YAVUZ SULTAN SELİM'İN KÜPESİ

Geçenlerde bir takı defilesinde, Yavuz Sultan Selim’e izafe edilen küpeli, kolyeli bir resmin teşhiri reaksiyona sebep oldu.
18 Haziran 2008 Çarşamba
18.06.2008

Her şey 1926 yılında Dolmabahçe Sarayı’ndan Topkapı Sarayı portreler galerisine getirilen ve Yavuz Sultan Selim’e isnad edilen bir resim ile başladı.
Bu resimdeki sima, inci küpeli, taçlı ve inci madalyonlu olarak tasvir edilmişti. Aynı zamanda da sakalsız ve pala bıyıklıydı. Bunun, bir Macar ressam tarafından yapılan benzeri de vardır.
Bu resmin nasıl ve niye Yavuz Sultan Selim’e nisbet edildiği doğrusu malum değildir. Ancak, herkesi padişahın küpe taktığına inandırmaya yetmiştir. Hatta buna delil olmak üzere menkıbeler bile üretilmiştir.
Güya padişah, bir kölenin kulağında kölelik alâmeti halkayı görmüş de, kendisinin Allah’a kul olduğunu sembolize etmek üzere bu küpeyi takmış. İyi de resimdeki küpe halka değil, kadınların taktığı cinsten incili salkım küpedir. Bir başka menkıbede de padişah birtakım ibretli hadiselerin kulağına küpe olması maksadıyla böyle yapmıştır. Bunların hepsi ancak birer yakıştırmadır.

Muamma resim

Bu resmin nasıl ve niye Yavuz Sultan Selim’e nisbet edildiği doğrusu malum değildir. Evvela bu resmin İran Şahı İsmail’e ait olduğu ileri sürülmüştür. Başındaki kızıl börk ve taç da delil verilmiştir. Ancak bu da kat’î değildir.

Börkün kızıl oluşundan dolayı, tarihte Kızılbaş (sürhser) sanını ilk alan Şah İsmail’e nisbet edildiği anlaşılıyor. Yavuz Sultan Selim’in bir şiirinde, "Pâymâl eyleyelim kişverini sürhserin" (Kızılbaşın ülkesini yerle bir edelim!) dediği bilinmektedir. Şah İsmail, 12 imamı sembolize eden 12 dilimli taç ile, Hazret-i Hüseyn’in şehâdet kanını sembolize eden kırmızı börk ve sarık giyerdi. Adamları da böyle giyinirdi. Anadolu halkı bu sebeple bunlara Kızılbaş (farsçası Sürhüser) demiş; mezhebleri Kızılbaşlık olarak tanınmıştır.

Mamafih Osmanlı devlet ricali de başlarına koyu kırmızı kavuk giyer, ama üzerine beyaz sarık sarardı. Taç takmak âdeti ise Osmanlılarda hiç yoktu. Taç, Avrupa krallarında vardır. Ressamlar ve yazarlar, eserlerini hayal gücüne dayanarak meydana getirirler. Bunların gerçeğe uygun olması beklenmez. Tarihî hususlarda vesika ve tarihçilerin sözü geçer.

Sade mizaç

Peki Sultan Selim küpe takmış mıdır? Bir kere malum temsilî resmin buna delil olamayacağı aşikârdır. Elde Osmanlı nakkaşlarının yaptığı bazı minyatürler vardır. Orada Yavuz Sultan Selim böyle tasvir edilmemektedir.

İslâm dininde, erkeklerin kadınlara, kadınların da erkeklere benzemesi şiddetle yasaklanmıştır. Fıkıh kitaplarında, meselâ İbni Âbidin’in Reddü’l-Muhtar adlı kitabında, Müslüman erkeklerin gümüş de olsa küpe, bilezik takınmasının, ellerine kına yakmasının caiz olmadığı açıkça yazar.

Erkeğe sadece gümüş yüzüğe izin verilmiştir. Yüzük taşlı olabilir. Kına ve sürmeyi ise tedavi maksadıyla kullanabilir. Küpe takmak; âlimlerin atının ayağından sıçrayan çamuru şeref vesilesi sayan bir padişahın, ne inancıyla, ne de sadelikten yana mizacıyla bağdaşan bir iştir.


Kılıcımız kestikçe...

Zamanın en güçlü devletlerinden biri olan Venedik’in sefiri Antonio Iustiniani bir defasında Yavuz Sultan Selim Han’ın huzuruna çıkacaktı. Vezirler elçiyi etkilemek bakımından padişahın ihtişamlı giyinmesini istiyordu. Hersekzade Ahmed Paşa, bu arzuya tercüman olmak bakımından cesaretini toplayıp bin dereden su getirircesine padişaha vaziyeti arz etti. Padişah, “Doğru! Cümle yeni libaslar giymek münasiptir” buyurdu.

Elçinin kabul edileceği gün bütün vezirler en ihtişamlı elbiselerini giydiler. Huzura girdiklerinde donup kaldılar. Çünkü padişah her zamanki gibi sade elbisesiyle arz odasındaki tahta kurulmuştu. Meşhur keskin kılıcını da tahtın basamağına dayamıştı. İkindi güneşi pencereden basamaktaki kılınca vuruyor, ışıltısı gözleri kamaştırıyordu. Bu sırada elçi içeriye alındı. Hünkâr tercüman vasıtasıyla kendisiyle biraz konuştuktan sonra, meclisin heybetinden şaşkına dönen elçiye huzurdan ayrılması için izin verildi.

Padişah, Ahmed Paşa’ya dönüp, “Var git, elçi beye sor, bizi nasıl bulmuş?” dedi. Hersekzade Ahmed Paşa padişahı etekleyip çıktı. Arz odasının önünde elçiye bu suali sordu. Elçi, “O kılıcın parıltısı gözümü öyle aldı ki, kendilerini göremedim” cevabını verdi. Ahmed Paşa, elçinin cevabını padişaha ilettiğinde, padişah gülümseyerek şu tarihî sözü söyledi: “İşte kılıcımızın ağzı kestikçe, düşmanın gözü kıyafetimizi görmez!”


"Anan ne giysin?"

Padişah, sıcak günlerde gölgelenip dinlenmek üzere Sirkeci ile Sarayburnu arasında bir sahil köşkü yapılmasını istemişti. Hazine defterdarı Abdüsselâm Bey, Yalı Köşkü’nü yaptırdı. Padişah burayı gezerken, köşkün çok kıymetli eşya ile süslendiğini görünce canı sıkıldı. “Ben bir gölgelik yapın dedim. Bu kadar harcamaya izin vermedim” dedi. Defterdar, padişahın hiddetinin neye mal olacağını iyi bildiği için, köşkü kendi malından hediye olarak yaptırdığını söyleyerek işi tatlıya bağladı.

 

Hemen hemen bütün kaynaklar Yavuz Sultan Selim’i fevkalade mütevazı ve sade yaşayan bir insan olarak tasvir eder. Şatafatı sevmediği için, sefer dönüşlerinde İstanbul’a zafer alayıyla değil de, sessizce girdiği anlatılır. Mısır seferi dönüşü, kendisini Edirne’de karşılayan oğlu Şehzade Süleyman’ın ihtişamlı kıyafetine bakıp, “Oğlum! Sen böyle giyinirsen, anan ne giysin?” dediği meşhurdur.

Yakınlarından birisi niçin ihtişamlı elbiseler giymediğini sorduğunda, “Vüzerâ ve ümerânın süslü elbiseler giymeleri padişahlarına tazimden ileri gelir. Ya biz, kime tazime mecburuz ki, bu külfeti ihtiyar edelim?” cevabını vermişti. Nitekim Topkapı Sarayı’nda mevcut padişah elbiselerinden en sadeleri O’na ait olanlardır