HÜSEYN HİLMİ IŞIK EFENDİ’NİN MANEVÎ MİRASI

“Fitne yayıldığı zaman, hakikati bilen, başkalarına bildirsin! Bildirmezse, Allah’ın ve bütün insanların la’neti ona olsun! hadîs-i şerîfini görünce, düşünmeğe başladım. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okuyup anlayabilecek sâlih kimselerin azaldığını ve câhil, sapık kimselerin din adamları arasına karışarak, bozuk kitaplar yazıldığını görerek üzüldüm. Hadîs-i şerifte bildirilen la’net tehdidinden dehşet duydum. Kıymetli genç kardeşlerime olan şefkat ve merhametim de, beni hizmete zorlayarak, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından seçtiğim yazıları tercüme etmeğe başladım.”
26 Ekim 2019 Cumartesi
26.10.2019

“Fitne yayıldığı zaman, hakikati bilen, başkalarına bildirsin! Bildirmezse, Allah’ın ve bütün insanların la’neti ona olsun! hadîs-i şerîfini görünce, düşünmeğe başladım. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okuyup anlayabilecek sâlih kimselerin azaldığını ve câhil, sapık kimselerin din adamları arasına karışarak, bozuk kitaplar yazıldığını görerek üzüldüm. Hadîs-i şerifte bildirilen la’net tehdidinden dehşet duydum. Kıymetli genç kardeşlerime olan şefkat ve merhametim de, beni hizmete zorlayarak, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından seçtiğim yazıları tercüme etmeğe başladım.”

Bu sözler, 18 sene evvel bugün kaybettiğimiz Hüseyn Hilmi Işık Efendi’ye aittir. Hüseyn Hilmi Işık Efendi, dinî hayatın zayıfladığı zor bir zamanda, bir yandan sahih kaynaklardan elde ettiği dinî bilgisi ve sağlam Ehl-i sünnet itikadı, öte yandan tavizsiz duruşu ve gayreti ile son devir ilim hayatında müstesna bir yeri olan din ve fen âlimidir.

Küçük Efendi

1911’de Rumeli muhaciri bir ailenin çocuğu olarak Eyüp’te dünyaya gelmiş; genç yaşta babasını kaybetmiştir. Maddî vaziyeti parlak olmayan zeki çocukların hep yaptığı gibi askerî mekteplerde okumuş; ailesinden aldığı dinî terbiyeyi her zaman muhafaza etmiştir.

Fakültede okurken, Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretlerini tanıması hayatında yeni bir safha açtı. “Küçük Efendi, seni sevdim” sözü ile başlayan bu beraberlik 14 sene devam etti. Bu zâtın daveti üzerine Eyüp’teki dergâhına devam ederek, kendisinden bilfiil ders gördü. Arapça, Farsça ve sair dinî ilimleri tahsil etti.

Hocasının arzusuyla eczacılık ve ardından kimya mühendisliği fakültesini bitirerek eczacı subayı oldu. Meşhur ilim adamlarıyla çalıştı ve kimya ilminde bir buluş yaptı. Bir yandan da yine hocasının işaretiyle Fransızcasını inkişaf ettirdi; Almanca öğrendi. Vefatı sıralarında dahi hocasının yanında bulunduğu gibi, kabre konulması ve telkinini verme şerefine kavuştu.

1943’te hocasının vefatından sonra da ilmî çalışmalara devam etti. Hocasının oğlu Üsküdar ve Kadıköy müftüsü Ahmed Mekki Efendi’den ikmal-i nüsah ederek (dersini tamamlayarak) 1953’de icazet-i mutlaka (din ilimlerinde diploma) aldı.

1960 yılında darbeciler tarafından tekaüde ayırılana kadar askerî mekteplerde imanlı talebeler yetiştirdi. Bundan sonra da Vefa Lisesi ve İstanbul İmam-Hatib Okulu yanında, imam ve müezzinlerin dışarıdan diploma alabilmesi için açılan tekâmül kurslarında fahrî dersler verdi.

Sonra kendisini te’life verdi; hocasından öğrendikleri ile onun tavsiye ettiği Arabî ve Fârisî kitapları okuyup yaptığı tercümeleri kitaplara geçirdi. 1956 senesinde başladığı dinî neşriyat faaliyetlerini 2001 senesindeki vefatına kadar sürdürdü.

Elmas ve Cam

Hilmi Işık Efendi’nin yetiştiği zamanlar, din aleyhtarı bir politikanın hüküm sürdüğü yıllardı. Medrese ve tekkelerin kapatılmasıyla, insanların, gençlerin dinini öğrenip yaşaması giderek zorlaşıyordu. Geçen asırda Afgani, Abduh ve Reşid Rıza öncülüğünde ortaya çıkan modernizm cereyanı var gücüyle tesirini icra ediyordu. 

Üstadından öğrendiği bilgileri başkalarıyla da paylaşmak arzusuyla kaleme aldığı “Seadet-i Ebediyye” risalesi, bugüne kadar yüzü aşkın baskı yaptı. Bunun yanında ölücü ve yıkıcı cereyanlara reddiye mahiyetinde onlarca eser kaleme alıp bastırdı. Bunu yaparken kendi fikirlerinden ziyade, önceki devirlerde yaşamış ulemanın sözlerine itibar etti. “Bu kitaplar benim değildir; bunlarda benim tek bir cümlem bile yoktur. Hepsi Ehl-i sünnet âlimlerinin sözleridir. Benim sözüm olsaydı, elmas yanında cam parçasına benzerdi” derdi. Kendisini zamanının ulemasından ayıran da evvela bu hassasiyeti oldu. Yüksek akademik seviyede kitaplar yazmak gibi bir iddiası olmamıştır. Eserleri, halkın irşadı ve aydınlatılması için yazılmıştır. Kitaplarında geçen hemen her bilginin kaynağı verilmiştir.

Şu sözler onundur: “Dinî mevzulardan kendimi söz sahibi sanmaktan korktuğum için, önceleri kitap yazmağı düşünmemiştim. (Fitne yayıldığı zaman, hakikati bilen, başkalarına bildirsin! Bildirmezse, Allah’ın ve bütün insanların la’neti ona olsun) hadîs-i şerîfini görünce, düşünmeğe başladım. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okuyup anlayabilecek sâlih kimselerin azaldığını ve câhil, sapık kimselerin din adamları arasına karışarak, bozuk, sapık kitaplar yazıldığını görerek üzüldüm. Hadîs-i şerîfte bildirilen la’net tehdidinden dehşet duydum. Kıymetli genç kardeşlerime olan şefkat ve merhametim de, beni hizmete zorlayarak, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından seçtiğim yazıları tercüme etmeğe başladım.”

Sizin bu nimete kavuşmanız…

Son devirde İslâm âleminde, “aşağıdan yukarıya” (önce Müslüman bir cemiyet kurmak) veya “yukarıdan aşağıya” (önce Müslüman bir hükümet kurmak) şeklinde ikiye taksim edilen dine hizmet anlayışında birinci grupta yer aldı. Resulullah’ın, evvela Mekke-i Mükerreme’de bir Müslüman cemiyeti teşkil ederek siyasî tavırlardan uzak durmak şeklinde hülâsa edilebilecek usule uygun bir hizmet metodu takip etti.

Hayatını kıymetli kitaplardan tercüme ve tasnif ile te’lif eserler vücuda getirmekle geçirdi. Akâid hususunda, bilhassa Ehl-i sünnet ve cemaat inancını sade bir dille açıklayıp bu inancın yayılmasına öncülük etti. Hanefî, Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerinden birinde bulunmanın Ehl-i sünnetin alâmeti olduğunu, herkesin kendi mezhebine göre amel etmesinin şart olduğunu, zaruret ve ihtiyaç hâlinde, hak olan dört mezhepten birinin taklit edilebileceğini, Ehl-i sünnet kitaplarından alarak açıklayıp herkese duyurdu. Kitaplarında, binlerce mesele yazdı. Unutulmuş ilimleri ihyâ etti. “Ümmetim bozulduğu zaman bir sünnetimi ihya edene yüz şehid sevabı verilir” hadîs-i şerifini hep nazara alarak, farzları, vâcibleri, sünnetleri, hatta müstehabları uzun uzun yazdı.

İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Mektubat’ında geçen “Sizin bu ni’mete kavuşmanız, fıkıh bilgilerini öğretip yaymakla olmuştur” sözü, Hilmi Işık Efendi’nin şiarıdır, yani misyonunu ifade eder. Fıkıh yanında, Mektûbât-ı Rabbânî ve Reşahât okumak suretiyle, tasavvuf neşvesini, ayni tasavvufun hâsıl ettiği hoşluğu da ihmal etmedi. İmanî ve fıkhî mevzuların menkıbeler yardımıyla anlatılırsa, daha kolay akılda kalacağını, aynı zamanda büyüklerin isminin bereket hâsıl edeceğini; Allah sevgisinin, bu zamanda ancak Allah dostlarına muhabbet yoluyla kazanılacağını söylerdi.

Bunu ancak müceddid yapabilir

Dünyanın her tarafındaki insanlara doğru İslâmiyet’i tanıtmayı birinci vazife edindi. Ehl-i sünnet âlimlerince telif edilen Arabî ve Farisî yüzlerce muteber eseri, 1966’da kurduğu Işık (1980’den sonra Hakîkat) Kitâbevi vasıtasıyla ofset olarak bastırıp bütün dünyaya ücretsiz gönderdi. Dünyanın her tarafında yaşayan sıradan veya ilim sahibi Müslümanların suallerine cevaplar verdi. Vehhâbîlik, Şiîlik, Kâdiyânîlik gibi bid’at fırkalarının doğru yoldan ayrıldığı noktaları bütün dünyaya tanıttı. Modernist, pozitivist, komünist ve tarihselcilerle mücadele etti.

Ehl-i sünnet itikadı canlanmaya, kıpırdamaya ve yeşermeye başladı. Bölücü, bozucu ve yıkıcı cereyanlar temel tutamadı. Yurt dışından gelen mektupların çoğunda, “Sizin İslâmiyeti yaymak için yaptığınız bu çalışmalarınızı ancak bir müceddid yapabilir” diye yazmaktadır. Bu hizmet, dünyanın her tarafından takdir, tebrik ve teşekkür ile mukabele gördü. Modernistler, bid’at fırkası mensupları ve dini siyasete âlet etmek isteyenler ise, Hilmi Işık Efendi’nin kitaplarının hasmı oldu.

Buna rağmen O, hizmetlerini kimseyle münakaşa etmeden yerine getirdi. Etrafındakilere de her zaman başta ailesi olmak üzere insanlarla iyi geçinmeyi, kanunlara riayet edip fitne çıkarmamayı tavsiye etti. “Münakaşa, muhabbeti azaltır, düşmanlığı arttırır” derdi. Kendisini tanıyanlar, her zaman insanlara yaptığı iyiliklerinden, güler yüz ve tatlı dilinden bahsederler. Bu sebeple gerek meslek hayatında, gerekse hususi hayatında hep sevilmiş ve sayılmıştır.

Hem Ehl-i sünnet itikadının güçlenerek fıkıh ilminin yayılmasında, hem de tasavvuf an’anesinin ferdî çerçevede de olsa doğru bir şekilde yaşanmasında Hilmi Işık Efendi’nin, mühim hizmeti geçmiştir. Böylece etrafında, Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri’ni seven, Ehl-i sünnete bağlı, ulemâya hürmetkâr ve fıkıh ilminin yayılmasını gaye edinmiş bir topluluk teşekkül etmiştir. Hocasına sadakat ve dini yayma gayreti, karakterinin bâriz vasfı olmuştur.

Lisan-ı hal…

Hilmi Işık Efendi, bununla iktifa etmedi. Zamanın silahının tebliğ olduğunu iyi bildiği için, bir gazete kurulmasının elzem olduğunu düşünerek, 1970 senesinde Hakikat (sonraki adıyla Türkiye) gazetesinin kuruluşunu teşvik etti. Gazetelere, dini ve Müslümanları müdafaa eden yazılar yazdı. Kuleli Askeri Lisesi’nden talebesi ve bilahare damadı olan Enver Ören Bey, her işinde kendisine en büyük yardımcısı ve vekili oldu. Böylece kurmuş olduğu sistem, vefatından sonra da aynen devam ettirildi.

Dini doğru olarak öğrenmeyi, yaşamayı ve yaymayı birinci vazife olarak görüp, tasavvufa ancak bundan sonra sıra geleceğini; sünnet-i seniyyeden kıl ucu kadar ayrılanların, tasavvuftan fayda yerine zarar göreceğini her fırsatta beyan etmiştir. Buna rağmen modernistlerin tesirinde kalarak tasavvufa karşı olanlara da tasavvufu sevdirmeye muvaffak olmuştur. Fen bilgisi de olduğundan dolayı, dine mal edilen hurafelerin tesiriyle dine uzak duran bir kesimin de gönlünü kazanarak maneviyat cephesine çekmeye muvaffak olmuştur.

Seadet-i Ebediyye kitabında şöyle yazar: “Emr-i ma’rûf iki suretle yapılır: Birincisi, söz, yazı ve her nevi yayın vasıtası iledir. Bunu yaparken, bilgi az ise ve şahsa, âdetlere, kanunlara dikkat ve riayet edilmezse, fitneye sebep olabilir. İkinci yol, hâl ile, İslâmiyetin güzel ahlâkına uyarak, numune olmaktır. Herkese tatlı dil, güler yüz göstermek, kimseyi incitmemek, kimsenin malına, ırzına göz dikmemek, kanunlara uymak, en tesirli, en faydalı nasihat olur. Bunun içindir ki, lisân-ı hâl, lisân-ı kâlden entakdır, demişlerdir. Görülüyor ki, İslâmın güzel ahlâkına uygun yaşamak, emr-i ma’rûf ve nehy-i münker yapmanın en güzel yoludur.”

Kimseye ve hiçbir şeye aldırmadan, arkasında bir tekke, medrese, aile, hükümet, şirket ve müessesenin maddî desteği olmaksızın, tek başına çıktığı ilim mücadelesinde muvaffak olmuştur. Neşrettiği eserler büyük alâka görmüştür. Dinin, geçim vâsıtası yapılmasını; din kitaplarından para kazanmayı tasvip etmemiştir. Bilakis, maliyetine satılan ve çoğu bedava verilen kitapların finansmanını kendi cebinden karşılamıştır. Muhtelif lisanlarda bastırdığı eski ve değerli kitapları yurtdışına senelerce ücretsiz göndermek müyesser olduğu için daima Rabbine şükretmiş; bunu üstadının himmet ve bereketi olarak görmüştür.

Sağlam ve tavizsiz şahsiyeti ile şöhret peşinde koşmadan; hatta ismini bile setrederek, İslâmî ilim ve hizmet tarihinde mümtaz bir mevki kazanmıştır. Gönderdiği kitaplar ve mektuplaşma vasıtasıyla kendisini tanıyan dünya Müslümanlarından geniş bir kitle, kendisini yüksek meziyetlerle vasıflandırarak minnettarlığını her fırsatta dile getirmiştir.

Endonezya’dan Güney Afrika’ya kadar İslâm coğrafyasının her yanında kitaplarını okuyanlar kendisini tanıyıp sevmiş ve hizmetlerine hayran kalmışlardır. Öyle ki Türkiye’den giden alâkasız şahıslar, bu beldelerin en ücra köşelerinde Hilmi Işık Efendi’nin ismini duyunca ve Müslümanların ona olan hürmet ve muhabbetini görünce hayrete düştüklerini sonradan ifade etmişlerdir.

Merhum Hüseyn Hilmi Işık Efendi’yi tanımanın en iyi yolu, onun ciltleri bulan kitaplarını anlayarak okumaktan geçmektedir. Bu satırların yazarı tarafından kaleme alınan ve Ebedî Seadet Yolunda Bir Ömür - Hüseyn Hilmi Işık adıyla 2018 senesinde neşredilen biyografisine de müracaat edilebilir.