İZİNSİZ NİKÂH YOK!

Koskoca bir im­pa­ra­tor­luk­ta ev­li­lik­le­rin, bo­şan­ma­la­rın kay­de­dil­me­di­ği­ne inan­mak müm­kün mü?
22 Ekim 2008 Çarşamba
22.10.2008

“Eskiden her şey erkeğin iki dudağı arasında idi. Boş ol deyip kadınları sokağa atarlardı” gibi sözleri söyleyenler vardır. Hakikat acaba böyle midir? Koskoca bir imparatorlukta evliliklerin, boşanmaların kaydedilmediğine inanmak mümkün mü?

Nikâh akdi, tarafların iki şahit huzurunda birbirine uygun icap ve kabulüyle kurulur. Ancak nikâh aynı zamanda bir ibadet sayıldığı için olsa gerek, Hazret-i Peygamber zamanından beri nikâhları hep bir üçüncü bir şahıs kıymıştır. Nikâh akdi bir kudsî seremoni şeklinde icra olunmuştur.

İs­tan­bul kâ­dı­sı. Kâ­dı­dan i­zin al­ma­dık­ça nikâh kı­yı­la­maz­dı.

Kambersiz düğün

Hazret-i Peygamber, eshâbının nikâhını hutbe okuyup kıyardı. Bu hutbe Allah’a hamd, Peygamberine salât ve duadan ibarettir. Nikâhtan sonra da eşler hakkında dua ederdi. Şu kadar ki hutbe ve dua okumak nikâhın şartı değildir.

Dört halife de bu âdeti devam ettirdi. Halife Hazret-i Ali’nin, işlerinin çokluğu sebebiyle azatlı kölesi ve hâcibi (kalem-i mahsus müdürü) Kamber’i nikâh kıyma işiyle vazifelendirdi. Hatta “Kambersiz düğün olmaz!” sözünün buradan kalmıştır.

Dört halife devrinden beri İslâm devletlerinde doğumlar, ölümler ve nikâhlar tescil olunurdu. Bu siciller hazine harcamalarına esas tutulurdu. Selçuklulardan itibaren nikâhları ya kâdılar kıyar; yahud nikâh için kâdıdan izin alınırdı.

Mısır’daki Memlûkler zamanında kâdıların nezareti altında akkâd denilen nikâh kıyma memurları vardı. Zamanla halk arasında kâdı veya resmî memur huzurunda nikâh kıyma âdeti yayıldı.

La­ti­fe Ha­nım ile M. Ke­mal Pa­şa­’nın ni­kâ­hı­nı 1923’te İz­mir kâ­dı­sı kıy­dı. Mut­lu­luk ge­tir­me­yen bu ev­lilik, iki yıl son­ra M. Ke­mal Pa­şa­’nın Lâ­ti­fe Ha­nı­m’­a gön­der­di­ği bir ta­lâk kâ­ğı­dı ile son bul­du.

İmam nikâhı mı?

İslâm tarihinde müslümanlar ehemmiyetinden ötürü nikâhın, dinî ve hukukî hükümleri iyi bilen ve cemiyette itibarlı birisi tarafından akdedilmesini arzu etmiştir. Bu sebeple nikâhları umumiyetle imamlar kıyagelmiştir.

Türkiye’de dinî nikâha imam nikâhı denilmesi de bu teamüle dayanır. Halbuki nikâhı illâ imamın kıyması şart değildir. Hatta hiç kimsenin nikâh kıymasına gerek yoktur. Erkek ve kadın iki şahit huzurunda “aldım-vardım” dese, nikâh kurulmuş olur.

Halk arasında hâlâ devam eden bir âdet vardır. Nikâhın taraflarının, vekil ve velilerin, ayrıca şahitlerin isimleri ve imzalarının bulunduğu bir kâğıda, kıza ödenen ve ödenecek mehir mikdarı ile gerekirse baba evinden kıza verilen eşya da yazılarak kız tarafına teslim edilirdi. İleride bir niza çıkarsa, mehir kâğıdı adı verilen bu vesika delil olurdu. Kız mehrini ve çeyizini geri alabilirdi.

Nikâh izinnâmesi

25 akçe lâzım

Osmanlılarda nikâhı ya bizzat kâdılar kıyar veya nikâhın kıyılması için kâdıdan izin alınırdı. İzin için de 25 akçe resm-i nikâh (nikâh harcı) ödenirdi. Bu harcın 20 akçesi kâdıya, geri kalanı da mahkeme kâtiplerine aitti.

Evlenenler ayrıca, tımarlı sipahiye resm-i arus (gerdek harcı) öderdi. Bu vergi, evlenen kadının bâkire veya dul, zengin, fakir veya orta halli, Müslüman veya gayrımüslim olmasına göre değişirdi. Her vilâyette de aynı değildi.

Nikâh için kâdıdan izin almak yetmezdi. Şeyhülislâm Ebussuud Efendi, zamanın bozulması ve kız kaçırmaların artması gerekçesiyle, nikâhta mutlaka kızın velîsinin iznini arayan İmam Muhammed’in görüşüyle fetvâ verdi. “Zeyd, Hind-i bâliğayı, babası Amr iznsiz nikâh eylese, Amr râzı olmasa, nikâhı feshe kâdir olur mu? El-Cevâb: Olur”.

Bu fetvâ zamanın padişahı Kanunî Sultan Süleyman tarafından kanun hâline getirildi. Böylece 1544 tarihinden itibaren kâdılar, velinin izni bulunmayan nikâhları kabul etmekten men olundu.

Mecelle’de geçtiği üzere, “Müctehidler arasında ihtilaflı meselelerde imamü’l-müslimîn hazretleri her hangi kaville amel olunmak üzere emrederse gereğiyle amel olunmak vâcibdir”.

Nikâhın nesep, nafaka, mehir, ıddet, verâset gibi çok sayıda hukukî neticesi olduğu için, resmî makamlarca kıyılması ve tescili istenmiştir. Böylece hem aleniyeti temin etmek; hem de kötü niyetlerin önüne geçmek düşünülmüştür. Nitekim hükümdar, umumun menfaati için bir takım emir ve yasaklar getirebilir.

Nikâh ilmühaberi

Ben dahi akd-i nikâh eyledim

Gayrımüslimlerin nikâhını da kâdıdan izin alındıktan sonra patrik veya haham kıyardı. Ama bunlar zaman zaman daha ucuz olduğu için nikâhlarını patrik veya hahama değil, kâdı veya imamlara kıydırırdı. Hatta ruhânîler buna hükûmet nezdinde itiraz ederdi. Osmanlı kâdıları, talep edilmedikçe zimmîlerin nikâhlarına karışmamakla emrolunmuştur.

İzin alınacak kâdı, taraflardan birinin ikâmetgâhı kâdısıdır. Kâdı efendi bir Mühâkehât İzinnâmesi tanzim eder. Bu vesikada, imam efendiye veya ruhânî reise hitâben, tarafların isimleri bildirildikten sonra, “tenkîhe mâni’-i şer’îsi yoğise, velîsi izni ve tarafeyn rızâları ve tesmiye-i mehrle lede’ş-şuhûd akd-i nikâh eyleyesiz” diye yazardı.

Kâdıların verdiği her türlü vesika sicile kaydolunurdu. Eskiden nikâh kaydına, halk arasında izinname çıkartmak denirdi.

İzinnâme imam efendiye verilirdi. Tarafların nikâh esnasında bulunmaları âdet değildi. Her iki tarafı da veli veya vekilleri temsil ederdi. Düğün günü imam efendi, iki şahit huzurunda, bir hutbe irâd edip, okunması bereket sayılan âyet ve hadîsleri okuduktan sonra, önce kız tarafına “Tâlibi bulunan felanca oğlu felancayı şu mikdar mehr ile kocalığa kabul ettin mi?” diye sorardı.

“Kabul ettim” cevabını aldıktan sonra erkek tarafında “Tâlibi bulunduğunuz felanca oğlu felanca kızı felancayı şu kadar mehr ile zevceliğe aldın mı?” diye sorardı.

“Aldım” cevabını müteakip bu sualleri her iki tarafa da iki defa tekrarladıktan sonra “Ben dahi akd-i nikâh eyledim” der ve sünnette bildirilen duayı ederdi. Böylece nikâh kıyılmış olurdu.

Evlenme cüzdanı

Siz de şahit olun!

Kâdı izni olmaksızın kıyılan nikâh sahihtir. Ancak böyle bir nikâha dair niza vukuunda kâdılar buna bakamazdı. Emr-i padişâhîye aykırı hareket etmek suçtur, cezayı icap ettirir.

Adamın biri nişanlısı ile beraber nikâh kıymak üzere mahkemeye gider. Ancak elinde nikâh harcının yarısı kadar parası vardır. Bu paranın nikâh harcına yetmeyeceğini öğrenince tenzilat yapılmasını ister. Kâdı efendi kabul etmeyince, nişanlısına dönerek “Ben seni aldım. Sen bana vardın mı?” der. “Vardım” cevabını alınca bu sefer kâdı ve kâtibe dönerek “Sizler de şahit olun a efendiler!” diyerek çıkıp gider.

Yine adamın biri Aksaray’da eve bir kadın kapatmış. Mahalleli namusu muhafaza adına baskına gitmiş. İkisi de ne oluyor diye tedbirsizce pencereye çıkınca, artık saklayacak bir şey kalmış. Adam bakmış papuç pahalı. Kadına “Seni aldım, sen de bana vardın mı?” diye sormuş. Kabul cevabı alınca, baskına gelen kalabalığa dönüp, “Siz de şahit olun ey cemaat!” demiş. Yapacak şey kalmayınca, kalabalık dağılmış.

Nikâh ilmühaberi

Tanzimat’tan sonra nikâhı kıyan imama veya ruhani reislere bir Münâkehât İlmühaberi tanzim edip, birkaç gün içinde nüfus idaresine bildirme mecburiyeti getirildi.

Nikâhı kıyan imam tarafından doldurulan bu ilmühaberler, bâkire, seyyibe (dul) ve tecdid-i nikâh (nikâh yenileme) için olmak üzere üç nevi idi. Birincisinden 5, ikincisinden 3 ve üçüncüsünden de 1 kuruş harç alınırdı. Bu harçların yarısı imam veya ruhani reise; diğer yarısı da nüfus idaresine aitti.

İlmühaberde mehir mikdarı da kaydedilirdi. Nikâhı kıyan imam, tanzim ettiği ilmühaberi, taraflara yahud veli veya vekillerine, ayrıca şahitlere imzalattıktan sonra tasdik ederek 8 gün içinde beldenin nüfus memurluğu kalemine göndermek; nüfus memuru da vesikadaki malumatı nüfus sicil defterine ve alâkadarların nüfus tezkeresine (kâğıdına) kaydettikten sonra evrakları imam efendi vâsıtasıyla taraflara tevdi etmeye mecbur idi. Böylece nikâh işi tescil edilmiş olurdu.

İzinnameler, “askerde nişanlısı yok ise” şartıyla verilirdi. İmamlar, askerde nişanlısı bulunan kızların nikâhını kıymaktan men edilmişlerdi. Mamafih nişanlanmak hukukî bir netice doğurmaz. Ancak harblerin hüküm sürdüğü devirlerde, askere gidenlerin hukukunu korumak maksadıyla böyle bir hüküm getirilmiştir. Askerdeki nişanlı nişanı bozarsa, nikâha mâni kalmaz.

Bildirmeyene ceza

1914’ten sonra nikâhı nüfus dairesine bildirme vazifesi kocaya yüklendi. İmam veya ruhani reisten aldığı ilmühaberi nüfus dairesine bildirmeyenlere para ve hapis cezası getirildi. İzinnamesiz nikâh kıyanlara zaten öteden beri ceza vardı. Bu ceza evvelce 2 çeyrek mecidiye idi. O devirde bir mecidiye, 7,2 gramlık Osmanlı altınının beşte birine tekabül eden ve içinde 20 gram hâlis gümüş bulunan 24 gramlık para idi. 

1913 tarihinde izinnamesiz nikâh kıyanlara üç aydan iki seneye kadar hapis cezası getirildi.

Görülüyor ki zannedildiği gibi Osmanlılarda nikâh ve talâklar kayıt altına alınmamış değildir. Devlet bu işi çok sıkı takip etmiştir.

İsviçre’den alınan 17 Şubat 1926 tarihli ve 743 sayılı medenî kanunun, evlenme akdinin evlendirme memuru önünde yapılacağına dair 110. maddesi, öteden beri hâkimden izin alarak imam, papaz ve hahamların nikâh kıyması usulünü kaldırdı. Belediye kaydından evvel dinî nikâh kıymaya yeltenen çiftlere ve imamlara hapis ve para cezaları getirildi.

Magazin dünyasının bazı meşhurları, boş bulunup “Sevgilimle imam nikâhı yaptık” derler; vazifeşinas savcılar tabiî hemen kendilerini ifadeye çağırırdı. Uyanık avukatlarının ikazıyla “Yanlış anlaşıldık; düzeyli bir birlikteliğimiz var” diyerek paçayı yırtarlardı. Nikâhsız yaşamak, düzeyli birliktelik; dinî nikâh ile yaşamak, ağır suç sayılırdı.

Dinî nikâh ile beraber yaşamayı suç sayan ceza kanunu maddesi, 27 Mayıs 2015'te Anayasa Mahkemesi’nce insan haklarına, din ve vicdan hürriyetine aykırı bulunarak iptal edildi. Ancak evliliğin yalnızca belediye kaydıyla olacağına dair devrim kanunu hâlâ anayasanın koruması altındadır.