HERKESİN MİNÂRESİ KENDİNE

Minâreler, asırlarca Müslüman hâkimiyetinin göklere yükselen sembolüdür.
9 Aralık 2009 Çarşamba
9.12.2009

Ekonomik krizler, Avrupa’da ulus devletleri tehdit ettiğinde, sağ partiler demokrasinin darbe alması pahasına milliyetçi propagandalarla oy kazanmaya bakarlar. İsviçre’deki durum da bundan farklı bir şey değil. Minârelerin asırlarca Müslüman hâkimiyetinin göklere yükselen sembolü olduğu düşünülürse, Avrupalılar minâreden ürkmekte haksız sayılmaz. Bu gibi meselelerin ileride yaşanmaması için Müslümanların da kendilerine verilen saldırgan imajı silmeye çalışmaları uygun olacaktır. 

Minâre, Arapça menâre kelimesinden gelir. Nur (ışık) yeri demektir. Arap ülkelerinde daha ziyade ezan okunan yer mânâsına mi’zene kelimesi kullanılır. İran’ın işaret kulelerine, Suriye’nin gözetleme kulelerine, Akdeniz’in deniz fenerlerine, Hindistan’ın zafer âbidelerine tarihî bir benzerliği vardır. Hıristiyanların, çan kulelerinde minârelerden ilham aldığı söylenir.

İLK MİNARE MISIR’DA

İslâmiyetin ilk devirlerinde Müslümanları namaza çağırmak üzere ezan okunması meşru olmuştu. Medine’de ilk ezanı Bilâl Habeşî, şehrin en yüksek evinin damında okumuştur. Mescid-i Nebevî‘nin kıble tarafında iple çıkılan yüksekçe bir üstüvâne (silindir) vardı. Ezan buradan okunurdu. İlk minâreler, 673 senesinde Halife Hazret-i Muaviye’nin emriyle Mısır vâlisi Mesleme bin Muhalled tarafından Kâhire’deki Amr bin Âs Câmii’nin dört köşesine yaptırıldı. Bu minârelerde ilk ezânı da sahâbe-i kiramdan Şurahbil bin Âmir el-Murâdî okudu. Sahâbenin sünneti, İslâmiyet’te delildir.

Bu güzel âdet zamanla bütün İslâm dünyasına yayıldı. Her beldede oranın mimarîsine uygun taş, tuğla, kerpiç veya ahşap, gövdeleri yuvarlak veya dört köşeli minâreler yapıldı. Garpta dört köşeli minâreler birkaç katlı yapılır; pencerelerle aydınlatılırdı. Şarktakiler ise ince gövdeli ve yuvarlak idi. Şüphesiz, minâre mimarisi Osmanlılar zamanında en zarif seviyeye erişti. Buna rağmen Osmanlılar fethettikleri beldelerdeki mahallî mimarîye hürmet ederdi. Bu sebeple Osmanlı tarzı minârelere İslâm dünyasında az rastlanır.

HER BİRİ ŞAHESER

Minârenin toprak üzerindeki tabanına kürsü denir. Kübik veya yuvarlaktır. Minâreye çıkılan kapı buraya açılır. Bazıları câmiye bitişiktir. Bilhassa Memlûk minâreleri câmiden ayrıdır. Antakya’daki Sârımiye Câmii avlusuna minâre kürsüsündeki kapıdan girilir. Kürsüyle gövde arasındaki kısma pabuç denir. Gövdenin yukarısında müezzinin çıktığı korkuluklu çıkıntıya şerefe denir. Şerefenin kapısı hep kıbleye bakar. Şürfe, Arapça çıkıntı demektir. Bazı minârelerde birkaç şerefe vardır. Osmanlılarda, nezâket gereği, ancak hânedan mensuplarının yaptırdığı selâtin câmileri birkaç minâreli ve şerefeli olurdu.

Gövdenin üzerinde konik çatı şeklinde ahşap veya kurşun kaplamalı külâh bulunur. Külâhın üzerinde Osmanlı minârelerine mahsus olarak hilâlli alem bulunur. Böylece gövde zarif bir şekilde tamamlanır. Bazı câmilerin minâresi câmi duvarı üzerinde yalnızca gövdeden ibarettir. Bazıları Bursa Timurtaş Paşa Câmii’ndeki gibi şadırvan üzerine oturtulmuş veya Haleb Sultaniye Câmii’ndeki gibi bazıları câminin veya avlunun duvarına bitişik küçük bir köşk şeklindedir. Eminönü’ndeki Timurtaş Mescidi’ndeki gibi bazıları ise câminin çıkıntısı (cumbası) şeklindedir. Fatih’de Mimar Sinan Mescidi’nin minâresi şerefesiz kubbeli köşk şeklindedir.

Bolu ve Bosna gibi ormanlık beldelerde çatının ortasında gövde ve külâhtan müteşekkil ahşap minâreler vardır. Bunlara mahfilden dayama merdivenle çıkılır. Antep minârelerinin külâh kısmı ahşap altıgendir. Kâhire’deki İbni Tulun Câmii minâresinin alt gövdesi dört köşe, üst gövdesi yuvarlaktır. Ezher Câmii‘nin minâreleri bezemeleriyle göze çarpar. Kuzey Afrika’da Kayruvan Sidi Ukbe Câmii’nin üç katlı dört köşeli kalın minâresi; İşbiliye (Sevilla) Ulu Câmii’nin minâresi (Giralda); Merakeş Kütübiyye Câmii minâresi ve Cezayir Tilemsan minâreleri geometrik motiflerle süslüdür. Irak Samarra’daki Ulu Câmi’nin at ile çıkılan meşhur minâresi Mezopotamya ziguratlarına benzer. Türkistan minâreleri yukarı doğru incelen silindiriktir. Buhara’daki tuğla süslemeli minâreler çok güzeldir. Selçuklu minâreleri İran tesiriyle çini süslemelidir. Hindistan’daki İslâm hâkimiyetinin sembolü olan Kutub Menar da böyledir.

Anadolu’daki Selçuklu minâreleri umumiyetle silindirik tuğladan ve bazısı çini bezemelidir. Antalya’daki tuğla ve firuze renkli çinilerle süslü Yivli Minâre bu devrin en güzel örneklerindendir. Fetih sebebiyle bir kilise câmiye çevrildiğinde çan kulesi de minâreye dönüştürülürdü. Dört köşe minâreler böyle ortaya çıktı. Bunun ilk örneği Şam’daki Emevî Câmii minâreleridir. Bunlardan doğu tarafındaki beyaz minâreye, Hazret-i Mesih’in ineceğine inanılır. İslâm dünyasındaki en yüksek minâre Cezâyir’de 1971’de inşa edilen Emîr Abdülkâdir Câmii’ndedir.

OSMANLI ZARAFETİ

Osmanlılar da ilk devirde Selçuklu tesirinde kalmıştır. İznik minâreleri en güzel örnektir. Sonra artık taş minâreler yapılmıştır. Edirne Üç Şerefeli Câmi veya İstanbul’daki Burmalı Mescid minâreleri burmalı türün örnekleridir. Zamanla minâreler giderek incelmiş, külâhlar uzamış ve çok zarif bir hâl almıştır. Bu tedricîliği Ayasofya Câmii minârelerinde görmek mümkündür. Sultan Fatih’in tuğla minâresini, Sultan Bayezid‘in kalın taş ve Sultan II. Selim‘in ince taş minâreleri takip eder. Fatih ile iki, Süleymaniye ile dört, Sultan Ahmed ile altı minâreli câmiler denendi. Sultan Ahmed Câmii yapılınca, Mekke’deki Mescid-i Haram’ın hürmeten bir minâre daha eklendi. Edirne Selimiye Câmii‘nin üç şerefeli 70 metrelik minârelerinde müezzinlerin birbirini görmeden çıkabildiği merdivenler bulunur.

Minâreler ekseriya câminin sağındadır İstanbul’daki Firuz Ağa, Piyâle Paşa Câmileri gibi istisnalar vardır. Kıble duvarının solundaki yegâne minâre de İvaz Efendi Câmii’ndedir. Gelenekten bu sapmaları, arsanın topografik mevkiiyle izah edenler olduğu gibi; minârenin Gayrımüslim mahallelerine yakın tutularak, ezan sesiyle hidâyetlerine çalışmak emeline bağlayanlar da bulunmaktadır. Bir rivayette Firuz Ağa minâresi Rum mahallesinin güneşini kesmemek için sola yapılmıştır..

MİNÂREDEN MİKROFON DİREĞİNE...

Minâre, Müslümanlar tarafından bir beldedeki İslâm hâkimiyetinin göklere yükselen sembolü olarak görülürdü. Hem bu sembolik havayı yaşatmak, hem de ezanın yüksekten okunması sünnetini yerine getirebilmek için minâreler dikildi. Birden fazla minâresi olan câmilerde her birine bir müezzin çıkar; ezanın her cümlesinde birbirlerini bekleyerek beraberce ezan okurlardı. Dakikalarca süren bu ezana, ezan-ı cavk denirdi.

Teknolojinin ilerlemesi ile ezanlar hoparlörlerden okunmaya başladı. Hoparlör ile ilk ezan 1948 senesinde İskenderiye’de okundu. Diyânet işleri reisi Hamdi Akseki’nin muhalefeti sebebiyle Türkiye’ye ancak Akseki’nin vefat ettiği 1951 senesinden sonra girebildi. İlk hoparlör Eyüp Câmii minâresine zamanın Eyüp kaymakamı Sabahaddin Zaim tarafından taktırıldı. Giderek müezzinler çıkmaya üşenir olmuş olacaklar ki, minâreler birer hoparlör direği hâlini aldı. Diyânet İşleri Reisliği 1952 tarihli bir talimatla mihraba hoparlör konulmasını yasakladı; 1981 senesinde de müezzinlerin ezanı minârelere çıkarak okumasını tamim ettiyse de netice alınamadı. Minâre mimarîsinde de eski zarafetten eser kalmadı. Normalde şerefenin câmi kubbesi hizasında olması gerekirken, kendini ispatlama psikozuyla, TV vericisi gibi sipsivri estetikten mahrum minâreler dikildi. Varillerin üst üste dizilmesiyle teşekkül eden minâre müsveddeleri de az değildir.