Ehl-i Sünnet itikadı nedir? Ehl-i sünnet olmanın alâmetleri nelerdir?
İslâm dininde inanılması zaruri olan hususlar âmentü ile bildirilmiştir. Bunlara inanana mümin denir. Kur’an-ı kerim veya mütevâtir hadîs ile bildirilmiş iman ve amel esaslarından birini inkâr eden mümin sayılmaz. Böyle olmayıp, müminlerin icma’ı ile bildirilmiş hususlara inanmamak küfrü gerektirmez ise de, bid’at olur.

Hazret-i Peygamber’in “Yahudîler ve Hıristiyanlar gibi, ümmetim de fırkalara ayrılır. Bunlardan yalnız benim ve eshâbımın yolunda olanlar kurtulur” meâlindeki hadîsinin hakikatince, İslâm tarihinde çeşitli bid’at fırkaları zuhur etmiştir. Bunların dışında kalan ve Ehl-i sünnet ve’l-cemaat denilen fırka, Hazret-i Peygamber ve onun cemaati, yani eshâbının bildirdiği inanç esaslarına uymuştur. Hanefî, Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezhebinin inanç esasları birbirinin aynı olup, füruatta, yani amelî/fıkhî hükümlerde ayrılmışlardır. Diğer fırkalar ise, mânâsı açık olan nassları te’vîl ederek; mânâsı açık olmayan nassları ise, sünnet ve sahâbenin bildirdiğine uymayan bir şekilde yanlış te’vîl ederek farklı birer yol tutmuşlardır. Bunlar, Ehl-i sünnetten başlıca inanç esasları bakımından ayrılırlar; ancak tekfir edilmezler. Fıkhî görüşlerine, bilhassa siyaset hakkındaki görüşlerine bu inanç farklıları cüz’î de olsa yansımıştır. Bunlara bid’at fırkaları da denir. Bid’at, Hazret-i Peygamber ve eshâbı zamanında olmayıp, sonradan ortaya çıkarılan inanç ve ibâdetlerdir. Hazret-i Peygamber’den bu hususta, “Kim bizim dinimizde olmayan bir şey ihdâs ederse, reddedilir” hadîsi vârid olmuştur.

Burada “Ehl-i sünnet denilen fırkanın doğru olduğu nereden belli? Bu fırkalar da kendilerini doğru yolda biliyorlar. Ya onlar doğru yolda ise?” diye bir sual hatıra gelebilir. Bid’at fırkaları denilen bu mezhebler, Selef-i sâlihîn denilen ilk devir İslâm ulemâsının icma’ ettiği meselelere aykırı inanç ve amel esasları ortaya çıkardıkları için, ehl-i bid’at olarak görülmüştür. Nitekim ulemâ bir hususta icma’a vardıktan sonra, o mesele hakkında bu icma’ya uymayan bir görüş beyan etmek câiz değildir. Kur'an-ı kerîmde, "Hidâyet yolunu öğrendikten sonra, Peygambere uymayıp, mü'minlerin yolundan ayrılanı, saptığı yola sürükleriz ve sonu çok fena olan cehenneme sokarız" meâlindeki âyet (Nisâ: 115) ve aynı meâlde başka hadîs-i şerîfler bu hükmün delilini teşkil eder. Demek ki selef-i sâlihîn bir hususta icma’ya varıp ittifak ettikleri zaman, bu hususta ictihad ile de olsa farklı bir söz söylemek, ayrı bir yol tutmak mümkün ve câiz değildir.

Kollarıyla beraber 72’yi bulan bu bid’at fırkaları, esası itibariyle Hâricîlik, Şiîlik, Mutezile, Mürcie, Müşebbihe, Mücessime ve Cebriyye adıyla yedi grupta toplanabilir. Mûtezile (Kaderiyye), kader inancını reddederek insanın kendi fiillerinin yaratıcısı olduğuna; dolayısıyla büyük günah işleyenin imanının gideceğine ve adaletten ayrılan sultana isyan câiz olduğuna inanır. Kabir azâbını ve mîzânı inkâr eder. Mezhebin kurucusu Vâsıl bin Atâ, daha evvel Hasan Basrî’nin talebesi idi. Kendisinden ayrıldığında, i’tizal eden (ayrılan) mânâsına Mu’tezil olarak adlandırılmıştır. Bir ara Abbâsî halîfelerinden Me’mun, Mu’tasım ve Vâsık bu mezhebe sâlik olmuş; Mutezileden olmayanları tazyik etmişti. Cebriyye (Cehmiyye), Mutezile’nin tersi olup, insanların fiillerinde irade hürriyetine sahip olmadıklarını, kâtibin elindeki kalem gibi hareket ettiklerini, binaenaleyh günah ve inkârlarından mes’ul tutulamayacaklarını söyler. Mürcie de, müslümanların günah işlese bile, cehenneme hiç girmeyeceğine kâildir. Mücessime, Allah’ın cisim olduğuna inanır; Müşebbihe ise insana teşbîh eder (benzetir). Son zamanlarda ortaya çıkan Vehhâbîlik, nassların zâhirine itibar bakımından Zâhiriyye, şefaat ve tasavvufu inkâr bakımından Mutezile, sahabeye husumet bakımından Hâricîlik, Allah’ın sıfatları bakımından da Müşebbihe ve Mücessime’den mühim tesir görmüştür.

Bid’at fırkalarından bilhassa Mutezile mezhebindekiler, bulundukları beldede yaygın olan Ehl-i sünnet mezheblerinden birine göre amel ve ibâdet ederdi. Nitekim itikaden Mutezilî olan Zemahşerî ve Zâhidî, Hanefî mezhebine göre amel etmişlerdir. Hatta bu sebeple çoğu yerde Mutezile fırkasından bahsedilirken Hanefîler diye bahsedilmiş; Bağdad ve çeşitli beldelerde Mutezile ile Eş’arîler arasında müsademeye kadar varan ihtilaflar, işin aslından habersiz müellifler tarafından Hanefî ve Şâfiîler arasındaki husumet olarak vasıflandırılmıştır.

Ehl-i sünnet itikadının kaideleri, şartları şunlardır:

1. Kur’ân-ı kerîm, mahlûk değildir. Allahü tealanın kelâmıdır. Ancak Mushaf, kâğıt ve mürekkep itibariyle, okunduğu zaman da ağızdan çıkan harfler mahlûktur. Mutezile, Kur’an mahlûktur, dedi.

2. İmanda şüphe caiz değildir. Bu sebeple inşallah mü’minim dememeli, elhamdülillah mü’minim demelidir. İnanılması şart olan şeylerin birinde şüphe küfrdür.

3. İman artmaz ve eksilmez. Fakat kuvvetlenir veya zayıflar. Mutezile ile Haricilere göre iman ile isyan bir arada bulunmaz.

4. Eshab-ı kiramın hepsi âdildir. İlk dört halifenin halifeliği sahihtir. Hariciler ve Rafızîler, hilafet meselelerinden dolayı sahabeyi tekfir etti. Bazı Rafızîler gibi Hazret-i Ebu Bekr’in sahabiliğini veya Hazret-i Aişe’nin masumiyetini inkâr küfrdür.

5. İcma’nın, Kur’an ve sünnetten sonra fıkhî delil oluşu haktır. Mutezile’den Nazzâm ile Hâricî ve Râfızîlerin bir kısım bunu inkâr etti. Ayrıca icma’ ile kabul olunan bir hususu reddeden bid’at ehli olur. Bu husus Kur'an-ı kerimde emredilen salâtın beş vakit namaz olduğu gibi mütevâtir bir husus ise, küfre düşer.

6. Kıyas haktır. Mutezile’den Nazzâm bunu inkâr etmiştir.

7. Amel imandan parça değildir. Günah olduğuna inandığı halde büyük günah işleyen, kâfir olmaz. Haricilere göre büyük günah işleyen kâfir olur. Mutezile’ye göre imanını kaybeder, ama kâfir olmaz. Cennet ile Cehennem arasında bir yerde kalır. Mürcie’ye göre büyük günah işleyen asla cehenneme girmez.

8. Ehl-i kıble, yani kıbleye dönerek namaz kılan kimse tekfir edilmez. İman edilecek şeylere inanıp da, icma ile bildirilenlere inanmayanlar ehl-i bid’at olur. Bunlara kâfir denmez. Namaz kıldığı halde, açıkça küfre sebep olan bir şey söyleyen ve yapan kimse, imandan çıkar. Râfızîler, Hazret-i Ali’nin üstünlüğüne inanmayan müslümanları -sahabi bile olsalar- tekfir eder.

9. Âdil olsun, fâsık olsun, her imamın arkasında Cuma ve bayram namaz kılınır. Vakit namazları sahih ise de mekruhtur.  Fâsık imam ile cihada gidilir. Hariciler bunu inkâr etti.

10. Zâlim ve fâsık idareciye isyan edilmez. Azli mümkün ise azledilir. Değilse sabredilir. Haricîlere göre böyle idareciye ayaklanmak vacibdir. Râfızîlere göre imam zaten masumdur, azli mümkün değildir.

11. İmamın her hangi bir aileden veya ırktan olması şart değildir. Râfızîlere göre Hazret-i Ali soyundan olması şarttır.

12. Mest üzerine mesh etmek haktır. Râfızîler ve Haricîler bunu inkâr etti.

13. Mirac haktır. Hazret-i Peygamber’in göklere yükselişini ve Allahü teâlâ ile görüştüğünü inkâr eden ehl-i bid’attir. İsra’yı, yani Hazret-i Peygamber’in Mekke’den Kudüs’e götürüldüğüne inanmamak ise küfrdür.

14. Cennet’te mü’minler Allahü teâlâyı bilmediğimiz bir şekilde göreceklerdir. Mutezile buna inanmadı.

15. Allah cisim değildir. Mekândan münezzehtir. Yarattıklarına benzemez. Kerramiye, Müşebbihe ve Mücessime, Allah cisimdir, cihet ve mekân sahibidir, insana benzerliği vardır, Allahü teâlâyı cisimsiz düşünmek caiz değildir, dedi. İnsan gibi olduğuna inanmak küfrdür.

16. Kıyâmet gününde, Peygamberler ve sâlih zâtların büyük günah işleyen mü’minlere şefâati haktır. Mutezile, ancak müminlerin derecelerinin yükseltilmesi için şefaat edilebileceğine inanır. Vehhabîler, tasavvuf, istigâse, tevessül ve şefaati toptan inkâr etti.

17. Kabir azabı haktır. Bu azab, rûh ve bedene olacaktır. Hariciler bunu inkâr etti.

18. Evliyânın kerâmeti haktır. Mutezile bunu inkâr etti. Şia ise kerameti on iki imama tahsis ve öldükten sonra kerâmeti inkâr etti.

19. Ruh, ölmez. Bu sebeple ölünün ardından hayır yapmak; ibadetlerin sevaplarını ölülere hediye etmek câizdir. Ölü, bundan istifade eder. Mutezile bunu inkâr etti.

20. Kıyamet alâmetleri, Deccâl’ın çıkışı, Mehdî’nin gelişi ve Mesih’in inişi haktır. Bunlar manen mütevatir hadislerle bildirilmiştir. Bu bakımdan inkârının küfr olacağı söylenmiştir. Kıyamet alâmetlerini mecaza hamletmek, mesela “Deccal felancadır; Dabbetü’l-Arz AIDS hastalığıdır; Yecüc Mecüc Çinlilerdir; Mehdi, felanca kitaplardır; Mesih, şahs-ı manevîdir vs” demek  doğru değildir.

21. Mukallidin imanı sahihtir. Yani, düşünmeden, anlamadan, yalnız başkasından işiterek, öğrenerek iman eden kimse, mü’mindir. Ancak istidlâli terk ettiği için günahkârdır. Mutezile mü'min olamaz, cennete de giremez dedi. Her şeyin güzel veya kötü olduğu dinin emriyle bilinir. Akıl, bunu bilmekte rol oynamaz. Mutezile’ye göre bir şeyin iyi mi, kötü mü olduğu, akıl ile bilinir. Bunun için Kitap ve sünnete lüzum yoktur. Aklın güzel gördüğü şeyler farz; çirkin gördüğü şeyler ise haramdır. Allah'ın, iyiliği yaratması, aklen şarttır.

22. İman, kalb ile tasdik, dil ile ikrardır. Kerrâmiye’ye göre sadece dil ile ikrardan ibarettir. Hariciler ve Mutezile’ye göre iman, kalb ile tasdik, dil ile ikrar ve âzâlar ile ameldir.

23. Şeytan insana vesvese verir. Mutezile bunu inkâr etti.

24. Sihir ve nazar haktır. Mutezile buna inanmadı.

25. Öldürülen eceli ile ölmüştür. Mutezile, öldürülenin eceli Allah tarafından kısaltılmıştır, der.

26. Kul fiillerinde muhtardır, ihtiyar sahibidir. Allah dilerse yaratır, dilerse yaratmaz. Dolayısıyla Allah’ın ve kulun kudreti bir arada bulunur. Kul da bunlardan mesul olur. Cebriyeye göre kul fiillerinde muhtar ve muktedir değildir. Mutezile ve Râfızîlere göre kulun kudretini Allah yaratır, kul ise fiilinin yaratıcısıdır.




7 Ekim 2011 Cuma
Alakalı Başlıklar