BU ŞERİF, O ŞERİF DEĞİL

Osmanlı idaresindeki Hicaz, kendi içinde bir muhtariyete sahipti. Hazret-i Peygamber soyundan şerifler tarafından idare olunurdu.
15 Ekim 2008 Çarşamba
15.10.2008

Şerif deyince akla western filmlerindeki kasaba şerifleri geliyor. Vaktiyle Osmanlı Devleti'nde de şerifler vardı. Ama ne şerif...

Osmanlı idaresindeki Hicaz, kendi içinde bir muhtariyete sahipti. Hazret-i Peygamber soyundan şerifler tarafından idare olunurdu.

 

Son Mekke Şerifi Hüseyin Paşa

İngiltere XI. asırda shire’lara (vilâyetlere) ayrılmıştı. Shire’larda şehir idareleri vardı. Bunların başında da kralı temsil eden sheriff bulunurdu. Shire-reeve (şayr-riv), vilâyet reisi demektir. Zamanla sheriff hâline gelmiştir. Amerika’da da kasaba ve şehirlerde şerif adındaki kimseler vazife yapardı. Bunun dilimizdeki şerif kelimesiyle pek alakası olmadığı ortadadır.

Şerif, Arapça şerefli manasına gelir. Bizde isim olarak kullanılır. Memlûkler zamanında, Hazret-i Hasan soyundan gelenlere şerif, Hazret-i Hüseyin soyundan gelenlere seyyid unvanı verilmişti. Bunun dinî bir prensip olmadığı ortadadır. Nitekim İslâm dünyasının farklı beldelerinde bu iki unvan birbiri yerine kullanılmıştır.

Hacılara hizmet

Memlûk idaresi zamanında Mekke şehrinin idarecisi bir şerif idi. Osmanlılar burayı fethettikten sonra, Mekke’nin idaresini eskiden olduğu gibi şeriflerden birisine bıraktı. Hicaz kadıları merkezden gönderilirdi.

Vezir rütbesindeki şerifler, kışın Mekke’de, yazın Tâif’te otururdu. Vefat veya istifa ile boşalan Mekke şerifliğine, padişah aynı aileden Mekke kadısı ve Mısır valisinin arz ettiği birisini tayin ederdi. Ayrıca Mısır’a bağlı Cidde sancakbeyliği vardı. Mekke şeriflerine, burası nezâret ederdi. Medine şehrine de, emekli harem ağalarından biri, şeyhülharem tayin olunurdu.

 

Melik Abdullah İstanbul'da Mekke mebusu iken

Sultan Aziz zamanında Cidde, Mekke ve Medine birleştirilerek Hicaz vâliliği kuruldu. Vâli, Mekke’de oturmaya başladı. Mekke şerifinde yalnızca seyyid ve şeriflerin işleri ile, bedevî aşiretlerin idaresi kaldı. Cidde’ye mutasarrıf; Medine’ye de Medine-i münevvere muhafızı tayin edildi. Meşhur Fahreddin Paşa, son Medine muhafızı idi.

Hicaz gelir getirmeyen, fakat masrafı çok bir vilâyetti. Mısır gelirlerinin büyük bir kısmı buraya tahsis edilirdi. Hicaz’a verilen ehemmiyet, halifelik statüsünün bir neticesi; devletin itibarının da bir göstergesi idi. Buraya gelen hacılar, devletin yaptırdığı hanlarda bedava kalırlardı.

 

Sağdan itibaren Şerif Hüseyin ve iki oğlu Irak Meliki Faysal ile Ürdün Meliki Abdullah

Son şerif

Son Mekke Şerifi Hüseyin ve oğulları, yüksek dereceli Osmanlı bürokratlarından idi. İstinye koyunda önceleri İran sefiri Muhsin Han’a ait yalı Hüseyin Paşa’nın idi. Sonra Deli Fuad Paşa satın aldı.

Kardeşi âyan azası Şerif Nâsır Paşa’nınki ise, Emirgân’da güzeller güzeli Şerifler Yalısı idi. Şerif Hüseyin Hicaz’a tayin olunduktan sonra hayatları, bambaşka bir mecrada devam etti.

Şerif Hüseyin, İttihat ve Terakki hükümetinin, bilhassa Şam Vâlisi Cemal Paşa’nın hukuka aykırı, keyfî icraatlarını tenkit etmekten geri durmadı. Bunlara engel olamayınca dünyaya duyurmak için iki beyanname neşretti

Irkçı bir politika takip eden İttihatçılar, bu beyannameleri isyan olarak gördü. Şerif Hüseyin'i asi ilan ederek, üzerine asker gönderdi. Bunun üzerine Hüseyin Paşa, Arap toprakları üzerinde Haşimî İslâm İmparatorluğu kurmaya teşebbüs etti. Hem buradaki Müsülmanlar İttihatçıların haksızlıklarından kurtulacak, hem de harb kaybedilirse, burası felakete marruz kalmayacaktı.

Bunun için, denize düşen yılana sarılır fehvasınca, İngilizlerle ititfak yapmaktan başka çare yoktu. İngilizler bu bulunmaz fırsatı kaçırmadı. Evvela Şerif Hüseyin’e yardım ettiler. Mekke, 1916, Medine ise 1919 yılında Şerif'in kuvvetlerinin eline geçti. Burada Hicaz melikliği kuruldu.

Şerif Hüseyin, saltanatın kaldırılması üzerine memleketini terk etmek mecburiyetinde kalan Sultan Vahideddin'i misafir etti. Padişah, memleketin havasına dayanamayarak; aslında İngilizler istemediği için, bir müddet sonra buradan ayrıldı.

Şerif Hüseyin'i kullanamayacağını anlayan İngilizler, Vehhabî mezhebinden Necid Emiri İbnüs-Suud ile anlaştılar. Hüseyin Paşa’yı mağlup ederek Hicaz’dan çıkardılar. Böylece son Mekke şerifi İngilizler tarafından azledildi ve 1926’da Kıbrıs'a sürgüne gönderildi. 1931'de Amman'da vefat etti. Mescid-i Aksâ'ya defnedildi. Çok zeki, dindar bir zat idi.

İttihatçı zihniyetli bazı yazarlar, Sultan Abdülhamid’in Şerif Hüseyin’e itimat etmediğini, hatta bu sebeple İstanbul’da tutmaya itina ettiğini söyleyerek kendisini bu cihetten de gözden düşürmeye çalışırlarsa da, doğru değildir. Bu, casus Kim Philby’nin uydurmasıdır.

Oğlu Ürdün Meliki Abdullah’ın Türkçe’ye de tercüme edilen hatıralarında, Şerif ve ailesinin, Sultan Hamid’e ve Osmanlı hanedanına samimi bağlılığını anlamak mümkündür. Hatta tahtını kaybeden Sultan Vahîdeddin’e gösterdiği hürmet, sürgündeki Osmanlı hanedanı efradına verdiği destek, bunu yalanlamaktadır.

Üç oğlu da hükümdar oldu

Hüseyin Paşa’nın 1908 Osmanlı parlamentosunda mebus olan üç oğlu Ali, Faysal ve Abdullah, sırasıyla Hicaz, Irak ve Ürdün hükümdarı yapıldı. Hemen ardından Hicaz, İngiliz desteğiyle kurulan Suudî Arabistan Krallığı tarafından işgal ve ilhak edildi. Şerif Ali tahtını kaybetti.

Suudi Arabistan, başta Hicaz’ın muhtariyetini tanıdı ve bir hususî anayasa vaat etti. Hac işlerinin Müslüman ülkelerden delegelerin idare etmesini kabul etti. Ancak bu sözlerin hiç biri tutulmadı. 1955 yılında Hicaz Suudi Arabistan Krallığı’na ilhak edildi.

Ürdün ve Irak hükümdar ailesi, Haşimidir ve Şerif Hüseyin Paşa’nın soyundan gelir. Her iki ülkedeki hükümdarlar, İngiliz muhalifi bir politika takip etti. İngiliz aleyhtarlığını saklamayan Irak Meliki Gazi, frenleri kesilmiş bir araba kazasında şüpheli şekilde öldü.

Haşimiler, Eski Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrılan Arap topraklarını birleştirmek istediler. Bağdat Paktı ve Cento bu çalışmaların mahsulüdür. Hatta Irak ile Ürdün 1958 yılında birleşti ise de İngiltere engelledi. 1958’de Irak’ta kopan Rus yanlısı ihtilâle de ses çıkarmadı. Sultan Vahideddin’in torunu Fâzıla ile nişanlı bulunan son Irak meliki II. Faysal ve ailesi feci şekilde öldürüldü. Irak’ta sosyalist bir idare kuruldu.

 

İki amcazade, Ürdün meliki Hüseyin ve son Irak Meliki II. Faysal (sağda). Melik Faysal, Sultan Vahideddin’in torunu ile nişanlıydı. Düğün için Türkiye’ye geleceği gün kanlı bir ihtilalle devrildi ve katledildi (1958).

Tek soyu, Ürdün'de kaldı

Vaziyetten ürken İngiltere, 1958’de Irak’ta kopan Rus yanlısı ihtilâle de İngiltere ve Amerika ses çıkarmadı. Sultan Vahideddin’in torunu Fâzıla ile nişanlı bulunan son Irak meliki II. Faysal ve ailesi feci şekilde öldürüldü. Irak’ta sosyalist bir idare kuruldu.

Ürdün’ün ilk meliki Abdullah da aynı siyaseti takip ettiyse de, İngilizlerin kiraladığı söylenen bir Filistinli katil tarafından Mescid-i Aksa merdivenlerinde öldürüldü. İngilizlere kafa tutmaya kalkan oğlu Talâl İstanbul’da Şifa kliniğe kapatıldı. Bunun üzerine tahat geçen oğlu Hüseyin, fevkalade temkinli bir siyasetle tahtını korumayı becerdi.

Ürdün meliki Hüseyin (1935-1999) dedesi 1951’de vurulduğunda, yanındaydı. Göğsüne sıkılan kurşundan kendisini dedesinin taktığı madalya kurtardı. Hazret-i Peygamber’in 42. kuşaktan torunu olan melik, mütevazı ve sevilen bir hükümdardı. Bugün ülkenin başında Hüseyin’in oğlu II. Abdullah bulunuyor.

Ürdün’de Sultan Hamid tarafından bölgeye yerleştirilen Çerkezler yaşamaktadır. Hükümetin çok itimat ettiği bu Çerkezlerden çok sayıda üst rütbeli subay vardır. Melik Hüseyin, 1971 yılında Maocu Filistin komandolarının başlattığı kanlı isyanı, Çerkezlerin yardımıyla bastırmaya muvaffak olmuştur.

Şerif sülâlesi çok sevdikleri İstanbul ile alâkasını kesmedi. Yaz tatillerini burada geçirmeye devam ettiler. Hanedan mensuplarının çoğu güzel Türkçe bilmekte; Türk asıllılarla evliliklere rağbet etmektedir. Melik Hüseyn’in amcası Emîr Nâif, Sultan Reşad’ın torunu Mihrümah Sultan ile evlidir.

 

Ürdün meliki Hüseyin bin Talal