TAHRAN'IN GÜÇ SEVDASI

Osmanlı, Türkistan ve Hindistan imparatorlukları ile asırlarca mücadele eden İran, bugün de teknolojik ve siyasî manevralarla Orta Doğu’da bir güç olma hayali içerisinde. Ancak bu biraz zor görünüyor.
20 Ağustos 2008 Çarşamba
20.08.2008

Osmanlı, Türkistan ve Hindistan imparatorlukları ile asırlarca mücadele eden İran, bugün de teknolojik ve siyasî manevralarla Orta Doğu’da bir güç olma hayali içerisinde. Ancak bu biraz zor görünüyor.

 İran, tarihte en büyük medeniyetlerden birisine sahne olmuş ülkedir. Hazret-i Ömer zamanında Müslümanlarca fethedilmeye başlandığında, burada Zerdüşt dininden Sasanî İmparatorluğu son demlerini yaşıyordu. İslâmiyetle tanıştıktan sonra da bu yeni medeniyete mühim katkılarda bulundu. Çok sayıda âlim yetişti. Ancak İran, İslâm tarihinde, asıl ideolojik bir mezhebin güçlü savunucusu olarak şöhret kazandı. Şurası gariptir ki, Ehl-i sünnet inancının esaslarını ilk kaleme alan ve bugün dünya Müslümanlarının beşte üçünün (Türklerin de) mensup olduğu İmam Ebu Hanife İranlı olduğu gibi, bu inancın en güçlü aleyhtarlarının merkezi de İran olmuştur. Çok çeşitli İran kavimlerinden Farslar (Persler), iki bin senedir İran’ın hâkim halkıdır.

Boş taht

Şiî, taraftar demektir. İlk zamanlar Hazret-i Ali’nin halifeliğini savunanlara deniyordu. İnanç bakımından diğerleriyle aynı idi. Hazret-i Ali’nin vefatından çok sonra, bu siyasî tercihi destekleyen dinî umdeler ortaya atıldı. Böylece Şiîlik, farklı bir inanç ve amel sistemi olarak Güney Irak’ta doğdu. Sasanî Devleti’nin yıkılmasından müteessir olan bazı kavmiyetçi Farslar, bu yeni ideolojiye sarıldılar. Son İran şahının kızı bir rivayete göre Hazret-i Hüseyin ile evlenmişti. Bu evlilikten doğan İmam Zeynelâbidîn ve soyundan gelen imamları İran tahtının vârisi kabul ettiler. Ancak bunu, dinî geleneklerle kamufle etmeyi başardılar. Her biri büyük birer İslâm âlimi olan “Oniki İmam”ın, günahsız olduğunu, Allah ve Resulü tarafından halife tayin edildiğini söylediler. Bu yeni mezhebe İsnâaşeriye (İmamiye, Caferiye) denildi. İsnâaşer, Arapça 12 demektir. Onikinci İmam Muhammed Mehdî mağaraya saklanmıştır ve kıyamet günü tekrar ortaya çıkacaktır.

O zamana kadar halifeliği, (Papa gibi) Şiî âlimleri arasından seçilen masum âyetullahlar yürütür. Dinî hükümleri yorumlar, yenilerini koyabilir. Yetim ve vakıf mallarını idare eder. Hazinenin beşte birinden imamın hissesini alır. Mukaddes günlerin başlangıcını tesbit eder. Harb, sulh, milletlerarası anlaşmalar gibi siyasî ve sosyal işler, bunların izniyle yapılır. İmamiye, Ehl-i beytin veya Hazret-i Ali’nin halifeliğine taraftar olanların rivayet etmediği hadis-i şerifleri ve icmaları kabul etmez. Bu sebeple inanç ve amel bakımından diğer İslâm mezheplerinden ayrılır. İnanç sahasındaki farklar, ibadetlerdekinden daha fazladır.

Caferiye mezhebinin İmam Cafer Sadık ile bir alâkası yoktur. İmam Cafer, din kitabı kaleme almış değildir. Bugün İmamiye’nin itibar ettiği tefsir, hadîs ve fıkıh kitaplarını Şiî âlimlerinden Ebu Cafer Kummî ve Ebu Cafer Tûsî yazmıştır. Bu mezhebi İmam Cafer’e nispet eden, bu mezhebin sonra gelen mensuplarıdır. Zaten Abbasî hükümeti, Ehl-i beyt imamlarını zindanlarda tutardı. Yanlarına girip görüşmek yasaktı. İmam Cafer de bu sebeple serbestçe ders halkası kuramamıştır. Az sayıda talebeleri de mutlak müçtehit olup, kendi mezheplerini kurmuştur.. İmam Cafer, Ehl-i sünnet inancında olup, İmam Ebu Hanife’nin hocalarındandır.

Şah İsmail

Abbasî hâkimiyetinden sonra Şiîlik, millî bir ideoloji olarak İran’da da revaç buldu. Ama hiçbir zaman ekseriyet olmadı. Abbasî halifesi Memun zamanında İran’da otonom hükümetler kuruldu. Zamanla iktidar Türklerin eline geçti. İran’ı, -kısa bir Afgan ve Kürt sülâleler devresi sayılmazsa- yaklaşık bin sene Türkler yönetti. Gazneliler, Selçuklular, İlhanlılar, Timuroğulları, Akkoyunlular, Safevîler, Afşarlar ve Kaçarlar İran tahtını elinde tuttu. Selçukluların taht şehri Rey, bugünkü Tahran yakınlarındadır. İran, bir ara Cengiz işgaliyle ağır felaketler yaşadı. Bunu takiben Hasan Sabbah adındaki bir çılgının kurduğu Bâtıniye Devleti, İran’da Şiîliğin yayılmasına sebebiyet verdi.

Sonraları Hazret-i Ali’nin peygamberliğine, hatta ilahlığına inanan aşırı fırkalar doğdu. Bunlardan birine mensup Şah İsmail, 1502 yılında İran tahtına geçti. Dedesi meşhur bir Sünnî tasavvuf âlimi olan Şah İsmail, iyi bir asker ve güçlü bir şairdi. Kürt asıllı olmasına rağmen, Hazret-i Ali’ye ulaşan bir şecere düzmeyi ihmal etmedi. İran, Irak, Kafkasya ve Anadolu’ya gönderdiği propagandacılarla inancını yaymaya çalıştı. Göçebeler ve bazı tekkelerde kabul gördü. İtaat etmeyenleri ağır işkencelerle katletti. Ancak Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim tarafından durduruldu. Şah İsmail, Hazret-i Hüseyin’in şehâdet kanını sembolize eden kırmızı sarık sarar; adamları da böyle giyinirdi. Anadolu halkı bu sebeple bunlara Kızılbaş (Farsçası Sürh-ser) demiştir.

İran'da katliam: Şah Abbas

Şah İsmail zamanında bile, İran’da Şiîlik ekseriyette değildi. 1587’te tahta çıkan Şah Abbas Safevî, Şiî olmayan halka karşı düşmanlığı ile tanındı. Zalimce tedbirlerle ülkede Şiîliği yaydı. Bunu kabul etmeyenleri kılıçtan geçirdi. Bu muazzam katliâm neticesinde, İran’da sınır ve dağ köyleri hariç, Şiî mezhebinden olmayan kimse kalmadı. Bağdat’ı işgal etti. Otuz bin kişilik ahalisini kadın-çocuk ayırmaksızın kılıçtan geçirdi. Vâliyi petrole batırarak yaktırdı. Sultan IV. Murad, Bağdad’ı tekrar alarak Şah Abbas’ın zulümlerine son verdi. Bazı İran şahlarının, Şiîliği kabul etmediği için öldürttüğü halkın sayısı, İran harpleri sebebiyle ölenlerden çok fazladır.

Bugün İran’ın resmî mezhebi Caferîliktir. İran’ın Batı sınırında Şâfiîler, Doğu ve Güneydoğu sınırında da Hanefîler çoktur. Farslar arasında da Ehl-i sünnet taraftarları vardır. Şiî olmayanlar, nüfusun yüzde otuzunu bulur. Ancak İran’da yıllardır nüfus sayımı yapılmamaktadır. Bugün Türkiye halkının çoğu, Moğol istilâsı sebebiyle yerleştiği İran’da asırlarca yaşadıktan sonra Anadolu’ya göçen Türklerdir. Bu sebeple Türk kültüründe Farsça kelime çoktur. İran kültürünün tesiri fazladır. Abdest, namaz, oruç, peygamber gibi dinî kelimelerimiz bile Farsçadır. Farslar bile, bugün kelimelerin Arapçasını kullanmaktadır. İran’da da nüfusun yarıdan fazlası Azerî Oğuz Türküdür.

Ilımlı bir şah

Osmanlı ülkesinde Irak ve Doğu Anadolu’da Caferîler yaşardı. Bunlara mahkemelerde Hanefî fıkhı tatbik olunurdu. İran hükümdarı Nâdir Şah, Caferîliği beşinci mezhep olarak kabul etmesi hususunda Osmanlı padişahı Sultan I. Mahmud’a bir teklifte bulundu. Ama şiddetle geri çevrildi. Bunun üzerine Osmanlı hükümetine sefirler gönderip, Ehl-i sünnet ile Caferî âlimlerinden müteşekkil bir meclis kurarak, her iki fırkanın hangisinin doğru yolda olduğunun ilmî yolla anlaşılmasını istedi. Osmanlıların Bağdat vâlisi de zamanın meşhur âlimlerinden Abdullah Süveydî’yi gönderdi (vefatı: 1760). Süveydî, uzun münâzaralar neticesinde verdiği naklî ve aklî cevaplarıyla Caferî âlimlerini susturmaya muvaffak oldu. Nâdir Şah da bunun üzerine, Ehl-i sünnete uymayan inanış ve davranışları yasaklayan bir ferman neşretti. Ancak sonraki şahlar zamanında eski vaziyete dönüldü. 1639 tarihli meşhur Kasrışirin Muahedesinde de, İranlılar sahâbeye söğmeyecekleri hususunda taahhüdü hâvi bir madde bulunmaktaydı.

Şah İsmail Safevî’den sonra gelen İran şahlarından birkaçı Sünnî inanışında idi. Hatta Şah Muhammed Kaçar’ın, Nakşî şeyhi Hakkârîli Taha Efendi’ye bağlı olduğu rivayet edilir. Bu sebeple Taha Efendi’ye, Osmanlı hududuna yakın yerlerde birkaç köyün gelirini tahsis etmişti. Meşhur Seyyid Ubeydullah ayaklanmasının sebebi, sonra gelen şahın bu köyleri geri almasıydı. Seyyid Ubeydullah, milisleriyle İran hududunu geçerek bu köyleri tekrar zaptetmiş; hâdise milletlerarası bir mesele hâline gelince, Seyyid Ubeydullah sürgüne gönderilmişti.

Beşbin yıllık monarşi bir anda yıkıldı

1925 yılında Rıza Pehlevî Kaçarları devirerek İran tahtına çıktı. Böylece asırlardır ilk defa bir İranlı başa geçmiş oluyordu. Şah Rıza, ülkedeki vakıfları ve hazinenin beşte birini ellerinde tutan güçlü ruhban sınıfı âyetullahların nüfuzunu sınırladı. 1941 yılında tahtı oğlu Muhammed Rıza’ya bıraktı. Ülkesini siyasî ve ekonomik bakımdan Orta Doğu’nun en güçlü devleti hâline getirdi.

Dinî bir hayata çok yakın olmayan Şah Rıza’nın din ve dünya görüşü, bir hac seyahati esnasında değişti. Ülkesine döndüğünde Şiî olmayanlara dinlerini öğrenme, yaşama ve öğretme hürriyetini tanıdı. Ülkede resmî mezhep hâlâ Caferîlik olmasına rağmen, düşmanlıkları giderek artan âyetullahların 1979 yılında tertiplediği bir ihtilalle devrildi. Şah Amerika’ya kaçtı ve 1980’de Mısır’da vefat etti.

İran’da cumhuriyet idaresi kuruldu. Eski rejime mensup on binlerce insan ülkesini terk etti veya idam olundu. Şiî olmayanlara tanınmış bütün hürriyetler kaldırıldı. Şah’tan sonra İran’ın yeni lideri yaşı seksene varmış Humeynî idi. Bir toprak ağası tarafından öldürülen babasının katlinden şahı mesul tutmuş ve bu sebeple şaha düşman olmuştu. 1950’de âyetullahların başı yapılmış; 1963’te şah aleyhtarı gösterilerin tertipleyicisi olduğu gerekçesiyle sürgüne gitmişti. Humeynî, Irak’ta, Bursa’da ve Paris’te yaşadı. Fas’a yerleşecekken, İran’da yaygınlaşan kitle gösterileri sebebiyle şahın ülkeyi terk etmesi üzerine, Fransa tarafından İran’a getirildi ve ömür boyu dînî lider ilan edildi. Kum’a yerleşen Humeynî, 1989 yılında öldü.

Son beş asırlık İran tarihi, dindaşı ve sınırdaşı olan Osmanlı, Türkistan ve Hindistan imparatorlukları ile mücadelelerle doludur. Adı İslâm Cumhuriyeti olsa bile İran öteden beri, ulus-devlet modelini benimseyerek, Fars milliyetçiliği ve Zerdüşt geleneklerini ön plana çıkarmaktadır. Amerika, ölümcül hastalığını keşfettiği sadık müttefiki Şah’a karşı, ılımlı İslâm projesi çerçevesinde Humeynî ihtilaline destek verdi. Ama netice hiç beklemediği gibi oldu. İran’da Fransız, Alman ve Rus tesiri çok fazladır. İran, tarihî gururuna dayanarak Orta Doğu’da bir güç olmak sevdasındadır. Osmanlı Devleti vaktiyle buna izin vermemişti. Amerika’nın da pek vereceği yoktur.