ORTADOĞU’YU YAKAN ATEŞ LÜBNAN’DA BAŞLAMIŞTI

İttihatçı hükûmetin Arap vilâyetlerinde tatbik ettiği baskı politikası, ihtilâl kıvılcımını iyice ateşlemiştir.
7 Ekim 2019 Pazartesi
7.10.2019

İttihatçı hükûmetin Arap vilâyetlerinde tatbik ettiği baskı politikası, ihtilâl kıvılcımını iyice ateşlemiştir.

Yavuz Sultan Selim tarafından Suriye ile beraber Memlûklerden alınan Cebel-i Lübnan, çeşitli milletlerin yaşadığı, gayrı Müslimlerin ekseriyette olduğu bir sancaktı. Mahalli Dürzî beyleri tarafından muhtariyetle idare olunurdu.

Yerli halk arasındaki çatışmalar ve Avrupa’nın müdahalesi üzerine 1861’de Lübnan’a yeni tarz muhtariyet tanındı; Dürzî beylerinin hükmü sona erdi. Valisi Hristiyan olan Lübnan’da askerî birlik bulunmaz; halktan asker yazılmazdı. Ama halkın çoğu silahlıydı.

I.Cihan Harbi esnasında Lübnan’ın nüfusu 400 bin kadardı. Fransa’nın çıkarma yapması en muhtemel mıntıka olduğundan hükümet Lübnan’dan şüphelenirdi. Gerçekten, İttihatçıların bilhassa Arap mıntıkalarındaki politikalarından rahatsız olan Hristiyan Araplar arasında Fransız idaresinden medet umanlar çoğalıyordu. Ancak Lübnanlıların ekserisi Osmanlı hilâfetine bağlı muhtar bir Lübnan’ı müdafaa ediyordu. Pek azı da müstakil veya Mısır ile birleşik bir Arap devleti tasavvurunda idi.


Cemal Paşa ve Arap liderler

Kurtuluşun sırrı?

Bu devirde Lübnan, Arap milliyetçiliğinin fikrî merkezi olmuştur. İttihatçı hükümetin Tetrîk (Türkleştirme, Turkification) politikasına reaksiyon olarak bazı adem-i merkeziyetçi cemiyetler kuruldu. Hizbü’l-Lâmerkeziyye (Lâmerkeziyye Cemiyeti), Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu vaziyetin, adem-i merkeziyetçi bir sistemle çözüleceği kanaatini taşıyanlarca 1912’de kuruldu. Arap entelektüellerinin çok alâka gösterdiği; Bâbıâli’nin de en çekindiği cemiyetlerden biri oldu. [Adem-i merkeziyette, vilâyetler maarif, sıhhat, imar gibi içişlerini kendi seçtikleri idareciler vasıtasıyla yürütür. Millî müdafaa, adliye, diplomaside merkeze bağlıdır.]

1909’da İstanbul’da Aziz el-Mısrî ve Selim el-Cezâirî’nin kurduğu el-Kahtâniyye, hilâfet çatısı altında Avusturya-Macaristan gibi Türk-Arap çifte monarşisini müdafaa ediyordu. Bir Arap hükümdarın idare edeceği Arap Krallığı’nda mahallî bir parlamento ve hükümet bulunacak, resmî lisan Arapça olacaktı. İki milletin birliği ancak böyle temin ve idame olunabilirdi. Kahtân, Arapların eski çağdaki atasıdır.

Kahtâniyye, 1910’da deşifre olup dağıtılınca, bu teşekküle mensup Arap subaylarca İstanbul’da 1913’te el-Ahd Cemiyeti kuruldu. Suriye ve Lübnanlı münevverlerin Kâhire’de kurduğu Ellâmerkeziyye ile yaşadığı otorite krizi ardından el-Ahd dağıldı. Bunun devamı mahiyetinde Cemiyetü’s-Sevriyyeti’l-Arabiyye (Arap İhtilâli Cemiyeti) kuruldu. Bu, artık ayrılıkçı bir teşkilattır. Bir de 1911’de Paris’te kurulan Cemiyyetü’l-Arabiyyeti el-Fetât (Genç Araplar) vardır.

Orta-ortak yol

Bu arada Lübnan merkezli Cemiyyetü’l-Islâhi’l-Âmm fî Vilâyeti Beyrut (Cemiyyet-i Islâhiyye) ve en-Nahdatü’l-Lübnâniyye (Lübnan’ın Kalkınışı) isimli teşekküller, hep Osmanlı hilâfetine bağlı bir Lübnan muhtariyeti için faaliyet göstermiştir. Cemiyyet-i Islâhiyye, 1913’te Sünnî, Şiî, Hristiyan, Yahudi ve Dürzî âzâların iştirak ettiği bir içtimada, Lübnan’da adem-i merkeziyet idaresinin tesisi için 14 maddelik bir program ilan etmişti.

Hariciye, askeriye, gümrükler, posta, kanun koyma ve vergi tarhı vali vasıtasıyla merkezî hükümetin işidir. Vilâyete mahsus mahallî işleri de yarısı Müslüman, yarısı gayrı müslim seçilmiş 30 azalık vilâyet meclis-i umumîsi icra eder. Bunun da kendi arasından seçtiği 6 kişi, bir nevi kabine vazifesi yapar.

Vâli, kadı, adliye memurları, defterdar, posta müdürü, jandarma kumandanı, Arapça bilmek şartıyla merkez tarafından tayin edilir. Diğer mahallî memurları imtihanı geçmek şartıyla meclis-i umumî tesbit eder. Gümrük, posta ve askerlik bedeli gelirleri merkezî hazineye; diğerleri vilâyete aittir. Askerlik iki yıldır ve sulh zamanında vilâyet dâhilinde ifa edilir. Arapça, Türkçe ile beraber resmî dildir.

Program, sadece Beyrut’ta değil, bütün Lübnan ve Filistin’de hem müslümanların, hem de gayrı müslimlerin tasvibine mazhar olduğu gibi; zamanın vâlisi Ebubekir Hâzım Bey tarafından da müsbet karşılandı. Ancak bu hava devam etmedi.

İntikamcı tavır

Bâbıâli Baskını ile iktidarı resmen de ele alan İttihatçılar, cemiyeti dağıtarak bazı âzâlarını tevkif etti. 1913’te yeni vilâyetler kanununu neşrederek, adem-i merkeziyetçi taleplere yüz çevirdi. Bu sert icraat, çok büyük reaksiyon almış; halk sokağa dökülmüş; dükkânlar kapanmış; Bâbıâli’ye, Dâhiliye Nezâreti’ne ve gazetelere protesto telgrafları yağmıştır. Arap milliyetçiliğini körüklediği gibi, Lübnan ve Suriye’de Fransız idaresi taraftarlarını da güçlendirmiştir.

Balkan bozgunundan sonra İttihatçı hükümetler, Türk olmayan unsurlara karşı adeta intikamcı bir tavır takınmıştı. Buna reaksiyon olarak, sadece Rum ve Ermeniler arasında değil; Araplar, Kürtler ve Arnavutlar arasında da adem-i merkeziyetçi, ama hilâfete bağlı cemiyetler kurulmuş; ancak İttihatçıların zıt politikası sebebiyle zamanla hepsi ayrılıkçı birer teşkilata dönüşmüş; imparatorluğun yıkılmasından sonra da bu memleketlerdeki tesirleri devam etmiştir.

Paris’te faaliyet gösteren el-Fetât’ın 18 Haziran 1913’te tertiplediği ve Mısır, Suriye, Lübnan ve Irak’tan delegelerin iştirak ettiği Arap Kongresi’nde, bütün Arap vilâyetlerine muhtariyet verilmesi, burada resmî dilin Arapça olması ve mahallî askerî birliklerin vazife yapması kararı çıktı. Bu karar Paris Sefâreti vasıtasıyla Bâbıâli’ye tebliğ edildi.

Mutedil Arap entelektüelleri, mekteplerde tedrisatın ve mahkeme muamelelerinin Arapça olması, valilerin Arapça bilmesi gibi makul taleplerde bulunuyordu. İttihatçı hükümet, başka bu taleplere sıcak bakmışsa da, Cihan Harbi üzerine politikasını tamamen değiştirmiş; sadece Lübnan’da değil, diğer Arap vilâyetlerinde de tatbik ettiği baskı politikası, bu kıvılcımı iyice ateşlemiştir.


Lübnan'da açlık

Lübnan’da kıtlık

Cemal Paşa’nın 1915’te Suriye Vâlisi olur olmaz ilk icraatı, Lübnan’a asker sokmasıdır. Bir piyade alayı ve bir dağ topçu taburunun işgal ettiği sancağın imtiyazı kaldırıldı. Bunun üzerine müttefikler Lübnan’ı ablukaya aldılar. Sancakta gıda sıkıntısı ve ardından büyük bir kıtlık baş gösterdi. Cemal Paşa, yerli halkı, Ermeniler gibi başka mıntıkalara tehcir etmek istediyse de, halk yanaşmadı. Nüfusun çoğu açlık ve hastalıktan öldü.

1915 yaz başında, Şam’da boşaltılan Fransız konsoloshanesinde –her nedense imhası unutularak- ele geçirilen bazı vesikalar, Fransa’nın Suriye üzerindeki emellerini gösteriyor; (çoğu Hristiyan) yerli halktan da bu emele hizmet edecek kimselerin isimlerini ihtiva ediyordu. Cemal Paşa, Ellâmerkeziyye Cemiyeti ile münasebeti olduğu düşünülen bu kişileri tevkif ettirip, divan-ı harb-i örfîye (sıkıyönetim mahkemesine) çıkarttı.

İdam sehpaları

Beyrut’taki mahkeme, 13 kişiyi idama mahkûm etti; 20 Ağustos 1915’te cezalar infaz olundu. İkinci mahkeme Âliye’de kuruldu. Bu arada mahkeme reisi ve bir âzâ değiştirildi. İçlerinde mebuslar, büyük ve küçük memurlar, kurmay subay ve gazetecilerin bulunduğu 20 kişiden 4’ü hakkında idam, diğerlerine de çeşitli hapis cezası verilmesi kanaatine varıldı.

Ancak Cemal Paşa kararlara kızdı ve hâkimleri tehdid etti. Bu sefer mahkeme, masumları da katarak 34 kişiye idam cezası verdi. Cezaların bazısı Beyrut’ta, bazısı Şam’da, İstanbul’un tasdiki beklenmeden hemen infaz edildi. Bir yandan da Lübnan ve Suriye ileri gelenlerinden çok sayıda kimse, aileleriyle beraber Anadolu içlerine sürgün edildi.

Bu icraat, büyük bir infiale sebep oldu. Fransız konsolosluğunda bulunan vesikalar, umumî aftan evvelki devreye aitti. Burada ismi yazan şahıslar, zaten affa uğramışlardı. Mahkeme, bu kişilerin, Mısır’da faaliyet gösteren Ellâmerkeziyye Cemiyeti ile irtibatlarını kestiğini kabul etmedi. Onlar da ispat edemediler. Mahkemenin bu irtibatı ispat etmesi lâzımdı; yapmadı/yapamadı.


İdam cezalarının infazı

İhtilalin kıvılcımı

Arap vilâyetlerinin Osmanlı Devleti’nden kopuşunu ateşleyen bir kıvılcım sayılabilecek Âliye kararları, Şerif Hüseyn Paşa’nın Arap İhtilâli kararını vermesinde de mühim sebep teşkil etti. İdam edilenlerin içinde, Şerif’in akrabalarından da şahıslar vardı. Umumî kanaate göre, mahkûm olanların büyük bir kısmı, hiçbir suçu bulunmayıp, sırf halka gözdağı vermek için cezalandırılmışlardır. Cemal Paşa, hakkındaki tenkitlere kendince cevap mahiyetinde Kırmızı Kitap diye bilinen bir müdafaaname hazırlamış; birkaç lisana da tercüme olunup basılmıştır.

Suriye Hükümeti, sonradan 23 Nisan 1332 (6 Mayıs 1916) tarihini, Yevmü’ş-Şühedâ (Şehidler Günü) ilan etti. Şam’da Merci Meydanı’nda bir şehidler âbidesi dikildi. Lübnan hükümeti de infazların yapıldığı meydana Şehidler Meydanı adını verdi. O zaman Beyrut Vâlisi olan Bekir Sami Bey, “Cemal Paşa bu icraatıyla Arap meselesinin hallolduğunu söylüyor. Bilakis bu meseleyi alevlendiren Cemal Paşa’dır. Bekleyip göreceğiz” demiştir.

Suriye cephesinin çöküşü üzerine, 1918’de Lübnan Fransızlarca işgal edildi. Adem-i merkeziyeti çok görenler, bütün Arap topraklarını ecnebilere terke mecbur oldular. İhtilalciler de, denize düşen yılana sarılır kavlince, İngilizlerden medet umdu. Onlar da bunu fırsat bildi. Şerif Hüseyn Paşa’nın Büyük İslâm-Arap İmparatorluğu projesine dâhil olan toprakları, İngiltere, Fransızlarla paylaşarak müstemleke hâline getirdi.

Lübnan ve Suriye’de Cemiyet-i Akvam (BM) kararıyla Fransa mandası kuruldu. Lübnan 1946’da istiklâlini elde ettiyse de, etnik bünyesi sebebiyle hiçbir zaman huzur ve sükûna kavuşamadı. 

Beyrut Şehitler Meydanı