Devlet adamları laik/seküler bir devlet düzeninde İslami hükümleri getirmek için  İslâmiyete aykırı bazı fiiller içine girebilir mi?  Takiyye yapabilir mi?
İslâmî hükümlerin hâkimiyeti, ancak Mehdi aleyhirrahme devrinde mümkün olabilir. Müslümanların iyiliği için ilm-i siyasete dikkat etmek, politikacılar ve herkes için lazımdır.  Cenab-ı Peygamberin Mekke devri, hatta Hudeybiye Musalahası numunedir.

Ehl-i sünnet kaynaklarında takiyye tabiri geçmez; yerine müdârâ mefhumu vardır. Müdârâ, dinini ve dünyasını kurtarmak için dünyalık vermek demektir. Müdahanenin zıddıdır. Bu, dünyalık için dinden taviz vermek demektir. Hadis-i şerifte, “Ben müdârâ için gönderildim” buyuruluyor (Künûkü’d-Dekâik).

Berika gibi fıkıh kitaplarında der ki: Dine hizmet etmek isteyenin, hem dinin hükümlerini, hem de zamanının şartlarını ve insanların hallerini iyi bilmesi lazımdır. Resulullah’a birisi geldi. Onu uzaktan görünce, “Kabilesinin en kötüsüdür” buyurdu. Odaya girince, gülerek karşılayıp, iltifat eyledi. Gidince, Hazret-i Âişe sebebini sordu. “İnsanların en kötüsü, zararından kurtulmak için yanına yaklaşılmayan kimsedir” buyurdu. O, Müslümanların başında bulunan bir münafık idi. Müslümanları onun şerrinden korumak için müdârâ buyurdu (Buhârî). “Bâ dôsitan mürevvet bâ düşmenan müdârâ”, yani dostlara mertçe davranmak, düşmanları idare etmek lazımdır, sözü meşhurdur. Sovyetler zamanında muallimlik yapan bir tanıdığımızdan, Bolşevik İhtilali yıldönümü merasiminde Lenin hakkında bir konuşma yapmasını istemişler. O da Lenin hakkında tarihi biyografik malumat verip, taraftarlarınca meziyet sayılan bazı muvaffakiyetlerini anlattıktan sonra “Onun gibi bir şahsiyet, tarihte ne gelmiştir, ne de gelir. Hakkıyla anlatılırsa, vicdanlarda layık olduğu yeri alacaktır” diyerek sözünü bitirmiş ve çok alkış almış.

Mektubat-ı Rabbâniyye’de diyor ki: Takiyye, kalbinde olanın aksini söylemektir. Buna müdârâ da denir. İtikadını, mezhebini saklamak demektir. Muhtelif şekilleri vardır: Birincisi, kâfirler arasında olup, malından, canından korkanın, kalbi razı olmadığı halde muhabbet izhar etmesidir. Bu, caizdir. İkincisi, kalbinde olanı açıkça söylemesidir. Bu, efdaldir. Müseyleme’nin şehit ettiği sahabi böyledir. Üçüncüsü, öldürmek, zina, malını gasp, yalancı şahitlik, namuslu kadını kazf etmek, Müslüman kadınları kâfirlere haber vermek gibi zararlı şeyleri yapmak caiz değildir. Dördüncüsü, takiyye, kâfirlerin galip olduğu yerde caizdir. Şâfiî mezhebinde, zâlim Müslümanlar arasında da caiz olur. Beşincisi, malını muhafaza için de, takiyye caiz olur. “Müminin malı, canı gibi kıymetlidir” hadis-i şerifi buna şahittir. “Malını muhafaza ederken öldürülen, şehit olur” hadis-i şerifi de böyledir. Çünki insanın mala ihtiyacı pek çoktur. Mesela, su gabeni fahiş ile pahalı satıldığı zaman, abdest almak, farz olmaz. Teyemmüm etmek caiz olur. İmam-ı Mücahid diyor ki, İslamiyet'in başlangıcında takıyye caiz idi. Çünki o zaman, Müslümanlar garib idi, zaif idi. İslam devleti teşekkül edince, bu hüküm değişti. Takıyye, kıyamete kadar caizdir diyenler de vardır. Bunların kavilleri, evladır. Çünki müminin kendinden zararı, mümkün olduğu kadar def etmesi lazımdır.” (III/55)

Müteaddit Kur’an ayetlerinde, zayıflara dinlerini, hâllerini saklamaları hususunda müsaade edildiği beyan olunmaktadır. Ölümden kurtulmak için putları ikrar eden Ammar’ın hâli mazur görülmüştür. Bir ayet-i kerimede mealen şöyle buyuruluyor: “Müminler, kâfirleri dost edinmesinler. Onlardan sakınmanız hali müstesnadır.” (Âli İmran: 28). Kendisine dini bayramlarına iştirak etmesini isteyen kavmine, İbrahim aleyhisselâmın, geride kalıp putları kırmak için, “Ben hastayım” diye cevap verdiği meşhurdur. (Saffât: 88-89)

Ehl-i sünnete göre göre takiyye, canını, malını, ırzını, dini korumak için şerrinden korkulan Müslüman veya gayrı müslim herkese karşı kendisini saklamak demektir. Caiz ve lazımdır. Bu, Şiî-Caferîlerin iman esaslarından olan takiyyeden farklıdır. Bunun sınırı, farzların terki ve haramların işlenmesidir. Yani dine hizmet için farzı terkedip günah işlemek caiz değildir. Hele herkese kafa tutup da, dine hizmet için takiyye gerekçesine sığınmak, kabul edilir şey değildir. İkrah (zorlanma) hâli müstesnadır. Bu sebeple dinini kayıranlar, laik memleketlerde siyasetten uzak durmayı tercih etmişlerdir. Mamafih dârülislam ile dârülharb arasında şer’î hükümler cihetiyle farklılıklar ve bazı ruhsatlar mevcuttur. Bilmeyenler, bu kişiyi günah işledi zanneder.




29 Eylül 2020 Salı