerine çıkan Adliye Nâzırı Nâzım Paşa ile İttihatçı yazar Hüseyin Cahit zannettikleri Lazkiye Mebusu Aslan Bey‘i vurdu. Hükûmet ve mebuslar korkuyla dört bir yana sindi. Kimse askerin neden ayaklandığını bilmiyordu. Çokları, İttihatçıların diktatörlüğüne karşı fırsat bildiği isyana katıldı. Birinci Ordu kışlaları ve harb gemileri ele geçirildi. Yıldız Sarayı’nın bombalanacağı şâyiası üzerine torpido kumandanı Ali Kabulî Bey linç edildi. 31 Mart Vak’ası resmî ifadelere göre mürtecilerin (gericilerin) “Şeriat isteriz” diyerek ayaklandığı, hürriyete, demokrasiye, ilericiliğe karşı bir irticâ hareket olarak lanse edilir ve Sultan Hamid aleyhtarı propagandanın mühim bir vasıtası olarak kullanılır. Hatta baskı ve zulme karşı çıkanlar bugün bile irticâ (gericilik) ile suçlanır.

Bir saatte bastırılabilecek isyanın 11 gün sürmesi dikkat çekicidir. Mahmud Şevket Paşa’nın ekserisi Bulgar asıllı gönüllülerden topladığı ordu Selânik’ten hareket etti. 15 bin kişilik bu orduya, o zamanlar kolağası (önyüzbaşı) Mustafa Kemal Bey Hareket Ordusu adını verdi. Ordu Yeşilköy’de bazı mebuslarla görüşüp padişahı tahttan indirmeyi kararlaştırdı. Yıldız Sarayı sarılıp muhafızların silahları toplandı. Birkaç çatışma neticesi vaziyete hâkim oldu. İsyancılar teslim oldu. Kaçmak isteyenler vuruldu. Kurulan divan-ı harb neticesi 500 kişi mahkûm oldu. 70’i asıldı. İsyancılardan 300, hareketçilerden 150 kişi öldürüldü. İsyancılardan ölenler bir Ermeni mezarlığında açılan çukura dolduruldu. İttihatçılardan ölenler için Şişli’de Âbide-i Hürriyet adıyla bir anıt-kabir yaptırıldı. Sonradan yurt dışından Enver, Talat gibi İttihatçı naaşları da getirilip buraya defnedildi. Asılanlar arasında en muhalif Volkan gazetesi sahibi ve İttihatçıların İngiliz taraftarı koluna mensup Kıbrıslı Derviş Vahdetî de vardı. Volkan yazarı Said Nursî, Serbesti yazarı Mevlanzâde Rıfat, hatta İttihatçıların muhalif kanadından Prens Sabahaddin ve Mizancı Murad da sürgün edildi.

31 Mart Vak’ası’nın mesuliyeti İttihatçılar tarafından padişaha yüklenmişti. Halbuki padişahın bu işte en ufak bir dahli yoktu. Bunu zaman içinde İttihatçılar bile itiraf etmiştir. İstese isyanı yönlendirip destekleyerek muvaffak olmasını temin edebilirdi. Ancak padişah hâdiseyi uzaktan izleyip, her zamanki gibi “Bekle gör!” siyaseti takip etmiştir. Nitekim İttihatçıların muhaliflerinden Şefik Paşa “Padişah, derhal isyanı bastırıp, bu vesileyle İttihatçıları idareden uzaklaştırabilirdi. Hatası budur” diyor. Muhtemelen “isyan muvaffak olursa İttihatçılardan kurtuluruz; olmazsa beni kimse mesul tutamaz” diye düşünmüştür.

ASKERLERE GÜVENMİYORDU

Hareket Ordusu’na kardeş kanı dökmek istemediği için müdahale etmediği söylenir. Ancak bunlara karşı çıkması beklenenlerin İttihatçı olduğu nazara alınırsa, padişahın İstanbul’daki askerlere güvenmediği daha doğru olsa gerek. Şurası da bir hakikattir ki tahta çıktığından bu yana en ufak teferruatla bile uğraşmak zorunda kalan veya kendisini öyle hisseden padişah yaşlanmış, yorulmuş ve usanmıştı. Yapayalnızdı. Vezirler, askerler, ulemâ, hatta kendi ailesi bile padişahtan yüz çevirmişti. Memleket menfaatini düşündüğü için etrafındakilerin haksız emel ve beklentilerine cevap vermekten kaçınan idareciler hep bu akibete maruz kalır.

İsyan neticesinde neler mi oldu? Ardında kimin parmağı var? Onu da gelecek yazımızda ele alalım. Nasılsa aktüalitesi devam ediyor...