TALİHSİZ BİR PADİŞAH: SULTAN İBRAHİM

Tarihte öyle şahsiyetler vardır ki hakkında uydurma bir senaryo yazılmış; herkes de buna inanmıştır. Bunlardan birisi de Sultan İbrahim’dir. Ders kitapları bile bu padişahı Deli İbrahim diye anlatır.
14 Nisan 2010 Çarşamba
14.04.2010

Tarihte öyle şahsiyetler vardır ki hakkında uydurma bir senaryo yazılmış; herkes de buna inanmıştır. Bunlardan birisi de Sultan İbrahim’dir. Ders kitapları bile bu padişahı Deli İbrahim diye anlatır. Vukua gelen her şeyden mesul tutularak feci bir komployla karşı karşıya kalmış; önce tahtını, sonra hayatını kaybetmişti. Bir padişahın haksız yere mahvedildiği bu hâdise tarihimizin en ibretli sayfalarından birini teşkil eder.

Sultan İbrahim, Sultan I. Ahmed’in sevgili hasekisi Mahpeyker Kösem Sultan’dan doğan en küçük oğludur. Bir ağabeyi Sultan II. Genç Osman askerler tarafından tahttan indirilip boğdurulmuş; amcası Sultan I. Mustafa iki defa tahttan indirilmişti. Anadolu’daki Celâlî İsyanlarının, İstanbul’daki yeniçeri ihtilâllerinin dehşetinin unutulmadığı bir zamanda, sertliği herkesçe bilinen bir başka ağabeyi Sultan IV. Murad’ın yerine 25 yaşında tahta çıkmıştır.

Sene 1640 idi. Ağabeyinin vefatı ve padişahlığı kendisine tebliğ edildiğinde inanmak istememiş, ağabeyinin kendisini tecrübe ettiğini zannetmiş, “Allah padişahımızın ömrünü uzun etsin. Bize sultanlık lâzım değildir!” diye mukabelede bulunmuştu. Ağabeyinin na’şı kendisine gösterildikten sonra tahta çıkmayı kabul etmişti. Hırka-i Seâdet dairesinden getirilen Hazret-i Ömer’in sarığını başına giydikten sonra tahta oturup ellerini açarak: “Yâ Rabbî! Benim gibi zayıf bir kulunu bu makama lâyık gördün. Saltanat günlerimde milletimi hoşhâl eyle ve birbirimizden hoşnûd eyle!” diye duâ etmişti. Bu hâdise, padişahın hiç de deli olmadığının açık bir delilidir.

Yalandan kim ölmüş!

Kaynaklar içinde bir tek Ravzatü’l-Ebrâr adlı tarih kitabında Sultan İbrahim kötülenir. Müellifi Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi’nin padişahı tahttan indirenlerin elebaşı olduğu düşünülürse, bunun sebebini anlamak kolaylaşır. Bazı mektuplarından öğrendiğimize göre Sultan İbrahim şiddetli baş ağrısından muztaripti. Bu sebeple asabi nöbetler geçirirdi. Muhtemelen beyninde bir ur vardı. Ayrıca şiddetli bir çarpıntısı bulunuyordu. Bugün bile Anadolu’da başı devamlı ağrıyana deli derler.

Sultan IV. Murad Revan seferinden dönerken Revan Kalesi muhafızı Emirgûneoğlu’nu rehine olarak İstanbul’a getirmiş; Emirgân’da da bir köşk tahsis etmişti. Ara sıra uğrar, bilgilerinden istifade ederdi. Nitekim bu semtin ismi ondan gelir. Sultan IV. Murad’ın vefatını müteakip, kontrolden çıkıp, İran lehine casusluk faaliyetine başlayınca, Sultan İbrahim bunu idam ettirdi. Başının gömülü bulunduğu yeri bazıları Kesikbaş Türbesi diye ziyaretgâh yapmış; padişah hakkında delilik iddiasını yaymışlardır. Tıpkı Sultan Hamid’e Kızıl Sultan dendiği gibi.

Sultan İbrahim hakkında, samur kürkler içinde, sarayında güzel kızlarla gününü gün eden asabi ve sefih bir padişah tablosu çizilmiş; herkes de buna inanmıştır. Kaloriferin, hatta sobanın ile bulunmadığı bir zamanda, İstanbul gibi rutubetli bir şehirde, yüksek tavanlı geniş ve evlerde, insanlar ocaklarda odun yakarak ısınırdı. Bu sebeple hemen herkes kürk giyer, ancak kürk bugünkünden farklı olarak kaftanın içine dikilirdi. Sultan İbrahim zamanında çok şiddetli soğuklar olmuş, Haliç, hatta Boğaz donmuştu. Bu sebeple samur kürke rağbet artmış; sonra gelenler bundan haberi olmadığı için Samur Devri dediği bu zamanı bir sefahat devri zannetmiştir. Bunda İttihatçı tarihçi Ahmed Refik Altınay’ın da rolü vardır. Kadınlar Saltanatı, Ağalar Saltanatı, Samur Devri, Lale Devri gibi abartılı tabirler ona aittir.

Halbuki padişah saraylı hanımları, hatta annesi Mahpeyker Vâlide Sultan’ı bile devlet işine karıştırmamıştır. Sultan İbrahim, Osmanlı hanedanının son ferdi idi. Çocuk sahibi olmak için gösterdiği çabalar sefahat olarak değerlendirilmiştir. Baş ağrısını tedavi için doktorlar âciz kalmış, İstanbul’da nefesi kuvvetli diye bilinen kazasker Safranbolulu Hüseyin Efendi’nin padişaha okuyup biraz muvaffakiyet elde etmişti. Bu sayede çok iltifat görüp nüfuz kazanan Hüseyin Efendi, Cinci Hoca adıyla tanınmış ve padişahın hasımlarının artmasına sebep olmuştu. Nihayet padişahın bir oğlu olmuş ve hanedan Mehmed adı verilen bu şehzâde ile devam etmiştir. Osmanlı hanedanı kendisinden devam ettiği için Sultan İbrahim “Elhamdülillah bir ocağın başı oldum” derdi.

Girit’in fethi

Sultan İbrahim Osmanlı padişahlarının en talihsizlerindendir. Evet, ağabeyi Sultan IV. Murad kadar güçlü değildi. Ama heybetli olduğunu; huzuruna çıkan Rus elçisinin padişahın heybetinden ödünün patladığını tarihler yazar. Zamanında Azak kalesi Ruslardan geri alındı. Almanya içlerine akınlar yapıldı. Girit’in Venediklilerden fethine başlandı. Uzun ve zorlu bu kuşatmadan evvel padişah her gün tersânedeki hazırlıklara nezaret ederdi. 1644 senesinde İskenderiye’ye giden 10 gemilik hususî bir yolcu filosuna Malta’daki St. Jean Şövalyeleri saldırdı. Gemide devlet ricâlinden mühim kimseler de vardı. Gemidekilerin bir kısmı şehid, bir kısmı da esir düştü. Esirler ve gemideki mallar Girit’e götürülüp satıldı. Venedik de bundan vergi aldı. Bu ise anlaşmaya aykırı idi. Bunun üzerine padişahın dâmâdı ve kaptan-ı derya Yusuf Paşa serdarlığında Girit’e sefer yapıldı. Hanya, ardından Resmo fethedildi. Kandiye kuşatıldı ise de bu sırada Sultan İbrahim tahttan indirildiği için fetih gecikti.

Şiddetli migrene müptelâ olup, memleketin en buhranlı zamanlarında, felâketleri üst üste görüp, elinden bir şey gelmemenin ıztırabıyla zaman zaman asabi buhranlar geçiren, üstelik hislerini saklamayı bilmeyen padişahın iyi niyeti istismara uğradı. Sadrâzam Kemankeş Mustafa Paşa ve Şeyhülislâm Yahya Efendi gibi iki değerli zâtın vefatıyla yapayalnız kaldı. Haksızlığa tahammülsüz tabiatı, sevenlerinin azaltmış ve uzaklaştırmıştı. Halbuki fermanlarında vezirine hitaben “Eğer bir yanlış yazdım ise bildiresin” diyecek kadar mütevâzı idi. Veziriazam Semin Mehmed Paşa’ya “Önceki lalam (vezirim) Mustafa Paşa bazen bana itiraz edip, bu iş makul değildir, derdi. Senden hiç böyle bir söz çıkmadı. Ne desem sualsiz kabul ediyorsun. Bunun aslı nedir?” diye sormuştu. Böylece etrafında işe yarar adam kalmamış, dalkavuk ve ikiyüzlü kimseler padişahın sonunu hazırlamıştı.

 Bir saray darbesi nasıl yapılır?

Girit fethi uzayıp; Venedik donanması Ege’de dolaşırken; şiddetli bir kış İstanbul’u kasıp kavuruyordu. Haliç ve Boğaz donduğu için şehre iâşe getiren gemiler yanaşamamış; pahalılık başgöstermişti. Memnuniyetsiz bir kitle, olup biteni padişahın uğursuzluğuna yükledi. Yeniçeri ağaları sadrâzamla takışıp, sonra da padişahı tahttan indirmeye karar verdiler. Fatih Câmii’nde toplanıp âdetleri üzere sadrâzamı istediler. Sadrâzam kaçıp saklandıysa da âsiler kendisini bulup öldürdüler. Cesedini paramparça yapıp etlerini Sultanahmed meydanındaki bir ağaca astılar. Bu sebeple Ahmed Paşa, tarihe Hezarpâre (binparça) diye geçti.

Âsiler daha sonra saraya yürüyüp padişahı ayak divanına çağırdılar. Padişah kabul etmeyince, âsilerin yanındaki bazı ulemâ padişahın yanına çıkıp azledildiğini bildirdi. Heyetin başındaki Karaçelebizâde padişaha ağza alınmayacak hakaretlerde bulundu. Padişah da kendisini hıyânet ve huruc alessultan (padişaha isyan) ile suçladı. Bu arada âsiler sarayı basıp padişahı iki câriyesiyle beraber bir odaya hapsetti. Tarihte emsaline rastlanmayacak biçimde penceresi örülüp, kilidine kurşun akıtılarak, sahan girecek bir delik bırakıldı. Böylece padişah diri diri mezara gömüldü.

Ertesi günü, isyana katılmayan sipahiler vaziyeti işitip padişahı tekrar tahta çıkarmak üzere harekete geçince, âsiler padişahın intikamından çekinerek dehşete kapıldı. Şeyhülislâm Abdürrahim Efendi’den düzmece bir fetvâ alındı. Sadrâzam, şeyhülislâm ve yeniçeri ağası [Bugüne uyarlarsak bürokrasi, yargı-üniversite ve ordu temsilcileri] padişahın hücresine geldi. Tarihçi Naima’nın anlatışına göre padişah bu esnâda üzerinde gülkurusu bir entâri olduğu halde Kur’an-ı kerim okuyordu. Kararı işitince, “Beni bundaki hangi hükme göre öldürüyorsunuz?” diye sordu. Naima’nın, “Yüzünde neûzü billah nur kalmamış” diye tasvir ettiği Cellat Kara Ali bile vaziyete dayanamayıp kaçmaya çalıştı ise de yeniçeri ağası mâni oldu.

33 yaşındaki padişah, feryadlarına aldırılmaksızın gözü yaşlı saraylıların önünde boğduruldu. Ayasofya’da kendisi gibi talihsiz amcası Sultan I. Mustafa’nın yanına defnolundu. Bugün padişah türbelerinden yegâne açık olmayan budur. Sene 1648 idi. Tahta yedi yaşındaki oğlu Şehzâde Mehmed çıkarıldı. Osmanlı hanedanının sonraki nesli hep Sultan İbrahim’in soyundandır. Padişahın kanını dava eden sipahiler kanlı biçimde sindirildi. Sultan IV. Mehmed, babasını öldüren 70 kişinin isimlerini bir deftere yazıp saklamış; zamanı gelince hepsinin icabına bakmıştır.

Ben de padişahım!

Sultan İbrahim, cömert ve merhametli idi. Fakirlere çok ihsanları vardır. Hazine gelirlerinin muntazam toplanıp, yerli yerince sarfına, maaşların gecikmeden ödenmesine dikkat ederdi. Tebdil-i kıyafetle şehirde dolaşır, halkın ihtiyaçlarını yerinde gözlerdi. Sadrâzama şu fermanı meşhurdur: “Sen ki lalamsın; şehirde gezerken fırın önünde ekmek almak için bekleyenler gördüm. Teb’a-yı şâhânemden hiç birinin ekmek almak için bir an beklemesine rızam yoktur. Bir hoşça mukayyed olasın. Ve illâ başın keserim!”

Bir defasında padişah Edirne’de iken halktan biri ileri çıkıp padişahı selâmladıktan sonra, “Padişahım! Benim şikâyetim vardır” deyince, Sultan; “Söyle de tedbir edelim. Haklıysan haksızı cezalandıralım” dedi. O adam; “Padişahım! Kerim Ağa denen eşkıya bana zulmetti. Malımı, mülkümü alıp çoluk çocuğumla sokaklara attı. Memleketin varlıklı ailelerinden iken, bir lokmaya muhtaç oldum” dedi. Padişah şahitleri dinledikten sonra, Kerim Ağa’yı getirtti. “Ağa! Hakkında şikâyet var. Mazlumları soyar, mallarını alarak sokaklara atarmışsın. Doğru mudur?” diye sordu. Ağa özür dileyeceği yerde, ileri geri konuşmaya başladı. “Ben yeniçeriyim” diye diklendi. Bunun üzerine padişah hiddetle yerinden kalkıp adamın yakasından tutarak yere çarptı. “Bre densiz! Sen yeniçeri isen, ben de padişahım!” dedi. Ağa cezalandırılıp haklıya hakkı teslim edildi.