Eshâb-ı kirâm ve ehl-i beytin hepsi cennetlik midir?

Bir insanın âhirette mümin olup olmayacağı, son nefeste belli olur. Altmış senelik bir kâfir, ölümünden az önce, Müslüman olsa, âhirette mümin olarak dirilir. Peygamberlerden başka ve Cennete gidecekleri bildirilmiş olanlardan başka, kimse için ‘Cennetliktir’ denilemez. Çünki son nefesin nasıl olacağı bilinemez.

Eshâb-ı kirâmın bütünü itibariyle cennetlik olduğuna dair âyet-i kerime ve hadîs-i şeriflerde işaretler vardır. “Allah onlardan razıdır; onlar da Allah’tan razıdır” meâlindeki âyet-i kerime tek başına kâfidir (Tevbe: 100). Zira Allahü teâlânın rıza sıfatı ebedîdir; yani âhirete de şâmildir.

Eshâb-ı kirâm gibi, bütün müminler de cennetliktir. Ama bunun için belli bir isim söylemek mümkün değildir. Nasslarda Cennetlik olduğu söylenenlerden başkaları için “Şu cennetliktir” denemez. Dense bile temenni mânâsında söylenebilir. Kat’i olarak söylenmesi mümkün değildir. Gaybı ancak Allah bilir. Bu mesele hakkında açık ve kat’î bir nass olmadıkça insanlar için gayb sayılır. Nitekim âyet-i kerimede meâlen, “De ki, ben peygamberlerin ilki değilim. Benim ve sizin başınıza gelecekleri bilmem. Ben ancak bana vahyolunana uyarım; sizi de uyarırım” buyuruldu (Ahkâf: 9). Ancak “Allah gaybı peygamberlerinden dilediğine bildirir” (Âlü İmrân: 179).

Nasslarda Cennetlik olduğu bildirilen zâtlar için Cennetlik denilebilir. Bunlardan başka, hiç kimsenin ismini söyleyerek Cennetlik olduğu söylenemez. Başka âlimlerin, velilerin, müminlerin Cennete gidecekleri çok zan edilir; fakat kati söylenemez.

Bunların başında Aşere-i Mübeşşere gelir. Bunlar, dört halife (Ebu Bekr, Ömer, Osman ve Ali) ve Talha ve Zübeyr ve Sa’d bin Ebi Vakkas ve Said bin Zeyd ve Ebu Ubeyde bin Cerrah ve Abdürrahman bin Avf’dır (radıyallahü anhüm). Bu on kişinin Cennete gideceklerini, Resulullah aleyhisselâm haber vermiştir. (Tirmizî, Menâkıb, 25; Müsnedü Ahmed, I/193) Aşere-i mübeşşerenin cennetlik olduğu meşhurdur. Başka sahabiler hakkında da böyle rivâyetler var ise de, bunun kadar açık ve kuvvetli görülmemiştir.

Hazret-i Meryem için müteaddit ayet-i kerimeler vardır. Âli İmran suresinin 42.âyet-i kerimesinde mealen, “Melekler dediler ki: Ey Meryem! Allah seni müstesna kıldı; seni tertemiz yarattı ve seni bütün dünya kadınlarının hepsinden üstün tuttu” buyuruldu. Ayrıca bir hadis-i şerifte buyuruldu ki: “Hadice, Fâtıma, Âsiye ve Meryem cennetlik kadınların en faziletlileridir.” (Müsned).  Hadis-i şerifte, “Allahü teâlâ beni Cennette Meryem binti İmran ve [firavunun hanımı] Âsiye binti Müzâhim ile tezvic buyurdu” şeklinde geçiyor. (İbnü’s-Sünnî)

Bir hadis-i şerifte de buyuruldu ki: “Bana melek gelerek Fâtıma’nın cennet hanımlarının; Hasen ile Hüseyn’in de cennet gençlerinin efendisi olduğunu müjdeledi” (Hâkim, İbn Asâkir).  Hasen ile Hüseyn’in Cennet gençlerinin efendisi olduğuna dair hadîs-i şerif, Tirmizî ve İbni Mâce’de de geçer. Bir hadis-i şerifte de, “Fâtıma iffetini koruduğu için Allah da onu ve neslini Cehenneme haram kıldı” buyuruldu (Taberânî, Hâkim). Burada ‘Fâtıma nesli’nden maksadın, çocukları Hasen, Hüseyn, Zeyneb ve Ümmü Gülsüm olduğunu İmam Cafer bildiriyor.

Hazret-i Hadice için Cebrail aleyhisselâm Resulullah’a gelerek, “Hadice’ye, lü’lü ve mercanlar içindeki Cenneti müjdele!” buyurmuştur. (Buhari, Menakibü’l-Ensar, 20) Benzeri bir hadis-i şerif, Hazret-i Âişe içindir: “Cebrail bana dedi ki, Âişe, dünyada da, âhirette de senin zevcendir” (Buhari, Fedâilü’s-Sahâbe, 30).  “Kızlarımı evlendireceğim kimselerle, evleneceğim kadınların Cennetlik olmasını Rabbimden istedim. Rabbim de kabul etti” (Şirâzî) ve “Benimle evlenen veya kız alıp verdiklerim, Cehenneme girmez” (Deylemî, İbnü’n-Neccar) hadîs-i şerifleri de meşhurdur.

Sa’d ibni Ebi Vakkas radıyallahü anh anlatıyor: “Yeryüzünde yürüyen hiç kimseye Resûlullah aleyhisselâmın ‘Cennetliktir’ dediğini duymadım. Ancak Abdullah ibni Selâm müstesna!” [Buhârî, Menâkıbü’l-Ensâr 19; Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe 147, (2483).] “Abdullah ibni Selâm, Cennette [Cennetle müjdelenen on kişiden sonra] onuncudur.” (Müsnedü Ahmed)

Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “Cennete girdim, genç bir kız beni karşıladı. ‘Sen kiminsin?’ diye sordum. ‘Zeyd bin Hârise’ninim’ dedi.” (Câmi’üs-Sagir, Süyûtî)

Ehli Bedr hakkında şu hadis-i şerifler vâriddir:  “Bedir Harbinde bulunanları Cennetle müjdele!” (Darekutnî) ve “Allah, Ehl-i Bedir’e cenneti vacib kıldı” (Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe 161; Müsnedü Ahmed 1/80); “Allah, Ehl-i Bedir için, ‘Dilediğinizi yapın, sizleri mağfiret etmişim’ buyurdu.” [Buhârî, Megâzi 9, Cihad 141, 195, Tefsir, Mümtehine 1, İsti’zan 23, İstitâbe 9; Müslim, Fedâilü’s-Sahabe 161; Ebû Dâvud, Cihad 108, (2650, 2651); Tirmizî, Tefsir, Mümtahine, (3302).]

Uhud ehli için Resulullah aleyhisselâm, “Kıyamet gününde, ben onların şâhidiyim” buyurdu [Buhârî, Cenâiz 73, 74, 75, 76, 79, Megâzî 26; Ebû Dâvud, Cenâiz 31, (3138); Tirmizî, Cenâiz 46, (1036); Nesâî, Cenâiz 61, (4, 62).]

Ehl-i Biat-i Rıdvan için, “Allah, bu ağacın altında biat eden müminlerden razı olmuştur” meâlindeki âyet-i kerimeden başka (Feth 18); Resulullah aleyhisselâm, “Bu ağaç altında biat edenlerden hiç kimse cehenneme girmez” buyurmuştur. (Tirmizî, Menâkıb 57, 58).

Türpüştî hazretlerinin el-Mu’tekad adlı akâid risalesinde Ehl-i sünnet olmanın şartlarını Abdullah ibni Abbâs radıyallahü anhümâdan alarak yazarken diyor ki:  Şeriatin Cennetlik olduklarını bildirdiklerinden başka, hiç kimseye kat’î olarak Cennetlik dememek lâzımdır. Cennetle müjdelenenler ise şunlardır: Peygamberler, Aşere-i mübeşşere [Cennetle müjdelenen on büyük sahâbî], Bedrde, Uhudda ve Bîat-i Rıdvân’da bulunanlar, [Meryem, Âsiye, Hadice, Âişe,] Fâtıma, Hasen ve Hüseyn radıyallahü anhüm. Ayrıca şeriatte, Cehennemlik oldukları bildirilenlerden başka hiç kimsenin, kat’î olarak Cehennemlik olduğuna hükm etmemek lâzımdır. Cehennemlik olduğu bildirilenlerden bazısı İblis ve Ebû Lehebdir.

Hâşim Kişmî Berekât kitabında diyor ki: Hâcı Abdülvehhâb Buhârî yazdığı tefsîri İmam Rabbânî hazretlerinin babasının üstadı Şeyh Abdülkuddüs’e göndermişti. Bir yerini açınca, Ehl-i beytin temizliğini bildirirken, “Fâtıma son nefesinden emin idi. Onun sonu, elbette hayırlı idi” yazılmış gördü. Bunun kenarına, “Bu yazı, Ehl-i sünnet mezhebine uygun değildir” yazıp geri gönderdi. Şeyh Abdülkuddüs’ün yazısının doğru olduğu anlaşıldı. Bu malumat Seâdet-i Ebediyye’de de vardır (s. 1064). Ehl-i beytin Fâtıma, Hasen ve Hüseyn haricindekilerinin mutlaka Cennetlik olduğunu söylemek, onlara peygamberler gibi bir nevi ismet sıfatı atfetmektir ki, bu Şiî inancının tesiri olsa gerektir. 

Hüseyn Hilmi Işık’ın neşrettiği Kıyâmet ve Âhiret kitabında diyor ki: (s.191) Aşerei mübeşşere denilen on kişinin Cennete gideceklerini, Resulullah haber verdi. Bunlar, dört halife ve Talha ve Zübeyr ve Sad bin ebi Vakkas ve Said bin Zeyd ve Ebu Ubeyde bin Cerrah ve Abdürrahman bin Avfdır. Resulullahın mübarek kızı Fatıma-tüz-Zehra ile bunun iki oğlu Hasen ve Hüseyin’in ve Hadice-tül-Kübra ve Aişei Sıddikanın da Cennetlik olduklarına inanırız. Bunlardan başka, hiç kimsenin ismini söyleyerek Cennetlik olduğunu söyleyemeyiz. Başka âlimlerin, Velilerin Cennete gideceklerini, çok zan ederiz. Fakat kesin söyleyemeyiz.”

İmam Gazâlî hazretleri Kimyâ-yı Seadet kitabında (s. 570-571) der ki: Resulullah aleyhisselâmın nesebinden şerefli neseb yoktur. Onunla bile ucb etmek haksızlıktır. Bazılarının ucbu o dereceye varır ki, kendilerine günahın zarar vermediğini ve vermeyeceğini sanırlar. Böylece istediklerini yaparlar. Şu kadarını bilmezler ki, dede ve babalarına uymadıkları zaman, kendilerinin nesebi onlardan kesilir. Onlar ise şerefi nesebde değil, takvâ ve tevâzuda bilmişlerdir. Onların nesebinden öyleleri vardır ki, Cehennem köpekleri olmuşlardır. Resulullah aleyhisselâm neseb ile övünmeyi yasak etti ve “Herkes Âdem aleyhisselâmdandır. Âdem aleyhisselâm da topraktandır” buyurdu. “Akrabanı ve yakınlarını ikaz et!” meâlindeki âyet-i kerime (Şuarâ: 214) gelince, Hazret-i Fâtıma’ya “Ey Muhammed’in kızı! Kendi başının çaresine bak, yarın sana fayda edemem” buyurdu. Halası Safiyye’ye de buyurdu ki: “Ey Muhammed’in halası, kendi işinle meşgul ol; sana yardımım olmaz!”. Eğer akrabalık yetişseydi, Hazret-i Fâtıma’yı takvâ sıkıntılarından vaz geçirir, rahat yaşatır ve her iki dünyayı kazanmış olurdu. Fakat elbette şefaat ümidi akrabasına daha fazladır. Ama günah şefaat edilmeyecek cinsten olabilir. Her günah da şefaat kabul etmez. Nitekim Allahü teâlâ “Peygamberler, Allah’ın razı olduklarından başkasına şefaat edemezler” buyuruyor (Enbiyâ: 28). Şefaat ümidiyle rahat gezmek, perhiz etmeyen hastanın, “Babam tecrübeli doktordur, ona güvenirim” demesine benzer. Ona “Bir hasta öyle olur ki, artık ilaç fayda vermez, doktorun mütehassıs olmasının bir rolü olmaz, doktorun ilaç verebileceği mizaçta olmak lâzımdır” derler. Padişahın yanında yeri olanlar, herkesin bütün kusur ve suçlarını affettiremezler. Hatta padişahın düşman olduğu kimseye kimse iltimas edemez. Hiç bir günah yoktur ki, Allahü teâlâ’nın gazabına sebep olmasın. Nitekim Allahü teâlâ “İftirayı siz kolay tutarsınız; Allah’ın indinde ise çok büyüktür” buyuruyor (Nûr: 15). Bütün Müslümanlarda şefaat ümidi vardır. Şefaat ümidi akıllıların kalbinden korkuyu kaldırmaz. Korku ile ucb bir arada duramaz.

Muhaddislerin çoğu, Bezzâr, Hakim, Ebu Nuaym gibi mehazlarda geçen “Fâtıma iffetini muhafaza etti. Allah da ona ve zürriyetine cehennem ateşini haram kıldı” hadîs-i şerifinin metruk, vahi, münker, mevzu veya zayıf görürler. Az bir kısmı ise bunu sahih kabul eder. Onlar da Fâtıma’nın zürriyetinden kastın, Hasen ve Hüseyin olduğunu söylerler. Yani kıyamete kadar gelecek bütün zürriyetini buna ilhak etmezler. Nitekim İbn Hillikan, Vefeyâtü’l-A‘yân’da; Süyûtî el-Leâlî’de İmam Ali Rıza’nın böyle söylediğini rivayet eder. Muhammed bin Yusuf es-Sâlihî eş-Şâmî, Sübülü’l-Hüdâ ve’r-Reşâd kitabında, Ukaylî’den, İbn Küreyb’in ve Hatîb’den, İmam Ali Rıza’nın, “Bu, Hasen ile Hüseyn’e hastır” dediğini nakleder. İbn Hacer el-Heysemî de Savâiku’l-Muhrıka; Münâvî, İthâfü’s-Sâil; İsâmî Samtü’n-Nücûm; Zerkânî, Mevâhib şerhinde; Ebu Nuaym, Tarihu İsbehân; Hatîb, Tarihu Bağdad; İbnü’l-Cevzî, Mir’atü’z-Zemân kitabında, aynısını İmam Ali Rıza’dan nakleder.

Akaid-i Tahaviyye şerhinde (s.377-378) Bakara suresinin 124. âyet-i kerimesi beyanında diyor ki: “Rabbi İbrahimi birtakım kelimelerle imtihan edip o da bunları tamamlayınca Allahü teala: ‘Ben seni insanlara imam (rehber) kılacağım’ dedi. O da: ‘Ya Rabbi! Ya zürriyetim?’ deyince Allahü teala: ‘Benim ahdim zalimlere erişmez’ buyurdu.” Devamla o kitapta diyor ki İbrahim aleyhisselâmın zürriyeti içinde mümin de vardı, kâfir de vardı. Yine onların içinde muhsin (salih) de vardı, musî (fasık) da vardı. Kezalik Muhammed aleyhisselamın soyu da böyledir ki onlar Hasen ve Hüseyin evladıdır. İçlerinde âlimler ve salihler olduğu gibi, bunun hilafına olan kimseler de vardı. Öyleyse onların hepsi [yukarıda geçen ve Onun mukaddes zürriyeti her türlü ricsten ve nifaktan beridir] sözü, Hasen ve Hüseyin zürriyetinden herkese şamil değildir.” Şah Veliyyullah Dehlevî, Kurretü’l-Ayneyn kitabının 20.cevabında, Hazret-i Ali’nin soyundan üç sapık fırkanın meydana geldiğini böylüyor. İnançları ve amelleri ilhada varan bu fırkaların faaliyetleri Cevdet Paşa’nın Kısas-ı Enbiya kitabında anlatılmaktadır.

Kur’an-ı kerîmde anlatıldığına göre, Hazret-i Nûh’a bir gemi yapması; içine her hayvandan bir çift alıp âilesi ve kendisine inananlarla beraber binmesi emredilmiş; geri kalan her şeyin şiddetli bir tûfâna mâruz kalacağı bildirilmişti. Hazret-i Nûh üç oğlu, geri kalan âile ferdleri ve kendisine inananlarla beraber gemiye binmiş; ancak oğullarından bir tanesi (rivâyete göre Ken’an) binmek istememişti. Dalgalar başladığında babası  “Yavrucuğum! Bizimle beraber gel, kâfirlerle birlik olma” dediyse de dinlemedi ve “Dağa sığınırım, beni sudan kurtarır” dedi. Ancak boğulmaktan kurtulamadı. Tûfân bitip sular çekildikten sonra Hazret-i Nûh’un gemisi Cûdî dağının üzerine yerleşti. Hazret-i Nûh Rabbine seslendi: “Ey Rabbim! Oğlum benim âilemdendi (ehlimdendi). Doğrusu Senin va’din haktır. Sen hükmedenlerin en iyisisin”, (yani hani ehlimden kimseye bir zarar gelmeyecekti?) dedi. Kendisine “Ey Nûh! O senin âilenden sayılmaz; çünkü kötü bir iş işlemiştir” diye ilahî cevap geldi. (Hûd: 42-47). Bu âyet-i kerime ameli sâlih olmayan evlâdın âileden sayılmadığını, dolayısıyla ailesinin mirasına hak kazanamayacağına delil alınmıştır. Resulullah aleyhisselâmın ehl-i beytini öven hadîs-i şerifler vardır. Hiç birinde ehl-i beytin cennetlik olduğu söylenmemiştir. Ancak Ehl-i beyt-i nebevînin kıymetini bilmek, onlara hürmette kusur etmemek, dünyalık hatalarına bakmamak her müslümanın vazifesi olarak bildirilmiştir. Bazı ehl-i tasavvuf, Evlâd-ı resulden olanların tevbe etmeden ölmeyeceklerinin umulduğunu söylemişlerdir. Bu ümid, İmam Gazâlî hazretlerinin de buyurduğu gibi her müminde vardır.




22 Temmuz 2010 Perşembe
Alakalı Başlıklar