BİR ORMANDA İKİ ARSLAN OLMAZ!

Sultan Fatih Kanunnâmesi’ndeki kardeş katline dair meşhur madde çok münakaşalar doğuruyor. Kardeş katlinin basit bir polisiye vak’ası olmadığı âşikârdır. Hukukî bir zemine oturtulmuş; ulema tarafından desteklenmiştir.
3 Şubat 2010 Çarşamba
3.02.2010

Sultan Fatih Kanunnâmesi’ndeki kardeş katline dair meşhur madde çok münakaşalar doğuruyor. Kardeş katlinin basit bir polisiye vak’ası olmadığı âşikârdır. Hukukî bir zemine oturtulmuş; ulema tarafından desteklenmiştir.

 DİN VE DEVLET EVLATTAN DAHA MÜHİM

Kanunî Sultan Süleyman zamanındaki Avusturya elçisi Busbecq, İslâmiyet’in Osmanlı hanedanı sayesinde ayakta olduğunu, din ve devletin selâmetinin evlâddan daha mühim görüldüğünü söylemektedir. Bir kimse iktidarı ele geçirmek için meşru hükûmete ayaklanırsa, buna isyan denir. Cezası da bütün hukuk sistemlerinde idamdır. Hazret-i Muhammed, bir yerde bir meşru hükümdar varken, hükümdarlık iddiasıyla ortaya çıkan ve kendisine bîat edilen kimsenin hayat hakkının bulunmadığını söyler. Nitekim “Bir ormanda iki arslan olmaz” atasözü meşhurdur. Şehzâde idamları çok acıdır, ama devletin dirliği ve milletin birliği endişesi başka çare bırakmamıştır. Kanunî Sultan Süleyman zamanındaki Avusturya elçisi Busbecq, İslâmiyet’in Osmanlı hanedanı sayesinde ayakta olduğunu, hanedan yıkılırsa dinin de yıkılacağını, din ve devletin selâmetinin evlâddan daha mühim görüldüğünü söylemektedir. İslâmiyet, devletin i’lâ-yı kelimetullah misyonunu akâmete uğratacak her şeyi bertaraf etmeyi tabiî ve meşru sayar.

İCTİHAD İLE İCTİHAD BOZULMAZ

Henüz ayaklanmamış bir şehzâdenin, ileride ayaklanma korkusuyla idamı Fatih Sultan Mehmed’in Teşkilat Kanunnâmesi’ndeki meşhur maddeye dayanır: “Ve her kimesneye evlâdımdan saltanat müyesser ola, karındaşların nizâm-ı âlem içün katl itmek münâsibdir. Ekser ulemâ dahi tecviz etmişlerdir. Anınla âmil olalar.” Ulemânın çoğu buna cevaz vermiştir. “Ekser-i ulemâ tecviz etmiştir” ifâdesi bunu gösterir. Bazı âlimlerin karşı çıkması, bu tatbikatın gayrimeşru olduğunu göstermez. Hazret-i Muhammed, âlimlerin ilmî meselelerdeki ihtilâfının, ümmete rahmet olduğunu söyler. Birinin cevaz verdiği işe diğeri cevaz vermeyebilir. Bu durumda söz konusu görüşlerden birine uyanın yaptığı iş meşru olur. Çünki ictihad ile ictihad nakzolunmaz. Kaldı ki bir iş hakkında zamanın ulemâsının itirazda bulunmaması, zımnen tasvip edildiği mânâsına gelir.

Ulemâ, hukuka aykırı gördükleri en küçük hâdisede, Yavuz Sultan Selim gibi celâlli bir padişaha bile itiraz ve ikazda bulunmaktan çekinmemiştir. İslâm hukuku, hükümdara birtakım suçlar ihdas edebilme ve bunlara cezalar koyabilme salâhiyetini tanımıştır. Hükümdarın, devletin birliği ve milletin dirliği için yaşaması zararlı görülen kimseleri öldürtmesi meşrudur. Buna siyaseten katl denir. Bazı âlimler, henüz suç işlemeyen, ancak ileride işlemesi muhtemel kimselerin say bi’l-fesad suçu çerçevesinde cezalandırılmasını meşru görmüştür. Şunu da söylemek gerekir ki, bu tatbikat Osmanlılara mahsus ve münhasır değildi. Sâsânîlerde, Roma ve Bizans‘da, hatta Müslüman Endülüs, Mağrib ve Hindistan devletlerinde sıkça rastlanmaktadır. Ancak bunlarda maksat, devletin birliği ve milletin dirliğini korumaktan ziyâde, tahtı ele geçirmektir. Bu esnada Avrupa‘da yıllarca süren verâset harplerinde ülkelerin harab olduğunu, binlerce insanın öldüğünü de hatırlamak lâzımdır.

İŞ İŞTEN GEÇMEDEN

Tarihî tecrübelerin de gösterdiği gibi bir şehzâdenin cezalandırılması için ayaklanmasını beklemek, düşman ülkelerle anlaşıp, arkasına silâhlı binlerce kişi alarak, âsâyişi esaslı tehdit eden bir kimseyle karşı karşıya kalmak demektir. Böyle bir vaziyette artık cezalandırmaktan söz edilemez. Günümüzde terörle mücâdele çerçevesinde Amerikalı üst düzeyde yetkililer, “Terör eylemi düzenlenmeden önce tedbir almak zorundayız. Bir kişiyi tutuklamak için suç işlemesini bekleyemeyiz. Çünkü suç işlenirse, binlerce kişinin ölmesi söz konusudur” diyor. Kaldı ki bu şehzâdeler öldürülmediği zaman, diğerlerini öldürecektir.

Kur’an-ı kerîmde Hazret-i Mûsâ ile Hazret-i Hızır arasında geçen bir kıssa anlatılır. Hazret-i Mûsâ, kendisine masum bir çocuğu niye öldürdüğünü sorunca, “Bu çocuğun anne ve babası mü’min kimselerdi. Bu çocuk ileride onları fesada ve küfre sevk edecekti. Ümid ederim ki Allah onlara daha iyisini verecektir” demiştir. Kur’an-ı kerîm, fitnenin adam öldürmekten daha şiddetli ve büyük olduğunu söyler. Şeyhülislâm İbni Kemal, Şeyhülislâm Hoca Sadeddin Efendi, Kazasker Nişancızâde Mehmed Efendi, Kazasker Bostanzâde Yahya Efendi ve Kazasker Bosnevî Hüseyn Efendi gibi âlimler, kardeş katlini bu âyetlere dayandırıp meşru görür. Gerektiğinde umumî menfaat için hususî zararın tercih edileceği hukuk kâidesidir.

Fıkıh kitaplarında konuyla alâkalı bir misal zikredilir: Düşman, Müslümanların üzerine taarruz etmiş ve birtakım Müslüman esirleri de siper yapmıştır. Atış yapılmadığı takdirde ülke düşman eline geçecektir. Bu sebeple, siper edilen esirlere, düşmana niyetle atış yapılır. Bunda umumun menfaati vardır. Eğer bu esirler ölmesin diye atış yapılmazsa, düşman ülkeyi işgal eder; ülke halkıyla beraber neticede bu esirleri de öldürür.

FIRSAT BULSALAR YAPARLAR

Şeyhülislâm Hâherzâde, fesatçıların ortalık sâkinken bile öldürülebileceğini fetvâ vermiş; zarureten geçici olarak fesatçılığı bırakıp gizlendiklerini söyleyerek, “Geri gönderilseler bile kendilerine yasak edilen şeylere döneceklerdir” meâlindeki âyet-i kerimeyi delil göstermiştir. Hazret-i Ömer, fitne ve fesada sebebiyet vermesinden endişe ettiği Nasr bin Haccac’ı henüz suç işlemediği halde Medine’den Basra’ya sürgüne göndermiş; “Senin suçun yoktur. Ama ileride senin yüzünden burada bir fitne doğarsa, o zaman ben suçlu olurum” demişti. Râşid halîfelerin tatbikatı, İslâm hukukunda delildir.