MEZHEBE GÖRE MAHKEME

İngiltere, ülkedeki Müslümanlar için 6 büyük kentte şeriat mahkemeleri kurdu. Bu, yeni bir tatbikatmış gibi görülse de aslında benzerleri Avrupa’da hayat bulmuştu. Ancak modern demokrasilerin bu asırda geldiği çizgiyi, Osmanlılar altı asır öncesinden yakalamıştı.
24 Eylül 2008 Çarşamba
24.09.2008

Bir müddet evvel İngiltere’de Anglikan Kilisesi’nin ruhanî lideri Canterbury başpiskoposu Rowan Williams’ın “Müslümanlar kendi şeriat mahkemelerine sahip olup, evlilik ve malî hususlarda buraya başvurabilirse, bunun ülkede sosyal intibaka faydası olur” sözleri hayli dikkat çekmişti. Bu sözlerden 7 ay kadar sonra İngiltere hükümeti, bu istikamette bir karar alarak, ülkesindeki Müslümanların muayyen hukukî mevzularda kendi dinî mahkemelerine gidebilmesine imkân hasıl etti. İlk olarak Londra, Birmingham, Bradford, Manchester, Nuneaton, Warwickshire’da açıldı ve Glasgow ile Edinburg’da da açılması planlanıyor. Bu müesseseler ülkeye yabancı değildi. Mesela Londra yakınlarındaki Leyton’da 1982’den beri faaliyet gösteren Islamic Sharia Council, şimdiye kadar şer’î hukuka göre 7 bin boşanma davasına bakmıştı. Ancak burası müftülük gibi istişarî bir makamdı. Şimdiden itibaren şer’î mahkemelerin verdiği kararlar, İngiliz hukuk sisteminde bağlayıcı vasıf taşıyacaktır. Buraya müracaat edebilmek için iki tarafın da rızası gerekiyor. Yani bir hakem mahkemesi hüviyetindedir. Yahudiler için de, Bet-Din adlı dinî mahkemeler bir asırdan fazla bir zamandır İngiltere’de faaliyet gösteriyor.

İngiltere müslümanlarına şer'î hukukun tatbikini müdafaa eden Yüksek Adalet Reisi Lord Phillips Of Worth Matravers (sağda)

Fransa istemedi

Bu proje yıllar önce Avrupa Konseyi’nde İngiltere’nin ön ayak olmasıyla dile getirilmiş; ancak Fransa’nın laiklik hususundaki aşırı hassasiyeti sebebiyle rafa kaldırılmıştı. 2004’te Kanada’nın Ontario eyâletinde İslâm hukukunu bilen hâkimlerin riyasetinde İslâm Sivil Adalet Mahkemesi, eyâlette yaşayan Müslümanların aile, miras ve ticaret hukukuna dair ihtilaflarına bakmakla vazifelendirildi. Yahudi ve Hıristiyanlara bu hak daha 1991 yılında tanınmıştı.

İsrail, Lübnan, Hindistan, Tayland, Filipinler, Sri Lanka, Yunanistan gibi halkının ekseriyeti ve idare kadrosu gayrı müslimlerden müteşekkil devletlerde yaşayan Müslümanların da böyle kendi mahkemelerinde şer’î hukukun tatbikini isteyebilme hakkı bulunmaktadır. Sovyet işgalinden önce Bulgaristan, Yugoslavya, Romanya gibi ülkelerde de benzeri bir tatbikat vardı.

Yahudilik gibi İslâmiyet de sadece inanç ve ibadet esasları getiren bir din değildir. İnsanların, evlenme, boşanma, miras, ehliyet, mülkiyet, alış-veriş gibi dünyevî hayatlarını da tanzim iddiasındadır. Bunların tatbikine imkân tanımak, dinî vecibelerin ifasına imkân tanımak olacağı için, modern ülkeler bunu demokrasi ve insan haklarının icabı olarak görmektedir.

2004’te İsveç şehirlerinden Halmestad’daki Hovrätten mahkemesi, Müslüman bir çiftin boşanmasını müteakip, kadının mehr alacağı talebini haklı bularak, bu istikamette karar vermiştir. Bu imtiyaz, o devletin siyasî hâkimiyetini ve adlî birliğini sarsıcı mahiyette görülmemektedir. Nitekim ecnebilere bile çoğu zaman kendi ülkesinin kanunu tatbik olunabilmektedir.

Ceza hukuku, bir devletin hâkimiyetinin alametidir. Bu sebeple İslâm hukuku, İslâm ceza hukuku hükümlerinin, İslâm devleti dışında tatbikini emretmez. Bahis mevzuu olan Müslümanların ahvâl-i şahsiye (personal status) denilen şahıs, aile ve miras hukukudur. Buna rağmen Avrupa ve Kanada’da Müslümanlara bu hakkın tanınmasından rahatsızlık duyanlar da yok değildir.

Yeni değil

Bu tatbikat İngilizler için de yeni değildir. XVIII. asırdan itibaren daha çok Müslümanların yaşadığı beldelerde müstemleke idaresi kuran İngilizler, buradaki mahallî hukuk sistemini yerinde bırakmışlardı. Maksatları kültür ihracı değil, sömürmek olduğu için, Hindistan, Malezya, Mısır, Irak, Filistin, Kıbrıs, Yemen, Körfez Emirlikleri gibi ülkelerde kadılara ve şer’î hukuka ilişmediler.

Kadıları, Müslümanlar kendi aralarından seçer; İngiliz idaresi de bu seçimi tasdik ederdi. İngilizler, bu ülkelerde mevcut fıkıh kitaplarını İngilizce’ye tercüme ettirip; şer’î hukukun tanzim etmediği sahaları kendi mevzuatlarıyla doldurarak İslâm hukukunu kanun hâline getirdiler. Böylece ortaya Anglo-Mohammedan Law denilen bir karma hukuk sistemi çıktı.

Fransızlar ve Hollandalılar da müstemlekelerinde benzer şekilde davrandılar. Bunu yaparken de o ülkenin mahallî mezhebini gözettiler. Mesela Hindistan’da Hanefî, Malezya’da Şâfiî mezhebini esas aldılar. Ama bu ülkeler anavatanlarından millerce uzakta idi. Şimdi kendi ülkeleri içinde bu otonomiyi tanımaktadırlar.

İngiltere'nin maksadı?

Dünyanın dörtte birine hâkim bulunan ve ehemmiyetli Müslüman nüfusa sahip İngiltere, Osmanlı halifeliğinin nüfuzundan çekiniyordu. XIX. asırda politikasını bu nüfuzun azaltılması ve kaldırılması üzerine teksif etti.

I. Cihan Harbi neticesinde de bu emeline nail oldu. Bu tarihten itibaren dünyanın en güçlü ülkesi sıfatını ancak çeyrek asır muhafaza edebildi. II. Cihan Harbi’nden galip çıktığı halde, maddî bir yıkıma uğradı. Üstelik sömürgelerinin neredeyse tamamını kaybetti. 1947’den sonra süper güç mevkiini Amerika’ya bırakmak mecburiyetinde kaldı. Bu tarihten sonra klasik politikasını değiştirerek, İslâm dünyasına ve Müslümanlara karşı daha sıcak bir siyaset takibe başladı. Bunu yadırgamamak lâzımdır. Çünki dış politika menfaat üzerine kuruludur ve ezelî sanılan düşmanlıklar bir anda dostluğa dönüşebilir.

Şu anda da köklü teamülleri ve emsalsiz istihbarat gücü sayesinde dünya politikasında söz sahibi devletlerden biri olmaya devam ediyor. Dünyada demokrasinin beşiği oluşundan ve insan hakları hassasiyetinden de gurur duyuyor. Nitekim sömürgelerindeki halka davranışı, bu ülkelerin istiklâlini kazanışından sonra başa geçen kendi hükümetlerinden daha ağır değildi. O halde İngiltere’nin bu yeni ve demokratça kararı arkasında art niyet aramak yerine, bunun diğer Avrupa ülkelerine model oluşturmasını temenni etmek yerinde olacaktır.

Osmanlı Yahudilerini gösteren bir gravür 

Gayrımüslimler Osmanlı mahkemesini tercih ederdi

Modern demokrasilerin daha bu asırda geldiği çizgiyi, Osmanlılar altı asır öncesinden yakalamıştı. Osmanlı ülkesinde yaşayan gayrımüslim vatandaşlar, evlenme ve boşanma işlerinde kendi mahkemelerine giderlerdi. Bu mahkemeler, her bir mezhebin kendi ruhani reisliği, yani patriklik veya hahamhane idi. Burada kendi dinlerine ait hükümler tatbik olunurdu.

Böylece gayrı müslimlerin hem adlî ve hem de hukukî imtiyazları vardı. Bu esas, Osmanlı Devleti’nde tayin edilen patrik ve diğer ruhanilerin tayin beratlarında açıkça yazar. Ruhani reislerin, kendi millet mensuplarını dinlerine uymayan fiillerinden dolayı cezalandırma salâhiyeti de vardı. Üstelik bu cezaları Osmanlı makamları infaz ederdi.

Bu imtiyazları tanımak şahsi bir lütuf değil, İslâm dininin emridir. Sadece gayrı müslimlere değil; ülkede resmî mezhep Hanefî olduğu halde, başka mezhepten Müslümanlara, belli hallerde kendi mezhebinden hâkimlere gidebilme imkânı tanınmıştı.

Gayrı müslimler, sadece evlenme ve boşanma gibi hususları değil; miras taksimi, vasıyet, vesayet, velayet ve başka hukukî meselelerini de hakem sıfatıyla ruhânî mercilerine götürebilirlerdi. Burada kendi dinlerinin ahkâmı tatbik olunurdu. Çünki burada karşılıklı rıza vardır. Ancak taraflardan biri, davanın şer’î mahkemede görülmesini isterse veya taraflardan biri Müslüman ise, salahiyattar merci İslâm mahkemesidir ve burada şer’î hukukun tatbik edileceğine şüphe yoktur.

Ruhani liderler itiraz ediyor

Gayrı müslimler, davalarını İslâm mahkemesine de götürebilirdi. Bu halde mahkeme, icabında gayrı müslim vatandaşın dinini de nazara almakla mükellefti. Mesela şarap içen bir gayrı müslime, kendi dinleri bunu yasak etmediği için ceza tatbik edilmezdi. Bunların kendi aralarında domuz ve şarap satışları da hukuken muteber sayılırdı. Halbuki bir Müslüman için domuz ve şarap mal olmadığı için, bunlar üzerinde mülkiyet kurulamaz, alınıp satılamaz; bir Müslümanın şarabını döken kimse de tazmin etmezdi.

Gayrı müslimlerin, kendi dinlerine göre evlilik ve boşanmaları, İslâm mahkemelerinde de hukuken muteberdi. İşin garibi, gayrı müslim vatandaşların büyük çoğunluğu, evlenme ve boşanma dışındaki davalarını, adaletine güvendikleri, masrafı daha az ve temyiz kontrolüne tâbi olan Osmanlı mahkemelerine götürmeyi tercih ederdi. Hatta bu sebeple gelirleri azaldığı ve prestijleri düştüğü için, ruhani reislerin Osmanlı hükûmetine şikâyette bulundukları olurdu.

Bunun üzerine hükûmet, Osmanlı mahkemelerini, zimmîlerin münhasıran evlenme ve boşanma davalarına bakmaktan men ederdi. Nitekim kâdılık, vekâlet akdi olduğu ve müvekkil vekiline belli şartlar koşabildiği için, padişah da kâdıları muayyen davalara bakmaktan yasaklayabilir.

İttihatçı hükûmet, 1917 yılında Hukuk-ı Âile Kararnâmesi ile gayrı müslimlerin kendi mahkemelerine gitme imkânını kaldırmaya teşebbüs ettiyse de, 1919 yılında eski hâle dönüldü.

Gayrı müslim vatandaşların adlî ve hukukî imtiyazları, Lozan Muahedesi ile de teyid edildi. Bu imtiyazlara dair kâidelerin tesbitinde bu cemaat temsilcilerinin söz sahibi olacağı, Avrupa’nın isteği istikametinde hukuk reformları yapılacağı, bunu yaparken de beş yıllık bir müddet için Avrupalı hukukçuların yardımlarından istifade olunacağı kabul edilmişti.

1926 yılında Cumhuriyet hükûmeti, Avrupa kanunlarını iktibas edince; gayrı müslim vatandaşlar, biraz da iç ve dış baskıyla, toplu olarak hükûmete bir istida vererek bu haklarından vazgeçtiklerini beyan etmiştir.

[Bu mevzuda tafsilatlı bilgi için benim Osmanlı Mahkemeleri adlı kitabıma bakılabilir.]