ENTARİ ÂDETİMİZ ZAMANA YENİLDİ

Bir iş adamının entârisiz yatağa girmediğine dair sözleri, çok kişiyi şaşırttı. Halbuki vaktiyle yaz-kış entari giymeyen yoktu.
1 Temmuz 2009 Çarşamba
1.07.2009

Bizim nesil, babaları en azından çocukluğunda, kendileri de sünnet olduğunda entâri giymiş bir nesildir. Vaktiyle kışın pazen, yazın basma veya patiskadan kırık beyaz entâri giymeyen var mıydı acaba? Hava serinse üzerine bir de hırka, başta ise dışarıda fes, yatakta takke olurdu. İşte size rahat püfür püfür bir erkek yatak kıyafeti...

Öbür entarinin cebinde

Entâri, Arapçada ayn harfiyle anterî şeklinde yazılır. Anter, sinek demektir. Şu halde entâri sineklik demek oluyor. Farsça ise ender, iç demektir. O halde enderî, iç giysisi mânâsına geliyor. Kim bilir? Bugün Araplar entârilerine hakkıyla sahip çıkıyor, sefâsını da sürüyorlar. Resmî toplantılarda bilhassa giyiyorlar. Her Arap ülkesinin de entâri biçimi farklıdır. Bundan o kimsenin nereli olduğu anlaşılır.

Entâri bizde 1829 yılına kadar şehirde-köyde erkeklerin günlük elbisesiydi. İç donunun üzerine şalvar (çakşır), onun üzerine de entâri giyilirdi. Bu entâriler ihtişamlı ve icabında süslü olurdu. Etekleri ayak bileğine kadar inerdi. Önü umumiyetle düğmeli olur; etekleri savrulmasın diye gerektiğinde iki taraftaki uçları beldeki kuşağa sokulurdu. Patiska ve pazenden başka, muhtelif kumaşlardan, çizgili, desenli olanları da vardı. Yalnız entâri ile gezilmez; üzerine de kaftan giyilirdi. Entâriyi bugün pantolonun üzerine çıkarılmış gömleğin; kaftanı da ceketin uzunu olarak farzediniz.

Gecelik entârisinin eteğini biraz kısa yapanlar da vardı. Meselâ Sultan Hamid sarayda çıkan bir yangında ayağı entârisinin eteğine dolaştığı için, bundan sonra entâri eteklerini kısa tutturdu. Nitekim şair ne demiş: Erişir menzil-i maksûduna âheste giden; Tiz riftâr olanın, pâyine dâmen dolaşır [Aheste hareket eden maksadına kavuşur; acele edenin ayağı eteğine dolaşır.] Enderûnî Vâsıf‘ın şu şiiri de entârilerin cepli olduğunu teyid ediyor: Hani ey mâh, geçen şeb Yeniköy’den beride, Bir kayıkta iki büt var idi, bizden geride. O vesileyle söz açtım sana, geldi yeri de, Yazmış idim o sözü, kalmış öbür entaride Va’diniz buse mi, vuslat mı, unuttum ne idi? [Demek entâri değiştirdiğinde, ceplerini de boşaltmayı ihmal etmemek lâzımmış.]

Entari Dostları Cemiyeti

Sultan II. Mahmud zamanındaki kıyafet inkılabıyla, memurların setre (uzun ceket) ve pantolon giymeleri emrolundu. Entâri resmî hayattan yavaş yavaş çekildi. Ama herkes evinde, yatarken, hatta bir yere giderken giymeye devam etti. İşten eve gelince, o tirendaz kâtipler, beyler, paşalar hep entârilerine bürünüp bir oh çekerdi. Akşam yemekleri yendikten sonra câmiye, sonra da kahvehaneye üstte entâri, başta fes veya takke, ayakta terlik ile gidilir; bir ayak altta sandalyeye şöyle bir kurulup, hakkıyla istirahatte bulunduklarını gösterirlerdi. Sadece akşamları kahveye mi? Sirke şişesi elinde bakkala koşanlar, kasaba et çektirenler, misafirliğe gidenler; hatta devlet dairesinde iş takip edenler az değildi.

Bu lâübâlilik! İttihatçıların gelişine kadar devam etti. 1909 senesinde ilk defa Üsküdar‘da entâri ile sokağa çıkmak yasaklandı. Dinlemeyenlerden para cezası alınmaya başlandı. Kimi yasaktan memnun, kimi pür-hiddet idi. Bazısı da bunu şahsî hürriyete müdahale olarak vasıflandırdı. Gazeteler hükûmete yüklendi. Mizah mecmuaları hâdiseyi karikatürize etti. Bir zamanlar Bursa’da Karagöz ile Hacivat’ın mezarını yaptırdığı için Karagözcü Avukat diye meşhur, İstanbul Belediyesi hukuk işleri müdürü avukat Râmi Bey, Entâri Dostları Cemiyeti’ni kurmuştu.

Râmi Bey, bu cemiyeti kurunca, 1909 tarihli Entâri Yasağı Kanunu karşısına dikildi. Ama o, yasağın Üsküdar için olduğunu iddia etti. O sıralar önce Lyon belediye reisi, sonra Fransa başvekili olan Herriot da bir entâri dostu idi. Paris ile Lyon arasında, sırtında entârisi, başında gece külahı ile yataklı vagonda seyahat ederdi. Herriot Türkiye’ye geldiğinde, Râmi Bey, kendisine Şam sadokarından çok yumuşak, zarif bir entâri hediye etti. Kendisini de bu cemiyete âzâ kaydetti.

Osmanlı devlet ricâline ait entariler tek-tük müzelerde teşhir ediliyor.

Atatürk'ün entarisi

Entâri yasaklanadursun, entâri muhibleri, evde olsun giymekten vazgeçmediler. Gazeteci Hikmet Feridun Es, Yalova’da Çınar Oteli’nde zamanın vekil ve mebuslarının bir toplantısını tasvir eder. Mebuslar üç gün boyunca tiril tiril entârileri sırtında, ya nargile içmekte, ya tavla oynamaktadır. Dördüncü gün entâriler çıkmış; fraklar giyilmiştir. Çünki Atatürk gelmektedir. Mamafih Atatürk de entâri giymez değildi. Yakınlarının hatıralarında birkaç tane entârisi olduğu yazıyor.

O devirde yalnız erkekler değil, kadınlar da entâri giyerdi. Ancak kadın entârileri tabiatiyle erkeklerinkinden çok farklı olurdu. Sevdiği erkeğin bir hanıma alacağı en güzel hediye entârilik bir kumaş idi. Yine Enderunlu Vâsıf‘ın bir güftesinde şöyle geçiyor: Buluruz istediğin, etme sitem beyhûde, Hele yarın bakalım bizde olan mevcûde. Yok senin istediğin entârilik çarşûde, Ne yapayım ay efendim, a benim sultanım!

Öksüz kalan Üsküdar

Entâri dostlarından Hüseyn Suad Bey, Üsküdar Sultantepe’de bir arkadaşını ziyarete gider. Sabah sokakta müthiş bir gürültü ile uyanır. “Tutun! Kaçıyor! Sağdan! Yaka-layın!” Ne oluyoruz diye pencereyi açınca, iki zaptiye ile bekçinin beyaz entârili, uzun boylu birini kovaladığını görür. Bu kaçağın ağzından Gâve-i Zâlim adıyla Kalem mecmuasında şu şiiri yazar:

Entâriyi inceden, kalından,

Altmış sene giydi cism-i zârım.

Entâri yasak olunca artık,

Kayboldu benim de ihtiyârım.

Entâri içinde çünki geçti,

Ömrüm, bütün aşk-ı nevbahârım.

Mâtem tutuyor bu yıl dolapta,

Yazlıklarım, âh penbezârım.

Entârisiz, aşksız, çiçeksiz,

Öksüz gibi kaldı Üsküdâr’ım.

Ölsem de yine gam yemem,

Entâri giyerse türbedârım,

Kabrimde kemiklerim gülümser,

Entâri Baba olur mezârım.