Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci
  • Biyografi
  • Kitaplar
  • Makaleler
    • Aktüel
    • Akademik
    • English
    • Arabic
    • Diğer Diller
  • Programlar
    • Televizyon
    • Radyo
    • Youtube
  • Yazışmalar
    • Tüm Sualler
    • Sual Başlıkları
    • Sual Gönder
  • Biyografi
  • Kitaplar
  • Makaleler
    • - Aktüel
    • - Akademik
    • - English
    • - Arabic
    • - Diğer Diller
  • Programlar
    • - Televizyon
    • - Radyo
    • - Youtube
  • Yazışmalar
    • - Tüm Sualler
    • - Sual Başlıkları
    • - Sual Gönder

Sual Başlıkları

“ Fıkıh”

için arama neticeleri gösteriliyor
  • Sual: Taşıyıcı annelik câiz midir? Çocuk kimin çocuğu sayılır?
    Cevab: Taşıyıcı anne, eğer sperm sahibi erkekle evli değilse, bu şekilde döllenme câiz değildir. Bununla beraber, çocuğun annesi onu doğuran kadındır; yumurta sahibi kadın değildir. Kur’an-ı kerîmde, “Anneleri, onları doğuran kadınlardır” buyuruluyor (Mücâdele: 2). Başka bir kadından yumurta alınması, organ nakli hükmündedir. Mamafih yumurta sahibi kadınla bu çocuk arasında mahremiyet doğar. Nitekim çocuğu emziren kadın, kemik ve hücre yapısının teşekkülünde rol oynadığı için sütannesi sayılmaktadır. Doğrusunu Allah bilir!
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: İnsan klonlamak câiz midir?
    Cevab: Çocuğun dünyaya nasıl geleceği şer’î kaynaklarda açıkça belirtildiği için, insan kopyalama da şer’î hukuka aykırıdır. Hilkati tağyir (yaradılışı değiştirmek) câiz değildir. Ancak bu durumda, doğan çocuk asıl hücre sahibi erkekse onun oğlu, kadınsa kardeşi sayılır. Annesi ise onu doğuran kadındır. Somatik hücrenin kadından alındığı insan kopyalamada çocuk ile hücresi alınan kadın arasında mahremiyet doğar. Nitekim çocuğu emziren kadın, kemik ve hücre yapısının teşekkülünde rol oynadığı için sütannesi sayılmaktadır. Doğrusunu Allah bilir!
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Tüp bebek câiz midir?
    Cevab: Tüp bebek ile nesebin sübutuna fetvâ verilmiştir. Nitekim Şâfiî ulemâsından Şirbînî, bu konuda şöyle der: “Bir kadın ihtilâm olmuş kocasının menisini cinsî uzvuna yerleştirmek suretiyle gebe kalsa, doğan çocuk meşrûdur ve kadın bundan dolayı günahkâr olmaz” (Muğnî'l-Muhtâc.) Hanefîlerden İbn Âbidîn’de de bu yolda izahat vardır: “Bir kadın kocasının veya bir câriye efendisinin menisini, cinsî temas hâricinde rahmine akıtır ve hâmile kalırsa, bu çocuğun nesebi sâbit ve gerekirse iddet icab eder”. Bu sun’î ilkahın (yapay döllenmenin) yabancı kimseler arasında cereyan etmemesi de şarttır.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Dârülharbde kaçak elektrik kullanmak câiz midir?
    Cevab: İbn Âbidin diyor ki: “Bir topluluktan, haksız yere bir vergi, haraç veya rüşvet istenirse; kendine düşeni vermek câizdir. Vermeyip, bunu kendisinden def etmek daha iyidir. Çünki zulmü hususunda zâlime yardım sayılır. Elverir ki bu durumda kendisine düşen hisse ötekilere yüklenmesin. Yani bir köye beşyüz altın haksız vergi konulsa, o köy halkından her biri bu vergiye iştirak etmek zorundadır. Çünki vergi maktudur ve vermeyenlerin hissesi diğerlerine yüklenecektir. Maktu değil de, şahıslar üzerine konulan haksız vergiyi, sahte para ile ödemek veya üzerinden herhangi bir şekilde atmak câizdir”. Elektrik şirketleri harcadıkları parayı abonelere yüklediği için, kaçak elektrik kullanmayıp abone olanlar, hem kendi sarfiyatların, hem de kaçak kullananlarınkini ödemek mecburiyetinde kalıyor. Bu sebeple kaçak elektrik kullanmak câiz değildir. Muayyen sayıda kişinin kazanacağı imtihanlarda kopya çekmek de buna benzer.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Alış-veriş yaptığımızda, akdin zamanında ifa edilmemesi sebebiyle zarara uğruyoruz. Bunun için karşı taraftan cezaî şart veya gecikme fâizi isteyebilir miyiz?
    Cevab:

    Semene mahsub edilmek, akid bozulursa karşı tarafta kalmak şartıyla pey ve pişmanlık akçesi (kaparo) verilmesi veya akdin zamanında ifa edilmemesi hâlinde ceza ödemeyi baştan şart ve taahhüt etmek câiz değildir. Akid bozulursa veya ifa edilmezse, alacaklı bunu talep edemez, aldıysa iade eder. Çünki borç zamanında ödenmezse alacaklı hemen icrâya başvurabilir. Gerekirse borçlunun bu kıymette bir malına el koyabilir. “Sattığın koltuk takımını şu tarihe kadar teslim etmezsen, şu kadar ceza ödeyeceksin” gibi bir şart böyledir. Su, elektrik, havagazı, telefon faturalarını zamanında ödemeyip gecikme fâizi vermek zorunda kalmak da böyledir. Ancak satım akdi yapılıp, kaparo birinci taksit olarak verilmiş ise, alıcı da satıcı da geri dönemez; kaparoyu isteyemez. Geri kalan alacağı için icrâya başvurur. Malı da o zamana kadar elinde tutabilir.
    Hanbelî mezhebinde akid sahih olursa semene mahsub edilmek, sahih olmazsa satıcıda kalmak üzere verilen paraya urbûn denir. Bu bakımdan akid zamanında îfâ edilmezse veya bozulursa karşı tarafa bir meblâğın cezâî şart (gecikme fâizi) olarak ödenmesinin önceden şart koşulması veya alıcı vazgeçerse kaparonun satıcıda kalması şartı, Hanbelî mezhebine göre câizdir. Bin lira peşinat verip mal alsa, zamanında geri kalanı ödemese ve malı almaktan da kaçınsa, üç mezhebde satıcı geri kalan alacağı için icrâya müracaat eder. Parayı alana kadar da malı elinde tutabilir. Hanbelî’de satıcı akdi feshedip bu parayı alabilir.
    İcrâ dairesindeki işlerin uzun sürmesi ve yüksek enflasyon gibi haller sebebiyle zarara uğrama mevzubahis ise Hanbelî mezhebi taklid edilebilir. Dört mezhebde de alacağın her zaman altın üzerinden kıymeti istenebilir.

    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Namazdan sonra imamın yüksek sesle aşir okuması meşru mudur?
    Cevab: Bir imam her sabah cemaatiyle beraber Ayete'l-Kürsiyi, el-Bakara Sûresi'nin sonunu, Şehidallahu ve benzerini açıkça okumayı adet edinmişse; okuyuşunda herhangi bir beis yoktur. Fakat gizlice okuması daha üstündür. (İbn Âbidîn, Alış-veriş faslı.)
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Fıkıh kitaplarında 4. asırdan sonra müctehid kalmadığı ve ictihadın kesildiği yazmaktadır. İnsanların ihtiyaçları arttıkça yeni meseleler ortaya çıktığına göre, bunlar nasıl halledilebilir?
    Cevab: Dördüncü asırdan sonra, mutlak müctehid kalmamış ise de, mezhebde müctehid kalmadığı söylenemez. Böyle olmayan İslâm hukukçuları bile, tarih boyunca kendilerinden çözümü istenilen meselelerde, kendilerinden önceki ulemânın kitaplarındaki benzer meselelere kıyas yaparak fetvâ verebilmişlerdir. Gerek nasslarda, gerekse eski fıkıh metinlerindeki ibâreler, yeni buluşlar ışığında yeniden tefsire tabi tutularak, ortaya çıkan meselelerin İslâm hukukuna uygun bir şekilde halledilmesi mümkündür. Nitekim büyük Hanefî hukukçusu Kemal İbnü’l-Hümâm (861/1456), imamın namazda gereğinden fazla bağırarak okumasının namazı bozacağını söylemiş; bunu da namazda ağlamaya kıyas etmiştir. İbn Nüceym ise, dörtyüz yılından sonra kıyas kesildiği için kimsenin bir meseleyi diğer bir meseleye kıyas etmeye hakkı olmadığını söyleyerek İbnü’l-Hümâm’a itiraz etmiştir. İbn Âbidîn, bunun kıyas değil, müctehidin sözünün tazammun yoluyla delâlet ettiği mânâyı açıklamaktan ibaret olduğunu söyleyerek İbnü’l-Hümâm’ı desteklemiştir. Selef-i sâlihîn denilen ilk devrin müctehid âlimleri, kıyâmete kadar meydana çıkacak her meselenin hükmünü verebilmek için, umumî usuller, metodlar, prensipler kurmuştur. Kur’an-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde adı bildirilen şeyler, bu usulleri kurmaya yarayan temel ölçülerdir.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Organ nakli câiz midir? Kıyamet günü bedenler tekrar yaratıldığında insanın o organı eksik kalmayacak mıdır? İnsanın başkasına verdiği organı ile günah işlenirse, organı veren mesul olur mu?
    Cevab:

    Hazret-i Peygamber, “Ey Allahın kulları! Hasta olunca, tedâvî ettiriniz! Çünki Allahü teâlâ, hastalık gönderince, ilâcını da gönderir” buyuruyor. Müslüman, mütehassıs tabip, şifa vereceğini ve başka ilacı olmadığını söyleyince, hastanın idrar, kan, şarap içmesi, leş yemesi câiz olur. Ulemâ, Hazret-i Peygamber’in, “Allah, haram kıldığı şeyde, şifâ yaratmamıştır” hadîsini, şifâlı olduğu kesin bilinmeyen haramlara hamletmişlerdir. Kadının sütünü satmak bâtıldır. Müslüman ve mütehassıs tabib (tabib-i müslim-i hâzık), kadın sütünün muhakkak iyi edeceğini ve başka ilacı olmadığını söylerse; hastanın, kadın sütü içmesi ve satın alması câiz olur. Kan vermek de böyledir.  Bir organı kurtarmak, hayatı kurtarmak gibi zarurîdir. Çocuğun yaşayacağı ümid edildiği zaman, çocuğu annesinin karnından çıkarmak için, ölmüş olan annesinin karnını yarmak câiz olur. İmam-ı A’zam Ebû Hanîfe, bu sebeple, bir kadının karnının yarılmasını emretmiş, kurtarılan çocuk çok zaman yaşamıştır. (İbn Âbidin; İbn Nüceym, Eşbah).
    “Ben öldükten sonra, kanımın ve organlarımın, hastalara, yaralılara verilmesini istiyorum” demek câiz değildir. Çünki organlarını vakfetmek, hibe etmek, âriyet vermek yahud vasıyyet etmek câiz değildir. Bunların üçünün de sahîh olabilmeleri için, mütekavvim mal ile yapılmaları lâzımdır. Hür insan ve hiçbir parçası mal değildir. Harbde esîr alınan kölenin ve câriyenin, yalnız canlı olan bütün bedenine mal denilmiş ise de, organları ve ölüleri mal sayılmamıştır. “Ben öldükten sonra, kanımın, uzuvlarımın bir müslümana verilmesinde zaruret olursa, verilmesi için, izin veriyorum” demek câiz olur.
    Organını vermiş olan kimse, ölümden sonraki dirilişte bu organdan mahrum kalmaz. İmam Gazâlî hazretleri, “Bir insanın çeşitli yaşlarındaki bedenleri başka başka oldukları gibi, aynı boy ve şekilde, fakat başka zerrelerden yapılmış bir bedenle kabirden kalkacaktır. Bu yazımız anlaşılınca, insan insanı yerse, yenilen organın, hangi insan ile yaratılacağı, yiyen ile mi, yoksa yenilen ile mi birlikte yaratılacağı gibi sorulara lüzum kalmaz. Çünki, o uzuvların kendi değil, benzerleri yaratılacaktır” buyurmaktadır (Kimya-yı Seadet).
    Günahı işleyen organ değil, beyin ve kalbdir. Bu sebeple organı veren mesul olmaz. Kan ve organın verildiği kimsenin Müslüman olup olmaması da bir ehemmiyet taşımamaktadır. İnsanlar Allah’ın ev halkıdır. “Allah’ın mahlûklarına acıyana, Allah da acır” hadîs-i şerifi meşhurdur. Kaldı ki gayrımüslimin sonradan Müslüman olup olmayacağı bilinmez.

    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Fıkıh kitaplarında bir mescidin altı ve üstü de mesciddir, yazıyor. Bugün bazı apartman katlarında mescidler vardır. Bunlar şer’î mescid sayılır mı? Bunlarda cemaat olmak, Cuma kılmak, i’tikâf etmek sahih midir?
    Cevab: Evlerin alt veya üst katlarının mescid olarak vakfı İmamı A’zam'a göre câiz değildir. Çünki vakıf eserin arza kadar altı ve göğe kadar üstü de o gayrımenkule tâbi’dir. Ancak Bağdad ve Rey şehirlerindeki mesken sıkıntısını gören İmameyn ve diğer üç mezheb imamı, evin bir katının mescid yapılmasına cevâz vermiştir. (İbn Âbidîn.) Ancak bu mescidin, bugünki apartman daireleri gibi ayrı bir kapısı olmalı; mescide gelenler, başka bir evin içinden geçmek zorunda kalmamalıdır. Bunlarda cemaat olunabilir ve Cuma kılınabilir. Beş vakit cemaatle namaz ve Cuma namazı kılınan mescidlerde her çeşit i’tikâf edilebilir. Vakıf mescid inşa edilirken altına veya üstüne, vakfa faydalı depo, dükkân, ev yaptırılabilir. Kirâlanan bir arâzi üzerine yapılan mescid vakıf olabilir.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Bir Müslüman, Müslümanların hâkimiyetinde olmayan bir ülkede yaşayabilir mi? İslâm ülkesine göçmek zorunda mıdır?
    Cevab: İbn Âbidîn hazretleri diyor ki: Bir İslâm ülkesi, gayrımüslimler tarafından işgal edilse ve işgalcilerin tayin ettiği hâkimler, burada İslâm ahkâmını tatbik ediyorsa, orası İslâm ülkesi olarak kalmaya devam eder. Burada yaşayan müslümanlar kendi aralarından birini müftü, emîr, hâkim tayin ederler ve bu kimse ahkâm-ı islâmiyeyi icrâ eder. Buna da imkân olmazsa, orası İslâm ülkesi olmaktan çıkar ve müslümanlar için esâret statüsü söz konusu olur. Esâret hayatında, esîrler, her istediği zaman oradan çıkmaları mümkün olan müslüman müste’menler gibi değildir. Orada müslüman olan kimselere benzerler. Bunların tâbi olduğu hükümler, İslâm ülkesinde yaşayan müslümanlardan biraz farklıdır. Meselâ bunlar hakkında had ve kısas cezaları tatbik olunmaz. Abdülganî Nablusî de, “Bu durumda, yani başta müslüman idarecilerin bulunmadığı esâret durumunda, hâkimin hükmüne gerek olan yerlerde, meselâ yetimlerin evlendirilmesi, mallarının idaresi, nikâhda tefrike karar verilmesi, müşterek mülkde tamire karar verilmesi gibi hallerde, halkın ulemâya tâbi olması gerekir. Nitekim o beldede bulunan sâlih bir din adamı, müslümanları idare eder, bu gibi hukukî meseleleri çözer, böylece hâkim (kâdı) vazifesi görmüş olur” diyor (el-Hadîkatü’n-Nediyye). İsmail Hakkı Bursevî der ki: Bir şehirde şer’ ile ikâmet mümkin olmıycak, oradan şehr-i âhere hicret gerekdir. Yani bir beldede ahkâm-ı islâmiyeye uyarak oturmak mümkün olmazsa, başka beldeye hicret edilir. (Kenz-i Mahfî, Mebhas-i sâmin sonu.) Nitekim Hazret-i Peygamber, Mekke’de müşriklerin baskıları dayanılmaz hale geldiği bi’setin beşinci yılında, ilk Müslümanlara, Hıristiyan bir hükümdarın hâkim bulunduğu Habeşistan’a hicret etmelerini söylemiş; bunlar Habeşistan’da birkaç sene rahat yaşamışlardı. Yine Hazret-i Peygamber, Sahâbe’den Huzeyfe’ye, fitne zuhurunda, müslümanların cemaati ve hükümeti bulunmadığı zaman, gerekirse dağda yaşayıp insanların arasına karışmamasını emr buyurmuştur. Bütün bunları nazar-ı itibare alan İslâm uleması, “Bid’at ve fıskın çoğaldığı yerlerde oturmak nehyolundu. Dinini muhafaza için hicret eden Cennet ile müjdelendi. Bir mahallede sâlih kimse kalmayıp, fesad ve bid’at artınca, tatlı dille de olsa kendisini koruyamıyorsa, dinini izhar edemiyorsa, mahkeme vâsıtasıyla da kendisini koruyamıyorsa, evine çekilir, insanların arasına karışmaz. Evine de saldırılırsa, başka mahalleye hicret etmek veya böyle bir şehirden başka şehre hicret etmek gerekir. Bütün şehirlerde, müslümanlara saldırılıyorsa, başka İslâm ülkesine hicret edilir. İslâm devleti yoksa, insan haklarına riayet edilen, ibâdet etmek serbest olan bir kâfir memleketine yerleşmek lâzım olur” demişlerdir. İngiltere, Kanada ve Birleşik Amerika gibi insan haklarına saygı gösteren ülkelerde, hatta Yahudîlerin hâkim olduğu İsrâil’de yaşayan müslümanların, adına İslâm ülkesi denilen bazı Arap ve Afrika devletlerindeki dindaşlarından çok daha rahat yaşadıkları ve dinlerini izhâra kâdir oldukları malumdur.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Cuma namazından sonra zuhr-ı âhir denilen namaz bid’at mıdır? Kılınmasa olmaz mı?
    Cevab: Cuma günleri zuhr-ı âhir (âhir zuhr, son öğle) denilen namazın kılınması zaruret sebebiyle kabul edilmiştir. Çünki Cuma namazının sahih olabilmesi için, namazın kılındığı yerin şehir olması, namazı sultanın veya nâibinin kıldırması gibi şartların yanında, bu namazın bir beldede tek bir câmide kılınması gerekir. Bunun için Anadolu’da Cuma namazları şehir ve kasabaların Câmi-i Kebîr (Ulu Câmi) adı verilen en merkezî büyük câmiinde kılınırdı. Rivâyete göre, İmam-ı A’zam Ebû Hanîfe, Cuma günleri Dicle üzerindeki köprüyü kaldırtır, böylece Bağdad iki şehir hâlini alarak her birinde Cuma namazı kılınırdı. Sonraları şehirlerin büyümesi ve müteaddid câmilerde Cuma namazı kılınmaya başlanması üzerine ulemâ Cuma namazının sahih olmaması tehlikesine binâen o günki öğlenin farzı yerine geçecek “zuhr-ı âhir” adıyla dört rek’atlık namaz kılınmasını ictihad etmiştir. Dârülharbde Cuma namazı farz olmamakla beraber Müslümanlar toplanıp kılarsa, sahih olur. Bunu da özürsüz terk etmek câiz olmaz. (İbn Âbidîn).
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: İslâm ülkesinde tek bir halife olması lâzım gelirken tarihte çeşitli İslâm devletleri var olmuş ve bunlar halifeyi hükümdar olarak tanımamıştır. Bu meşru mudur?
    Cevab: Aynı zaman içinde tek bir halîfenin halîfeliği meşru iken, zamanla sınırların genişlemesi ile çeşitli beldelerde emîrü’l-mü’minîn veya halîfe adıyla müteaddit hükümdarlar ortaya çıkmıştır. Bu hâdise ilk defa Abbasî halîfesi Râdî zamanında (325/937) vuku’a gelmiştir: Bağdad’da Râdî, Endülüs’de Abdurrahman ve Kayruvan’da Mehdî emîrü’l-mü’minîn olarak tanınmışlardır. Bunun üzerine ulemâ, hilâfetin tek bir şahsa münhasır olmadığını söylemiş; her beldenin hükümdarının meşru olarak başa gelmesi ve hilâfet için aranan şartları hâiz olması durumunda, meşru halîfe sayılacağına fetvâ vermiştir. İki halîfenin bir arada bulunmasının memnuiyyetinin, aynı zamandaki bir hükümete, bir beldeye mahsus olduğunu beyan etmişlerdir. İslâmiyette halîfelik, papalık gibi ruhânî bir makam değildir; yalnızca devlet başkanlığıdır. Ancak müslümanlar İslâm tarihindeki geleneğe uyarak Bağdad’daki (Moğol istilâsından sonra da Mısır’daki) halîfenin manevî otoritesini tanımışlar, hakikatte devlet idaresi görünüşte halîfeye bağlı hükümdarlar tarafından icra edilmiştir. Zamanla (XVIII. asırdan itibaren) Müslümanların yaşadığı bazı toprakların gayrımüslimlerin eline geçmesiyle, Osmanlı padişahı bu topraklarda yaşayan Müslümanların dinî ve dünyevî menfaatlerini koruma fırsatı hâsıl etmek için, tamamen pratik mülahazalarla, onlar üzerinde halîfelikten gelen bir manevî/ruhânî otorite iddiasında bulundu ve bunu dünya devletlerine de kabul ettirdi. Böylece o zamana kadar ancak kendi toprakları üzerinde yaşayan halkın dünyevî otoritesi bulunan halîfe, bu topraklar dışındaki Müslümanlar üzerinde, Papa’nın kendi devleti dışındaki Katolikler üzerindeki otoritesine benzer bir şekilde ruhânî bir mevki iktisap etmiş oldu.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Halifenin seçimle gelmesi gerekirken, Emevîlerden itibaren bu usul terk edilmiştir. Bunun meşru bir mesnedi var mıdır?
    Cevab:

    İslâm hukukunda devlet başkanı (halîfe) “ehlü’l hall ve’l akd” denilen yüksek seçmenler heyetinin seçimi (bi’ati) ile veya halîfenin istihlâfı, yani yerine veliahd göstermesi yoluyla başa gelir. Hukukçular, cebren, zor kullanarak başa geçen bir kimsenin halîfeliğini, eğer halîfelik şartlarını taşıyorsa, zaruret ve maslahat sebebiyle meşru görmüşlerdir. Aksi takdirde devletin dirliği ve milletin birliği bozulacaktır. Hulefâ-yı râşidîn devrinde, Asr-ı saadete yakınlığı itibariyle, insanlar din ve ahlâk prensiplerine hürmetkâr idiler. Adaletten ayrılmaz, hukuka kendiliklerinden itaat ederlerdi. Ancak bu devrin sonunda vuku bulan feci hâdiseler, bilhassa üç râşid halîfenin katledilmesi, artık insanların ancak zor kullanarak yola getirilebileceğini göstermiştir.
    Şah Veliyyullah Dehlevî diyor ki: Nitekim Hazret-i Peygamber’in üç türlü vazifesi vardı: Birincisi, Kur’an-ı kerîm ahkâmını bütün insanlara tebliğ etmek, bildirmek idi. İkincisi, Kur’an-ı kerîmin manevî ahkâmını, yani Allah’ın zâtına ve sıfatlarına ait marifetleri, yalnız ümmetinin yüksek olanlarının kalblerine yerleştirmektir. Buna ihsan (irşad, tasavvuf) denir. Üçüncüsü, Kur’an-ı kerîmin  ahkâmını, vaaz ve nasihat ile yapmayan müslümanlara, kuvvet kullanarak, zor ile yaptırmaktır. Buna saltanat denir. Hazret-i Peygamber’den sonra gelen dört halîfeden her biri, bu üç vazifeyi tam olarak başardı. Hazret-i Hasan’ın halifeliği zamanında, fitneler çoğaldı. İslâmiyyet üç kıt’aya yayıldı. Resûlullah’ın nuru, yeryüzünden uzaklaştı. Sahâbe-i kirâmın sayısı azaldı. İnsanlar artık baştakilere gönülden itaat etmemeye başladı. Böylece bu üç vazifeyi, bir kişi yapamaz oldu. Bu üç vazîfe, başka başka üç sınıfa ayrıldı. Usul ve fürû’ ahkâmını tebliğ vazifesi, din imamlarına, yani müctehidlere verildi. Bu müctehidlerden iman bilgilerini bildirenlere mütekellimîn; fıkıh bilgilerini bildirenlere fukahâ denildi. İkinci vazife, Ehl-i beytin oniki imamına ve tasavvuf büyüklerine verildi. Üçüncü vazife, yani dinin ahkâmını kuvvet, satvet ve saltanat ile yaptırmak işi, meliklere ve sultanlara, yani hükûmetlere verildi. Böylelikle hilâfet saltanata dönüşmüş oldu. Bu halifelere melik-i adûd denildi. Bunlara mecâzen halîfe denilmiştir (İzâlet’ül-hafâ). Melik-i adûdun ne demek olduğu Ömer Nasuhi Bilmen’in Ashab-ı Kiram Hakkında Müslümanların Nezih İtikadları adlı kitabında güzel izah edilmiştir.
    Hilâfetin saltanata dönüşeceğine, çeşitli hadîslerde de işaret vardır. Nitekim bunlardan “Benden sonra hilâfet otuz senedir, sonra melikler gelir” hadîsi meşhurdur. Bu söz, Hicret’in otuzuncu senesinden sonra fitnenin zuhur edeceğine, insanların adaletten ayrılacağına, onların zorla yola getirilebileceğine delâlet eder. Halîfeliğin saltanata dönüşmesi, sulh ve sükûnun sağlanmasından sonra yeni fetihler ve medeniyetin inkişafını temin ettiği için İslâm tarihinde çok müspet bir rol oynamıştır. Öyle ki, İslâm devleti, maddî bakımdan, Dört Halîfeler devrinden bile çok daha yüksek bir seviyeye gelmiştir. Bunun için hukukçular, zorla başa geçen kimse, halîfelik sıfatlarını taşıyorsa meşru halîfedir; taşımıyorsa da cemiyetin büyük zarara uğramaması için kendisine ısyan  edilmez, hükmünü vermişlerdir. Çünki zulmünden dolayı sultana isyan, her iki taraftan da çok kan dökülmesine ve sultanın zulmünden daha çok zarara sebep olur (Berika). Kaldı ki zorla başa geçen kimse, halîfelik için lüzumlu olan ilk ve en önemli şart olan kudreti hâiz olduğundan, eğer halîfelik için gereken, müslüman, erkek ve vücud tamamiyetini hâiz olmak gibi asgarî şartları da taşıyorsa ve bilahare ehl-i hal ve akd tarafından kendisine bi’at da edilmişse, artık ittifakla meşru halîfe hâline gelir. Kur’an-ı kerîmde Tâlût kıssası anlatılırken, hükümdar olmak için asgarî şartlar, “kudret ve siyaset ilmi” olarak tayin edilmiştir (Bakara 247). Müfessirler: “Hükümdarlık, kumandanlık için esas olan şartlar bu ikisidir, yani bilgi ve güçtür; peygamberlik veya irsen intikal şart değildir” diyor (Cessâs). Mecelle’deki şu maddeler bu prensibe delâlet eder: “Ehven-i şerreyn ihtiyar olunur” (m. 29) [İki kötülükle karşı karşıya kalındığında ehven olanı tercih olunur]; “Def’-i mefâsid, celb-i menâfiden evlâdır” (m. 30) [Kötülüklerin giderilmesi, menfaatlerin celbedilmesinden önce gelir]; “Zarar-ı âmmı def için, zarar-ı has ihtiyar olunur” (m. 26) [Umumî zararı gidermek için, hususî zarar tercih edilir]; “Zarar-ı eşed zarar-ı ehaf ile izâle olunur” (m. 27) [Şiddetli bir zarar, daha hafif bir zararla giderilir]; “İki fesad teâruz ettikde ehaffi irtikâb ile a'zamının çaresine bakılır” (m. 28) [İki kötülük karşı karşıya geldiğinde, hafif olanı işlenerek büyük olanının giderilmesine çalışılır].
    İbn Haldun, Mukaddime adlı eserinde, halîfeliğin saltanata dönüşmesinin hangi zaruret ve ihtiyaçlar altında gerçekleştiğini güzel anlatmaktadır. Bununla beraber, modernistlerden ılımlı gibi görünenlerin bile alâmeti neredeyse İslâm dünyasındaki inhitatı, başlıca hilâfetin saltanata dönüşmesi ve mezhebler hukukunun hâkimiyeti ile izah etmek olmuştur. Halbuki İranlı Şiî bir yazar Seyyid Hüseyn Nasr bile, dört halîfeden sonra Emevîlerin umumiyetle dünyevî yöneticilere benzediğini söyledikten sonra, “Bunlarla modern bir tiran arasındaki fark, günümüzde pekçok ülkede bizzat İslâm ahkâmını yıkma girişiminde bulunulurken, Emevîler devrinde yine de İslâm hukukunun tatbik edilmiş olmasıdır” diyor.
    Emevî halîfeleri, yaygın propagandanın hilâfına, bir-ikisi hâriç, kötü kimseler değillerdi. İçlerinde II. Muaviye, Abdülmelik, Ömer bin Abdülaziz gibi âlim ve müttekileri ekseriyetteydi. Hânedânın kurucusu ise, Hazret-i Peygamber’in kayınbiraderi ve vahy kâtipliği yapmış olan bir sahâbîdir. Bunların idaresiyle İslâm ülkeleri her cihetten maddî ve manevî terakkîler göstermişti. Vatandaşlar sulh ve refah içerisinde idiler. İstanbul ilk defa bunların zamanında kuşatılmış ve Hazret-i Peygamber’in “Kayser’in şehrine ilk sefer eden ordu mağfiret olunmuştur” hadîsinin müjdesine kavuşulmuştur (Buhârî). Bilhassa İspanya, daha önceleri Gotlar elinde vahşi bir belde iken, Endülüs Emevî sultanlarının emri altında, en güzel şekilde imar edilmiş, medeniyetin en yüksek zirvesine ulaşmıştı. İlim, sanat, ticaret, ziraat ve güzel ahlâka çok ehemmiyyet verilmişti.  Avrupa’ya ilim ve estetik kıvılcımı, ilk defa buradan sıçramıştır. Evet, Emevîler arasında sefih bir hayat sürenler vardı. Ama bunların da millete bir zararları olmamış; ancak kendi nefislerine zulmetmişlerdir. İslâm hukukçuları bunların zamanında serbestçe ilmî faaliyette bulunarak fıkhı meydana getirdiler. Abbasî tarihçileri, zamanlarının hükümetine yaranmak için, Emevîlerin hatalarını şişirmiş, hatta bunları kötülemek için hadîs bile uydurmuşlardır. Bazı Osmanlı tarihleri de, zaman yakınlığı ve sınır komşuluğu bakımından Abbasî tarihlerinden tercüme edilmiş ve onların tesiri altında kalmış olduğundan, aynı yanlışlıkları tekrarlamıştır. Şurası muhakkaktır ki, Abbasîler, Ehl-i beyte karşı düşmanlıkta, Emevîleri kat kat geçmiştir.

    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Osmanlıların İslâmiyetteki fâiz yasağını bertaraf ettikleri söyleniyor, hatta bu hususta vesikalar gösteriliyor. Osmanlılar gerçekten fâiz yasağını kaldırmış mıdır?
    Cevab: Para darlığının bulunduğu, karz yoluyla kredi temin edilemediği zamanlarda ulemâ muamele satışını tavsiye etmektedir. Muamele satışında, meselâ, on altın alıp, on bir altın ödemek hususunda uyuşulunca, on altını borç olarak verip, bir altına da kalem, defter gibi bir şeyi borç alana satmak câizdir. Böylece on bir altın borçlanılmış olur. Satış önce, borçlanma sonra da olabilir. Hatta meselâ, borç isteyen kimse bir malı on liraya peşin satıp teslim ettikten sonra, bunu o kimseden on bir liraya veresiye geri satın alsa bu da muteberdir. Ancak bu çeşit satışlarda muamele ile satılacak malın fiatı, borç mikdarının devlet tarafından tesbit edilen¬ yüzdesinden fazla olamaz. (İbn Âbidîn). Osmanlı Devleti'nin son zamanlarında yüzde on beşe kadar muameleye izin verilmekteydi. Murâbaha Nizamnâmesi bu nisbeti tayin etmektedir. Osmanlıların son zamanlarındaki bankalar bu usule göre çalışırlardı. Meselâ, banka veznesindeki memur elindeki bir kalemi veya saati ya da (ekseriya) bir kitabı yüz altın kredi isteyen kimseye on altına veresiye satar, sonra istenilen mikdarı borç olarak verir, böylece müşteri bankaya yüz on altın borçlanmış olurdu. Fâiz, işte bu satışlardaki fazlalığa denir. Fâiz, fazlalık demektir. Günümüzde fâiz kelimesinin yanlış olarak ribâ karşılığı olarak kullanılması, bu zamanlardan kalma bir gelenek olsa gerektir. Bu farkı bilmeyenler, Osmanlılar devrinde ribânın meşru kabul olduğu zannına kapılmışlardır.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Satılan vakıf eserlerini satın almak câiz midir?
    Cevab: Bir belde işgal edilip, vakıflara dokunulmasa, bunlar vakıf hüviyetini devam ettirir. Ancak vakıflara el konulup satışa çıkarılsa, düşmanın elinden kurtarmak maksadıyla müslümanın bunu satın alması ve herhangi bir işte kullanması (oturması, ticaret yapması, kirâya vermesi, satması) câizdir.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Cemaatle namaz kılındıktan sonra müezzin tesbihat yaptırıyor. Duadan hemen evvel (ve ma erselnâke..) derken euzü çekmesi lazım mı?
    Cevab: Kur’an-ı kerim okumaya başlarken euzü okunur. Âyet-i kerime, kıraat için okunmuyorsa, meselâ ders okumak, fetvâ ve vaaz vermekte okunuyorsa euzü çekmek gerekmez. (Şir’atü’l-İslâm).
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: İstinşakta burna üç kere su veriliyor. Üç kere de sümkürmek mi lazım?
    Cevab: Evet. (Halebî-i Sagîr)
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Bir kimse karısına seni boşadım dese ve boşanmayı kasdetmese, talâk vaki olur mu?
    Cevab: İbni Âbidîn hazretleri diyor ki: Sarih (açık) söz kazâen niyete muhtaç değildir, fakat diyâneten niyete muhtaçtır. Yani adam zevcesine “Boşsun” gibi boşanma için kullanılan açık bir sözü söylese, ama “Meşguliyetin yok” mânâsını kasdetse, kadın da bunu mahkemeye intikal ettirse, kâdı boşanmaya hükmeder. Erkeğin niyetini bilemez. Ancak Allah katında boşanma olmaz. Evlilik devam eder. Sarih talâkın (açık sözle boşamanın) hem kazâen hem diyâneten vâki olması için talâk sözünü mânâsını bilerek kadına izafeyi kasdetmesi mutlaka lâzımdır ve onu ihtimalli bulunduğu mânâya sarfetmemesi gerekir. Yani erkek “Boşsun, Seni boşadım, Sana talâk verdim, Sen mutallakasın” gibi açıkça boşanam için kullanılan sözleri, kendi zevcesini kasdederek ve boşanmak niyetiyle söylemiş olamlıdır. Kadının yanında fıkıh kitaplarında yazan talâk meselelerini tekrar eder yahut bir kitaptan naklederek “Karım boştur” sözünü söyler veya yazarsa veya başkasının yeminini hikâye ederse (meselâ “Felanca karım boştur dedi” dese) kendi karısını kasdetmedikçe asla talâk vâki olmaz (gerçeklemez). Kadın kocasına talâk sözünü söylemeyi öğretir de mânâsını bilmeden söylerse, talâk vâki olmaz. Meselâ Farsça “talâk başed” (Boşsun) kelimesini kadın kocasına öğretip söyletirse, koca bunun seni boşadım mânâsına geldiğini bilmedikçe boşanma olmaz. “Sen hayızlısın” diyecekken, dili sürçüp “Sen boşsun” sözüyle yalnız kazâen talâk vâki olur. Şaka ile boşayanın talâkı hem kazâen hem diyâneten vâkidir. Çünkü o, sebebi bile bile kasdetmiştir. Dolayısıyla erkeğin talâkı kasdetmeksizin açık bir sözle karısını boşadığı hallerde kâdıya gidilse, kâdı insanın kalbinden geçeni bilemeyeceği için boşanmaya hükmeder. Ama Allah ile kul arasında nikâh devam etmektedir. Bugün kâdı olmayan yerlerde böyle bir vaziyette erkeğin beyanı ve yemini ile evliliğe devam edilebilir.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Bayram namazında mesbuk olan nasıl kılar?
    Cevab: İmama birinci rekatte uyan kimse imam tekbir aldıktan sonra ayakta iken yetişirse kendi reyi ile o anda tekbir alır. Tekbir almaz da imam onun tekbirinden evvel rükü’a giderse ayakta tekbir almaz. Lâkin rükü’ eder. Rükü hâlinde tekbir alır. Sahih kavil budur. Zira rükü için kıyam hükmü vardır, Vacibi ifa, sünneti ifadan daha evladır. Şayet bir rek’ate yetişememişse evvela kıraatı okur; tekbirler birbiri ardına gelmesin diye sonra tekbir alır. (İbn Âbidîn.)
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Evli kadın kaçırılmış, ırzına geçilmiş; tekrar kocasının eline geçmiş. Kocasının buna yaklaşması câiz midir?
    Cevab: Kendisiyle zinâ edilen kadın kocasına haram değildir. Kadın zinâ ederse hayız görmedikçe kocası ona yakınlık edemez. Çünkü zinâdan gebe kalmak ihtimali vardır. Kocasının suyu başkasının ekinini sulamamalıdır. Hamile ise yaklaşamaz. (İbn Âbidîn, Iddet bahsi.)
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Bazı kaynaklarda "Müctehid olanın ictihad etmesi gerekir" diyor. Bildiğimiz kadarıyla İmam-ı Rabbanî, İmam-ı Gazâlî hep müctehid idiler. Peki bu âlimler ictihad ettiler mi?
    Cevab: Müctehid olanın ictihad etmesi gerekir diye bir şey işitmedim. Müctehid, eğer ictihad etmişse, başkasının ictihadına uyamaz, kendi içtihadına uyması gerekir. İçtihad etmemişse, başkasının ictihadına da uyabilir. İmam Gazâlî’nin ictihadı, Şâfiî mezhebine uygun düşmüştür deniyor. Bunun mânâsı Şâfiî mezhebinde müctehid olmasıdır. İmam Rabbânî ise Hanefî mezhebine göre amel etmiştir. Ancak kelâmda kendi ictihadları vardır.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Birisinden alınan çek ile başkasından mal almak câiz mi?
    Cevab: Câizdir. Ancak bu çekin ilk ciro edildiği kimse olmak gerekir. Eğer ikinci ve sonraki ciro edilenler ise, böyle bir ciro Hanefî mezhebinde câiz olmadığı için, böyle bir çek başkasına da verilemez. Ancak Mâlikî ve Şâfiî mezhebinde çekin müteaddit ciro edilmesi câizdir. İhtiyaç varsa, bu mezhebler taklid edilir.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Bugünki müslümanların İslâmiyyetin muamelattaki hükümlerine (bey, şirâ, vekâlet, havâle, fâiz) uymamaları câiz midir?
    Cevab: İmam Ebu Hanife ve İmam Muhammed, Ahkâm-ı İslâmiye’nin tatbik edilmediği yerlerdeki müslümanların, kendi rızaları ile ve menfaatlerine olmak şartıyla, bey ve şirâ ahkâmına uymamalarını câiz görmektedir. Dolayısıyla bugün müslümanların, Ahkâm-ı İslâmiye’nin tatbik olunmadığı Almanya, Fransa gibi memleketlerde, gerek oradaki gayrımüslimlerle, gerekse birbirleriyle olan muamelattaki münasebetlerinde Ahkâm-ı İslâmiye’ye uymamaları, fâsid akid yapmaları, karşı tarafdan fâiz almaları câiz; ancak fâiz vermeleri ve bu muameleden zarar etmeleri câiz değildir. Taraflar müslüman ise ve bunlardan birisi Ahkâm-ı İslâmiye’ye uymak isterse, karşı tarafın da uyması gerekir. İki taraf râzı olsa bile, böyle yerlerde bey ve şira ahkâmına uymak takvâdır; İmam Ebu Yusuf ve üç mezhebe göre lâzımdır.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Kadın kocasının rızası olmaksızın doğum kontrolü yapabilir mi?
    Cevab: Hâniyye, Fethü’l-Kadir ve Nehr'de "Kadının başka kadınların yaptıkları gibi rahminin ağzını tıkaması câizdir" diyor. Bahr ise "Kadından izin almadan yapılan azle kıyasen bunun da kocasının izni olmadan yapılması haram olmak gerekir" demektedir. Yani ne kadın kocasından ve ne de koca karısından izin almadan azl (doğum kontrolü) yapabilir. Bu hüküm Hanefî mezhebinin aslına göredir. Bezzâziye'de, "Kocasının karısını azlden men etmeye hakkı vardır" denilmektedir. Nitekim zamanın bozukluğuna bakılırsa, iki taraftan da azlin câiz olması gerekir. (İbn Âbidîn.)
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Abdest alırken ayakları üç defa yıkamak sünnettir. Bunun için, üç defa musluğu kapatıp tekrar açmalı veya üç defa ayağı çekip tekrar musluğun altına mı sokmalıdır?
    Cevab: Bir kimse akar suda bulunursa üç defa dökünmek, tertip ve abdest, hiç beklemeden ve hareket etmeden hâsıl olur. Tertip birkaç sâniyede hâsıl olur. Ama durgun suda bulunursa mutlaka hareket (kıpırdama) veya yer değiştirmek lâzım gelir. (İbn Âbidîn, Guslün sünnetleri bahsinin başı) Dolayısıyla gusl veya abdest alırken üç defa yıkanması gereken uzun, uzun musluğun altında üç defa yıkanacak müddet durursa, üç defa yıkama sünneti hâsıl olur.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Bir arsa satın almak istedim. Sahibi satmadı. Toplu Konut İdaresi’ndeki tanıdıklarım vâsıtasıyla istimlâk ettirip, bize konut yapmak üzere tahsis ettirmemiz câiz midir?
    Cevab: Bir zâlim veya ehl-i örf (memurlar) vâsıtasıyla başkasından temin edilen mal gasp hükmündedir. (Tahtâvi ve İbn Âbidîn, Gasb bahsi.)
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Bir kimse borçlusunu kumar masasında görse, önünde kazandığı paraları alacağına mahsuben alsa câiz olur mu?
    Cevab: İçinde kendi parası da olduğu ve mülk-i habis olduğu için alabilir. Kaldı ki, dârülharbde harbîlerden rızâsı ile mal çekmek câizdir.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Kurban adayan kimse, kurban bayramından sonra o kurbanı kesse, ne lâzım gelir?
    Cevab: Kurbanın etiyle diri bir kurban arasındaki farkı fakirlere tasadduk eder. Zenginse tamamını fakirlere tasadduk etse iyi olur. (İbn Âbidîn.)
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Şirket ortağım, bankadan faizle kredi alarak sermaye hissesi olarak verdi. Almak câiz mi?
    Cevab: Haram, fâizli akid yapılırken cereyan eder. Para adamın mülküdür. Nitekim haram parayı bile malı ile karıştırırsa, bilenin alması câizdir.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Bir koyun kesmeyi adayan, bir sığırın yedide birine hissedar olabilir mi?
    Cevab: Olamaz. Ama bir inek veya bir deve yahud bir keçi kesebilir. Yedi koyun adayan, bir inek kesebilir. Bir inek adayan, yedi koyun kesebilir. (İbn Âbidîn.)
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Küçük çocukla markete gittiğimizde, çocuk aldığı şeyi parasını ödemeden yese câiz mi?
    Cevab: Fiyatı belli ve rızâya ilim olduğundan (razı oldukları bilindiğinden) câizdir. (İbn Âbidîn, Bey bahsi.)
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Saçını kınalamış kadın abdesti nasıl alır?
    Cevab: Kadın ya gece yatarken veya hayızlı iken saçını kınalar. Aksi takdirde yıkaması gerekir. Islak elini başının içine sokup meshedebiliyorsa meshi sahihtir.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Bir kimse bir şey adadığını hatırlıyor; ama ne adadığını hatırlamıyor. Ne yapması lazım?
    Cevab: Bir kimse “Nezrim olsun” dese, neyi adadığını söylemese ve niyyet etmese, yemîn keffâreti vermesi lâzım olur.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: İçinde namaz sureleri ve dualar olan namaz hocası kitabı abdestsiz tutulabilir mi?
    Cevab: Evet. İçindeki ayet-i kerimeler çok az olduğu için mushaf ve tefsir kitabı hükmünde değildir.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: İmam fatihayı bitirince âmin der mi?
    Cevab: Evet.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: İkindi ve sabah namazından sonra da safları bozmak lâzım mıdır?
    Cevab: Farzı kıldıktan sonra cemaatin safları bozarak dağılması sünnet veya müstehabdır. Maksat o anda içeri girenlerin farzın kılındığını anlamalarını temindir. Sabah ve ikindi de böyledir. Sünnet diyenlere göre terki tenzihen mekruhtur. (İbn Âbidîn.)
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Sünnetlerin terki mekruhtur. Küçük günahlara ısrar da büyük günahı getirir deniyor. Büyük günaha devam eden de fâsık olur. O zaman teheccüd namazını terk eden fâsık mı olur?
    Cevab: Her sünneti terk etmek mekruh olmaz. Teheccüd namazı, terki mekruh olan bir sünnet değildir. Hiç kılınmasa da olur. Çünki müstehabdır.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Bülûğa ermiş erkek annesiyle aynı yatakta yatabilir mi?
    Cevab: On yaşını geçmiş oğlan çocuğu, annesiyle, kızkardeşiyle, yabancı kadın veya erkekle aynı yatakta yatamaz. Babasıyla yatabilir. Kız da annesiyle yatabilir. (İbn Âbidîn, İstibrâ babı.)
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Bir Müslümanın kâfirlere domuz eti ve şarap satması caiz midir?
    Cevab: Dârülislâmda müslümana ve kâfire domuz eti, leş, şarap satamaz. Çünkü Müslüman için bunlar mal değildir. Dârülharbde bunları kâfire satmak İmam Ebu Hanife’ye göre câiz ise de, iş haline getirmek müslümana yakışmaz.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Kâbede kadın erkek bir hizada namaz kılabilir mi?
    Cevab: Kâbe binâsının içinde farklı cihetlere doğru kılıyorlarsa aynı hizada kılmaları namazı bozmaz.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: İmam akşam namazında ikinci oturuşu yapmayıp yanılarak dördüncü rek’ate kalksa, bilmeyip uyanın namazı sahih mi?
    Cevab: İmam geri döner. Dönmezse ve secdeleri yaparsa, namaz bâtıl olur ve uyanlarınki de bozulur. (Hindiyye.)
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Bir arkadaş babasının yurt dışındaki kemiklerini Türkiye’ye getirdi. Tekrar cenaze namazı kılınabilir mi?
    Cevab: Hanefî ve Mâlikî mezhebinde ancak cenaze namazı kılınmamış cenazeye kabrin başında kılınır. Bir daha kılınması mekruh olur. İmam Ahmed bin Hanbel’e göre cenaze namazını kaçıran, kabri başında bir aya kadar kılabilir. Bu bazı Şâfiî ulemasının da kavlidir. Bazı ulema ölü çürümedikçe kılınır dediler. Ebediyyen kılınır da denildi.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Bir kadın bir kadının göğsüne bakabilir mi?
    Cevab: 1-Bir erkek, neseben, sıhren ve redâen (süt ile) kendisine nikâh düşmeyen kadınların baş, saç, boyun, göğüs, kulak, pazı, el, bacak, ayak ve yüzüne şehvetten emin ise bakabilir. Şehvetten emin olsa da olmasa da göbekten diz kapağına kadar, ayrıca sırt ve karnına, sırt ile karın arasındaki iki böğrüne de bakamaz. 2-Bir erkeğin başka birinin câriyesine bakması, kendi mahremine bakması gibidir. 3-Bir erkek başka bir erkeğin göbek ile diz kapağı arasına bakamaz. 4-Bir kadın kocasından başka bir erkeğin göbek ile diz kapağı arasına bakamaz. 5-Bir kadının başka bir kadına bakması, esah kavle göre erkeğin başka bir erkeğe bakması gibidir. Bir kadının başka bir kadının karnına, sırtına ve göğüslerine bakmasını câiz görmeyen âlimler de vardır. (İbn Âbidîn.) Bu sebeple fıkıh kitapları kadının başka kadınlara karşı karnını ve sırtını da örtmesi lâzımdır diyor. Fetâvâ-yı Hindiyye’de bir erkek, zevcesi dışındaki mahreminin göğüslerine bakabilir. Kadının koluna yıkarken, yemek yaparken bakmak câiz olduğu gibi, şehvetsiz olarak çocuk emzirirken göğsüne bakmak da mübahtır, diyor.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Yurtta kantinde çay var. İsteyen gidip alıyor. Deftere ismini yazıyor. Ödenecek zaman belli olmadığı için bu alış-veriş fâsid oluyor mu?
    Cevab: Sahihtir, fasid değildir. Bu alış-veriş veresiye olduğu söylenmediği için peşin sayılır. Bedelin hemen ödenmemesi satışı veresiye yapmaz. Veresiyeden bunun farkı, semeni satıcı istediği zaman talep edebilir.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Bir erkek karısına boşanma hakkı vermişse, kadın da seninle yatmak bana babamla yatmak gibidir dese ama niyeti boşanmak olmasa ne lazım gelir?
    Cevab: Kadına boşama hakkı mücerred bu sözle verilmişse o mecliste kullanabilir. Ne zaman istersen sözü ilave edilmişse dilediği zaman kendini boşar. Burada boşanma hakkı o meclise aittir. Kadın kullanmadı ise düşer. Kadına boşanma hakkı sürekli olarak verilmişse bile kadının bu sözü boşanmaya sebep olmaz. Çünki bu bir bâin talâk lafzıdır. Bâin talâkta ise niyet muteberdir.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Her hangi bir namazı kılarken, vaktin namazını cemaatle kılmaya başlasalar nasıl davranılır?
    Cevab:

    1. Vaktin farzını kılarken cemaat başlarsa:
    a) Öğle, ikindi ve yatsı namazları için; 1. rek’atin secdesini yapmadıysa selam verip namaz bozar ve cemaate uyar. 1. rek’atin secdesini yaptıysa 2 rekat kılıp oturur ve selam verir ve cemaate uyar. 3. rek’ate kalkıp secdesini yapmadıysa ayakda selam verir ve cemaate uyar. 3. rek’atin secdesini yaptıysa 4'ü de kılar, selam verir. İkindi ise cemaate uyulamayacağı için mescidden çıkar, öğle veya yatsı ise cemaate uyar.
    b) Sabah ve akşam namazları için; 1. rek’atin secdesini yapmış olsa bile henüz 2. rek’atin secdesini yapmadıysa selam verip bozar ve cemaate uyar. 2. rek’atin secdesini yaptıysa artık namazı tamamlar fakat cemaate uymaz.
    2. Nafile (sünnet) kılarken:
    a) 4 rek’atli bir nafile kılarken cemaat farza başlarsa namaz bozulmaz. Henüz 3. rek’ate kalkılmamışsa ilk oturuşta selam verilip cemaate uyulur. 3. rek’ate kalkmışsa tamamlar sonra imama uyar.
    b) 2 rek’atli nafile kılarken, yapacak birşey yoktur. Nafileyi bitirir, cemaate öyle uyar.
    3. Tertib sahibi olup kaçırdığı namazı kılarken;
    Önce kendi namazını tamamlar, sonra cemaate uyar. Namazı kaçırdığını unutup cemaate uymuşsa bozmayıp tamamlar, bu kıldığı nafile olur, sonra kaçırdığı namazı kaza eder, sonra da cemaatle kıldığı vaktin namazını kılar. Kazaya kalmış olup o anda kaza ettiği namazını cemaatle kılmaya başlasalar, bu takdirde bozup bunlara uyabilir.
    4. Tertib sahibi olmayıp bu namazı kaza eden;
    Tertip sahibi olmayan da edâen veya kazâen kıldığı farzı bozup cemaate uyar. Kıldığı kazâ namazını ikiye veya dörde tamamlar.
    5. Kazası olmadığı halde sünnet yerine kaza kılan;
    Bunun 2. maddeden farkı yoktur. Kazası olmadığı halde, nafileler yerine kaza kılan da bu kazayı duruma göre ikiye veya dörde tamamlar. Sonra cemaate uyar. 3 rek’atlik kaza kılan, bunu iki rek’at olarak tamamlasa, namazı iki rek’atlik nafileye dönüşür. Dolayısıyla akşam kazası kılan, bunu iki rek’at olarak tamamlayabilir. Yatsının son sünnetini vitr kazası olarak kılanın yanında cemaat teşekkül etse, üçüncü rek’ata kalkmaz, ilk oturuşta selam verip imama uyar. Üç veya dört rekatlık kazaya niyetlense, ama kazası olmasa, bunu iki rekate çevirip selam verebilir. Kazası varsa, yine çevirebilir. O iki rekatlik nafile sahih olur, ama kazayı geciktirme günahına katlanır.
    6. Kazası olup sünnet yerine kaza kılan tertib sahibi;
    3. maddedeki gibidir. Cemaat tertip sahibinin kazasını bozması için özür değildir. Çünki kazaya bıraktığını kaza etmeden sonraki namaz olmuyor.
    7. Kazası olup sünnet yerine kaza kılan tertib sahibi olmayan;
    2. maddedeki gibidir. Tertip sahibi olmayıp sünnet yerine kaza kılan kimse için cemaat bu kazasını bozmakta özür olur.

    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Bazılarından bir şey satın alıyoruz. O anda paramız olmuyor. Sonra verirsin diyor. Verilecek tarih konuşulmadığı için câiz olur mu?
    Cevab: Veresiye veya taksitli olduğu satış esasında konuşulmayan her satış peşin sayılır. Bu da peşindir. Satıcı parasını dilediği zaman isteyebilir. Taksitli satışta taksit mikdarı ve ödenecek zaman belli olmalı. Bundan önce verilebileceği gibi, satıcının rızasıyla bundan sonra da verilebilir.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: İmam fâtihayı ve zammı sureyi cehrî okuyacak yerde hafî veya hafî okuyacak yerde cehrî okusa ne lâzım gelir?
    Cevab:

    Fâtihayı cehrî okuyacakken hafî okusa hatırlayınca baştan okur. Yarıdan fazlasını hafi okumuşsa sehv secdesi yapar. Bir kavle göre baştan okumaz, devam eder.
    Hafi okuyacakken cehri okusa hatırlayınca hafiyyen devam eder. Yarıdan fazlasını cehri okumuşsa sehv secdesi yapar.
    Zammı sureyi namazın vacibi yerine gelecek mikdarda hafi veya cehri okumuşsa hatırlayınca namazın vacibi yerine gelecek kadar devam eder, sonra sehv secdesi yapar. Sureyi vacib yerine gelmeyecek mikdarda hafi veya cehri okumuşsa, vacib yerine gelecek kadar devam eder, ama sehv secdesi yapmaz. Bunlar İmameyne göredir. İmam Ebu Hanife’ye göre kısa bir ayet de cehrî veya hafî okusa yukarıdaki vaziyete göre devam eder veya baştan okur, ama sehv secdesi lazımdır.
    Fatihanın tamamını hafî okuyup, sonra hatırlasa artık tekrar okumaz, zammı sureyi cehrî okur, sehv secdesi yapar.
    Cehren okunacak bir namazda tek başına namaz kılana, fatihayı bitirmeden birisi gelip uysa, o kimse imam olmayı arzu ederse fatihayı baştan cehren okur.

    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Bir arsayı, sinagog yapılacağını bildiğimiz halde satmak câiz midir?
    Cevab: Ateşgede olarak kullanılmak üzere bir binayı satmak câizdir. Kiralamak ise İmam Ebu Hanife’ye göre câiz, İmameyn’e göre mekruhtur. (İbni Âbidîn, Alışveriş bahsi.)
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Bir talebe yurduna verilen kurban etlerini bir soğuk hava deposuna verip, o adam bunu kullanıp, bize başka etten her hafta şu kadar vermesi câiz mi?
    Cevab: Fâiz olur. Ama eti adama satarlar. Parasıyla her hafta veya her ay şu evsafta et vermesi üzere selem akdi yapabilirler.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Seferiyken, seferi olduğunu bilmediğimiz imama son oturuşta uysak kaç rek’at kılarız?
    Cevab: İmamın seferi olduğunu bilmiyorsanız, ama imam namazı bitirince ben seferiyim demişse iki kılarsınız. Bilmiyorsanız, hele şehirde ise, mukim olduğu kabul edilir ve dörde tamamlanır. (İbn Âbidîn, Misafirin namazı babı.)
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Cemaati rükü’ya eğilmek üzere gören hemen olduğu yerde imama uyup rükü’ya mı eğilir, yoksa rüküyü kaçırmak pahasına da olsa safa kadar yürür mü?
    Cevab: İmama hemen uyup rükü’a eğilirse cemaat sevabına kavuşur ise de, mekruh işlemiş olur. Son safa kadar yürüyüp sonra uyması lâzımdır. Mekruhu terk etmek, fazilete yetişmekten evlâdır. Hazreti Ebu Bekr, safa varmadan rükû etmiş. Sonra o halde safa yürümüş; bunun üzerine Hazreti Peygamber kendisine: “Allah hırsını artırsın! Bir daha yapma!” buyurmuştur. (İbn Âbidîn, İmamlık bahsi, Safların tertibi kısmı.)
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Burada bir arkadaş hanımını baba evine göndermiş. Sonra telefonda boşanma niyeti ile bu iş bitti demiş. Kadın bir ay sonra arayıp pişman olduğunu söylemiş. Erkek niye anlamıyorsun bu iş bitti demiş. Bir ay sonra yumuşamış, yine böyle söylemiş ama boşanma niyeti olmaksızın. Şimdi pişmanlar. Ne gerekir?
    Cevab: Birinci söz bâin talâk hâsıl eder. İkinci söz birinci sözü hikâye ediyorsa, ki öyle görünüyor, talâk sayılmaz. Böyle olmasa idi, Hanefî mezhebinde ıddet içinde söylendiği için talâk sayılırdı. Üçüncü söz talâk değildir. Binâenaleyh tekrar yeni bir nikâh ile evlenebilirler.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Araba çarpıp öldürdüğü adama mahkeme tazminat hükmetti. Nasıl paylaşılır?
    Cevab: Dârülharbde yaşayan bir müslüman bir başka müslümanı amden veya hatâen öldürse, kendisine ne kısas, ne diyet gerekir. İmameyn ve üç mezhebe göre diyet verir. Bu kavle göre diyeti almak câiz olur. İmam Şâfiî’ye göre de kısas veya diyet ile mes’uldür. (İbn Âbidîn, Müstemenin hükümleri babının sonu.) Alınan diyet şer’î vârislerine ait olup, ferâiz ahkâmına göre tevzi olunur.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Fıkıh kitaplarında “Müekked sünneti, özrsüz olarak devâmlı terk etmek mekrûh olur. Küçük günâh olur” buyuruluyor. Sabah nemazından sonraki kerahat vaktinde uyumak da böyle midir?
    Cevab: Gündüzün öncesinde, günün ilk saatlerinde [güneş doğarken] uyumak mekruhtur. Akşam ile yatsı namazları arasında da yatıp uyumak mekruhtur. (Fetâvâ-yı Hindiyye.) Şunu her zaman hatıra getirmek lazımdır ki, her mekruh aynı derecede değildir. İbâdetlerdeki mekruhlar ile âdetlerdeki mekruhlar da aynı değildir.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Mâlikî mezhebinde abdest alırken niyeti yüzü yıkarken yapmayı bilerek bırakmak [unutmadan] câiz midir?
    Cevab: Bu mezhebde abdestte yüzü yıkarken abdest niyetini muhafaza ediyor olmak gerekir. Bu sırada niyeti bilerek bırakmak diye bir şey olamaz. Bir insan abdest alıyor ve niyeti bırakıyor. Bu nasıl olur? Hangi mezhebden olursa olsun, umumiyetle abdest alırken herkesin abdest niyeti vardır. O anda kendisine “ne yapıyorsun?” diye sorulduğunda, hemen “abdest alıyorum” derse, niyetli demektir. Ama abdeste başlayıp, sonra yüz yıkarken vazgeçse, niyeti bırakmış olur, yaptığı işler abdestten sayılmaz. Bu pek olacak iş değil.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Elde çatlak olunca, çatlakların içinde sıvı gözüküyor. Bu renksiz su mudur?
    Cevab: Bu renksiz su değil, yaranın sıvısıdır. Renksiz su, dışarı çıkıp yayılandır.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Fıkıh kitaplarında diyor ki: “Ağızdan çıkan necs şeyler, ezcümle kay ve katı kan, kan, safra, mi’deden gelen yemek, su, ağız dolusu olunca, abdesti bozarlar. Hepsi kaba necsdirler”. Kay nedir? Bunların abdesti bozması için tükürmek gerekir mi? Ağızdan çıkmadan bunları geri yutmak haram mıdır? Yine fıkıh kitaplarında “Ağzın içi, abdestin bozulmasında, iç organ sayılır. Orucun bozulmasında, bedenin dışı sayılır. Bunun için, dişden ve ağızdaki yaradan çıkıp ağızdan dışarı çıkmıyan kan abdesti bozmaz. Ağızdan dışarı çıkınca, tükrükden çoksa bozar” diyor. Birşeyi ısırınca, o şey üzerinde kan görürse, bozulmaz. Misvâk, kürdan üzerinde kan görünce, ağzına bulaşmadı ise, bozulmaz. Ya’nî oraya parmağını koyunca, parmağında kan görürse bozulur. Bunlardan anladığım: Ağızdaki yaradan gelen kan ağız dolu ise abdest bozulur. Ağız dolusu değil ise bozulmaz. Ancak dışarı çıkarsa bozulur. Bir şey ısırınca oradaki yahud misvaktaki kanın ağza da bulaştığı, aynaya bakınca görülmekle yahut ağızdaki kan tadından da anlaşılır mı? Mâlikî mezhebinde de ağza bulaştığının görülmesi gerekir mi?
    Cevab: Kay, kusmuk demektir. Ağız dolusu kusmak abdesti bozar. Ağız dolusu kusmak ağız külfetsiz yumulamaz hâle gelmektir. İster kasden, ister kendiliğinden olsun değişmez. Bir mecliste kusmak birkaç defa vuku bulsa, toplamına bakılır. Ağız dolusu olmayan kusmak abdesti bozmaz. İster kasden, ister kendiliğinden olsun değişmez. Yediği bir şeye bulaşması, yayılması demek değildir. Kanayan yere parmağını koyup da eline kan bulaşırsa, kan yayılmış demektir. Aynaya baktığında kanın yaranın üzerinde kalmayıp etrafa yayıldığını görmesi de abdesti bozar. Kanın tadını hissetmek yanıltıcı olabilir. Mâlikî mezhebinde kanamak abdesti zaten bozmaz.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Abdest alırken kulak deliklerini elini sokunca oradan çıkan sarı kulak akıntısının katı hali abdeste zarar verir mi?
    Cevab: Yaranın kabuğu düşse bile abdeste zarar vermez. Kaldı ki kulaktaki sarı madde, bu dışarıdan gelip kulak çukurunda biriken kirin, rutubetle birleşmiş halidir, yara irini değildir.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Hanefîde abdesti bozmayan uyuma hallerinde [bağdaş kurmak, teverrük gibi] Mâlikî mezhebinde de abdest bozulmaz mı?
    Cevab: Bozulmaz.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Bankada vadeli hesap açtırmak câiz midir? Bono, Borsa câiz mi?
    Cevab: Vadeli hesap açtırıp, fâiz almak, borçlu olduğu kimseye bono yazıp vermek, alacaklının bu bonoyu bir başka borçlusuna vermesi, yatırım maksadıyla borsadaki hisse senedlerini almak, İmam Ebû Yusuf ve diğer üç mezhebe göre câiz değildir. İmam Ebû Hanife ve İmam Muhammed’e göre câizdir. Ancak fâiz vermek, bono kırdırmak, borsada al-sat yapmayı iş haline getirmek hiçbir zaman câiz değildir.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Mesbuk olan secdedeki veya tahiyyattaki imama uyacaksa tekbir getirip elleri bağlamadan 2. tekbir getirmeden doğrudan mı uyar, yoksa tekbir getirip elleri bağlar, tekrar tekbirle secdeye veya tahiyyata mı iner?
    Cevab: Tekbir getirip imama uyar. Elleri bağlamadan secde veya tehiyyata gider. İkinci tekbiri söyler. Söylemese de bir şey lâzım gelmez. Birinci tekbir iftitah tekbiri olduğu için, bu tekbiri ayakta getirmek lâzımdır. Eğilirken söylerse namaza girmiş olmaz.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Herhangi bir ihalede şirketlerden birinin diğerlerine ihaleye girmemeleri için para vermesi ve diğer şirketin bunu alarak ihaleden çekilmesi câiz mi? Alınan para helal olur mu?
    Cevab: İslâmiyette hak satılmaz. Ancak te’lif hakkı, telefon hakkı gibi devredilmesi örf hâline gelmiş bazı hakların para karşılığı devredilmesi câizdir. Buna ferağ denir. İhâleye girmek de bir haktır. Ancak kanunî bir hak değildir. Dolayısıyla devrederek alınan para neyin karşılığıdır? Hele aslında ihâleye girmek gibi bir niyeti olmayıp, sırf para almak için girer görünmek hiç uygun değildir. Müslüman böyle şeylere tevessül etmez. Nitekim satıcıya giderek malı almak için değil, alana gadr etmek için malın fiatını arttırmak haramdır. Nitekim âyet-i kerimede meâlen buyuruldu ki: Şer’î bir sebep olmadan bir din kardeşinin malını almak câiz olmaz. Hatta ihâleye tek başına girip, başkalarını bir şekilde sokmayıp, malı ucuza almaya niyetli iseler, buna yardımcı olmak hiç câiz olmaz. (Hamza Efendi, Bey ve Şirâ Risâlesi.)
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Kurban bayramı süresince seferi olan biri kestiği kurbandan vacib sevabı alabilmek için kurbanı nezr etse, o kurban vâcib olmuş olur mu?
    Cevab: Buna gerek yoktur. Kurbanı sefere çıkmadan kesebilir. Nezr olan şeyin vâcib olmasıyla, kurbanın vâcib olması aynı şey değildir. Nezrin vücubu, kesilmesi mutlaka lâzım olan demektir. Sevaplarının aynı olduğu söylenemez. Vacibi yaparken ne mekruhlar, hatta ne haramlar işleniyor. Belki de kesmemek hayırlıdır. Kaç sevaptan girme günaha demişler.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Fıkıh kitaplarında 'güzel oğlan' tabiri geçiyor. Babaların da böyle çocukları sakalsız dışarı çıkarmadığı yazıyor. Güzel oğlan ne demektir?
    Cevab: On-oniki yaşlarından itibaren bülûğa ermemiş veya ermeye yaklaşmış parlak, beyaz, tüysüz çocuklar, bazı kimselerde kötü hisler uyandırabilir. Böyle oğlana şehvetle bakmak câiz değildir. Homoseksüel temâyüllere vesile olabilir. Eskiden böylelerini dışarı çıkarmaz veya yüzüne tül örtüp öyle çıkarırlarmış. Büyük âlimlerden biri, hocasına ilk geldiğinde parlak bir delikanlı imiş. Hocası ders verirken onu direk arkasına oturturmuş. “Siz de mi?” diye soranlara, “Nefsin hainliğinden kimse emin değildir” buyurmuş. Yani hep dikkatli olun demek istemiş.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Taraflar anlaşarak umumi olarak bey ve şirâdaki hükümlerin aksini kararlaştırabilirler mi? Mesela; mutlak satışta mülkiyetin anlaşmayla değil de teslimle geçeceği konusunda anlaşabilirler mi?
    Cevab: Kararlaştıramazlar. Hüküm ifade etmez. Ancak bu misaldeki husus, akde zarar vermez.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Şart koşmamışlar; ama önce mebî teslim olmuş, sonra semen teslim olmuşsa akdin sıhhatine halel gelir mi?
    Cevab: Hayır.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Fıkıh kitaplarında “Alırım, alıyorum ve satarım, satıyorum gibi müdâri’ ve hâl şeklinde ve emr şeklinde söylemekle de, bey’ sahîh olursa da, söylerken, şimdi diye niyet etmeleri lâzımdır” diyor. Karşımızdaki herhangi bir kimse alıyorum veya satıyorum dese; fakat biz onun şimdiki zamana niyet ettiğini de bilmiyoruz. Satış sahih olur mu?
    Cevab: Hâlin icabından bu anlaşılır. Zaten sonradan ben geçmiş zamanı kastetmemiştim derse, satış fâsid olur. Böyle demedikçe, sahih olarak kurulur.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Fıkıh kitaplarında muhayyerliği anlatırken diyor ki: “Hâzır ise de, kapalı olduğu için veyâ hâzır olmadığı için görülmiyen mebî’ler, işaret edilerek tanıtılmazsa, sözbirliği ile bey’ câiz olmaz. Paket, kutu içinde, ölçmeden alınan şeyler, mikdarı yazılı olsa bile, söylenmedikçe toptan satış demektir.” Bana bir koli küçük boy defter getir diyor. O da bir koli getiriyor; ama üstünde yazı ve işaret yok. Bunu senden aldım diye satış yapılınca sahih olmuyor mu?
    Cevab: Defterlerin kolisi gelince, hazır ve işaret edilmiş olduğu için götürü (toptan) satılması sahih olur. Rüyet (görme) muhayyerliği vardır.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Fıkıh kitaplarında diyor ki: “Mislî olanlar, altın veya gümüş ile veya kâğıd para ile değiştirilirken tayin edilirse, mebî olurlar. Meselâ, filân yerdeki şu kadar kile buğdayımı, bu kadar altına sana sattım demek gibi. Eğer tayin edilmez iseler, yine mebî olurlar. Fakat, satış selem olur. Meselâ, şu kadar kile buğdayı, bu kadar liraya satın aldım deyince, selem olur. Bize 1 koli kitap gönderiyorlar. Sonra göndereni arayıp 1 koli kitabı senden şu fiyata satın aldım diyoruz. O da sattım diyor. Satış selem mi oluyor?
    Cevab: Selemde mebî ortada yoktur. Burada var. Normal satış oluyor.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Veresiye satışta, tecil tarihi konuşulduysa her iki tarafın da zamanı iyi bilmesi ve zamanın muallak olmaması gerekir. Eğer zaman konuşulmamışsa mebî’in tesliminden itibaren 1 ay sayılır. Peşin satış yapılıp, borcun tecilinde zamanın iyi bilmemesi de olabilir. Peşin satıştan sonra borcun tecilinde, zaman konuşulmazsa da 1 ay mıdır?
    Cevab: Peşin satışta borcun tecili müddetinin konuşulması lâzım değildir. Konuşulmamışsa, tüccar arasındaki örf ve âdete göre bir müddet nazara alınır. Alacaklı alacağını her zaman isteyebilir.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Bir kimse yatsı namazını kılarken, birisi gelip ona uysa, kıraati nasıl yapmalıdır?
    Cevab: Fâtihayı veya sureyi okuyorsa, baştan cehri olarak fatihaya tekrar başlamalıdır. (Ni’met-i İslâm.)
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Fıkıh kitaplarında “Semen deyn ise yalnız müşteriye peşin satabilir. Semen deyn ise bayı dilediği alacaklısını müşterisine havale edebilir” diyor. Alacaklısını müşteriye havale etmek, deyn olan semeni deyn karşılığında satmak demek değil midir?
    Cevab: Havale, başka delillerle meşru olmuş bir husustur. Havalenin sahih olması için, havale edenin, havale edilen şahısta alacağının olması gerekmez. Havalede, havale edilen kişi (müşteri), borcunu bir başkasına ödemeyi taahhüt eder. Alacağın satılmasından farklıdır.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Tapuda tescil banka hesabına para girmesi gibi teslim yerine geçer mi?
    Cevab: Gayrımenkulün teslimi için, anahtarın teslimi, binanın tahliyesi gibi hususlar teslim sayılır. Eskiden kanunen tescil mecburiyeti yoktu. Binaenaleyh bugün tapu tescili de alıcının mülkte tam tasarrufuna imkân veren bir husus olduğu için teslim sayılır.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Fıkıh kitaplarında diyor ki: “Satışın câiz olması için, mebî’in tayin edilmesi, yani kendisine veya bulunduğu yere işaret edilmesi lâzımdır. Mebîin kendisine veya bulunduğu yere işaret edilmezse, satış sözbirliği ile câiz olmaz. O yerde, aynı isimde başka bir malın mebî ile birlikte bulunmaması lâzımdır.” Kendisine işaret nasıl olur? Mesela, 10 tane ilmihal demek, kendisine işaret midir? İlmihal denilince biri Mızraklı İlmihali anlar, diğeri de Büyük İslâm İlmihali’ni anlarsa ne olur?
    Cevab: Mebî ortada ise mesele yoktur. Mebî bir sandıkta veya ambardadır. Şu sandıktaki ilmihali sana 10 liraya sattım dediği zaman akid kurulur. Sandıkta ilmihal yoksa akid fasit olur. Var ise sahih olur. Birbirinin aynısı iki tane ilmihal var ise, yine olmaz. İlmihal denince meclisin hususiyeti, alıcı ve satıcının maksatları, muteber örf nazara alınır. Umumî bir kitapçıdan vasfını söylemeden ilmihal alınsa, olmaz. Mutlaka yazarı veya tam ismi söylenir. Aksi halde satıcı herhangi bir ilmihal verir. Alıcı da parasını verip alırsa akid kurulur. Alıcı ben bunu kasdetmemiştim derse, zaten akid kurulmadığı için hüküm ifade etmez. Yani bunları almak zorunda değildir. Ama mesela bir kitabevinden bir ilmihal alınmışsa, orada yalnızca bir tane ilmihal satılıyorsa o ilmihal kasdedilmiş demektir. Raftaki şu kırmızı ilmihali aldım derse, taayyün etmiş olur. Yanındaki yeşili veya başka yerdeki kırmızıyı veremez.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Bakkallarda akıllı, fakat bâliğ olmamış çocuklara şeker, çikolata gibi satışlar yapmakta bugün için zaruret var mıdır? Yahut yapmazsa fitneye sebebiyet verir mi?
    Cevab: Bülûğa ermemiş akıllı çocuğa pirinç, ekmek gibi şeyleri bakkalın satmasında mahzur yoktur. Velisinin gönderdiğine delâlet eder. Ama şeker, çikolata gibi şeyler alıyorsa satılmaz. Çünki bunları kendisinin kendi malından aldığı anlaşılır ve velisinin izninin olmadığına delâlet eder. Ama velisi telefonla veya imzalı pusula yazarak iznini beyan etmişse veya önceden “Bu çocuk ne alırsa satabilirsin!” diye umumî izin vermişse olur. Gelen çocuğu reddetmek her zaman mümkün olamayacağı için, dârülharbde bey ve şiraya uymadan alışveriş yapmak İmam Ebu Hanîfe ve İmam Muhammed’e göre câiz olduğundan, bu zamanda böyleleri ile bu gibi alış-veriş yapmak ihtiyaç hâlinde câiz olabilir.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Karısına pek kötü muamele yapan adamdan kadının boşanması için açılacak boşanma dâvâsında, kadın çocuğun velâyetini istiyor. Kanunlar da velâyeti anaya veriyor. Velâyetin anaya verilmesinin talebi uygun mudur? Uygun değil ise, uygun hale gelmesi herhangi bir şekilde mümkün müdür?
    Cevab: Şer’î hukukta prensip itibariyle veli babadır. Eşler ayrılmışsa, çocuk oğlan ise 7, kız ise 9 yaşına kadar hıdâne velisi annesidir. Yani çocuğu anne terbiye eder. Sonra babaya verilir. Baba yoksa veya uzakta ise veya bakmıyorsa veya fâsık ise çocuk annede kalır. Bu zamanda velinin şer’î hükmü sınırlıdır. Çocuğun malı yoksa babanın vasi olması da pratikte bir şey ifade etmez. Kaldı ki baba, bir başkasını vasi tayin edebilir. Bu vasi anne de olabilir. Netice itibariyle çocuk küçükse zaten annesi hıdâne velisidir. Büyüdüğü zaman da baba salih ise çocuk annede kalsa bile, kanun velâyeti anneye verse bile, şer’en veli ve vasi babasıdır. Annenin buna mâni olabileceği bir şey yoktur.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Babası akıllı olmayan çocuğu kucağına alıyor ve parayı buna verdiriyor. Alacağı malı da (meselâ sakız) çocuğa kabz ettiriyor. Bu şekilde akid câiz midir?
    Cevab: Burada akdi yapan babadır. Çocuk resul (haberci) gibidir. Akid sahihtir.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Fıkıh kitaplarında diyor ki: “Mebînin teslîmi mümkün ise, fakat ayn değilse, müşteri tanımıyorsa, satış fâsiddir. Bir sürüden bir koyun satmak gibi”. Satış nasıl fâsid oluyor? İlk bilgiye göre, satışın selem olması gerekmez mi?
    Cevab: Balıktan başka hiçbir hayvan selem olmaz. Bir sürüden bir koyun belirsiz bir mebidir. Sürünün yanına gelip hangi koyun olduğunu tayin etmek gerekir.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Fıkıh kitaplarında diyor ki: “Satışta mebî yedi türlüdür:.. 5-Bir kimseye ödünç verilmiştir. Yalnız ona ve peşin satmak câiz olup, başkasına satmak fâsiddir. 6- Bir kimseye emânet, âriyet yahud kirâ veya rehin yahud sermâye olarak verilmiştir. O kimseye satmak câiz ise de, alıp, tekrar teslîm etmek lâzımdır. 7-Mebî, gasp veya hırsızlık yahut hıyânet suretiyle müşteride bulunur. Bu müşteriye satılabilir. İkinci teslime ihtiyaç yoktur”. Bunların farkları nedir? Bir kimseyi umumî vekil edip ona bir miktar para verince para emânet olarak mı kalır?
    Cevab: Ödünç, karz demektir. Para gibi istihlâk olunacak (tüketilecek) şeyler üzerinde yapılır. Kendisini değil, mislini ödeyecektir. Dolayısıyla aldığı onun mülkü olur, mislini ödeme borcu altına girer. Bu mikdarı ona satmak veya bu mikdar karşılığında satış akdi yapmak câizdir. Tekrar alıp vermeye gerek yoktur. Çünki zaten mülküdür. Hatta harcamıştır. Başkasına da satamaz. Çünki alacağın temliki câiz değildir. Emânet, âriyet, kirâ ve rehinde mal ortadadır. Tüketilmez. Kendisi ödenir. Bunu satmak için geri alıp, tekrar vermek lazımdır ki teslim vâki olsun. Gaspta, gasbeden mala mâlik olur, aynını veya mislini ödeme borcu altına girer. Binaenaleyh bunu satarken tekrar teslime lüzum yoktur. çünki zaten gasbedenin mülkündedir. Mülkünde olanı alıp tekrar teslim abestir.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Hesaba gelen para kabz edilmiş olunur mu? Telefonla yapılan veya MSN ile yapılan satış, yüz yüze satış mıdır? A, B den karz-ı ayn olarak bir miktar para istiyor. Fakat parayı EFT yoluyla C nin hesabına geçmesini istiyor. C yi de B den A için gelecek olan parayı alması için umumi vekil tayin ediyor. B EFT yi yapıyor. Bu işlemde paranın hesaba geçmesi 15 dakika kadar bir süre alıyor. Daha para hesaba geçmeden A, senden aldığımı karz-ı haseni ödüyorum diyerek peşin parayı B ye elden veriyor. Borç ödenmiş midir?
    Cevab: Hesaba gelen para hükmen kabz sayılır. Yani başkası mâni olmaksızın o paraya tasarruf edebilmek kabz yerine geçer. Telefon veya internetle yapılan satış sahih olmakla beraber, isbatı müşküldür. Yani karşı taraf o ben değildim dedi mi, ispatlayamazsanız, ortada kalırsınız.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Noterde yapılan gayrımenkul satışı sözleşmesi geçersizdir. Tapuda yapılması lâzımdır. Noterde yapılan bu sözleşmeyi avukat iptal ettiremez mi?
    Cevab: Gayrımenkul satışı da icap ve kabul ile kurulur. Tapuya tescil, kanunî mecburiyettir. Satıcı tapuyu veremezse, alıcı ayıp muhayyerliği gerekçesiyle akdi fesheder. Burada da avukatın iptali, satışı iptal etmez; alıcıya fesih hakkı verir. Vakıa satışı noterde yapması onun da kabahatidir. Noter böyle bir satışı yapar mı, ona da şaşılır.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Bir kimse, filancanın evine girersen boşsun dedi. Bir zaman sonra “Bak filancanın evine gidersen boşsun ha” dedi. Bir zaman geçti, yine aynı şeyi söyledi. O eve giderse kaç talâk olur?
    Cevab: Bir talâk olur. Çünki ikincisini teyid için söylemiştir. (İbn Âbidîn.)
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Ayın 20’sinde seni boşamazsam üç defa benden boş ol dese, ne lâzım gelir?
    Cevab: Ayın yirmisinden önce bir kere boşarsa, yemini yerine gelir. Sonra dilerse tekrar alabilir. (İbn Âbidîn.)
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Şâfiî mezhebinde imama birinci rek’atin rükü’unda yetişen, fatihayı okur mu? Fâtihayı unutan ne yapar?
    Cevab: İmama rükü’da yetişen, o rek’atin fâtihasını okumamakta mazurdur. Ancak fâtihayı unutursa, imam rükü’da iken hatırlasa, hemen fâtihayı okur. İlk secdede imama yetişmesi lazımdır. Sonradan hatırlasa yeniden bir rek’at daha kılar. (İmam Nevevî, Minhac, İmamet bahsi.)
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Tefecilerin yaptıkları iki iş meşhurdur. Birincisi, belli miktar alacağı, alacaklıdan daha düşük fiyata satın alıp, bunların tahsilâtını yapmak; ikincisi, ödünç verip, vâdesinde fâizi ile almaktır. Bu şartlarda tefeci avukatı olmak câiz midir? Bazı büyük şirketler sadece birincisini yapıyorlar. Bunların avukatlığını yapmak câiz midir? Yanında çalışılan avukat bu tip işlerin takibatını yaparsa, bu işleri takip etmek câiz midir? Tefeci avukatlığı yapan bir avukat, ben mümkün mertebe borçlunun menfaatine davranmağa, borçlunun hukukunu korumağa çalışıyorum. Halbuki benim yerimde bir başkası olsa, borçluyu ezecek, diyor. Bu niyetle tefeci avukatlığı yapmak câiz midir?
    Cevab: Bunların hepsi İmam Ebu Hanife ve İmam Muhammed’e göre dârülharbde câiz olmakla beraber kazancı tayyib değildir. Mamafih bu niyetle belki kazancı da tayyib hâle gelir.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Bankanın avukatlığını yapan, bankanın meşru olmayan işlerinin takibini yapabilir mi?
    Cevab: Bankaların bütün muameleleri gayrımeşru değildir. Kaldı ki böyle olanların bazısına da İmam Ebu Hanife ve İmam Muhammed dârülharbde cevaz vermektedir. Bu kavle göre yapabilir. İbni Abidin, meşru olmayan verginin topanmasında çalışmaya cevaz vermektedir.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Gayrımüslim kadının avretine bakmak câiz midir?
    Cevab: Müslüman kadının avret yerine bakmak haram olduğu gibi, gayrımüslim kadına da bakılmaz. Ama Tatarhâniye'de rivayet ediliyor ki gayrımüslim kadının saçına bakmakta bir beis yoktur. (İbn Âbidîn, İstibra babı.)
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Ramazanda yatsıyı cemaatle kıldık. Terâvih kılmadık. Vitri cemaatle kılabilir miyiz?
    Cevab: Kılamazsınız. Vitr namazı, yalnız Ramazanda cemaat ile kılınır. Ramazanda yatsının farzını cemaat ile kılmayanlar, toplanıp da terâvihi ve vitri cemaat ile kılamazlar. Çünki terâvih, yatsının cemaati ile kılınır. Yatsının farzını ve terâvihi cemaatle kılanlar, vitri de cemaatle kılar. Farzı yalnız veya başka bir cemaatle veya bu cemaatle kılıp terâvihi kılmayan da vitri bu cemaatle kılabilir. Ama meselâ farzı tek başına veya ayrı ayrı cemaatlerde kılanlar bir araya gelip terâvihi cemaatle kılamadıkları gibi, vitri de kılamazlar. (İbn Âbidîn, Teravih namazı bahsi sonu.)
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: İmam ön safta namaz kılan yoksa cemaate döner diyor. Ön safta değil ama arkada varsa yine döner mi?
    Cevab: Ön safta namaz kılan yok ve burası boşsa, arka saflarda da namaz kılan olsa, bu namaz kılanın yüzüne karşı dönmez. Ön saf lafzı, orada adam varsa diyedir. Oradaki kalkmışsa, yeri boşalır. (İbn Âbidîn)
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Hutbeyi üç basamakta okumanın hükmü nedir?
    Cevab: Hutbeyi Hazreti Peygamber’e uymuş olmak için minber üzerinde okumak sünnettir. Hazreti Peygamber’in minberi, istirahat yeri denilenden başka üç basamaktan ibaretti. Minber mihrabın solunda olmalıdır. (İbn Âbidîn.)
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Yabancı bir kadını düşünüp şehvetlenmek câiz midir?
    Cevab: Bu husus ihtilaflıdır. Şâfiî mezhebinden bazılarına göre helâl olmayana bakmak haram olduğu gibi, onu düşünmek de haramdır. Çünkü Cenab-ı Hak «Allah'ın bazınızı diğerinin üzerine üstün kıldığı şeyleri temenni etmeyiniz» buyurmuştur. Âyet-i kerime bakmayı olduğu gibi, temenniyi de men etmiştir. İbni Hacer Tuhfe’de, «Ecnebi bir hanımın güzelliklerini düşünerek hanımıyla münasebet kuran ve hayalinde sanki o ecnebi kadınla cinsî münasebet kurmuş gibi tasarlayan bir kimse bu kabilden değildir» diyor. Celâleddin Süyûtî ve Takiyyüddin Sübkî'nin aralarında bulunduğu bir cemaatten böyle bir düşüncenin helâl olduğu nakledilmektedir. Çünkü Cenab-ı Peygamber bir hadîsinde: «Şüphesiz Allah benim ümmetim için nefislerinin peyda ettiğinden vaz geçmiştir» buyurmaktadır. Kişinin böyle bir şeyi hayal etmesi o kadınla zinâ etmeyi düşünmesini gerektirmez. Öyle ki kadını elde ettiği takdirde zinâ etmeye ısrar ediyorsa günahkâr olur. Buradaki hâdise münasebet kurduğu hanımını o ecnebi kadın farzetmesidir. Bazıları böyle bir şeyin yapılmasının mekruh olması daha uygundur, derler. Bu görüş «kerahat delilsiz olmaz» kâidesiyle reddedilmiştir. İbnü'l-Hâc el-Mâlikî şöyle dedi: «Böyle bir düşünce haramdır. Çünkü bu zinânın bir çeşididir. Nitekim bizim âlimlerimiz de böyle demişlerdir.» Nitekim bizim âlimler, «Bir testi alıp ondan su içen bir kimse gözünün önünde onu şarap sayıp içerse o su haram olur» demişlerdir. Bazıları İbnü’l-Hâcc’ın bu görüşünü destekleyen bir delil olmadığını söyleyerek reddetmiştir. Hanefî fıkıh kitaplarından Dürer'de der ki: «Kişi suyu veya mübah olan başka meşrubatı içtiği zaman fâsıklar gibi coşkunlukla taşkınlıkla içerse haram olur.» Hanefî mezhebi kâidelerine en yakın olanı bunun câiz olmamasıdır. Çünki o ecnebi kadının huzurundaymış gibi düşünmek, onunla cinsî temas kurulmuş gibi tahayyül edilmesi heyeti üzerine işleyen bir mâsiyeti tasvir etmektir. İçki meselesinin benzeridir. Hanefî ulemâsından bazıları, İbnü'l-Hâcc’ın yukardaki ibâresini nakledip kabul ederek şu hadîs-i şerifi delil alır: “Bir suyu şarap içer gibi içerse, bu su kendisi için haram olur.” (İbn Âbidîn, Bakma ve Dokunma faslı)
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Benim otistik bir oğlum var. Bülûğa ermiştir. Kadınların yanına girmesi câiz midir?
    Cevab: Kur’an-ı kerimde mümin kadınların, tâbiîn denilen ve erkekliği kalmamış hizmetçiler ile kadınların mahrem yerlerini henüz anlamayan çocuklardan örtünmemesine ruhsat verilmektedir (Nur Suresi: 31). Erkekliği kalmamış hizmetçi için, hareketleri kadınsı kişileri veya erkeklik uzvu bulunmayanları yahud faal olmayan ihtiyarları yahud da kadınlara ne yapacağını bilmeyen saf kimseleri kasdettiği hususunda tafsilât vardır. O halde böyle bir çocuk, kadınlara ne yapacağını bilmeyen bir halde ise, kadınlara bakmakta mazurdur. Kadınlar böyle bir çocuğun yanına girip başlarını açabilir ise de, İbni Ümmi Mektum hadîsi gereğince bununla yalnız kalmamak ve başını açmamak takvâdır. (İbn Âbidîn, Bakma ve Dokunma bahsi.)
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Oto galerimiz var. Müşteri gelip 10 bin liralık arabayı beğeniyor, 1000 lira kaparo veriyor. Ertesi gün gelip vazgeçiyor. Kaparoyı vermek gerekir mi?
    Cevab: Hanefî mezhebinde böyle bir şart geçersizdir. Akdi de fâsid yapar. Alıcı tek taraflı olarak akdi feshedemez. Vazgeçtim deyip gelip isterse, satıcının kaparoyu iade etmesi gerekmez. Ancak anlaşarak ikale yapılabilir. Bu takdirde kaparo iade edilir. Alıcı hediye ederse câiz olur. Ancak zarara uğramak mevzubahis ise, meselâ o gün bir başka müşteri kaparo alındığı için geri çevrilmiş ise, Hanbelî mezhebi taklid edilebilir. Hanbelî mezhebinde kaparo şartı câizdir.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Zifaf edilmeyen kadını üç defa boşamakla hülle gerekir mi?
    Cevab: Gerekmez diyenler olmuşsa da ulemâ “Bu söz bâtıldır, mezhebe muhaliftir. Hülle gerekir” diyor. (İbn Âbidîn, Bakma ve Dokunma bahsi.)
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Bir akrabam oğlum askerden gelirse bir kurban keseceğim demiş. Kurban kesmeyip parasını fakirlere verebilir mi?
    Cevab: Nezrde nezrettiğini değil de kıymetini vermek câiz ise de köle âzâdı ve kurbanda âzât ve kan akıtma esas olduğundan yapamaz. (İbn Âbidîn, Zekât bahsi.)
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: İmam yatsıyı tek başına kılarken kendisine uyulsa, kıraati nasıl yapacak?
    Cevab: Kıraati sessiz yapmışsa, fâtihayı ve sureyi okumuş olsa bile, hepsini tekrar cehren okuyacak. (Ni’met-i İslâm.)
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Sabah namazını cemaatle kazâ eden açık mı, gizli mi okur?
    Cevab: Açık okur.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Kurban satıcısı kurbanınızı keserim, yüzerim, etini tartarım, ne kadar gelirse o kadar alırım diyor. Bu câiz mi?
    Cevab: Semen belli olmadan yapılan alışveriş sahih değildir. Hayvan mülk olmaz. Mülk olmayan da kurban edilemez
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Ötenazi hep çok tartışılıyor, dinimiz bu konuda ne diyor?
    Cevab: Ötenazi intihar demektir. Câiz değildir. Hazret-i Peygamber aldığı yaraların ızdırabına dayanamayarak intihar eden birisini kınamıştır.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Baldız ile hürmet-i müsahere olursa nikâh düşer mi?
    Cevab: Düşmez. Baldız ile mahremiyet geçicidir. Yani zevcesi ölse veya ayrılsa evlenebilir.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Fıkıh kitaplarında İmam Ebu Yusuf'un Cuma namazı kıldıktan sonra, abdest aldığı kuyuda fare ölüsü görüldüğü söylendi. “Medîne’deki kardeşlerimize göre guslümüz sahihtir. Çünki, hadîs-i şerîfte, kulleteyn mikdarı suya necâset karışınca, üç sıfatından biri değişmedikçe necs olmaz buyuruldu” dediği ve namazını kurtarmak için başka mezhebi taklit ettiği bir hâdise anlatılıyor. Normalde bir müctehidin başka bir müctehidi taklid etmemesi gerekmez mi?
    Cevab: Müctehid ictihad etmediği bir mevzuda başka bir müctehidi taklid edebilir. İctihad ettiği mevzuda ise, ancak ihtiyaç olursa başka bir müctehidi taklid edebilir. Burada Cuma namazı tekrar kılınamayacağı için İmam Mâlik’i taklid etmiştir.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Hazreti Ayşe'nin nişan, evlenme ve zifafa girme yaşları için kitaplardaki kaviller nedir?
    Cevab: Kaynaklar 6 yaşında nikâhlandığını, 9 yaşında iken zifafa girdiğini söylüyor. Bu yaşın daha yukarı olduğunu bildirenler de vardır. Arap memleketlerinde 9 yaş umumiyetle kızlar için bülûğa erme yaşıdır. Arap cemiyetinde genç kız-yaşlı erkek veya tersi izdivaçlar, dul kadınla genç erkeğin evlenmesi veya tersi normal karşılanmaktadır.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Bazıları İsrail’in Filistin’de yaptıklarını gerekçe göstererek Yahudilere ait şirketlerin mamullerini almamak lâzımdır; aksi takdirde Filistin’de masumların öldürülmesinde senin de bir payın olur diyor. Nasıl hareket etmek gerekir?
    Cevab: İnsanın hamiyetli hareket etmesi takdire şâyândır. Fakat bunlar istismara müsait hususlardır. Bazı kötü niyetliler, bunu fırsat bilip, rakiplerine zarar vermek için bunlar hakkında asılsız ithamlarda bulunarak haksız rekabet yapmakta; şirket ve kişilerin isimlerini lekelemektedir. Gayrımüslimlerle alış-veriş yapmanın fıkhen bir mahzuru yoktur. Kârının nereye gittiği bilinemez. Her Yahudi’nin İsrail politikalarını benimsediği söylenemez. Bunlar çok abartılı hareketlerdir.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Fıkıh kitaplarında "Farzları ve vâcibleri nafile olarak yapmak, müekked sünnetleri yapmakdan daha çok sevap olur" yazıyor. Farzları ve vâcibleri nâfile olarak yapmak ne demektir? Kılmış olduğu farzı iade veya kaza etmesi gerekmediği halde tekrar kılması mı? Eğer öyleyse bu neden müekked sünnetten daha sevap oluyor?
    Cevab: Farz olan hacca gittikten sonra bir daha gitmek, nafile kurban kesmek, öğle ve yatsıyı tek başına kıldıktan sonra cemaate uymak gibi belli hallere münhasırdır.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Hutbenin farzı nedir?
    Cevab: Hutbenin farzı İmam Ebu Hanîfe’ye göre elhamdülillah veya subhanallah yahut Allahü ekber gibi bir zikri söylemektir. Yani bunlardan birini söylese şart yerine gelmiş olur ise de bu kadarla iktifa etmek tenzihen mekruhtur. İmameyne göre bu kâfi değildir. Ayrıca bir teşehhüd mikdarı yahud üç ayet-i kerime okuyacak kadar hutbede bulunup hamd, salavat ve mü’minlere dua etmelidir.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Fukahâ-yı Seb'a’nın diğer fıkh âlimlerinden farkı nedir? Niçin tâbiînden ve sahâbîlerden farklı olarak ayrıca zikrediliyorlar? Zaten çoğu sahâbî veya tâbiînden değil mi?
    Cevab: Fukahâ-yı seb'a Medine-i münevverenin yedi büyük fakihi demektir. Bir kaç tanedir. Eshâb-ı kirâmın, Hazret-i Peygamber’in irtihâlinden sonraki devirde en çok fetvâ veren yedi tanesi, Hazret-i Ömer, Ali, Abdullah bin Mes'ud, Hazret-i Âişe, Zeyd bin Sâbit, İbn Abbâs ve İbn Ömerdir. Bunlara fukahâ-ı seb’a-yı sahâbe (sahâbe-i kirâmın yedi fakîhi) denir. Sonraki fukahâ-ı seb'a ise Medine'nin yedi fakihidir. Sahâbe-i kirâmdan sonra Medine-i münevverede fetvâ verme salâhiyeti âdetâ bu yedi fakîhe mahsustu. Said bin el-Müseyyeb, Kâsım bin Muhammed bin Ebî Bekr, Urve bin Zübeyr, Hârice bin Zeyd, Ebû Seleme bin Abdürrahmân bin Afv, Ubeydullah ibni Utbe ve Ebû Eyyûb Süleymân idi.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Çıplak hayvan üzerinde giderken uyuyanın abdesti, hayvan yokuş ya da düz gidiyorsa bozmazken, iniş aşağı giderken niçin bozuyor? Buradaki mesele nedir? Hayvan çıplak olmazsa, üzerinde semer olursa ne fark var? Burada anlatılmak istenen hayvanın üzerine uzanma şekli midir?
    Cevab: Yel kaçırma tehlikesinden dolayıdır.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Fıkıh kitaplarında şöyle diyor: "Bir veyâ iki ayağı mestden çıkınca, abdesti, o ânda bozulmaz. Abdestin bozulması şimdi ayaklara sirâyet eder. Yalnız ayaklarını yıkasa, mesh ederek almış olduğu abdesti temâmlamış olur. Mesh müddeti bitince de, yalnız ayaklarını yıkar. Fekat, her iki sûretde de, yeniden abdest almak dahâ iyi olur denildi. Çünki, muvâlât hanefîde sünnet, mâlikî mezhebinde ise farzdır." Burada mesh çıkar çıkmaz yıkamak kastedilmeyip, aradan zaman geçmesi durumunu kastederek tekrar abdest almak iyi olur mu denilmek isteniyor? Çünkü ayaktan meshi çıkardığı gibi ayaklarını yıkasa abdest sahihtir. Eğer anladığım kastediliyorsa o halde abdest ibadetini belli bir zaman diliminde yapmasak da abdest almış olacağımız anlamı çıkmıyor mu? Bir kişi ayaklar hariç bütün abdest azalarını yıkasa, aradan 1 saat geçse sonra ayaklarını yıkasa bu kişi Hanefî'de abdest almış olur mu?
    Cevab: Bir kimse bütün azalarını yıkayıp, mesela ayaklarını bir saat sonra yıkasa abdesti sahihtir. Ancak muvalat sünnetini terk etmiş olur. Şâfiî de Hanefî gibidir. Mâlikî’de ancak unutmuşsa, hatırladığı zaman hemen yıkarsa sahih olur.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Fıkıh kitaplarında özr sahibi için şöyle diyor: "Öğleden başka dört nemâzdan birinin vakti girmeden evvel aldığı abdest ile, bu nemâzı kılamaz" Çünkü her vakit çıkışda abdest bozuluyor. Peki öğle için bu vakit ne zaman başlıyor? Yani sabah aldığı abdest herhalde güneş doğunca bozuluyordur ama öğleyi kılmak için alacağı abdesti en erken ne zaman alabiliyor, işrak vaktinde mi?
    Cevab: Güneş doğduktan sonra aldığı abdest ile, başka sebeple bozulmamışsa, öğlen namazını kılabilir.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Müt’a nikâhı Hazret-i Ömer tarafından neden kaldırıldı? Câbir bin Abdullah’dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerife göre: “Biz Hazret-i Muhammed ve Ebubekir zamanında bir avuç hurma karşılığında kadınlar ile geçici nikâhlar yapardık. Hazret-i Ömer bunu Amr bin Hurays hâdisesinden sonra kaldırdı.” Amr bin Hurays hâdisesinde neler oldu?
    Cevab: Müt’a nikahı Câhiliye devrinde, yani Hazret-i Peygamberin peygamberliğini ilan edişinden evvel câri idi. Hazret-i Peygamber, böyle bir nikâh yapmadı. Yapılmasını emretmedi. Kur’an-ı kerimde Mü’minûn suresinin altıncı âyetinde üstü kapalı da olsa müt’a nikâhının câiz olmadığı bildirildi. Hayber gazâsında Hazret-i Peygamber müt’a nikahını yasakladı. Bunu başta Hazret-i Ali olmak üzere çok sayıda sahabi bildiriyor. Bunun yasaklandığını bilmeyenler, bilmediği için yapanlar da vardı. Hazret-i Ömer zamanında, sahabiler toplanarak, Hazret-i Peygamberin müt’a nikâhını yasakladığını, dolayısıyla müt’a nikâhının câiz olmadığını müzâkere ederek karara bağladılar. İcma’ya vardılar. Müt’a nikâhını Hazret-i Ömer yasaklamadı. Hazret-i Peygamber tarafından yasaklandığı onun zamanında ilân edildi. Hazret-i Ömer’e düşmanlıkları sebebiyle böyle şeyler uydurup kendisini suçlayanlar vardır.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Mâide Suresi’nde abdesti anlatırken ayaklara mesh edin diye mi yazıyor? Bu âyet-i kerime muhkem mi, yoksa müteşâbih midir?
    Cevab: Meselenin, bu âyetin muhkem veya müteşâbih olmasıyla alâkası yoktur. Âyet-i kerimede ayaklara meshedin demiyor; ayakları yıkayın diyor. Şiîler bu âyet-i kerimedeki ercüleküm kelimesini ercüliküm diye okuyarak başa meshedildiği gibi, ayakların da meshedileceğini söylüyor. Halbuki eshab-ı kiram, Hazret-i Peygamber’in ayaklarını yıkadığını, ancak mest giydiği zaman meshettiğini ittifakla rivayet ediyor. Kıraat imamları da bu âyet-i kerimenin ercüleküm diye okunacağını, dolayısıyla ayakların yıkanacağını söylüyor. Sonra gelen bütün âlimler de böyle bildiriyor. Bir tek Şia, sahabilerin müslümanlığına inanmadıkları için bu icmayı kabul etmiyor.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Başı mesh ederken bir kere kullanılan el ikinci defa kullanılamaz mı? Yıkayıp tekrar mı kullanılacak? Ya da hiç kullanılmayacak mıdır?
    Cevab: Başı meshedince su müstamel olur. Artık başka yer meshedilmez. Ama elde hâlâ ıslaklık varsa kulaklar da bununla meshedilebilir. Tekrar ıslatmak iyidir.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Bir câmi var. Bunun altında lokanta var. Fakat aralarında merdiven gibi bir bağ yok. Lokanta da câmiden midir?
    Cevab: Girişi ayrı olan ev, dükkân gibi yerler mescidden sayılmaz. Mescidin vakfı bile olsa mescidden sayılmaz.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Bir câmi var. Helâsı alt katta, câminin içindedir. Fakat mimarî olarak helânın çatısı, câminin çatısına denk gelmiyor. Yan binanın çatısı altında kalıyor. Burada ihtiyaç gidermek mekruh olur mu?
    Cevab: Mescidin namaz kılınan mahallerinin altında olmadıkça bevletmek mekruh olmaz.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Şadırvanı içeride olan câmilerde abdestsiz içeriye girmek mekruh olur mu?
    Cevab: İçerideki şadırvan içeride abdesti kaçanların abdest tazelemesi içindir. Câmiye abdestsiz girmek mekruhtur. Şadırvanlar umumiyetle mescidin dışındadır. Varsa, zaruretler memnuları mübah kılar.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Câmiye uyumak niyetiyle giren; fakat girişte sırf uyuması günah olmasın diye itikâfâ niyet eden, uyuyunca mekruh işlemiş olur mu?
    Cevab: İtikâf ibâdet etmek için câmide bir mikdar bulunmaktır. Câmiye itikâf niyetiyle girilir. İki rek’at namaz kılınıp uyunabilir. Mekruh olmaz.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Evden bir yere giderken geç kalınca, yine de abdestli çıkayım diye, abdestin farzlarını yerine getiren, mekruh işlemiş olur mu?
    Cevab: Abdestin bazı sünnetlerini terk etmek mekruh olur. Müstehabı yapmak için mekruh işlenmez. Nitekim namazda abdest bozulduğu zaman, hemen gidip abdest alıp namaz tamamlanır. Burada da abdest sünnetleriyle alınır (İbn Abidin-İstihlâf bahsi).
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Çalıştığım holdingde çeşitli katlarda küçük mescidler vardır. Burada imamın namaz kıldığı seccade mihrab hükmünde midir? Böyle bir mescide itikâfa girilebilir mi?
    Cevab: Böyle küçük mescidler yol mescidleri gibidir. Devamlı belli cemaati olmadığı için mihrabı olamaz. Bunlara da abdestsiz girilmez. Vâcib, sünnet ve müstehab olan üç çeşit itikâf vardır. Birincisi adak sebebiyledir. İkincisi Ramazan ayının son on gününde yapılır. Üçüncüsünde, mescidlere her girişte burada bulunduğu müddet içinde itikâfa niyetlenilebilir. Bu mescidlerde ancak bu üçüncü çeşit itikâf mümkündür. Diğerleri muntazam cemaati olan ve Cuma kılınan mescidlerde yapılabilir. İşyerlerinde çalışanların vakit namazlarını kılması için seccade serilmiş köşe ve odalar ise hiçbir zaman mescid hükmünde değildir. Buraya abdestsiz girilebilir. Bunlar çarşı ve mekteplerdeki namazgâhlar gibidir. (İbn Âbidin)
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Evde yapılan cemaatin ardından bir başka cemaat olsa ve 2. cemaatin imamı, birinci cemaatin imamının kıldığı yerde dursa, namaz mekruh olur mu?
    Cevab: Bu mekruhluk cemaati muayyen olan mahalle mescidleri içindir.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Hiçbir zorluk ve ihtiyaç yok iken zayıf kavil ile amel edenin, ameli sahih olur mu?
    Cevab: Âyet-i kerime zan ile hüküm vermeyi yasaklıyor. Zayıf kavil bir zan bildirir. Fıkıh kitaplarında mukallidlerin sahih, racih kavillerle amel etmesinin gerekli olduğu yazmaktadır. Bahr sahibi gibi bazı âlimler, bir mukallid, başka bir mezhebe göre yahut zayıf bir rivâyetle veya zayıf bir kaville amel ederse, bu ameli nâfizdir, yani iş yerine gelmiştir diyor. Ama bu söz, ihtiyaçsız zayıf kavillerle amel edenin en azından kerih bir iş yapmadığı mânâsına gelmez. Neticede bir âlimin kavlidir. Zayıf olması, sözün kendisinde değil, bize geliş yollarının ötekiler kadar sağlam olmayışındadır. İbni Nüceym, “Âhir zamanda nefsine değil de, zayıf kavle bile uymak takvâdandır” diyor.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Fıkıh kitaplarında diyor ki: “İmamın sesi yetiştiği zaman, tekbirleri müezzinin de bildirmesi mekruhtur.” Tahrimen mekruh, hangi hallerde haram oluyor?
    Cevab:

    Sübutu veya delili kat’i olmayan nasslarla bir şey emir veya men edilmişse, bu vâcip ve tahrimen mekruhu bildirir. Vitr namazı, bayram namazı, kurban kesmek, fıtra vermek, teşrik tekbirleri, kıraati dinlemek, selâmı almak, adağını yerine getirmek Kur’an-ı kerimde emredilmektedir ama bu emir açık değildir. Bu sebeple Hanefîler buna farz değil de vâcip demiştir. Vâcibin bilerek terki tahrimen mekruhtur. Meselâ vitr namazını kılmamak böyledir. Erkeğin altın takması, ipek giymesi tahrimen mekruhtur. Bunlar hadîs-i şerifte açıkça açıkça bildirilmiştir ama bu hadîsi bir kişi bildirdiği (haber-i vâhid olduğu) için sübûtu zannîdir. Çalgı dinlemek de Kur’an-ı kerimde üstü örtülü olarak yasaklanmıştır. Sübûtu kat’î ama harama delâleti zannîdir. Bu sebeple haram değil tahrimen mekruhtur. Amelde bid’at işlemek; başkasının alışverişi sırasında alışveriş teklifinde bulunmak ve başkasının evlenme teklifi üzerine evlenme teklifinde bulunmak tahrimen mekruhtur. Çünki hadis-i şerif ile men edilmiştir. Sünnet-i müekkedeyi özürsüz ve ısrarla terk etmek de tahrimen mekruhtur.
    Ancak mekruhların hepsi aynı derecede değildir. Vâcibin terki kerâhet-i tahrimî, sünnetin terki ise kerahet-i tenzihî ile mekruhtur. Lâkin sünnetin kuvvetine göre kerahet-i tahrimîye yaklaşmak ve şiddet hususunda kerahet-i tenzihînin dereceleri değişir. Zira sünnet, vâcip ve farzın ve bunların zıdları olan yasakların muhtelif dereceleri olduğu gibi müstehabın da muhtelif dereceleri vardır.
    İmam Muhammed’e göre, şüpheli nasslarla sâbit olan vâcibin terkindeki tahrimen mekruh ile şüpheli nasslarla men edilmiş tahrimen mekruh, haram hükmündedir. Yani haram değildir ama haram gibidir. Neden? Bazı âlimlere göre ateşle azap olunacağı içindir. Bazı âlimlere göre böyle söylemesi mecazdır. Çünki mekruha ateşle azap yoktur ama ikisi de şeriatin yapılmasını istemediği şeydir. Böyleyse üçünün sözü aslında birbirine aykırı değildir. İmam Muhammed’e göre tahrimen mekruhun haram sayılması için mutlaka nass ile sâbit olması gerekir. Sünnet-i müekkedenin ısrarla ve özürsüz terkinden doğan tahrimen mekruh da haram değildir. İmam Muhammed’in de tahrimen mekruh dediği, ama haram saymadığı hususlar vardır. Diğer iki imamın tahrimen mekruh dediği bazı hususlara, haram demektedir.
    Vâcibi ve tahrimen mekruhu inkâr etmek üç imama göre de küfr değildir. Sünnet-i müekkedeyi terk etmekten doğan tahrimen mekruh, İmam Muhammed’e göre de haram hükmünde değildir. Fetva Şeyhayna göredir. Ama insanları sakındırmak için İmam Muhammedin kavli de bildirilir. İmamı Azam, şeriatın sahibine karşı çok edepli olduğundan, delaleti veya sübutu kat’i olmadıkça, yani açık ayet-i kerime veya muhkem ve mütevatir sünnetle sabit olmadıkça, bir şeye haram demezdi. Yoksa mekruhu küçük gördüğünden değildi. Çünki mekruh da şeriatin sahibinin beğenmediği şeydir.

    Fıkıh kitaplarında mekruh denildiği zaman tahrimen mekruh anlaşılır sözü, ilk devirde yazılmış mezhebin temel kitapları içindir. Bunlardan alarak yazılmış fıkıh ve ilmihal kitaplarında böyle değildir. İbn Âbidin hazretleri “Fıkıh kitaplarında mekruh dendiği zaman hemen tahrimen mekruh dememeli, deliline bakmalıdır” diyor.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Fıkıh kitaplarında “İstemiyerek ağız dolusu kussa, zorlıyarak biraz kussa oruç bozulmaz” derken, “Ağız bazan bedenin dâhili sayılır. Bunun için, oruclu kimse, tükürüğünü yutarsa, orucu bozulmaz. İnsanın içindeki necâsetin mi’deden bağırsağa geçmesi gibi olur. Ağızdaki yaradan veyâ diş çekdirmeden, iğne yapılan yerden yâhud mi’deden ağza kan çıkması, abdesti ve orucu bozmaz. Bu kanı tükürünce veyâ yutunca, tükürük kandan çok ise, ya’nî sarı ise, yine bozulmazlar. Mi’deden gelen başka şeyler ağza geldiği zemân da böyle olup, abdest ve oruc bozulmaz. Ağız dolusu, ağızdan dışarı çıkarsa, ikisi de bozulur. Ağzın içi, ba’zan da, bedenin hârici gibi olur. Ağzına su alınca oruc bozulmaz” diyor. İstemiyerek ağız dolusu kusmanın orucu bozmadığı yazarken, başka yerde ağız dolusu kusmanın orucu bozduğu söyleniyor. Bundan kasıt ne olabilir?
    Cevab:

    İhtilaflı bir meseledir. Farklı kitaplardan alınan kavillerdir. “Ağız dolusu, ağızdan dışarı çıkarsa, ikisi de bozulur” cümlesini, “Ağız dolusu kusmak, abdesti bozduğu gibi, isteyerek kusulmuşsa orucu da bozar” şeklinde anlamalıdır.
    Abdestte:
    1-Ağız dolusu kusmak abdesti bozar. Ağız dolusu kusmak ağız külfetsiz yumulamaz hale gelmektir. İster kasden, ister kendiliğinden olsun değişmez.
    2-Bir mecliste müteaddid de olsa, toplamına bakılır. 
    3-Ağız dolusu olmayan kusmak abdesti bozmaz. İster kasden, ister kendiliğinden olsun değişmez.
    Oruçta:
    1-Kendiliğinden (mesela bulantı ile) ağız dolusu kusmak orucu bozmaz. Gelen kusma geri gitmek de bozmaz. Yutulursa oruçlu olduğunu hatırlıyorsa bozar.
    2-Kasden (mesela parmak sokup) az bir kusuntu getirmek de orucu bozmaz. Bu kusuntu geri gitse oruç bozulmaz. Yutulsa, müftabih kavle göre oruç bozulmaz. Oruçlu olduğunu hatırlamıyorsa kasden az kusmak orucu bozmaz.
    3-Kasden ağız dolusu kusmak orucu bozar. Geri dönsün, dönmesin veya yutulsun farketmez. Oruçlu olduğunu hatırlamıyorsa kasden çok kusmak orucu bozmaz.
    (Ni’met-i İslâm, İbn Âbidîn.)

    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: İslâm hukukunda hukuksal norm sıralaması, öncelik sıralaması ne şekilde yapılabilir? Nasıl ki anayasa, kanunlar, yönetmelikler, mahkeme ictihatları arasında belirli bir sıralama, öncelik veya üstünlük sözkonusu ise, bunu İslâm hukukunda nasıl gerçekleştiriyoruz? Tabiî ki âyetler ile hadîsler arasında bir sıralamadan bahsedilebilir. Lakin sözgelimi âyetler arasında belirli bir öncelik-tekaddum etme hâdisesi sözkonusu mudur? Hani anayasanın değiştirilemez hükümleri gibi münhasır bir gruplama yapılabiliyor mu? Yahut bir grup hüküm diğer gruba göre öncellenebiliyor mu? Mesela kul hakkı yemek yahut beytülmala zarar vermek gıybetten daha öncelikli ve ağır bir günahtır denilebiliyor mu? Yahut şahsa karşı hırsızlık ile kamuya karşı hırsızlık arasında bir öncelik –üstünlük- var mı? Yahut mesela domuz eti yemek ile şarap içmek arasında ceza hukuku anlamında bir öncelik-ağırlık hususiyeti var mıdır?
    Cevab:

    İslam hukukunda öncelikle sizin de işaret ettiğiniz gibi bir sıralama vardır. Usul-i fıkh, yani hukuk metodolojisi bunu belirler. Kaynaklar arasında Kuranı kerim, sonra Hazreti Peygamberin sünneti, sonra müctehid hukukçuların ittifakı (icma); daha sonra da müctehid hukukçunun kıyası gelir. Bu sıralamaya riayet mecburîdir.
    Müctehid olmayanlar bir müctehidi taklid eder. Müctehidin sözlerini ihtiva eden kitaplarda da öncelik ve sonralık münasebeti, bir hiyerarşi vardır. Mesela Hidaye, Kınye’den önce gelir. Hidayenin sözü, Kınyenin sözüne üstün tutulur. Bu asırlar boyu hukuk ilmi içinde teşekkül etmiş kaidelerle belirlenir.
    İctihadlar, nasslarla (ayet ve hadislerle) belirlenmiş hükümleri asla değiştiremez. Mesela süt kardeşlerle evliliği Kuranı kerim yasaklar. Bunun hilafına icithad olmaz. Ama ne zaman süt kardeşliğin tahakkuk edeceği ictihad mahallidir. Bir ictihadın diğerine üstünlüğü yoktur.
    Ayeti kerimeler arasında bazıları geçici hüküm bildirir. Kanunlardaki geçici maddeler gibi, başka bir ayet ile bu zamanın bittiği ve yeni hüküm bildirilir. Buna nesh diyoruz.
    Bazı ayeti kerimeler arasında umumi-hususi; mücmel-müfesser, müteşabih-muhkem gibi münasebetler vardır. Üçünde de ikinciler, birinciye öncelik taşır. Usul, füru ve usulün kardeşleriyle evlenme yasağı bildiren ayet, iki kızkardeş ile aynı anda evlenmeyi yasaklayan ayet ile tahsis edilmiştir. Birincisi umumi, ikincisi hususidir.
    İslam hukuku münhasıran günahlarla uğraşmaz. Bir kadını hayız gördüğü sırada boşamak haramdır ama boşama geçerlidir. Hibe ettiği şeyi geri almak câizdir ama mekruhtur. Alacaklının ispatlayamadığı borcu kimse hukuken ödetemez; ama dinen mesul olur. İçki içmek, domuz eti yemek, zina etmek, gıybet etmek suç değil, günahtır. Ama aleni olursa, o zaman cemiyet düzenini korumak maksadıyla ceza verir. Aksi takdirde kimsenin hususi hayatı araştırılmaz. Bu zaten câiz değildir. Bir kadınla evinde zina eden kimse suçlu değildir, ama günahkârdır. Buna kimse ceza veremez, vermez. Ama Allah ahirette sorar. Cezaya tabi suçlarda da hâkim müşahhas hadiseye göre ceza verir.
    İslam dini de inananlardan şu sıralama uymalarını ister: Önce iman (Allaha, sıfatlarına, peygamberlere, mukaddes kitaplara, meleklere, âhiret gününe, kadere, ayet ve hadislerde açık bildirilmiş emir ve yasaklara inanmak) gelir. Sonra itikadı icma ile bildirilen hükümlere göre düzeltmek (kabir azabına, şefaata, günah işlemenin imanı götürmediğine, sahabelerin üstünlüğüne, imanın artıp eksilmeyeceğine, tenasuhun olmadığına inanmak gibi) gelir. Sonra haramlardan kaçmak (içki, zina, rüşvet, yalan gibi) ; sonra farzları yapmak (namaz, oruç, zekât, anaya babaya itaat gibi); sonra tahrimen (harama yakın) mekruhtan kaçmak (yengeç, karides gibi deniz mahsulleri yemek, erkeğin ipekli giymesi, altın takması gibi); sonra vacibleri yapmak (kurban kesmek, fıtra vermek gibi); sonra tenzihen (helale yakın) mekruhtan kaçınmak (sol elle yemek yemek gibi); sonra sünnetleri yapmak (evlenmek, teravih namazı kılmak gibi); sonra müstehapları yapmak (sadaka vermek gibi) gelir.
    Bunlar arasında da sıralama vardır. Bunlar kaynaktaki ifadeye göre belirlenir.  Mesela namaz, zekâat, oruç, hac en önde gelir. Bir akid yaparken, bir nikâh kıyarken bu işin farz, vacib ve sünnetlerine uymak gerekir. Farzlarına uymazsa geçerli olmaz. Mesela iki şahid nikâhta farzdır. Olmazsa nikâh olmaz. Nikâhta kız velisinin bulunması; oradakilere tatlı ikram etmek, yemek vermek, dua etmek sünnettir. Yapılmamasının akde zararı yoktur.
    Emir ve yasaklar imanı olanlaradır. İmanı olmayan veya imanını bir şekilde kaybeden (farzı, haramı inkâr etmek gibi) kimse, farzları yapsa sahih olmaz. İşlediklerinden dolayı günahkâr da olmaz. Ama İslâm cemiyetinde İslâm mahkemesi buna bakmaz, onu fiillerinden dolayı mesul tutar.
    Allaha şirk (ortak) koşmaktan sonra en büyük günahlar adam öldürmek, bozuk itikad sahibi olmak, namuslu kadına iftira etmek, harb meydanından kaçmak, yalancı şahidlik, yetim hakkı yemek, hırsızlık, büyü yapmak gibi haramlardır. Haramların ağırlığı ayrıca işlendiği zamana, işleyenin pozisyonuna; günahtan zarar görenin kim olduğuna göre değişebilir. Zenginin hırsızlığı fakirinkinden; evlinin zinası bekârınkinden ağırdır. Zina büyük, gıybet küçük günahtır. Ama gıybetin cemiyete zararı, çoğu zaman zinadan daha çok olabilmektedir. Nitekim gıybet edilen şahıs işitip üzülmüşse günahı daha da artar. Adam dövmek büyük günahtır. Anne ve babayı dövmek daha büyük günahtır. Gayrımüslimi dövmek daha büyüktür. Hayvanı dövmek daha büyüktür. Çünki ikisiyle de helalleşmek mümkün değildir. Allah hakkı bulunan günah (zina, sarhoşluk gibi), tevbe ile veya çekilen sıkıntılar ile Hazreti Peygamberin şefaati ile affedilebilir. Olmazsa cehennemde günahı kadar kalıp kurtulabilir. Ama kul hakkı varsa helalleşmeden kurtulamaz. Ahirette de hakkını yediğinin helalleşmek günahlarını yüklenmek ve kendi sevaplarından vermekle olur. Sıradan bir adamı öldürmek büyük günahtır. Ev geçindiren birini öldürmek daha büyük; herkesin istifade ettiği bir âlimi öldürmek daha büyüktür. Hâkim müşahhas hâdisede bunları nazara alır. Çünki hâkime geniş bir takdir salahiyeti tanınmıştır.
    Bütün bunları kati olarak ancak Allah bilir. Fıkıh kitaplarında da bu kadar bildiriliyor. Bu sebeple eskiler büyüğüne küçüğüne, mekruhuna haramına bakmadan dinin kötü dediğinden kaçınmış; farzına müstehabına bakmadan iyi dediğine sarılmıştır.

    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Padişahların, nikâhlı hanımları, ikballeri, peykleri ile 4 kadın gözetmeksizin birlikte olmalarının hukuku nedir? Kur’an’dan âyet verebilir misiniz?
    Cevab: Câriyelerle evlenmenin ruhsatı, Nisa suresi: 3, 25; Mü’minûn suresi: 5-6. ayeti kerimeler ve Hazreti Peygamberin sünnetidir.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Bazen mescide teşekkül etmiş cemaate rastlıyoruz. İmamın başı açık veya kolu kısa olabiliyor. Buna uymak yerine tek başına kılınabilir mi?
    Cevab: İmam başını örtmeyi unutmuş olabilir. Takke bulamamış olabilir. Takkesiz kılmanın mekruh olduğunu bilmiyor olabilir. Remlî der ki, “İmamdan namazı bozacak bir şey tahakkuk etmedikçe, buna uymak kerahetsiz câizdir. İmam farz, müfsid ve vâciplere riayetkâr ise buna uymak câizdir. Nitekim sahâbe ve tâbiinden birçokları müctehid imamlardı. Halbuki mezhebleri muhtelif olmasına rağmen her imamın arkasında namaz kılarlardı. İmam sünnet ve mekruhlara riayetkâr değil ise, cemaat vâcip veya sünnet-i müekkede olduğuna göre, kerahat-i tenzihiyeye tercih olunur. Bir kimse fâsıkın veya bid'atçının arkasında namaz kılarsa cemaat fazîletine nâil olur. Bunların arkasında namaz kılmanın yalnız kılmaktan evlâ olduğunu gösterir. Lâkin verâ ve takvâ sahibi bir imamın arkasında nâil olduğu sevaba nâil olamaz. Salih başka bir imam varsa buna uymak mekruh olur. Böyle birisini imam yapmak da mekruhtur. (İbn Âbidîn)
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Peygamber efendimizin "Çöplükte biten gülleri koklamayınız!" mealindeki bir hadis-i şerifini okudum. İnsan ailesinden dolayı kınanamayacağına göre buradaki murad ne olabilir?
    Cevab: Şir’atül-İslâm kitabında bu hadis-i şerifi bildirdikten sonra diyor ki, kendi güzel, zengin ve soylu, ama kötü huylu bir kadın, çöplükte bitmiş gül gibidir. Bununla evlenmemelidir.
    7 Temmuz 2010 Çarşamba
  • Sual: Efendim beş aydır çeşitli sebeplerden dolayı hanımımla ayrıyız. Sinirli ve üzüntülü bir ânımda hanımıma mesaj gönderdim. “Baban seni bugün gece 12’ye kadar eve getirip bırakmazsa hem vallahi hem billahi hem tallahi bir daha birleşmemiz imkânsız olacaktır. Bu işin dönüşü yok” dedim. Bunun ardından da kayınpederime bir mesaj gönderdim. Mesajın sonunda “Madem kızınızı getirmediniz. O halde bana tek birşey kaldı: Boşum! Boşum! Boşum! Kızınıza tebliğ edersiniz” dedim. Bunların neticesinde talâk vâki olmuş mudur?
    Cevab: Hanımınıza gönderdiğiniz mesaj ile boşanma tahakkuk etmez. Bu belki bir boşanma vaadidir. Yani böyle olursa boşarım demek gibidir. Kayınpederinize yazdığınız mesaj da böyledir. Nitekim İbni Abidin hazretleri buyuruyor ki “Ben senden boşum” demekle boşanmaya niyet edilse bile boşanma gerçekleşmez. Dolayısıyla bu mesaj ile de boşanma olmaz. İslâmiyete uygun şekilde boşanmak için erkek kadına cinsî temasta bulunmadıkları bir hayızdan temizlik devresinde bir defa “Boşsun” veya “Seni boşadım” gibi açık bir söz söyleyerek boşanma iradesini bildirmelidir.
    14 Temmuz 2010 Çarşamba
  • Sual: İlmihallerde talâk bahsi anlatılırken “Kinâye söyleyince, boşamaya niyet ettiyse veya öfkeliyse bir bâin talâkla boşamış olur” diye yazıyor. Bir kimse öfkeli iken kinâye söz söylese, meselâ “Babanın evine git!” dese; fakat boşamaya niyet etmese boşanma gerçekleşir mi?
    Cevab: Kinâye söz, “Babanın evine git”, “Bana örtün”, “Bana yabancısın” gibi hem boşanmada, hem de başka mânâda kullanılan kelime demektir. Bir kimse böyle bir kelimeyi hanımına talâk niyeti ile söylerse, bir bâin talâk olur. Talâk niyetiyle söylemezse talâk olmaz. Kadın bu vesileyle mahkemeye mürâcaat etse, erkek “Ben talâk niyetiyle söylemedim” derse kabul edilir. Ancak bu sözü öfkeli iken veya zevcesi ile boşanma üzerine konuşurken sarfetmişse, mahkemede “Ben bunu talâk niyetiyle söylemedim” demesi kabul edilmez ve mahkeme talâka hükmeder. Mahkeme erkeğin niyetini bilemez. İlmihallerde de bu husus ifade ediliyor. İbni Âbidîn hazretleri bu halde kazâen talâk vâki olduğunu, ancak diyâneten talâk vâki olmayacağını bildirmektedir. Kazâen lafzı mahkemeye mürâcaatı; diyâneten lafzı ise Allah ile kul arasındaki durumu ifade eder. Şer’î mahkemenin bulunmadığı yerlerde erkek öfke veya talâk müzâkeresi esnâsında söylediği kinâye sözü talâk niyetiyle söylemediğine yemin ederse boşanmış olmaz.
    22 Temmuz 2010 Perşembe
  • Sual: Evimizi 115 bin liraya satılığa çıkardık. Emlâkçıyla her hangi bir ücret vermemek üzere anlaştık. Emlâkçı evi yüksek fiyattan satışa çıkarmış ve 116 bin liraya pazarlık etmiş. Sonra bize “Alıcı çok pazarlıkçı çıktı. Komisyonumun da tamamını alamıyorum. Bu yüzden siz 115 bin lira alacaksınız. Bana bin lira vereceksiniz. Alıcı size sorarsa 116 bin liraya sattığınızı söyleyin” dedi. Paramızı aldık, tapu muamelesini yaptırdık. Bin lirayı alıcının gözü önünde komisyoncuya verdim. Bu satış câiz oldu mu?
    Cevab: Emlâkçı sizin nâmınıza 116 bin liraya pazarlık yapmış. Akit sahihtir. Emlâkçıya komisyon vermemek üzere anlaştı iseniz, komisyon verme borcunuz yoktur. Alıcıya 116 bin liraya sattım demenizde de yalan yok. Çünki doğrusu budur. Ancak bin lira emlâkçının hakkı değildir. Kendi rızânızla emlâkçıya bin lira verebilirsiniz.
    22 Temmuz 2010 Perşembe
  • Sual: Ev alırken emlâkçıya gittik. Gösterdiği 135 bin liralık evi beğendik. 130 bin lira olursa alacağımızı söyledik. Emlâkçı bizi arayıp 131 bin liraya indiğini söyledi. Sonradan ev sahibinin emlâkçıya bana 130 bin lira verin, gerisi sizin olsun dediğini ve bizden aldığı fazla bin lirayı emlâkçıya vadettiğini öğrendik. Bu arada emlâkçı bizden iki bin lira komisyon ve üç bin lira tapu masrafı istedi. Tapu masrafının 2.500 lira tuttuğunu öğrendik. Satıcı bize hak verip, emlâkçıya vadettiği bin lirayı bize verdi. Satıcının bu parayı emlâkçıya vermeyip bize vermesi emlâkçının parasını gasp olur mu? Bu parayı bizim almamız uygun mudur? Satış câiz midir? Komisyoncuya fazla para vermek mecburiyetimiz var mıdır?
    Cevab: Evi 131 bin liraya almışsınız. Satıcı bin lirayı ne isterse yapar. Emlâkçı sizden 2 bin lira komisyonu hak eder. Tapu masrafları da ne kadar tutarsa, üstünü size iade eder. Satış sahihtir.
    22 Temmuz 2010 Perşembe
  • Sual: Avret yerini ellemek hangi hallerde abdesti bozar?
    Cevab:

    Hanefî mezhebinde avret yerini ellemekle abdest bozulmaz. Abdest almak müstehaptır. Kadın parmağını veya pamuk gibi başka bir şeyi tenasül uzvuna sokarsa abdesti bozulur. Parmağının ucunu sokar da ıslaklık veya koku duyarsa bozulur.

    Mâlikî mezhebinde bâliğ bir erkek kendi avuç içi veya parmaklarının ucu veya alt yahut yan tarafı ile çıplak zekerine kasden veya unutarak dokunursa lezzet alsın veya almasın abdesti bozulur. Başka yeriyle dokunsa veya arada perde varsa bozulmaz. Kasık veya testislere dokunması bozmaz. Kadın kendi tenasül uzvunu ellerse veya parmağını sokarsa lezzet alsa bile abdesti bozulmaz. Bir kimse makadına dokunsa veya parmağını soksa abdesti bozulmaz. Bâliğ bir erkeğin zekerine şehvetle dokununca dokunma hükümleri cereyan eder ve abdesti bozulur.

    Şâfiî mezhebinde vücuttan ayrılmış bile olsa avuç içi veya parmakların altı ile kendisinin veya başkasının zekerine dokunmak abdesti bozar. Avuç içiyle parmakların alt kısımlarının sınırı, avuç ve parmaklar üst üste geldiğinde görünmeyen kısımlardır. Kadın kendi tenasül uzvuna dokunsa veya bir başkası kadının tenasül uzvuna dokunsa abdesti bozulur. Elin ve parmakların aralarıyla ve yan taraflarıyla dokunması bozmaz. Makadın halkasına dokunmak bozar. Dokunulan başkası ise bunun abdesti bozulmaz.

    Hanbelî mezhebinde elin içi ile kendisinin veya çocuk yahut ölü bile olsa başkasının zekerine dokunmak abdesti bozar. Zeker veya fercine dokunulan başkası ise bir rivayettte bunun abdesti bozulmaz. Kasık ve testislere dokunmaz bozmaz. Kadın kendi tenasül uzvuna dokunsa veya bir başkası kadının tenasül uzvuna dokunsa abdesti bozulur. Makad deliğine dokunmak da bozar.

    5 Ağustos 2010 Perşembe
  • Sual: Bir farz namazı yalnız veya cemaatle kıldıktan sonra bir cemaat teşekkül etse buna uyulur mu?
    Cevab: Öğlen ve yatsı namazını yalnız kılan kimse, sonra teşekkül eden cemaate uyar. Bu namaz nâfile olur ve kaçırdığı cemaat sevabını elde eder. Ancak sabah, ikindi ve akşam namazları böyle değildir. Çünki sabah ve ikindiden sonra nâfile kılınmaz. Üç rek’atlık da nâfile olmaz. Eğer cemaate uymazsa, mekruh işlemiş olur. Bu sebeple ya cemaate uyar; ya da o mahalli terkeder. Ancak bir farzı cemaatle kıldıktan sonra tekrar cemaatle kılınması mümkün değildir. İsterse ikinci cemaat daha çok olsun. İmam Ebu Hânife, Mâlik ve Şâfiî’nin kavli böyledir. Çünki Hazret-i Peygamber, "Bir günde hiçbir namaz iki defa kılınmaz" buyurmuştur. İmam Ahmed bin Hanbel, İshak bin Râhuye ve Dâvud Zâhirî’ye göre câizdir. İkinci namaz nâfile olur. İmam Ahmed yukarıdaki hadîs-i şerîfi “ikinci namazı farz telâkki ederek kılmayınız” mânâsında alır. Nitekim Hazret-i Peygamber’in namazı cemaatle tekrar kılmalarını tavsiye ettiği kimseler olmuş; bunlara “Bu ikinci namaz sizin için nâfile olur” buyurmuştur. (İmam Kurtubî, Tefsirü Sureti’l-Bakara)
    5 Ağustos 2010 Perşembe
  • Sual: Fıkıh kitaplarında (Semen, para tayin edilince, sahih olan sözleşmelerde teayyün etmez. Yani söz kesilirken tayin edileni vermek lazım değildir. Misli, benzeri verilebilir. Mehirde, nezirde [adakta] ve vekil yapmakta da teayyün etmez. Emanet, hibe ve sadaka vermekte, şirkette ve gaspta teayyün eder. Mebi her zaman teayyün eder) deniyor. Mehirde 11 Reşat altını vermeyi taahhüt etmiştik. Şimdi onun yerine, o değerde başka mal, TL, Dolar, Euro vesaire verebilir miyiz?
    Cevab:

    Satış akdinde semenin (satılan mal karşılığı ödenecek meblâğın) cinsi söylenmedi ise, söz kesilirken orada kullanılan semen anlaşılır. Burada, piyasadaki paraların mâliyeti (hakikî kıymeti) ve râyici (geçer kıymeti) müsâvi ise, bey’ sahih olur. Müşteri hangi parayı isterse verebilir. Geçer kıymetleri farklı ise, en yükseğini verir. Geçer kıymetleri aynı olup, mâliyetleri farklı ise, cinsi, sıfatı söylenmezse, bey’ fâsid olur. Suriye’nin sınıra yakın kısımlarında Türk lirası geçmektedir. Haleb’de şu kadar lira üzerinden akid yapılsa, Suriye veya Türkiye lirası diye açıklanmasa, hangisinin geçer kıymeti fazla ise o verilir.

    Semenin cinsi söylenmiş ise, teayyün ettiğinden başka semen verilemez. Reşad altını üzerine pazarlık edilmişse, İngiliz altını verilemez.

    Semen, sahih akidde tayin edilince, teayyün etmez. Yani söz kesilirken tayin edileni vermek lâzım değildir. Misli, benzeri verilebilir. “Bu elimdeki 100 lirayla şu malı aldım” diye akid yapılsa, sonra bu parayı cebine koyup, mislini, benzerini verebilir. Semenin kendi tayin edilince, teayyün etmez ise de, cinsi, mikdarı ve vasfı tayin edilince, teayyün ederler. Yani bu cins, mikdar ve vasfı taşımayan semen verilemez. 100 lira demişse 100 dolar veremez. 11 Reşad altını demişse 11 Aziz veya bu kıymette para veremez.

    Söz kesilen semen, örfe uyulup, bozuk para olarak da verilebilir. Meselâ yirmi mecidiyye diye pazarlık olunduğunda, yirmilik yerine onun bozukluğu olan onluk ve beşlik verilebilir.

    Semen, para olmayıp mal ise, hatta altın veya gümüşten işlenmiş eşyâ ise, pazarlıkta tayin edilince, mebî gibi teayyün eder. Satış da, mukâyada (trampa) satışı olur. Yani o malı aynen vermek gerekir. Meselâ müşteri, bir gümüş kaşığı gösterip, “Şu kaşık ile bu horozu satın aldım” dese, kaşığı vermesi lâzımdır. Aynı ağırlıkta, aynı şekilde ve aynı kıymette başka gümüş kaşık veremez. Çünki semen para değil de mal olup, alıcı tarafından tayin edilmiştir, dolayısıyla teayyün etmiştir.

    Semen, fâsid satışta, sarf satışında, emânet, şirket ve vekâlette, kirâ bedelinde, hibede, zekât, sadaka ve satın alma vekâletinde ve gaspta tayin edilince, teayyün eder. Meselâ emânetçi, emânet bırakılan parayı aynen geri vermekle mükelleftir, geri verirken mislini veremez. Telef oldu ise, mislini değil, kıymetini öder. Satın alma vekili, mal sâhibinin verdiği parayı kendi için kullanamaz. Kullanırsa, vekilliği bozulur. Bir altın lira gasp eden, bunu aynen öder. Bu yok ise, benzerini veremez, kıymetini öder.

    Mehrde ve nezrde ve vekil yapmakta da teayyün etmez. Vekile 100 lira verip “Git şu parayı felancaya ver ve kendisini vekil ettiğimi söyle. Bana şu evsafta bir at alsın” dese, o kişi de bu parayı cebine koyup, vekile aynı mikdarda kendi parasını verebilir. “Şu koyunu kesmek nezrim olsun” dese, başka bir koyunu kesebilir. “Bu elimdeki 11 Reşad altını mehr olmak üzere nikâhladım” dese, başa 11 Reşad altını verebilir.

    Netice itibariyle mehr pazarlığı yaparken 11 Reşad altını söz kesilmiş ise, 11 Reşad altını vermek icab eder. 11 Aziz veya bunun kıymeti kadar para, döviz verilemez. Ama nikâh yapılırken belli 11 Reşad altını mehir olarak gösterilse idi, teayyün etmeyeceğinden sonradan bunu değil de başka 11 Reşad altını vermek câiz olurdu. Mehrde teayyün etmez demek bu demektir. Karşı tarafın rızası varsa, başka şey verilebilir.

    5 Ağustos 2010 Perşembe
  • Sual: Fıkıh kitaplarında “Defnden sonra düâ edilir. Sessiz olarak Kur’ân-ı kerîm okunur. Yüksek sesle okumak mekrûhdur” buyuruluyor. Kabristanda yüksek sesle Kur’an-ı kerim okumak mahzurlu mudur?
    Cevab: Bu İmam Ebu Hanîfe hazretlerinin kavlidir. İmam Muhammed hazretleri mekruh olmadığını buyurmaktadır. Fetvâ da böyledir. (Muhîtü’l-Burhânî) Büyüklerimizi kabirde yüksek sesle Kur’an-ı kerim okurken ve okuturken gördük.
    5 Ağustos 2010 Perşembe
  • Sual: Mahalle câmimizin imamı Şâfiî mezhebindedir. Vitir namazını üç rek’at olarak kıldırmaktadır. Hanefî mezhebinde vitir vâcib, Şâfiî mezhebinde ise sünnet olduğundan, vâcib kılanın sünnet kılana uyması mahzurlu olması sebebiyle bizim bu imama uyarak vitir kılmamız câiz midir?
    Cevab: İmam vitri üç rek’at olarak kıldırıyorsa, Hanefî mezhebini taklid ediyor demektir. Buna uymak ihtilâfsız câizdir. Şâfiî mezhebinde gece nâfile namazları ikişer rek’at kılındığından ve vitir de 2+1 rek’at olarak kılındığından böyle kıldıran imama Hanefîlerin uyması ihtilâflıdır. Böyle imama uymanın da câiz olduğunu söyleyenler vardır. Bu takdirde imam ikinci rek’attan sonra selâm verse bile buna uyan Hanefî selâm vermeyip vitrin kalanını bu imamla kılar (İbni Âbidin, Vitr ve Nevâfil Bâbı).
    5 Ağustos 2010 Perşembe
  • Sual: Bir kimseye Fâtiha'yı veya onun birazını gizli okuduktan sonra birisi gelip buna uysa kıraate gizli olarak mı devam eder?
    Cevab: Fâtiha'yı âşikare olarak tekrarlar. Çünkü cemaat olunca geri kalan kısmını sesle okumak vâcip olur. Bir rekatte kıraatın yarısını sesle yarısını gizli okumak çirkindir. Bu sebeple âşikâre olarak tekrarlanır. Sureyi okuduktan sonra imam olsa hem Fâtiha'yı hem sureyi âşikâre olarak tekrarlar. Baştan beri imam olan da böyledir. Yani imam meselâ fâtihayı sessiz okusa, hatırladığı zaman açıktan tekrarlar. Kendisine sonradan uyulan kimse imamlığa niyet ederse böyledir. Aksi takdirde açıktan okuması gerekmez. Bazıları Fâtiha'nın veya surenin kalan kısmını veya bütün sure kaldı ise tamamını âşikare olarak okuyacağını, aksi takdirde vâcibin geciktirilmiş olacağını söylemiştir. (İbn Âbidin, Namazın âdâbı, Kıraat hakkında bir fasl)
    4 Eylül 2010 Cumartesi
  • Sual: el-Fıkhu alel-Mezâhibil-Erbaa kitabı güvenilir bir kitap mıdır? Yazarının İbni Teymiyeci olmak bakımından tenkit edildiğini işittiğim için soruyorum.
    Cevab: el-Fıkhu alel-Mezâhibil-Erbaa kitabı sahasında itimad edilir bir kitaptır. Dört mezhebin Mısır'daki en tanınmış dört âlimi bir araya gelerek bu dört mezhebin mutemed kitaplarından toplayarak yazmıştır. Mısır’da mescidlerde dört mezhebin ahkâmının tedrisi ve imamların bu mezheblerin hükümlerini gözetebilmesi maksadıyla Evkâf Vezâreti tarafından Câmi’ül-Ezher ulemâsından dört mezhebe mensup hukukçulardan bir komisyon kuruldu. Bunlar dört mezhebe göre mukayeseli bir fıkıh kitabı hazırladılar. Mısır hükûmeti, kanunlarda ve tedrisatta Hanefî mezhebi yanında dört mezhebin hükümlerinden de istifâde edilmesi kararı almıştı. Bahis mevzuu kitap, bu hususta da yardımcı olacaktı. Mısır’da Hanefî ulemâsının reisi mevkiindeki Şeyh Abdurrahman el-Cezirî (1360/1941), bu komisyonun reisi oldu. Bu komisyonda Mâlikî mezhebinden Abdülcelil Îsâ, Şâfi’î mezhebinden Muhammed el-Bâhî ve Hanbelî mezhebinden Muhammed Sebi’ ez-Zehebî âzâ olarak bulunuyordu. Komisyon 1349/1931 yılında el-Fıkhu ale’l-Mezâhibi’l-Erbea kitabını hazırlayarak İslâm hukukuna mühim bir hizmette bulunmuş oldu. Kitap matbu olup, Türkçeye de tercüme olunmuştur.

    İbni Teymiyye büyük bir âlimdir.İlmi, dindarlığı, keskin zekâsı, kuvvetli hâfızası, sivri dili, inatçılığı ve doğru bildiğinden şaşmaması ile tanınmıştır. Şiîlere, Hıristiyanlara ve Yunan felsefecilerine yazdığı reddiyeler çok kıymetlidir. İbni Teymiyye önceleri Hanbelî mezhebinde iken, sonraları müstakil hareket etmeye başladı. Mesâisini selef itikadının ihyâ iddiasına hasr etti. Bu arada kendisinden önce gelenlere, bu arada Sahâbe’ye de aşırı tenkidlerde bulundu. Bazı cahil tarikatçıların aşırı hareketlerini bahane ederek, istigâse, tevessül, şefaat, kabir ziyareti gibi hususlara muhalefetiyle öne çıktı. “Ancak üç mescide ziyâret için gidilir” hadîs-i şerîfini, “Ancak üç mescid ziyâret edilir” şekline çevirerek, Hazret-i Peygamber’in kabrini ziyaret için bile gitmek günah olur dedi. Kabir ziyaretine cevaz veren ve tasavvufu, kerâmeti câiz gören sözleri varsa da, tevessül, istigase, kabirlere adak yapmak, kabirlerde dua edip şefaat dilemek gibi hususlara muhalefeti hep sürdü. Giderek tasavvufun Hind felsefesinden etkilenmiş bir bid’at olduğunu iddia etti. Sadreddin Konevî ve Muhyiddin Arabî’yi ağır şekilde tenkid etti. Şart-ı vâkıfın muteber tutulmaması, bir defada verilen üç talâkın bir talâk sayılması, yemine bağlanan talâkın vâki olmayıp keffâretle iktifâ edileceği, hayızlı kadına verilen talâkın vâki olmayacağı gibi fıkhî konularda da Selef ulemâsının icma’larına uymayan, şâz (marjinal) görüşler ileri sürdü. Bu sebeple yalnız tasavvuf ehlinin değil, zâhir âlimlerinin de nefretini çekti.

    Memlûk Sultanı’nı Müslüman İlhanlılarla harbe teşvik etti. Bu sebeple modernistler tarafından “İslâm ülkelerini Tatar istilâlarından koruyanların ön safında çalışan manevî önder İmam İbni Teymiyye” olarak lanse edilir. Halbuki İbni Teymiyye, iki İslâm askerinin harb etmesini kızıştırmış, kardeş kanı dökülmesine, binlerce müslümanın ölmesine sebep olmuştur.  Ehl-i sünnet âlimlerinin yaptığı gibi, bu iki İslâm hükümdarına nasihatlar verip, din kardeşi olduklarını söyleyip, “Kardeşlerinizin arasını bulunuz!” meâlindeki âyet-i kerîmeye uysaydı, zaten iyi niyetli olan Gazan Han ile Sultan Nâsır birleşerek, yardımlaşır; büyük bir imparatorluğun meydana gelmesine sebep olabilirdi.

    Akideye dair yazdığı Fetâve’l-Hameviyyeti’l-Kübrâ ve El-Vâsıta diye de bilinen el-Akîdetü'l-Vâsıtıye adlı eserlerinde teşbih ve tecsime kayan (Allahü teâlânın cisim olduğu ve insana benzediği yolunda) fikirler ileri sürdü. Bunun üzerine vaaz ve fetvâ vermesi yasaklandı. 705 (1306) tarihinde Kâhire’de Kâdiyülkudât Zeynüddin Mâlikî riyasetinde toplanan âlimler huzurunda muhakeme olundu. Kâhire ve İskenderiye’de ikamete tâbi tutuldu. Sonra Şam’a döndü. Selef-i sâlihînin icma’ına uymayan sözleri sebebiyle fitneye sebep olunca sultan fetvâ ve vaaz vermesini yasakladı. Dinlemeyince Şam Kalesi’ne kapatıldı. 728 (1328) tarihinde burada vefat etti.

    İbn Teymiyye üçyüz civarında kitap yazmıştır. es-Siyasetu'ş-Şer'iyye kitabı, İslâm amme hukukuna dair mühim ve kıymetli bir eserdir. Fetvâları, halen Suudî Arabistan’daki mahkemelerin mürâcaat kitabıdır. Hanbelî âlimlerinden İbni Teymiyye adıyla meşhur Fahrüddîn Muhammed bin Ebi’l-Kâsım başkadır. Bu da Harranlı olup, 621 senesinde 79 yaşında vefat etmiştir. Tefsîri ve Hanbelî fıkhına dair eserleri vardır. İkisi karıştırılır.

    İbni Teymiyye’nin çok sayıda talebesinden İbnü’l-Kayyım dışında hiç biri hocası kadar aşırı gitmemiş ve Ehl-i sünnet dairesinden çıkmamıştır.

    Başta Izz bin Cema’a, Ebu’l-Hasen Sübkî, İbn Hacer Askalânî, İmam Süyûtî, İmam Şa’rânî, İbn Hacer Mekkî, Ahmed Sâvî, Abdülhay Lüknevî, Yusuf Nebhânî, Habîbü’l-Hak Permûlî olmak üzere pek çok mühim âlimler, İbni Teymiyye ve nev’i şahsına mahsus fikirlerine reddiye yazmıştır.

    İbni Teymiyye mağrur, münazaralarda ise üslubunu ayarlayamayan bir kimse idi. Nahv âlimlerinden Ebû Hayyân, 700 senesinde Kâhire’ye geldiğince, İbni Teymiyye buna “Nahv âlimi dediğimiz Sibeveyh de kim oluyor. Kitâbında tam seksen yanlış var ki, sen onları anlayamazsın” demişti. Ebû Hayyân, el-Bahr adlı tefsirinde ve Nehr ismindeki muhtasarında ilim adamına yakışmıyan sözleri karşısında, ondan uzak kalmayı uygun gördüğünü söyleyerek İbni Teymiyye’yi ayıplamıştır. İbni Hacer Askalânî, Dürerü’l-Kâmine kitabında, İbni Teymiyye’nin önde gelen talebesi Zehebî’nin “İbni Teymiyye, ilim üzerinde konuşurken hiddetlenir; karşısındakini mağlup etmeye çalışır, herkesi gücendirirdi” sözünü naklediyor. İmam Süyûtî, Kam’ul-Mu’ârıd isimli eserinde, “İbni Teymiyye, kibirli idi. Kendini beğenirdi. Herkesten üstün görünmek, karşısındakini küçümsemek, büyüklerle alay etmek âdeti idi” diyor. Şam ulemâsından Muhammed Ali Bey, Hıttatü’ş-Şam kitabında diyor ki, “İbni Teymiyye’nin hedefi, Luther adındaki papazın hedefine benzer. Fakat Hıristiyanlığın müceddidi muvaffak oldu. İslâm müceddidi olamadı.”

    Netice itibariyle İbni Teymiyye, zekâsı, ilmi, ibâdeti bir yana, cerbezesi ve gururu ile öne çıkmış; selef-i sâlihînin icmasından ayrılmış; İslâm tarihinde onulmaz yaralar açmış büyük bir âlimdir. Bir tarafta modernistlerin, bir tarafta Vehhabîlerin önderi olmak itibariyle ifrat ve tefrit arasında kalmış enteresan bir şahsiyettir.

    İbni Teymiyye’nin her söylediği de yanlış değildir. Doğru söylediği ve sonra gelen Ehli sünnet âlimlerinin kaynak aldığı sözleri ve kitapları da vardır. Bir kimsenin İbni Teymiyye'den istifade etmesi, onun kitaplarına referans vermesi, İbni Teymiyye’nin hatalarını da benimsediği mânâsına gelmez. Mesela Ehli sünnetin çok kıymet verdiği İbni Âbidin hazretleri bile İbni Teymiyye'den nakiller yapıyor ve büyük âlim olduğunu söylüyor.

    İbni Teymiyyeci diye bir tabir veya fırka yoktur. Ancak XVIII. asırda Arabistan’ın doğusundaki Necd havâlisinde ortaya çıkan ve zamanla bütün Arabistan’a hâkim olan Vehhâbîlik, İbni Teymiyye’nin görüşlerine dayandığı iddiasındadır. Maamafih Vehhâbîlik, İbni Teymiyye’nin fikirlerinden çok daha aşırı bir yol tutmuştur. İbni Teymiyye ve fikirleri, unutulmaya yüz tutmuşken, modernistlerin biricik referansı olarak canlandırılmış olup abartılarak hayatiyetini muhafaza etmektedir. Vehhâbîliğin kurucusu 1206/1792 yılında vefat eden Muhammed bin Abdülvehhabdır. Mezhebinin esasları İbni Teymiyye’ye uzanır. Muhammed bin Abdülvehhab, İbni Teymiyye ve en önde gelen talebesi İbni Kayyım’ın görüşlerini iyice incelemiş ve bunlara taassupla bağlanmıştı. İslâmiyeti, ilk zamanlarındaki saflığına döndürme iddiasıyla ortaya atıldı. Kabir ziyaretini, türbe yapılmasını, tevessülü, tasavvufu, câmilerde minber ve minâreyi, namazlardan sonra tesbih kullanılmasını câiz görmüyordu. Mezheb, sahâbeye bakış açısı bakımından Hâricîlik, Allah’ın cisim olduğu hususunda Mücessime ve nassların zâhirî mânâlarına bakıp mecaza gitmemek hususunda da Zâhiriye mezhebinin tesirlerini taşıyordu. Ehl-i sünnetin Mâtüridî ve bilhassa Eş’arî mezhebini reddederek, kendilerine selef-i sâlihîni hatırlatacak şekilde, Selefiyye adını vermişlerdir. Halbuki inanç ve amelleri selef-i sâlihîne benzememektedir. Vehhâbîliğin esasları, İbni Teymiyye’nin görüşlerinden daha şiddetlidir. Öyle ki, İbn Teymiyye’nin câiz değil dediğine, Vehhâbîler küfr demiştir. Ayrıca İslâmiyeti aslına döndürme etme pozu takınan bazı modernistler de İbni Teymiyye’yi hak ettiğinden yukarıda tutmakta ve onun sözlerini referans almaktadır. Günümüzde radikal islamcı denilen ve tedhiş faaliyetleri ile gayrıislamî rejimleri devirme iddiasındaki gruplar da İbni Teymiyye’yi zamanının Müslüman hükümetine karşı tavırları sebebiyle kahraman bir manevî lider olarak görmektedir. Halbuki Ehli Sünnet itikadı ne vaziyette olursa olsun hükümete karşı gelmeyi yasaklamaktadır.

    17 Eylül 2010 Cuma
  • Sual: İlmihalde “Vâiz ve imam, cemaate öğretmek için mesnûn olan duaları sesle okur. Cemaat de sessiz tekrar eder. Cemaat öğrenince imam da sessiz okumalıdır. Sesle okuması bid’at olur. Ramazanda ve başka zamanlarda cemaat ile hatim duası yapmak mekruhtur. Fakat böyle yapanları men’ etmemelidir” diyor. Câmilerde veya başka meclislerde bir kişi yüksek sesle hatim duası yapıyor. Biz de el açıp âmin diyoruz. Bu mekruh mudur?
    Cevab: Fetâvâ-yı Hindiyye’de “Ramazan ayında, Kur'an-ı kerimi hatmedince dua etmek mekruhtur. Fakat bu şekilde fetvâ verilmez. Kur'an-ı kerim hatmedilince cemaatle beraber dua eylemek mekruhtur. Çünkü bu Peygamber Efendimiz'den naklolunmamıştır. Kur'an-ı kerim hatmedildiği zaman insanların, İhlâs Sûresi’ni açıktan okumak için toplanmalarında bir beis yoktur. Ancak bu halde de birinin okuyup, diğerlerinin onu dinlemesi evlâdır. Hatmin arkasından, üç defa İhlâs Sûresi okumayı da bazı âlimler beğenmiş; bazıları beğenmemiştir” diyor. Cemaat ile hatim duası demek, imamla beraber cemaatin de yüksek sesle dua yapması olsa gerektir. Bu ise Hıristiyanlara benzemek olduğundan mekruhtur. Şu halde cemaat tekrar etmezse mekruh olmayacaktır. Ancak bir kişinin dua edip diğerlerinin âmin demesi böyle değildir. Nitekim yine Hindiyye’de “Bir kimsenin sünnette bildirilmiş bir duayı cemaata öğretmek maksadı ile açıktan okumasında bir beis yoktur. Bu dua okununca cemaat da birlikte dua yapar. Bu, cemaata öğretmek için yapılmışsa böyledir. Şayet cemaata öğretmek için olmazsa, böyle yapmak da mekruhtur” diyor. Büyüklerimizden böyle hatim duası yaptıklarını veya böyle yapılan duaya iştirak ettiklerini gördük. Bir kimsenin Kur’an-ı kerimi hatmedeceği sırada aile efradını davet edip toplaması müstehaptır.  Şir’atü’l-İslâm’da diyor ki “Kur’an-ı kerim hatmini kışın gecenin evvelinde, yazın gündüzün evvelinde yapmalıdır. (Çünki bunlar hafaza meleklerinin nöbet değiştirdiği zamandır. Melekler gün veya gece boyu hatim edenlere hayır duada bulunurlar. Böylece  duaları daha uzun sürmüş olur.) Hatim duasında bulunmayı ganimet bilmelidir. Orada yapılan dua kabul olur. Hadîs-i şerifte “Kur’an-ı kerim hatminde hazır olan kimse, ganimet taksiminde bulunan kimse gibidir” buyurulmuştur.
    10 Ekim 2010 Pazar
  • Sual: Paraya ihtiyacı olup, karz bulamayan birisi, kredi kartını, tanıdık bir esnafın pos makinesinden geçirtip, bu parayı esnaftan alsa, esnaf bu kişiden ayrıca ücret alabilir mi?
    Cevab: Kredi kartını pos makinesinden geçirip, sonra bu meblağ kadar esnaftan nakit para almak, satış gibi gözükse bile, aslında karz muamelesidir. Akitte görünüşe değil, maksada itibar edilir. Para bankadan borç alınmakta; banka esnafı vekil etmektedir. Kart komisyonunu, satış gibi göründüğü için muamelenin kdv gibi vergilerini kart sahibi ödemesi gerektiği gibi; esnaf ayrıca bir muamele ücreti alabilir. Esnaf parayı önce verir de, sonra kartı pos makinesinden geçirirse, kendisi borç vermiş; bankayı da kefil etmiş olur. Banka parayı esnafa öder; kart sahibi de bankaya öder.
    Kart sahibi borcu, kartı veren bankaya, yani borcun temlik edildiği bankaya öder. Esnafın, kart komisyonu ve vergileri kart sahibinden tahsil etmesi caiz olduğu gibi; muamele masarfı adıyla muayyen bir mikdar istemesi caiz olur.
    Esnaf, kendi kartını kendi pos makinesinden geçirse ve satış yapmış gibi gösterip para alsa, bu hakikatte bankadan borç almak mânâsına gelir. Para çekip fâiz ödememek şartıyla câiz olur. Bankaya kart komisyonu ödemek muamele masrafı sayılır; muamelenin resmî vergisi de tabiatiyle esnafa aittir. Esnaf, kendi kredi kartından çektiğinde doğrudan kendisi bankadan fâizsiz borç almış olur. Banka, esnafın kendi kredi kartını kendi pos makinesinden geçirmesini yasaklamadığına göre buna zımnî izni var demektir. Her iki halde de ödenen komisyon fâiz değil, muamele masrafı karşılığıdır. Bu işler için bankanın bir muamele masrafı yaptığı hakikattir. Şer’î hukukta borçlanma esnasında sened masrafının alacaklı veya borçluya ait olmasını kararlaştırmak câizdir. Kredi kartından para çekmek ise fâiz işletildiği için câiz değildir. Kredi kartını zamanında ödemeyip fâiz ödemek zorunda kalmak da câiz olmaz.
    10 Ekim 2010 Pazar
  • Sual: Osmanlıların yaptığı gibi mezar taşlarında motiflerin ve desenlerin bulunmasının câiz olmadığını işittim. Osmanlı yaptıysa bir bildiği vardır diye düşündüm. Bunun aslı var mıdır?
    Cevab: İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki: “Kabrin başına eseri kaybolmasın ve tahkir edilmesin diye taş dikip hâcet olursa yazı yazmakta beis yoktur. Bunda amelî icma vardır. Şarktan garba kadar bütün müslüman imamlarının kabirleri üzerine yazı yazılmıştır. Bu, halefin seleften aldığı bir ameldir. Nitekim Rasulullah aleyhisselâm bir taş getirerek onu sütkardeşi Osman bin Mazun'un başı ucuna koydu. ‘Bununla kardeşimin kabrini tanıyacağım ve ailemden vefat edeni bunun yanına defnedeceğim’ buyurdu. Yazı kabri tanımanın yoludur. Ama özürsüz yazı yazmak doğru değildir. Hatta kabrin üzerine Kur'ân-ı kerim veya şiir yahud medhiye mekruhtur.” Bu bakımdan mezar taşı dikmek ve buna mevtayı tanıyabilecek kadar İslam harfleriyle yazı yazmak caizdir. Taş üzerine âyet-i kerîme, mübârek isimler, şiir, medhiye gibi şeyler, Fâtiha kelimesini yazmak, resmini koymak câiz görülmemiştir. Asırlardan beri yazılıyor ise de, kötü bir bid’at olarak vasıflandırılmıştır. Mezar taşına, İslâm harfleriyle ismi ve ölüm hicrî senesi yazılabilir dediler. Mamafih Osmanlı ve daha evvelki Müslüman cemiyetlerin çoğunda mezarlarda nakış ve desen yapılması, çeşitli yazı ve beyitler yazılması âdet olmuştu. Bunun doğru olmadığını söyler, bunu yapanlara söz söylemeyiz. Belki hoş gören âlimler vardır. Osmanlılar sünnet-i seniyyeye uymakta hassas idi. Ancak kimse melek değildir. Hata yapabilir, günah işleyebilir. Osmanlıların yapması da bunun meşru olduğunu göstermez. Mamafih Osmanlıların pek çok iyiliği yanında bu gibi kusurların lafı edilmez.
    10 Ekim 2010 Pazar
  • Sual:

    Eti yenen ve yenmeyen hayvanlar hangileridir?

    Cevab:
    HELÂL ET MESELESİ: Bir etin helâl olması, hayvanın eti yenen hayvanlardan olup olmasından başka, hayvanı kesen ve kesim şekli ile de alâkalıdır. Eti yenen hayvanlar usulüne uygun bir şekilde kesilirse, eti ve her şeyi helâl olur. Eti yenmeyen hayvanlar usulüne uygun şekilde kesilirse, etinden başka her şeyi helâl olur. Domuz ve köpek müstesnadır.


    Eti yenen-yenmeyen hayvanlar

    Domuz ve köpek eti ittifakla helâl değildir. Avını köpek dişi ile veya pençesi ile yakalayan hayvanın eti de helâl değildir. Dolayısıyla arslan, kaplan, kurt, fil, ayı, kedi gibi yırtıcı hayvanlar ile pençeli olup başka kuşlara saldıran kartal, atmaca, şahin, doğan, pençesizlerden de leş yiyen çaylak, akbaba, leş kargası gibi yırtıcı kuşlar helâl değildir. Ancak Mâlikîlere göre dört ayaklı yırtıcı hayvanlar kerahetle helâldir. Kirpi, gelincik, tilki, sırtlan, samur Şâfiî’de helâldir. Kirpi, köstebek, yılan Mâlikî’de helâldir. Tilki ve sırtlan Hanbelî’de helâldir, kirpi Hanbelî’de helâl değildir. Çakal Şâfiî’de de haramdır. Kırlangıç, hüdhüd (ibik kuşu), yarasa, baykuş, papağan, tavus kuşu, saksağan helâldir. Bunlar Şâfiî’de helâl değildir. Leş kargası yenmez. Ekin kargası ve kara karga Hanefî ve Mâlikî’de helâldir. Güvercin, turna, toy, bülbül, keklik, bıldırcın, sığırcık, serçe helâldir. Leylek helâl olmakla beraber insanlar bunu yemeği hoş görmezler.

    Deniz mahsullerinden balığa benzeyenleri yemek câizdir. Midye, karides, istakoz, ahtapot, kalamar gibi balığa benzemeyenleri yemek helâl değildir. Timsah ve kurbağa hariç hepsi Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî’de helâldir. Hem suda, hem denizde yaşayan yengeç, kunduz, kurbağa gibileri Hanefî ve Şâfiî’de helâl değildir. Mâlikî ve Hanbelî’de helâldir; bunlardan kaplumbağa gibileri kesilerek yenir; yengeç gibi akar kanı olmayanlar balık gibi tutulup yenir. Timsah dört mezhepte de helâl değildir.

    Karada, suda yaşayan haşaratı yemek helâl değildir. Meselâ, kertenkele, kaplumbağa, yılan, kurbağa, arı, pire, bit, sinek, akrep, midye, yengeç, fare, köstebek, kirpi, sincap yemek helâl değildir. Bütün kara haşereleri Mâlikî’de kerahetle câizdir. Çekirge ittifakla helâldir. Ancak Mâlikî’de kendiliğinden değil, dışarıdan bir müdahale ile ölmüş olması gerekir.

    Sığır (inek, öküz, manda), davar (koyun, keçi), deve, kümes hayvanları (tavuk, ördek, kaz), yabanî eşek (zebra), tavşan, zürafa, geyik, yaban sığırı, yaban keçisi helâldir. At eti İmam Ebu Hanife’ye göre tenzihen mekruhtur. Diğerlerine göre helâldir. Ehlî eşek ve katır yenmez. İki ayrı cins hayvanın yavrusu anasına tâbidir. Mâlikî ve Şâfiî’de biri ehli, diğeri vahşi iki hayvanın yavrusu yenir.

    Kendiliğinden ölen hayvan helâl değildir. Ölmek üzere olup usulünce kesilen hayvan helâldir. Ava atış yapıp bu darbe ile ölen hayvan helâldir. Balık ve çekirge kendiliğinden ölse bile helâldir.


    Hayvanın kesim usulü

    Hayvanın boğazında merî denilen yemek borusu, hulkûm denilen hava borusu ve evdâc denilen iki yanda birer kan damarı vardır. Bu dört borudan üçü bir anda kesilmelidir. İmam Ebu Yusuf’a göre mutlaka yemek, nefes ve şah damarından biri kesilmelidir. Hayvanı yalnız ensesinden kesmek câiz değildir. Şâfiî ve Hanbelî’de yalnızca nefes ve yemek borusu kesilir. Mâlikî’de nefes borusu ile iki şah (boyun) damarını kesmek gerekir. Başı tamamen kesilen hayvan dört mezhepte de kerahetle helâldir. Hayvan kesildiği zaman boğaz çıkıntısı başta kalırsa helâldir; vücud tarafında kalırsa Hanefî ile bazı Mâlikîlere göre helâl, Şâfiî ve Hanbelî ile Mâlikîlerin ekseriyetine göre helâl değildir.

    Hayvan ensesinden kesilip nefes borusunu keserken canlı ise Hanefî ve Şâfiî mezhebinde helâl olur. Mâlikî mezhebinde ensesinden kesilen hayvan hiç helâl olmaz.

    Kesmeyip de, bir yerine bıçak saplayarak, ensesine ve alnına vurarak veya boğarak veya ilaçlayarak, elektrikleyerek öldürülen kara hayvanları leş olur. Bunları yemek helâl değildir.

    Su içinde kendiliğinden ölüp, karnı üst tarafta duran balık helâl değildir. Bunun dışında ağ ile, saçma ile, ilaç ile, sarsıntı ile ölen her balık helâldir.


    Hayvanı kesen kimse

    Müslümanın veya Ehl-i kitabın (Yahudi ve Hıristiyanların) Allah’ın ismini veya bir sıfatını, herhangi bir lisan ile söyleyerek kestiği hayvan helâldir. Besmele unutulursa helâl olur. Besmelenin kasden terk edilerek kesilen hayvan Hanefî’de helâl değildir, Şâfiî’de kerahetle helâldir. Mâlikî mezhebinde, Besmelesi unutulan da helâl değildir. Av hayvanını da yakalarken besmele çekilmezse veya avı Müslüman veya Ehl-i kitap olmayan biri yakalarsa bunun eti helâl değildir. Ancak böyle tutulan balık helâldir. Kesen müşrik, putperest, ateist ve mürted ise kestiği hayvan hiç helâl değildir. Yedi yaşından küçük çocuğun, delinin ve sarhoşun kestiği de helâl değildir. Şâfiî’de kerahetle helâldir.


    Hayvanı keserken besmele

    Allah’tan başkası için kesilen hayvan yenmez. Makam sahipleri bir yere gelince şerefine kesilen hayvan yenmez. Çünki Allah’tan başkası için hayvan kesmek olur. Keserken Allah’ın ismini söylese de yenmez. Eğer gelene yedirmek için kesilirse helâl olur. Ehl-i kitabın Allah’ın değil de, İsa veya Uzeyr Peygamber’in ismini söyleyerek kestiği hayvan yalnızca Mâlikî mezhebine göre kerahetle helâldir.

    Arapça bildiği halde, besmeleyi başka lisan ile söylemek câizdir.

    Bir hayvana söylenen tekbir ile başka hayvan kesilemez. Tekbirin kesen tarafından söylenmesi lâzımdır. Bıçağa yazmak olmaz.

    Besmele ile gönderilen av köpeğinin ve doğan kuşunun yakalayıp ısırarak yaralayıp öldürdüğü av hayvanı helâldir. Diri getirdikleri av hayvanını kesmek lâzımdır. Köpeğin, yaralamayıp boğduğu ve yaralayıp etinden yediği av yenmez.


    Hayvanın yenmeyen yerleri

    Kurbanın ve eti yenen her hayvanın yedi yerini yemek haramdır. Bunlar, akan kan, bevl âleti [zekeri], hayaları [koç yumurtası], bezleri [guddeleri], safra kesesi, dişi hayvanın önü ve bevl kesesi [mesâne]. Gudde herhangi bir hastalık sebebiyle deri ile et arasında meydana gelen sertleşmiş ez bezeleridir.

    Hayvanı usulünce kesmek veya av hayvanı ise vurmak suretiyle hayvan temiz olur. Yemesi helâl ise yenir. Eti yenen hayvanlardan kendiliğinden ölenler leş olur. Eti yenmez ise de, kılı, kemiği, dişi temizdir. Derisi tabaklanınca temiz olur. Eti yenmeyen hayvan usulüne uygun kesilince yalnız derisi temiz olur. Domuz ve yılan derisi tabaklansa bile temiz olmaz. Domuzun hiçbir yerinden istifade edilemez. Hanefî ve Mâlikî’de kılı ayakkabı dikişinde kullanılabilir. Şâfiî’de köpeğin de derisi tabaklansa bile temiz olmaz.

    Helâl et ile helâl olmayan et beraber aynı çömlekte pişirilirse yenmez. Deniz hayvanlarından yemesi câiz olmayanlar temizdir. Helâl et beraber pişirilirse, deniz mahsulleri ayırılıp kalan kısmı yenir. Balığın içi yenmez; ama salamura ise veya böylece pişirilmiş ise temizlenip kalanı yenir. Eti yenmeyen hayvanın kesildiği bıçak ile kesilen veya böyle etin doğrandığı tahta üzerinde doğranan helâl et yıkanır veya ateşte pişirilirse temiz olur. Haram etin kızartıldığı ızgara üzerinde helâl eti kızartmak câizdir. Çünki ateş temizleyicidir. Tavuk tüyleri yolunmadan ve içi temizlenmeden kaynar suya atılıp 20-25 saniye bekletilirse necis olur ve yenmez. Çünki içindekilerle beraber pişer ve içindeki necaset derisine akseder. Ancak kaynar olmayan sıcak suya atılırsa, eti helâl olur, ancak tüyleri yolunup içi boşaltıldıktan sonra derisini soğuk suyla yıkamak gerekir. Et şarap ile kaynatılırsa necis olur, yenmez. Üç kere temiz su ile kaynatıp her birinde soğutulursa temiz olur denildi.

    Müslüman kasaptan alınan bir etin, nasıl kesildiği bilinmiyorsa, helâl olmak ihtimali varsa, yani kesenler Müslüman-Ehl-i kitap ve müşrik-mürted karışık ise, yemek helâl olur. Harâm olduğu görerek veya âdil bir müslümanın haber vermesi ile anlaşılarak bilinirse yenmez. Fakat sorup araştırmak lâzım değildir. Ehl-i kitabın dârülharbde kesmiş oldukları aksi sâbit olmadıkça helâl ve temiz kabul edilir. Ehl-i kitap olmayanın etli yemeklerini yemek onların kestiği kat’î bilinmediği için kerahetle câizdir. Böyle kasaptan alınan etler de kerahetle helâldir. Çin gibi Budist veya Küba gibi komünist memleketlerde satılan etin, Müslüman veya ehl-i kitap olmayan biri tarafından kesildiği yahud leş olduğu bilinmedikçe, alınıp yenmesi câizdir. Çünki burada Ehl-i kitap ve Müslümanlar da yaşamaktadır.

    4 Kasım 2010 Perşembe
  • Sual: “Kim, bir kavme kendisini benzetirse, onlardandır. O halde Yahûdî ve Hıristiyanlara benzemeyiniz” hadîs-i şerifi gayrımüslimlere benzemeyi yasakladığı halde, günlük hayatımızda pek çok işte gayrımüslimlere benzer şekilde davranmak mecburiyetinde kalınıyor. Bunun hükmü nedir?
    Cevab: Gayrımüslimlerin yaptığı ve kullandığı şeyler iki kısımdır: Birisi, âdet olarak, yani her kavmin, her memleketin âdeti olarak yaptıkları şeylerdir. Bunlardan, İslâmiyetin yasak etmediği, insanlara faydalı olanları yapmak ve gayrımüslimlere benzemeği düşünmeyerek kullanmak hiç mahzurlu değildir. Pantolon, fes giymek, çatal, kaşık kullanmak, yemeği masada yemek ve herkesin önüne tabaklar içinde koymak ve ekmeği bıçak ile dilimlere ayırmak hep âdete bağlı şeyler olup mübahtır. Bunun için, bu işte, bulunulan şehrin âdetine tâbi’ olunur. Âdete uymamak şöhret olur, mekrûh olur. Günlük hayatta yaşanılan beldenin örfüne uymak lâzım olduğu, Ehl-i kitaba bu bakımdan benzemekte bir mahzur yoktur.  Hazret-i Peygamber, Tebük seferinde, Hıristiyanlardan aldığı ve Bizanslıların giydiği türden (rûmî) yenleri dar cüppe giymiştir. Papazlara mahsus sebtiyye denilen ayakkabıyı giymiştir. Yahûdîlere mahsus bir kıyafet olduğu bizzat kendisinden rivâyet edilen taylasan kullanmıştır. İmam Ebû Yûsuf’un demir çivi çakılı ayakkabı giydiğini gören talebesi Hişâm, “Böyle demir çivi çakılı ayakkabı giymek mahzurlu değil mi? Süfyân ve Sevr bin Yezîd bunu kerih görüyorlar. Nitekim bunda râhiblere benzemek var” deyince; İmam Ebû Yûsuf, “Resûlullah da kıllı ayakkabı giyerdi. Bunlar da râhiblerin giydiği şeylerden idi. Ancak bu insanların menfeatine tealluk eden bir şeydir. Nitekim uzun yol yürümek ancak böyle mümkün olabilir” diye cevap vermiştir. Gayrımüslimlerin âdetlerinden faydalı olmayanları ve çirkin, mezmûm (kötülenmiş) olanları kullanmak ve yapmak câiz olmaz. Fakat İslâm âlemindeki telakkiye göre, iki Müslüman bunları kullanınca âdet-i islâm olmakta ve üçüncü kullanan Müslüman için artık yasak kalkmaktadır. Birinci ve ikinci Müslüman günâhkâr olursa da, başkaları olmamaktadır. (Birgivî Vasiyetnâmesi, Şir’atü’l-İslâm, İbni Âbidîn, Gümüşhânevî-Câmiül-Mütûn) Günlük hayatta ve âdetlerde de Yahûdî ve Hıristiyanlara benzemeyi yasaklayan ve onlara muhalefeti emreder gibi gözüken “Kim bir kavme kendisini benzetirse, onlardandır. O halde Yahûdî ve Hıristiyanlara benzemeyiniz”, “Yehûd ve Nasârâ, sakal boyamaz. Siz onlara muhâlefet edip boyayınız!” gibi hadîs-i şerifler vardır. Halbuki ulemâdan bu gibi hadîsleri esas alarak, günlük hayatta Yahûdî ve Hıristiyanlara, hatta müşriklere benzemeyi yasak kabul eden yoktur. Nitekim Nablusî der ki: “Hazret-i Peygamber’in sünneti iki çeşittir: Sünnet-i hüdâ ve sünnet-i zevâid. Sünnet-i hüdâ, câmi’de itikâf etmek, ezân, ikâmet okumak, cemâ’at ile namaz kılmak gibidir. Bunlar, İslâm dininin şi’ârıdır. Bu ümmete mahsûsdurlar. Beş vakit namazdan üçünün revâtib, yani müekked sünnetleri de böyledir. Sünnet-i zevâid, Resûlullahın giyim, yemek, içmek, oturmak, barınmak, yatmak ve yürümekteki âdetleri ve iyi işlere sağdan başlamak, sağ el ile yiyip içmek gibidir.... Bazı hadîslerde sakal boyamak emrolundu. Bazılarında da yasak edildi. Bunun için, selef-i sâlihînden bir kısmı boyadı; bir kısmı boyamadı. Çünki, buradaki emre ve yasağa uymak vâcib değildir. Bunun için, bu işte, bulunulan şehrin âdetine tâbi’ olunur. Âdete uymamak şöhret olur, mekrûh olur”. Şir’atü’l-İslâm şerhinde de der ki: “İbni Abbas, haber veriyor ki, Resûlullah aleyhisselâm kendisine bir hüküm indirilmediği hususlarda, Ehl-i kitaba uymasını severdi. Kitaplarında bildirilmiş olduğu için öyle yaptıkları ihtimalini göz önüne alarak Ehl-i kitaba uymayı, müşriklere uymaktan evlâ sayardı. O zaman kitab ehli saçlarını ikiye ayırmadan aşağı sarkıtırlardı. Müşrikler ise ikiye ayırarak aşağı sarkıtırlardı. Önceleri Peygamber efendimiz ve Eshâbı, Ehl-i kitab gibi kâkül bırakırdı. Sonra Cebrâil aleyhisselâm geldi, saçları ikiye ayırmayı emretti. Bütün Müslümanlar da saçlarını ikiye ayırdılar”. Demek oluyor ki, Hazret-i Peygamber, kendisine men edici bir vahy gelmedikçe, âdetlerde Ehl-i kitaba benzemeyi tercih ederdi. Aynı husus ibâdetler için de söylenebilir. Eğer Ehl-i kitabın ibâdet olarak yaptıkları bir hususun gerçekten dinlerinden olduğu Hazret-i Peygamber tarafından biliniyorsa ve vahy ile de yasaklanmış değilse, Hazret-i Peygamber’in bunu tatbik etmekte bir beis görmediği anlaşılıyor ki işte bu eski şeriatlerdir. Tecrîd’de der ki: Hazret-i Muhammed’in dış görünüşünde ilk zamanlar Ehl-i kitaba benzemeyi tercih etmiş; putperestliğin yıkılışından sonra artık müşriklere müşâbehette beis görmemiştir. Tahtâvî der ki: Yemek, içmek gibi âdet olan zararsız şeylerde benzemek câizdir. Kötü, zararlı şeylerde teşebbüh (benzemeyi) kasd ederek benzemek haramdır. Teşebbüh kasd etmezse câiz olur. Ehl-i kitabın dinlerine mahsus olup, dinlerinin alâmeti olan şeylerde, kasd olmadan da benzemek küfr olur. Faydalı dünya işlerinde benzemek câiz, hattâ sevab olur. Nitekim İmameyn namazda mushafa bakarak okumayı Ehl-i kitaba teşebbüh (benzemek) olduğu için mekruh gördüler. Çünki onlar namazlarında mushaftan bakarak okurlardı. Ancak onlara teşebbüh kasdı lâzımdır. Yoksa onlara teşebbüh her şeyde, meselâ ekl ve şirb (yeme ve içme) gibi şeylerde mekruh değildir. Belki mezmûm (kötülenmiş) ve teşebbühe (benzemeye) kasd olunan şeylerdedir. Gayrımüslimlerin kullandıkları şeylerin ikinci kısmı ibâdet olarak yaptıkları ve dinlerinin alâmeti olan şeylerdir. Din adamlarının ibâdet olarak yapdıkları ve kullandıkları şeyler gibi. Ehl-i kitabın ve diğer Müslüman olmayan kavimlerin, dinî bayramlarına ta’zim etmek; başka günlerde yapmadığı işleri bu günlerde yapmak; başka günlerde yemediği şeyleri bu günlerde alıp yemek; bu günleri ta’zimen o dine mensup birine hediye vermek memnudur. Gayrımüslimlerin ibâdetlerini beğenmek; ikrah (zorlama) olmaksızın şaka yollu dahi olsa,  dinlerinin şi’arı olan (zünnar, papaz külâhı gibi) giysileri giymek, (haç gibi) eşyayı kullanmak da küfr-i hükmîye sebep olur. Bunlar, Ehl-i kitaba benzemekte en şiddetli yasak edilen kısımdır ki, ulemâ bunları küfr alâmeti kabul etmişlerdir. Bunları bilmemek ve dârülharbde yaşamak küfre düşmeyi önleyen bir özür ise de, öğrenmemek ayrıca günah kabul edilmiştir. Hazret-i Peygamber ibâdetlerde Yahûdî ve Hıristiyanlara benzemeyi yasaklamıştır. “Namaza durduğunuzda her tarafınız sâkin olsun, Yahûdîler gibi sallanmayın!”, “Namazı ayaklarınız örtülü kılın, Yahûdîler gibi çıplak ayakla kılmayın!”, “Yahûdîlere muhalefet edin, cenâze defnedilinceye kadar oturun” buyurmuştur. Bu sebeple namaz kılarken sallanmak, (erkek için) çıplak ayakla namaz kılmak, cenaze defnedilirken ayakta beklemek mekruhtur. Namazlarda imamın oda şeklinde bir mihrab içinde durması; namazda mushafa bakarak kıraat edilmesi mekruhtur. Netice itibariyle ulemâ, “Kim, bir kavme kendisini benzetirse, onlardandır. O halde Yahûdî ve Hıristiyanlara benzemeyiniz” hadîsini tefsir ederken, yasaklanan benzemenin ibâdetlerdeki benzeme olduğunu; günlük hayat ve âdetlerde, benzeme kasdı bulunmaksızın benzemenin yasak olmadığını açıklamaktadır.
    7 Kasım 2010 Pazar
  • Sual: Ezan okunduğunda, bir de abdest alındığında parmakları göze sürmek sünnet olduğuna göre bunları sürüş şekli ve zamanı nedir?
    Cevab: Ezan okunduğu zaman icâbet etmek sünnettir. İcabet câmiye giderek olur. Bir özür sebebiyle gidemeyecek olan ezanı hürmetle dinler ve ezan cümlelerini tekrar eder. “Eşhedü enne Muhammeder resulullah” cümlesinin birincisini işitip tekrar ettikten sonra “sallallahü aleyke ya resulallah” der; ikincisini tekrar ettikten sonra iki elinin baş parmaklarını işaret parmağı ile yumup uc uca getirir ve baş parmağının tırnaklarını öpüp gözlerinin üstüne koyar. Değdirir, fakat sürerek çekmez. “Kurret ayneyye bike ya resulallah” der. Ya Resulallah, iki gözüm seninle görsün, yani Ya Resulallah, sen gözbebeğimsin, iki gözümün nurusun demektir. İmam Ahmed bin Hanbel, İbnü’l-Cevzî, İbni Hacer, Süyûtî bunun hadîs-i şerif olduğunu bildiriyor.  “Allahümme metti’ni bi’s-sem’i ve’l-basari” (Ya rabbi, sen beni görmek ve işitmekle nimetlendir) der. Böyle yapmak sünnetle sabit olup müstehabdır. Bir hadîs-i şerîfde, “Ezân okunurken ismimi işitince, iki baş parmağını gözüne koyanı, kıyâmet günü arar, bulur ve Cennete götürürüm” buyuruldu. Hazret-i Ebû Bekr, ezan okunurken, Resûlullah aleyhisselâmın ismini işitince, iki baş parmağının tırnağını öptü. Sonra gözlerine sürdü. “Niye böyle yaptın?” buyurulunca, “Senin mübârek isminle bereketlenmek için yâ Resûlallah” dedi. “Güzel yaptın. Böyle yapan, göz ağrısı çekmez” buyuruldu.  Bir hadîs-i şerîfte, “Müezzin “Muhammeden resûlullah” deyince, bir kimse iki baş parmağını öper, sonra gözlerine sürer ve “Eşhedü enne Muhammeden abdühu ve Resûlüh, Radıytü billâhi rabben ve bil-islâmi dînen ve bi-Muhammedin sallallahü aleyhi ve selleme nebiyyen” derse, şefâ’atim ona helâl olur” buyuruldu. (Tahtâvî, Merâkı’l-Felâh Hâşiyesi) Abdest aldıktan veya yalnızca el yıkadıktan sonra da baş veya işaret parmakları ıslak bir şekilde gözlere sürerek çeker. “Allahümmahfaz ayneyye mine’l-emrâzi ve nevvirhümâ” (Allahım, iki gözümü hastalıklardan muhafaza et ve onları nurlandır) der. Hazreti Peygamber “El yıkadığınız zaman gözlerinize ikram edin” (Yani suyu ulaştırın) buyurmuştur. Böyle yapmak müstehabdır. (Şir’atü’l-İslâm)
    7 Kasım 2010 Pazar
  • Sual: Kadınlara dokunmak ( mess-i nisvan ) hangi hallerde abdesti bozar? Mezheplere göre farklılık var mıdır?
    Cevab:  

    Hanefî mezhebinde: Bedenin hangi tarafıyla olursa olsun, dokunan veya dokunulan çıplak da olsa abdest bozulmaz. Abdest almak müstehaptır. Ancak kişi, abdestli olur; ikisinin de ikisinin de tenasül uzuvları üst üste gelecek olursa abdestleri bozulur.

    Mâlikî mezhebinde: Abdestli biri kendisinden başka birine dokunmakla abdesti bozulur. Bunun için her ikisi de bâliğ olmalıdır. Lezzet kasdıyla dokunmak veya dokununca lezzet duymak lâzımdır. Arada kalın bir örtü varsa bozulmaz. Dokunulan kadın çocuk veya yaşlı kadın ise bozulmaz. Saç ve tüylere şehvetle dokunmak abdesti bozar. Ama saçın saça değmesi ile bozulmaz. Kadın kendi veya erkeğin saçına dokunsa bozulmaz. Erkeğe de şehvetle dokunmak bozar. Mahrem akrabaya şehvetle de dokunsa bozulmaz. Ağızdan öpmekle bozulur. Zorla öpülse de lezzet duysa bozulur. Dokunulan bâliğ ise ve lezzet duyarsa onun da abdesti bozulur.

    Şâfiî mezhebinde: Yabancı bir kadına dokunmak her ikisinin de abdestini bozar. Elleyen erkek yaşlı, kadın da ihtiyar ve çirkin olsa ve bunlar birbirlerine dokunmaktan lezzet duymasalar bile yine abdestleri bozulur. Arada ince bir perde varsa bozulmaz. Saç, tırnak ve dişine dokunmakla bozulmaz. Ölü ise bozulur. Mahrem ise bozulmaz.

    Hanbelî mezhebinde: Arada perde olmaksızın bir kadına şehvetle dokunmak abdesti bozar. Bu kadın mahrem olsun, yabancı olsun, diri olsun, ölü olsun, küçük olsun, büyük olsun fark etmez. Eğer bir kadın bir erkeği elleyecek olursa veya ona dokunacak olursa mezkûr şartlarla abdesti bozulur. Saç, tırnak ve dişe dokunmazla bozulmaz. Kendisine bir kadın dokunsa lezzet alsa bile abdesti bozulmaz.
    23 Kasım 2010 Salı
  • Sual: Namazının vakti daraldığı zaman, abdest uzuvlarını bir kere yıkamak câiz olur mu?
    Cevab: Abdest uzuvlarını arada sırada üç değil de bir veya iki defa yıkamak mekruh değildir. Ancak böyle yapmayı âdet hâline getirirse mekruh olur. (İbni Abidin)
    13 Aralık 2010 Pazartesi
  • Sual: Bir kimsenin namazdan önce bir yeri kanasa ve kanamanın durmasını beklese; durunca namaza başlasa, namazda ya tekrar kanadıysa diye bir şüphe gelse, namazı bitirip selam vererek baktığında kanamadığını görse, bu şüphe hâli Mâlikî veya Hanefî mezhebinde abdesti, dolayısıyla namazı bozar mı?
    Cevab: Her iki mezhebe göre de abdesti ve namazı bozulmamıştır. Hanefî mezhebinde abdest aldığını hatırlasa, fakat bozduğunda şüphe etse, abdesti var kabul edilir. Abdest bozduğunu hatırlasa, ama abdest aldığında şüphe etse, abdesti yok kabul edilir. Mâlikî mezhebinde her iki halde de abdesti yok kabul edilir. Ama abdest aldığını hatırlıyor, bozulduğunu hatırlamıyorsa, Mâlikî mezhebinde de abdesti var kabul edilir. Bir yerinin kanadığında şüphe etmesi, baktığında kanamadığını görse bile şüphe değildir. Bu husus yanlış anlaşılmaktadır. Abdestli olup olmadığını hatırlamak bakımından şüphe abdesti bozar veya bozmaz.
    13 Aralık 2010 Pazartesi
  • Sual: Câmide namaz kılarken cep telefonu çalarsa kapatmak namazı bozar mı?
    Cevab: Câmide namaz kılarken cep telefonu çalarsa, bunu mümkün olan en az hareketle kapatmalıdır. Çünki cemaati rahatsız etmek çok mahzurludur. Hatta imamın şaşırmasına sebep olabilir. Hele telefon zili müzik melodisi ise çok daha mahzurludur ki, câmide müzik çalınmasına sebebiyet verilmiş olur. Bu bakımdan cep telefonunun zilini müzik melodisine değil, normal zile ayarlamalıdır. Az bir hareketle cebin üstünden veya elini cebe sokarak telefonu kapatmak namazı bozmaz. Faydalı hareketler mekruh bile değildir. Olsa bile cemaati rahatsız etmek daha büyük kabahattir. İki elin bir hareketi her zaman namazı bozmaz. Dışarıdan bakanda, namaz kılmıyor intibaı uyandıran hareketler namazı bozar. Bunun dışındakiler faydalı değilse, bozmaz, ama mekruh olur. Pantolonu secde giderken iki eliyle yukarı çekmek gibi. Bir elin üç veya iki elin tek hareketinin namazı bozacağı kavli zayıf kavildir. (Nimet-i İslam)
    13 Aralık 2010 Pazartesi
  • Sual: Bir kadının kocasını veya başka bir erkeği düşünmekle, ya da yolda giden bir erkeği görüp beğenmesiyle Mâlikî mezhebinde abdesti ve guslü bozulur mu?
    Cevab: Düşünmekle -şehvetle olsa bile- abdest hiç bozulmaz. Kadın veya erkek, birbirini görmekle, düşünmekle, menî akınca cünüb olur. Mezi gelirse abdest bozulur.  Malikî’de de böyledir.
    13 Aralık 2010 Pazartesi
  • Sual: Akıntısı olan bir kadın, akıntıya mâni olabilmek için önüne pamuk sokunca, pamuğun iç kısmı ıslanıp dış kısmı ıslanmayınca abdest bozulur mu? Yani abdestin bozulması için pamuğun tamamının mı ıslanması gerekir? Kullanılmasının müstehab oluşu, abdestin bozulmasına engel olduğu için?
    Cevab: Akıntısı olan kadının pamuk veya bez kullanması şart değildir. Ama akıntı gelip çamaşırı ıslanırsa veya pamuk veya bez koyup, bunu ıslak görürse abdesti bozulur. Pamuk içeri sokulur, dışarı akıntı sızmazsa abdest bozulmaz. Müstehab olması içine değil, önüne koymak hakkındadır. Böylece abdestin bozulduğunu rahatça anlayabilir. Vesveseyi önlemek için müstehab olmuştur. Pamuğun içi ıslanıp dışı ıslanmazsa abdest bozulur. Ama içeri konan pamuk ıslanır, pamuğun dış kısmı kuru ise, pamuk dışarı çıkarılmadıkça abdest bozulmaz. İçinin ıslandığını çıkınca anlar ki o zaman bozulmuş olur. Devamlı akıntı varsa, özür sahibi olur veya pamuğu önüne sokarak akıntıyı durdurarak abdest alıp namazını kılar. Akıntı devamlı ise ve önüne pamuk sokmamış ise, namaz vaktinin sonunda önüne bakar; akıntı var ise, özür sahibi olur. Bu halde abdest alıp namazını kılar. Sonraki namaz vaktinde de hiç kesilmezse her vakit için abdest alır.
    13 Aralık 2010 Pazartesi
  • Sual: Markette dolaşırken çeşitli malları alıp market arabasına koyuyoruz. Sonra vazgeçip geri yerine koyarak başkasını alabilir miyiz?
    Cevab: Her alışveriş, her akid iki tarafın icab ve kabulü ile olur. Marketin malları rafa dizmesi icaba davet, sizin bunu market arabasına koyup kasaya getirmeniz icab, kasiyerin kasaya girip borcunuzu söylemesi de kabul demektir. Binaenaleyh kasada parasını ödemedikçe müşteri raftan aldığı malı geri koyabilir veya değiştirebilir.
    13 Aralık 2010 Pazartesi
  • Sual: Necip Fazıl'ın vasiyetinde bahsettiği bir husus var: Herkes arkamdan Necip Fazıl'ın kaza borcuna karşılık beş vakit namaz kılsın ve oruç tutsun. Böyle bir şeyin dinimizde yeri var mıdır?
    Cevab: İbâdetler üçe ayrılır: Birincisi, yalnız mal ile yapılır. Zekât, sadaka böyledir. İkincisi, hem mal ile ve hem beden ile yapılır. Hac ve cihâd böyledir. Üçüncüsü, yalnız beden ile yapılır. Kur’ân-ı kerîm okumak, namaz kılmak, tesbih, tehlil ve tahmid okumak ve dua etmek böyledir. Birincilerin sevabını meyyitlere hediye etmenin câiz olduğunu, sevabın onlara vâsıl olup fayda vereceğini, Ehl-i sünnet âlimleri sözbirliği ile bildirdiler. Üçüncüden dua da böyledir. İkincilerin de böyle olduğunu âlimlerin çoğu bildirdi. Üçüncüden duadan başkası için dört mezheb arasında ayrılık oldu. Hanefî ve Hanbelî mezhebinde, üçüncüler de birinciler gibidir. İmam Şâfiî ve İmam Mâlik, yalnız beden ile yapılan ibâdetlerin sevabları meyyite vâsıl olmaz dediler. Fakat sonradan gelen Şâfiî âlimleri, meyyitin yanında okuyup hediye edince veya uzakta okuyup sonra, “Yâ Rabbî! Okuduğumdan hâsıl olan sevabın mislini vâsıl et!” gibi dua edince, vâsıl olur dediler.

    Netice itibariyle bir kimse başkası için hac edebilir, zekât, kefaret ve sadaka verebilir. Eğer meyyit vasiyet etmişse borçtan kurtulur. Etmemişse kurtulması umulur. Ancak bir kimse başkası için namaz kılamaz, oruç tutamaz. Nitekim Nesâî'nin İbni Abbas’tan tahric ettiği bir hadîs-i şerifte: "Hiçbir kimse başkası nâmına oruç tutamaz. Hiçbir kimse başkası nâmına namaz kılamaz. Lâkin onun yerine velisi yiyecek verir" buyuruldu. Mamafih Hanbelî mezhebinde bu mümkündür. Nitekim Buhârî ile Müslim'de yine İbni Abbâs'tan rivayet edildiğine göre şöyle buyurulmuştur: “Peygamber aleyhisselâma bir adam gelerek; ‘Annem üzerinde bir ay oruç borcu olduğu halde öldü. Onun namına bunu ben kazâ edebilir miyim?’ dedi. Resulullah aleyhisselâm ‘Annenin borcu olsa onun nâmına öder miydin?’ diye sordu. Adam, ‘Evet’ dedi. ‘O halde Allah borcu ödemeye daha lâyıktır’ buyurdu”. İmam Ahmed bin Hanbel bu hadîs-i şerife dayanıyor. Diğer üç mezheb ise bu rivâyetin mensuh (neshedilmiş) olduğunu söylüyor. Çünki râvînin (hadîs rivâyet edenin) rivâyetine aykırı fetvâ vermesi nesheden hadîsi rivâyeti gibidir. Necip Fazıl Bey, zaten bunun başka mezheplerde yeri olduğunu söylüyor. İslâmiyette bir kimse başkası için ibâdet edemez. Ancak yaptığı ibâdetlerin sevabını başkasına hediye edebilir. Hanbelî mezhebinde ise bir kimse ölü için namaz kılabilir, oruç tutabilir.

    21 Aralık 2010 Salı
  • Sual: Peygamberimiz bizzat kendisi cenaze yıkamışmıdır ve bu iş tavsiye edilir mi?
    Cevab: Peygamber efendimizin ölü gaslettiğine dair bir haber bilmiyorum. Ama Resulullah aleyhissalatü vesselâm buyurdular ki: "Ölülerinizi güvendiğiniz kimseler yıkasın." Yine Resulullah aleyhissalatü vesselâm buyurdular ki:  "Kim bir ölüyü yıkar, kefenler, kefenini güzel kokulu maddelerle kokulandırır, taşır ve namazını kılar, cenazeyle ilgili olarak gördüğü (kötü alâmetleri) kimseye anlatmazsa, (bu yaptığına mükâfat olarak) günahlarından temizlenir ve annesinden doğduğu gün gibi (tertemiz) olur." Bu bakımdan ölü yıkamak farz-ı kifâyedir ve sevaplı bir iştir.
    24 Aralık 2010 Cuma
  • Sual: Sünnet ile farz namaz arasında dua etmek, tesbih çekmek, üç İhlâs okumak günümüzde yapılan bid’atlardendir. Bursa'daki Ulu Câmi'de sünnet namazından sonra müezzin sesli olarak 3 kere ihlâs-ı şerif ve ardından Sübhane Rabbike âyetini okuyor ve sonunda el-Fâtiha diyor. Sünnet ile farz arasında bir şey okunmayacağını biliyoruz. O halde bizim Fâtiha okumamamız mı gerekir? Bu yüzden Ulu Câmi gibi çok mukaddes bir mabedde cemaatle namaz kılmamamız mı daha uygun olur?
    Cevab: Sünnet ile farz arasında konuşulmaz, dua ve tesbih söylenmez. Sünneti ıskat eder diyenler bile vardır. Ancak Hindüvanî gibi bazı âlimler kısa dua ve tesbihler okunabileceğini, ihtiyaç varsa az konuşulabileceğini söylüyor. Sünnet ile farz arasında üç ihlâs-ı şerif okumak; Fatiha okumak, salâvat söylemek bid’attir. Fıkıh kitaplarında sünnet ile farz arasında 15 âyet-i kerime okuyacak kadar beklenir, sonra farza kalkılır buyuruluyor. Bazıları bunu o kadar âyet-i kerime okunur diye zannetmiş olsa gerektir. Nitekim üç ihlâs-ı şerif, subhane rabbike.. de söylenince 15 âyet oluyor. Müezzin Fâtiha dediği zaman, cemaatin Fâtiha okuması gerekmez. Okusa da bir şey lâzım gelmez. Câhillikle yayılan bid’atleri değiştirmek bazen çok zor olabiliyor. Buna bakmamalı, câmiye gitmelidir. Câmiye gidilmezse, hem cemaatle namaz sünnet-i müekkedesi terk edilmiş olur; hem de çok sevap ve hizmet etme imkânları elden kaçırılır. Müezzinin ameli, cemaate zarar vermez.
    24 Aralık 2010 Cuma
  • Sual: Aşağıda gösterilen İmam-ı Rabbani hazretlerine ait ifadeyi  Taha Akyol Bilim ve Yanılgı kitabında tenkit ediyor. Bu söz doğru mudur? Doğru ise nasıl anlamak gerekir? "Onların akla dayanan, düzgün ilimlerinden biri geometridir ki, ne dünya saadetine ne de ebedi kurtuluşa faidesi yoktur. Bir üçgenin üç iç açısının toplamı iki dik açıya  ( 180 dereceye )  eşittir demek ve bunu isbatlamak insanlığa ne kazandırır!"
    Cevab:

    Hendese (geometri) din ilimlerinden ayrı bir ilim değildir. Vaktiyle medreselerde Arapça alet ilimleri yanında mantık ile beraber ona paralel hendese de okutulurdu. Hatta “Hendese ilm-i fıkhın mîzânıdır, Kim ânı kem eyleye, nâsın çingânıdır” beyiti vaktiyle bazı medreselerin duvarına asılırdı. [Geometri, fıkıh ilminin terazisi, ölçüsüdür. Kim onu aşağı görürse, insanların aşağısıdır mânâsındadır.] Zamanın en büyük âlimlerinden ve müceddidlerin en önde geleni kabul edilen, kelâmda müctehidlik mertebesine ulaşmış İmam Rabbânî hazretlerinin burada gaflete düşmesi beklenir mi? Öyleyse İmam Rabbânî hazretleri 1. Cild Mektubat’ın 266. Mektubunda geçen bu sözü niçin söylemiştir? Bunun için mektubun bu sözden öncesini okumak kâfidir. Burada Allah’ın dünya hâdiselerinin meydana gelmesindeki rolünü inkâr eden felsefecilerin iddiaları ağır bir şekilde reddedilirken, bunların dayandığı metodlar çürütülmektedir. İmam Rabbânî hazretleri diyor ki:

    "Allahü teâlâ, Kâdir-i muhtârdır. [Ya’nî dilediğini yapabilir. Tabî’at kuvvetleri gibi, elbette işi yapmağa] mecbur değildir. Eski Yunan felsefecileri, akılları ermediğinden, kemal, büyüklük, mecbur olmakta, her halde yapabilmektedir deyip, Allahü teâlânın ihtiyarını, yani seçmesini inkâr ettiler. Yapmağa mecburdur dediler. Bu ahmaklar, Allahü teâlâ, bir şeyi yaratmağa mecbur olmuş ve sonra başka bir şey yaratmamıştır dedi. Bu uydurma şeye de, akl-ı feâl deyip, her şeyi bu yapıyor dediler. Akl-ı feâl dedikleri şey de, yalnız onların vehmlerinde, hayallerinde olan bir şeydir. Bunların bozuk inanışlarına göre, Allahü teâlâ hiçbir şey yapmıyor. İnsan sıkışınca, bunalınca, akl-ı feâle yalvarır. Allahü teâlâdan bir şey istemez. Çünki Allahü teâlânın dünyâda olup bitenlerle hiç ilgisi yoktur. Her şeyi yapan, yaratan akl-ı feâldir derler. Hatta akl-ı feâle de yalvarmazlar. Çünki onu kendilerinden belâları gidermekte irade ve ihtiyar sahibi bilmezler. Bu nasipsizler, ahmaklıkta, sersemlikte, sapık fırkaların hepsinden daha aşağıdırlar. Kâfirler, her işlerinde Allahü teâlâya sığınıyor. Belâların giderilmesini ondan istiyorlar. Bu alçaklar ise, böyle değildir. Bu nasipsizlerde iki şey, sapık ve ahmak fırkaların hepsinden daha çoktur. Bunlardan biri, Allahü teâlânın gönderdiği haberlere inanmıyorlar. Peygamberlerin bildirdiklerine inat ve düşmanlık ediyorlar. İkincisi, bozuk ön fikirler ileri sürüyor. Asılsız, çürük deliller, şahitler göstererek, boş, sapık düşüncelerini ispata kalkışıyorlar. Bozuk düşüncelerini ispat için öyle yanılıyorlar ki, hiçbir alçak böyle yanlış, çürük şey yapmamıştır. Dünyada olan her işi, durmadan giden, dönen göklerin ve yıldızların değişmeleri ve vaziyetleri yapıyor diyorlar. Gökleri yaratanı ve yıldızları icad edeni ve hepsini hareket ettireni ve aralarında nizam kuranı görmüyorlar. Bunu bir şeye karışmaz sanıyorlar. Ne kadar ahmaktırlar! Ne kadar alçaktırlar! Bunları akıllı bilen, sözlerine inanan ise, bunlardan daha alçaktır. Onların akla dayanan, düzgün ilimlerinden biri geometridir ki, ne dünya saadetine, ne de ebedî kurtuluşa faydası yoktur. Bir üçgenin, üç iç açısının toplamı, iki dik açıya müsâvîdir demek ve bunu isbatlamak, insanlığa ne kazandırır!"

    Görülüyor ki felsefeciler her şeyi akıl ve mantık çerçevesinde isbat ve kabul ettikleri için, Allah’ın varlığını mecburen kabul ettikten sonra, kâinattaki hâdiselerde Allah’ın rolü olmadığını, her şeyin akıl ve mantık kâideleri çerçevesinde kendiliğinden cereyan ettiğini söylemektedir. Bunlara göre “Evlilik olmadan çocuk dünyaya gelemez. Aksi, akla ve mantığa aykırıdır. Bunu Allah bile değiştiremez. Çünki tabiat hâdiseleri sebepler meyanında cereyan eder”. Halbuki Allah dilerse babasız, hatta annesiz ve babasız insan yaratabilir. İşte İmam Rabbânî hazretleri, felsefecilerin böyle söylerken dayandıkları en mühim istinad noktası olan geometrinin bu gibi girift meselelerde söyleyecek bir sözü olmadığını, her şeyi tek başına geometri (mantık) ile izaha kalkışmanın insanları saadete götüremeyeceğini izah etmektedir. Nitekim Mektubat’ı tercüme ve şerh eden merhum Hüseyn Hilmi Işık burayı izah ederken köşeli parantez içinde şöyle diyor: “Fen bilgileri, modern makinalar ve elektronik âletler ve yeni bulunan her şey, Allah’ın Peygamberi’ne uyarak kalbleri temizlenmiş, ahlâkı güzelleşmiş imanlı kimseler tarafından yapılmadıkça ve kullanılmadıkça faydalı olamazlar. İnsan haklarını, rahatı, huzuru sağlayamazlar. Harbin ve sefâletin ortadan kalkmasına yaramazlar. Zulme, işkenceye vasıta olurlar.”

    İmam Rabbânî hazretleri kelâmda çok mühim bir kitap olan Mevâkıf ve şerhlerini okumuş ve okutmuşlardır. Nitekim Mektûbât'ta muhtelif yerlerde bu kitaptan alıntı ve tenkidler vardır. Oğlu Muhammed Masum'un da genç yaşta Mevâkıf şerhlerini okuduğu malumdur.Bilenler bilir, Şerhu’l-Mevâkıf kelâmda ileri seviyede bir kitaptır. Bunu okumadan evvel iyi derecede akide-kelâm-felsefe-mantık bilgisi okumak gerekir. Bu ilimleri anlayarak okuyan biri ancak Şerhu’l-Mevâkıf’ın arka planına inebilir. Hele felsefeyi okumayan biri, meselenin arka planına inemez ve buradaki mesele ve münazaralara bir mânâ veremez. Bu meseleler o devirde gerek filozoflarla, gerek Hristiyanlarla ve gerekse Mu’tezile ile yapılan münazaralar üzerine ortaya çıkmıştır. Zamanla münakaşalar bir noktaya varmış ve tarafların kullandığı deliller/öncüller de ayrı ve yeni bir münakaşa mevzuu olmuştur. Temelde Mu’tezilî düşünceyi bilmeyen birisi, Ehli sünnet kelâmcıların alâkalı mevzulardaki görüşünü de pek bir yere oturtamaz. Kezâ felsefî düşünceyi, bu düşüncenin âlem tasavvurunu bilmeyen birisi, kelâmcıların onlara karşı geliştirdiği tezleri de argümanları da mânâlandıramaz. Neticede bu mevzuların bugün için aktüalitesi yoktur. Fikir dünyamızda doğrudan karşılıkları yoktur. Mantık tahsili de böyledir. Mantıkla felsefe-kelâm ve umumî olarak ilim-fen irtibatı kurulamazsa, yani mantığın bir düşünme disiplini olduğu kavranamazsa, talebe kelâm kitaplarında geçen ibareleri çözemez. Geometri, medreselerde mantık dersi çerçevesinde okutulan ehemmiyetli bir ilimdir. Hal böyle olunca İmam Rabbânî gibi eserleri büyüklüğünü gösteren bir kelâm âliminin, geometriye karşı olması beklenemez. Tekrar edelim ki yukarıdaki söz geometri gibi mantık disiplini içinde âlemi, yaradılışı, dünya hayatını, öldükten sonraki hayatı izah etmeye çalışmanın yanlışlığına dikkat çekmektedir. Mantık ve geometri, dünyevî işlerde işe yarar. Tek başına bu hâliyle ebedî saadete yardımcı olamaz. Ancak dinî hükümler çerçevesinde kullanılırsa işe yarar. O halde geometri yardımıyla din hükümlerini bertaraf etmek makul değildir.

    25 Aralık 2010 Cumartesi
  • Sual: Şüphe yakîni yok etmez ne demektir? Dinî konularda ben hep vesveseliyim. Şöyle oldu mu, böyle oldu mu diye bir şüphem bitip diğeri başlıyor. Bana yardım eder misiniz?
    Cevab: Şüphe, iyi bilinen bir şeyi iptal etmez. Abdest alındı. Bozulduğunda şüphe var. Bozulmadı kabul edilir. Abdest yakîndir. Bozulması şüphedir. Vesvese şeytandandır. İnsanı günaha, dinden çıkmaya kadar götürür. Vesvese vesveseyi çeker. Abdestte, temizlikte başlar. Namazda, oruçta devam eder. Alışveriş ve helâl lokmaya kadar sürer. Küfr mü değil mi diye insanı yiyip bitirir. Evlense, karı-koca münasebeti yapamaz. Biriyle yemek yiyemez. Çocuğunu sevemez. Nihayet aklını kaçırır. İki ilacı vardır: Birincisi fıkhı iyi öğrenmektir. İkincisi vesvese gelince aksini yapmaktır. Mesela abdesti bozuldu mu diye vesvese gelince, bozulursa bozulsun deyip böylece namazı kılmalıdır. Dinimiz en basit göçebelerin bile uyabileceği basit esaslar getirmiştir. Karışık değildir. Obsesif kişilikler vesveseye yatkındır. Vesvese biraz da kendini beğenmişlikten kaynaklanır. Yani kendisinin çok titiz ve hassas olduğunu, başkalarının böyle olmadığını düşünerek tatmin olur, böylece eksiklerini kapattığını düşünür, nefsi tatmin olur. Buna rağmen takıntılar geçmiyorsa, doktora gidip obsesyon tedavisi görülebilir.
    29 Aralık 2010 Çarşamba
  • Sual: Dünya müslümanları arasında ezan ve ikamette farklılık var mıdır?
    Cevab:

    Hazret-i Peygamber’in dört müezzini vardı: Bilâl Habeşî, İbni Ümmi Mektûm, Sa’d bin Âbid (yahud Sa’d bin Abdurrahman Kurezî ki Kubâ’da ezan vermiştir) ve Ebû Mahzûre Evs bin Mi’yer Cümahî Mekkî. Bilâl ezanda terci etmez, yani sesini alçaltıp yükseltmezdi. İkamette tekbirleri ikişer, hayye ale’s-salah ve hayye ale’l-felâh’ları birer kere okurdu. Ebû Mahzûre ezanda terci yapar, ikamette tekbirleri dörder, hayye ale’s-salah ve hayye ale’l-felâh’ları ikişer kere okurdu. İmam Ebû Hanîfe ve Irak âlimleri Bilâl’in ezanı ve Ebû Mahzûre’nin ikameti ile, İmam Şâfiî ve Mekke âlimleri Ebû Mahzûre’nin ezanı ve Bilâl’in ikameti ile, İmam Ahmed bin Hanbel Bilâl’in ezan ve ikameti ile amel ettiler. İmam Mâlik tekbirde ve ikamette hayye ale’s-salah ve hayye ale’l-felâh’ları ikişer kere söylemekle Medine ameline uymamıştır.

    Hanefîlerin ikamette itibar ettikleri Ebû Mahzûre, İslâmiyet ile Mekke-i Mükerreme’nin fethedildiği sene tanıştı. O sene Resûl-i Ekrem Tâif Muhasarasından Ci’râne'ye dönüyordu. Namaz vakti ge­lince müezzin ezan okumaya başladı. Resûlullah'a karşı büyük bir kin ve düşman­lık besleyen Ebû Mahzûre ile Kureyşli on genç ezan sesini işitince bir yere gizlen­diler ve alaylı bir şekilde müezzini taklit ederek yüksek sesle ezan okudular. İç­lerinden birinin güzel sesli olduğunu farkeden Hazret-i Peygamber onları yanına ça­ğırttı ve kendilerine birer birer ezan okuttu. En son okuyan Ebû Mahzûre'nin se­sini çok beğenerek ona ezanı öğretti; daha sonra namaz vakti gelince elini ba­şına koyup alnını okşadı ve ezan oku­masını emretti. Ebû Mahzûre bu emri isteksiz bir şekilde yerine getirdikten sonra Hazret-i Peygamber ona bir miktar gü­müş para verdi ve kendisine dua etti. Gönlü İslâmiyet'e ısınan Ebû Mahzûre orada müslüman oldu ve Hazret-i Peygamber'den kendisini Mekke'deki Harem-i Şerife müezzin yapmasını istedi. Bu arzusunu kabul eden Hazret-i Peygamber, Mek­ke Valisi Attâb bin Esîd'e gitmesini ve yeni vazifesini ona bildirmesini söyledi. Ebû Mahzûre, Resûl-i Ekrem'in Mek­ke'den ayrılmasına kadar Kâbe'de Bilâl-i Habeşî ile birlikte ezan okudu. Resûlullah'ın okşadığı alnına düşen saçları hiç kestirmedi. 59 senesinde vefatına kadar Mekke'de müezzinlik yaptı. Kendisinden sonra Mescid-i Haram müezzinliğini oğlu ve torunları yüzyıllar­ca devam ettirmişlerdir. Kureyş'in nesebini çok iyi bilen Ebû Mahzûre'den hadîs-i şerifler rivâyet olunmuştur.

    Şiî Ca'ferîlerde ezan okunurken iki defa (Eşhedü enne Muhammeder resulullah) dedikten sonra iki defa (Eşhedü enne Aliyyen Veliyyullah) denir. (Şehâdet ederim ki Ali Allah’ın velîsidir, dostudur) demektir.(Hayye ale’l-felâh) dedikten sonra iki defa (Hayya alâ hayri’l amel) denir. (Haydin en hayırlı amele) demektir. Bunun Hazret-i Peygamber zamanında okunduğuna, Hazreti Ömer tarafından kaldırıldığına inanırlar. Ayrıca sabah ezanında (Essalâtü hayrün minen-nevm) demezler. İkamet okunurken de ezanda ilk okunan (Allâhu Ekber) cümleleri iki defa; ezanın sonundaki (Lâ ilâhe illallah) cümlesi de bir defa okunur. (Hayye alâ hayri’l amel) cümlesinden sonra iki defa (Kad kâmeti’s-salâh) cümlesi okunur.

    5 Ocak 2011 Çarşamba
  • Sual: Mescidde konuşmak her zaman mekruh mudur?
    Cevab: Câmide, mescidde bir şey yemek, uyumak misafir olmayan için mekruhtur. Misafir ise câmiye girerken i’tikâfa niyet edip, önce tahıyyetü’l-mescid olarak namaz kılar. Bu iki rek’at nâfile veya vakit girmişse vaktin namazı olabilir. Sonra yiyebilir, uyuyabilir ve dünya kelâmı konuşabilir. Câmi’de, alışveriş yapmak, kaybettiği bir şeyi aramak mekruhtur. Nikâh yapmak ise müstehabdır. İbâdet etmeyip câmi’de dünya kelâmı ile meşgul olmak tahrimen mekruhtur. İbâdetten sonra mübah olan şeyleri hafif sesle konuşmak câizdir.  Konuşmak için mescidde oturmağa şer'an izin verilmiştir. (İbni Âbidin)
    6 Ocak 2011 Perşembe
  • Sual: Şâfiî mezhebinde fâtiha okumak farz olduğuna göre imama uyan kimse fâtiha okumayı yetiştiremezse ne yapar?
    Cevab: Şâfiî mezhebinde fâtiha okumak farz olduğundan dolayı imama uyan kimse farz namazların her rekatinde fâtiha okur. İmamın hafi (sessiz) okuduğu namazlarda fâtiha ve ardından bir de sure okur. İmamın cehrî (açık) okuduğu namazlarda imamın fâtihayı bitirmesini bekler ve hemen kendisi süratle ve sessizce fâtiha okur. Yetiştiremezse, yarısını okumuşsa, rükü’a gider. İmam rükü’dan doğrulduğu zaman rükü’a eğilse namazı sahih olur. İmam secdeye gittiğinde rükü’a eğilmişse namazı bâtıl olur. Bu bakımdan imamdan iki rükn geri kalmak namazı iptal eder. Cemaate geç gelince, imamla birlikte rükü’a eğilir. Fâtihanın bir kısmını veya tamamını okumayı terkeder.  Meselâ imama birinci rek'atin rükü’unu yaparken yetişse fâtiha okumayıp hemen rükü’a gider. İmama fâtiha okurken yetişip tevcih duası okumayan da böyle yapar. İkinci ve sonraki rek'atlarda mutlaka fâtihayı  okuması gerekir. (İbni Hacer, Tuhfetü'l-Muhtac)
    14 Ocak 2011 Cuma
  • Sual: İnşaat şirketimiz bankalardan kredi kullanıyor. Bunlarla inşaatları yapıyor, malzeme alıyor, personel maaşı ve taşeron ödemelerini yapıyor. Belirli ilerleme seviyelerine gelince de istihkak düzenliyor, işverenden parasını alıp kredi geri ödemelerini yapıyor. Bu döngü sürekli yenileniyor. İdareler parayı mutlaka banka hesabına yatırıyorlar. Ayrıca ihaleye girebilmek için gereken teminat mektubunu da bankalar belirli hacimde kendileriyle iş yapan müşterilerine limit dâhilinde veriyorlar. Bu yüzden bankalar ile çalışmak ve bu limitleri arttırmak zorunluluğu var. Yeni kurulan bir şirketin iş hacmi belli seviyeye gelene kadar önceden para harcanıp sonra istihkak yapıldığından dolayı finansman açığı doğuyor. Şirket bundan önceki devirlerde bu açığı bankadan kredi kullanmak şeklinde çözmüş. Şimdi şirketin elinde kârlı gözüken bir iş var ve buradan elde edilecek kâr ile bir sene zarfında tüm kredilerin kapatılmasına niyet edildi. Bu niyet işi kurtarır mı?
    Cevab: Banka ile çalışmanın mahzuru yok. Ama bankadan kredi kullanıp faiz ödemek caiz değildir. Niyetle kurtulmaz. Şirketin daha fazla kâr edeceği kat’i değildir. Şirketler, ticarî firmalar sermaye ile kurulur. Sermaye olunca kredi almaya ihtiyaç kalmaz. Sermayesi olmayan firma ve şirket kurmaz, ücret ile çalışır.
    21 Ocak 2011 Cuma
  • Sual: Bir GYO şirketi ile ortak bir proje yapıyoruz. Burada müşteriler bizim inşa ettiğimiz yerleri satın alıp parasını ortak hesaba peşin yatırıyorlar. Bu paralar bizim inşaat ilerlememize paralel olarak GYO tarafından ortak hesaptan serbest bırakılıyor. İşin başında satışlar çok iyi gitti ve hesapta oldukça yüklü bir para birikti. Bu toplanan paraları GYO nemalandırıyor ve bize fâiz ödüyor. Bu fâizleri ne yapacağız ? Bunlarla banka fâiz ödemelerini yapmak uygun olur mu ? Başka ne şekilde değerlendirilebilir?
    Cevab: Bunlar adı fâiz olsa da, bir fâizli akid neticesinde tahakkuk etmiş değildir.  GYO şirketinin ihsanı mesâbesindedir. Kaldı ik başta böyle anlaşılmış olsa bile bu fâizleri almak İmam Ebu Hanife ve İmam Muhammed’e göre câizdir. Zaten paranın altın üzerinden kıymet kaybetmesini de borçlu tazmin etmelidir. Bu faizler bunu ancak kapatabilir. Bunlar şirketin (dolayısıyla şirket ortaklarının) mülküdür. Bunlarla kredi faizi ödemek, kredi almayı meşrulaştırmaz.
    21 Ocak 2011 Cuma
  • Sual: Aktüel enflasyon nisbetinden daha aşağıda bir nisbette faiz geliri caiz midir?
    Cevab: Enflasyon değil, altın kıymeti nazara alınır. Borçlu, borç aldığı gün ile ödediği gün arasındaki farkı altın kıymetine göre tazminle mükelleftir. Aksi takdirde alacaklı zarara uğrar. Bu faiz değildir. Önceden de mikdar bilinemez ve şart koşulamaz. Mamafih bugün bankaların ödediği faiz, umumiyetle bankaya yatırılan paranın altın üzerinden değer kaybından bile az olmaktadır.
    21 Ocak 2011 Cuma
  • Sual: Câmide cemaat yaparken imamın mihrabda durması şart mıdır?
    Cevab: İbni Âbidin hazretleri Namazın mekruhları bahsinde buyuruyor ki: Mi'râcü’d-Dirâye'nin imamlık bâbında bildirildiğine göre, Ebu Hanîfe'den rivâyet edilen en sahih kavl, ben imamın iki direk arasında veya bir köşesinde, bir tarafında yahud bir direğe karşı namaza durmasını kerih görürüm. Çünkü bu iş ümmetin ameline muhaliftir, sözüdür. Sünnet olan imamın safın ortası hizâsına durmasıdır. Mihrablar mescidlerin ortalarına dikilerek imamın duracağı yer tayin edilmiştir. Tatarhâniye'de “İmamın mihrabtan başka bir yere durması mekruhtur. Meğer ki zaruret ola!” denilmiştir. Dolayısıyla imam mihrabı terk ederek başka bir yere durursa, burası safın ortası bile olsa, mekruh olur. Ama bu söz mescide resmen tayin edilmiş devamlı imam hakkındadır. Böyle olmayan imam ile yalnız başına namaz kılan hakkında açık değildir.” Buradan da anlaşılıyor ki, câmide tayin olunan (devamlı namaz kıldıran) imamın namaz kıldırırken mihrab dışında durması mekruhtur. Bunun dışındaki cemaatlerde imamın mihrabda durması şart değildir. Sonraki cemaatlerde imam mihrabda durursa, ezan ve kaamet okunmaz; durmazsa okunur.
    23 Ocak 2011 Pazar
  • Sual: Selâm verilmesi uygun olmayan kimselere selâm vermenin hükmü nedir? Bunların selâmı alması gerekir mi?
    Cevab:

    Selâm vermek sünnettir. Hazret-i Peygamber, “Aranızda selâmı yayınız ki, Cennete selâmetle giresiniz” buyurmuştur. Bir başka hadîs-i şerifde ise  “Sabahleyin evinden çıkıp bir mümin kardeşine selâm verene Allahü teâlâ bir köle âzâd etmiş gibi sevap verir” buyurulmaktadır. Selâmın Mânâsı şöyledir: “Ben müslümanım, sen benden selâmet ve emniyet üzeresin, sana benden zarar gelmez. Selâma cevap da, “Ben müminim, sen benden selâmet ve emniyet üzeresin. Benden sana zarar gelmez” demektir. 

    Verilen selâmı almak vâcibdir. Ancak bu vâcib selâm sünnete uygun verildiği zaman bahis mevzuu olur. Namaz kılana, hutbe okuyana ve dinleyene, ezan ve ikamet okuyana, Kur'an-ı kerim okuyana, zikr edene, hadîs-i şerif okuyana,  ders veren muallime, hüküm vermek için oturan hâkime ve fıkh müzâkere edenlere, abdest bozana, zevcesi ile meşgul olana, yemek yiyene selâm vermek mekruhtur. Aç olup da yemeğe davet edeceği umulursa yemek yiyene de selâm verilebilir.  Selâm verilmesi mekruh olan kimselerin selâmı almaları da vâcib değildir. Namaz kılan, hutbe veren ve ezan okuyan dışındakiler alırsa, zararı yoktur. Hatta sevab da kazanırlar. Zevceyi ile meşgul olmak demek, cinsi münâsebet ve bu münâsebetin mukaddimeleridir. Bir ihtiyaç varsa veya kalbi kırılacaksa gayrımüslime de selâm vermek câizdir. Yabancı kadınlara, avret yeri açık olana, şarkıcıya, satranç vs oyunlar oynayana, gayrımüslimlere de selâm vermek mekruhtur. Yabancı kadın yaşlı ise mekruh değildir. Satranç vs oyunları oynayan veya bir günah işleyene, velev ki bir an olsun o işten vazgeçmesi niyetiyle selâm vermek câizdir. Kadınların, yabancı bir erkeğin kendisine verdiği selâmı alması da mekruhtur. Yabancı erkeğe selâm veren kadının selâmını almak da vâcib değildir. “Selâm aleyküm” diye med ile selâm verene de cevap vermek vâcib olmaz. (İbni Âbidin, Namazı bozan ve namazda mekruh olan şeyler bahsi)

    Dilenci gibi menfaat için selâm verenin de selâmına cevap vermek de vâcib değildir. Çocuklara selâm verilebilir. Bazı âlimler gayrımüslimlere selâm verilebilir, bazıları verilemez buyurdu. Fetvâ ikincisine göredir. Selâmı bilmeyen, hoşlanmayan, anlamayanlara veya dârülharbdeki gayrımüslimlere selâm vermenin mânâsı yoktur. Ayrıca zararlı da olabilir. Burada selâmlaşmak için kullanılan kelimeleri kullanmalıdır. (Tergibü’s-Salât, Namazın Sünnetleri faslı)

    31 Ocak 2011 Pazartesi
  • Sual: Seferî imam, dört rek’atlik bir namazda unutup üçüncü rek’ate kalkarsa, ona uyan mukim nasıl hareket eder?
    Cevab: Eğer üçüncü ve dördüncü rek’atlerde imama uyarsa, namazı bozulur. Zira farz kılanın nâfile kılana uyması sahih değildir. Hayreddin Remlî der ki: "Misafir imam hataen veya kasden üçüncü rekâte kalkarsa, muktedi, imama uymaksızın kendi başına üçüncü ve dördüncü rek’atleri kılarsa sahih olur". (İbni Âbidîn, Salâtı Müsâfir bâbı)
    2 Şubat 2011 Çarşamba
  • Sual: İslâm hukukuna göre kadın ev işi yapmaya ve çocuğunu emzirmeye mecbur mudur?
    Cevab: İbn Âbidîn hazretleri nafaka bâbında Bahr kitabından alarak diyor ki: Kadın un öğütmekten, ekmek yapmaktan, yemek pişirmekten çekinirse bakılır: Eğer kadın baba evinde hizmetçisi bulunanlardan ise yahud kendisinde bir illet bulunursa, kocası ona hazır yemek getirir. Aksi takdirde, kadının baba evinde hizmetçisi bulunanlardan değilse ve kudreti de varsa kocasının hazır yemek getirmesi vâcib değildir. Kadının ev işleri için ücret alması câiz değildir. Çünkü diyâneten onu yapmak kendisine vâcibdir. [Yani ev işi yapmazsa günaha girer; fakat ev işi yapmaya zorlanamaz. Kocası nafaka vermeye devam eder.] Velev ki eşrafdan birinin kızı olsun. Çünkü Peygamber aleyhisselâm, Hazret-i Ali ile Fâtıma arasında işleri taksim etmiş; dış işlerini Hazret-i Ali’ye, iç işlerini de Hazret-i Fâtıma radıyallahü anhümaya vermiştir. Halbuki Hazret-i Fâtıma bütün cihan kadınlarının hanımefendisidir.

    Ni’met-i İslâm’da nafaka bâbında diyor ki: Taâmın dışarıdan tedâriki erkeğe ve dâhilde hazırlanması kadına aittir. Çünki bu işler zevceye diyâneten lâzımdır. Resûl-i ekrem efendimiz hazretleri, Hazret-i Ali ile Hazret-i Fâtıma radıyallahü teâlâ anhümâ arasında, geçinme işlerini taksim buyurup, hâricî işleri Hazret-i Ali’ye ve dâhilî işleri Hazret-i Fâtıma’ya ait kılmışlardı ki, Hazret-i Fâtıma üstelik bütün kadınların seyyidesidir…Vâlide çocuğu emzirmek için cebrolunamaz. Babası süt anne tutar. Vâlideye çocuğunu emzirmek şer’an (hukuken) değil diyâneten vâcibdir. Çocuk annesinden başkasını emmezse çocuğunu emzirmek hukuken de vâcib olur.

    Netice itibariyle, İslâmiyette kadın ev işi yapmaya ve çocuğunu emzirmeye mecbur değildir sözünü, hukukî bir borç olarak mecbur değildir şeklinde anlamak gerekir. Yani yapmazsa, zevc bunları zevcesine zorla yaptıramaz. Çocuk için de babası süt anne tutar. Kadın ev işi yapmasa da, çocuğunu emzirmese de nafakaya hak kazanır. Ancak kadın hizmetçilerle büyümüş zengin bir âilenin kızı olmadıkça ev işi yapmadığı için günaha girer. Sütü var ise, çocuğunu emzirmediği için de günaha girer. Çünki bunlar kendisine diyâneten vâcibdir. Zengin kadına zengin nafakası verilir. Yani kocası hizmetçi tutar. Kadının ev işlerini yapması, zevcine teberru ve ihsandır. Çok sevaptır. Ev işi yaparsa veya çocuğunu emzirirse ücret isteyemez. Çünki erkeğin vazifesi, dışarıdaki işleri, kadının vazifesi içerideki işleri yapmaktır. Zevc de zevcesinin bu ihsanına karşı ihsanda bulunur. Ben ev işi yapmaya mecbur değilim diyen kadın, nafaka olarak fıkıh kitaplarında yazan asgari mikdara (her yıl için bir kat elbise) mahkûm olmayı göze almalıdır.

    10 Şubat 2011 Perşembe
  • Sual: Kabrin veya ölünün nakledilmesinin hükmü nedir?
    Cevab:

    İbni Âbidîn hazretleri cenâze bahsinin sonunda der ki: Definden evvel cenazeyi başka yere nakletmek bazılarına göre mutlak surette caizdir. Bir takımları sefer müddetinde aşağı bir yere nakledilebileceğini söylemiştir. İmam Muhammed bunu bir veya iki mil diye kayıtlamıştır. Çünki bir yerin kabristanı çok defa bu mesafeye ulaşır. Onun için fazlası mekruhtur. Nehr sahibi “Zâhir olan budur” demiştir. Definden sonra nakli ise mutlak surette caiz değildir. Bazı sonra gelen âlimlerin şâz takımının buna cevaz vermesine kulak asılmaz. Hazret-i Yakub ve Yusuf aleyhisselamın ecdadının yanında olsun diye Mısır’dan Şam’a nakledilmesi, bizden öncekilerin şeriatidir.

    Nitekim bu hâdise Tevrat’ta anlatılmaktadır: Hazret-i Ya’kûb, Mısır’da vefat etmiş, vasıyeti üzerine oğlu Hazret-i Yûsuf babasının cenâzesini Kudüs yakınındaki Nur mağarasına -bugünki Halîl şehri- götürerek orada dedelerinin yanına defnetmiştir (Tekvin 49/29-33, 50/1-14). Hazret-i Yûsuf, vefat ettiğinde Mısır’da defnedilmiş, ancak dört yüz sene sonra Hazret-i Mûsâ İsrâiloğulları ile beraber Mısır’dan ayrılırken O’nun cenâzesini de vasıyeti üzerine yanlarında götürerek aynı yerde babasının yanında defnetmişti (Tekvin 50/24-26, Çıkış 13/19; Yeşu 24/32). Burada Hazret-i İbrâhîm, Hazret-i Sâre, Hazret-i İshak, Hazret-i Ya’kûb ve Hazret-i Yûsuf beraberce medfundur. Bu rivâyetin benzerini İbn Hibbân, Hazret-i Peygamber’den de nakletmektedir.

    Bazı fakihler bu hâdiseyi delil alarak cenâzenin bulunduğu yerden başka yere nakledilmesine cevaz vermişlerdir. Bazıları ise bu nakillerin adı geçen peygamberlerin vasıyeti üzerine yapıldığını, peygamberlerin vasıyetine riâyet etmenin ise gerekli olduğunu söylemiştir. Fakihlerin ekserisi ise,  bunun eski şeriatlerde câiz olduğunu; Müslümanlar için de şeriat olması için şartların tamam bulunmadığını söylemiştir. Nitekim Hazret-i Peygamber’in “Katledilenleri öldükleri yerde defnediniz!” hadîsi bunu göstermektedir. Hazret-i Peygamber, Uhud harbi şehidlerinin şehid düştükleri yerde defnedilmesini, hatta cenâzelerini Medine getirmiş olanlara da geri götürmelerini emretmişti. Halbuki Medine-i münevvere kabristanı yakındı. Yine Şam’ın fethinde vefat eden Sahâbîler de burada –toplu olarak değil, şehid düştükleri ayrı ayrı yerlerde- defnedilmişlerdi. Hazret-i Âişe, kardeşi Abdurrahman, Medine’ye on iki mil kadar uzaklıktaki Hubşiyy’de (veya Habeşe) vefat ederek Medine’ye getirildiğinde, kabri başında “Allah’a yemin ederim ki, eğer ben öldüğün yerde bulunsaydım, seni öldüğün yere defnederdim” demişti.

    Bununla beraber Sa’d ibni Ebî Vakkas ile Said bin Zeyd, Medine’ye dört mil mesâfedeki Akîk denilen yerde vefat etmişler; cenâzeleri Medine’ye getirilip burada defnedilmişti. Abdullah ibni Ömer de burada vefat etmiş ve kendisinin Seref’de defnolunmasını vasiyet etmişti. Cemel Vaka’sında şehid düşen Hazret-i Talha’nın cenâzesi Medine’ye naklolunmuş; Muaz bin Cebel de bizzat hanımının kabrini açarak cenâzesini nakletmişti. Hazret-i Osman, Mescid-i Nebevî’yi genişletirken buradaki kabirlerin Cennetü’l-Baki’ kabristanına naklini emretmişti. Hazret-i Muaviye’nin de mescidi genişletirken bu yolda hareket ettiği bilinmektedir. Bu iş Sahâbe’nin huzurunda cereyan etmiş ve hiçbiri karşı çıkmamıştı. Hatta Hazret-i Câbir, babasının cesedini bizzat kabrinden çıkarıp bir başka mevkiye naklettiğini haber vermektedir (Tecrid-i Sarih Tercümesi).

    Yukarıda da geçtiği üzere Hanefîlere göre henüz defnedilmemiş bir cenâzenin, bulunduğu yerden uzağa nakli câizdir. Bazılarına göre sefer mesâfesinden yakına, bir görüşte de birkaç mil uzağa nakli câizdir. (İbn Âbidîn)

    Mâlikîler bu konuda biraz daha geniş düşünmekte ve bir maslahat varsa cenâzenin definden önce de, sonra da başka bir yere nakline cevaz vermektedir. Buna göre cenâze, kabri sel sularının basmasından korkulduğu zaman veya bereketi umulan bir mekâna yahud da âilesinin kolayca ziyaret edebileceği bir mekâna, hürmeti gözetilmek şartıyla nakledilebilir. (Muhtasaru Halîl)

    Defnedildikten sonra ise cenâzenin nakli veya yalnız kabrin açılması, bir zaruret olmadıkça câiz değildir. Ancak Abdullah ibni Übeyy, ölümünden sonra Hazret-i Peygamber’in emriyle kabrinden çıkarılmış, Hazret-i Peygamber O’na gömleğini giydirdikten sonra tekrar defnedilmişti. İslâm hukukçuları bundan, bir ihtiyaç ve bir maslahat olduğunda meyyitin definden sonra naklinin câiz olduğu hükmünü çıkarmışlardır.

    Hanefî mezhebine göre, ölü yıkanmamışsa veya kıbleye karşı defnedilmemişse yahud başka bir ölüyü de gömmek için kabir sonradan açılamaz. Ancak defn esnasında kabirde kıymetli bir eşya kalmışsa, kefenin başka birisine âit olduğu sonradan anlaşılırsa ve o da satmaya yanaşmıyorsa, kabrin bulunduğu arâzinin başkasının mülkü olduğu anlaşılırsa veya kabrin bulunduğu yer şuf’a yoluyla alınmışsa, su baskınına veya ecnebi istilâsına maruz kalmışsa, düşmanın tacizinden veya soyguncunun kabri açacağından korkulursa, vahşi hayvanların açma tehlikesi varsa meyyitin mezarı açılıp başka yere nakledilebilir. Yine dar olan bir mescidi genişletmek veya yer darlığı sebebiyle bir başka ölü gömmek maksadıyla, artık kemikleri tamamen çürümüş olan bir meyyitin mezarı açılabilir. Kemiklerin çürüyüp çürümediği konusunda o beldede süregelen âdete nazaran zan kâfidir; bir şüphe olursa ehlihibreye mürâcaat edilebilir. Ayrıca bir nizâ sebebiyle, sözgelişi meyyitin cinsiyeti hakkında bir şüphe varsa, bilirkişi (kâif) incelemesi için mezar açılabilir. Yine gebe bir kadının çocuğunun canlı olduğu hakkında bir şüphe varsa mezar açılarak meyyitenin karnı yarılıp çocuk çıkarılır. (İbn Âbidîn) Hazret-i Yusuf’un cenazesinin nakli bizden öncekilerin şeriatidir. Bizden öncekilerin şeraiti neshedilmedikçe bizim de şeriatimizidir ama burada meyyitin öldüğü yere defnolunması hakkında sünnet vâki olmuştur. Önceki şeriatlere uyulamaz.

    Şâfiî mezhebi bütün bunlara ilâveten, meyyit yıkanmadan veya kefenlenmeden veya kıbleden başka yere müteveccihen defnedilmişse, ya da vasiyet etmişse cenâzenin nakledilebileceğini söylerler. (Tuhfetü’l-Muhtac, Şirvânî Hâşiyesi)

    Mâlikî mezhebi de, bir maslahat varsa defnedildikten sonra ölünün bir yerden bir başka yere naklini câiz görür. (Muhtasaru Hâlîl)

    Hanbelî mezhebi, definden sonra cenâzenin nakli hususunda en geniş görüşlere sahip mezhebdir. Ancak bunlar, ölünün defnedildikten sonra, gömüldüğü yerden daha hayırlı bir yere veya iyi bir kimseye yakın gömülmek için nakledilebileceği hükmünden şehidlerin müstesnâ olduğunu söylerler. (İbn Kudâme, el-Muğnî)

    14 Şubat 2011 Pazartesi
  • Sual: İslam hukukuna göre hangi hallerde maddi tazminat alınabilir? Günümüzde açılan tazminat davalarının İslâm hukukuna göre bir hükmü var mıdır? Bilhassa sağlık sektörü bakımından değerlendirir misiniz?
    Cevab:

    İslam hukukunda tazminat şahsa ve mala karşı olmak üzere iki kısımdır. Mala karşı olanlar gasp ve itlaf hâlinde bahis mevzuu olur. Bir kimse gasp ettiği malı tazmin eder. İtlâf bir başkasının malını telef etmektir. Bunu kasten yapmışsa veya kasıt olmasa bile bizzat sebebiyet vermişse öder.

    Şahsa karşı tazminat, şahsın öldürülmesi veya yaralanması hâlinde bahis mevzuu olur. Kasten öldürmede mağdurun yakınları kısas isterse fail idam edilir; isterlerse katilin bunlara bir meblağ ödemesi karşılığında anlaşırlar. Katil kısastan kurtulur. Kasten olmayan öldürmelerde zaten ceza mağdurun yakınlarına diyet adıyla tazminat ödemektir. Uzuv kesme ve yaralamada da kasıt varsa, kısas yapılır. Kasıt yoksa mağdura diyet ödenir. Trafik kazalarında fail kusuru nispetinde tazminat öder. Spor müsabakalarında da böyledir.

    Cerrahi müdahalelerde doktor izinle ve aklın ve tıbbın gereklerini yerine getirmişse, mesuliyetten kurtulur. Aksi takdirde tazminat öder. Hacamat, sünnet, kan alma, iğne yapmada da böyledir. İzinsiz veya yanlış yapılmış ise tazminatla mükellef olur. Osmanlı şer’iyye sicillerinde hastaların kendi rızâsıyla ameliyat olduğu ve bu ameliyat neticesinde ölürse doktordan bir şey talep edilmemesi hususunda beyanını hâvi hüccetlere rastlanır.

    Tıbbî müdahale, trafik kazası, spor müsabakalarında failin kusuru varsa tazminat (diyet) ödenir. Tazminat (diyet), bedenî kaybın yanında, masrafları ile iyileşinceye kadarki nafakasının karşılığı olarak hesaplanır. Hanefilerden İmam Ebu Yusuf’a göre elem tazminatı adıyla manevi tazminat da ödenir.

    Bugün açılan tazminat davalarında gasp ve itlaf hususunda bir mesele bulunmamaktadır. Laik hukuk ile şer’î hukuk arasında bir fark yoktur. Adam öldürme ve yaralama hallerinde kısas ve diyet Hanefî mezhebine göre ancak dârülislâmda tatbik olunabilir. Bu bakımdan laik hukuk sisteminin muteber olduğu bir yerde kısas ve diyet istenemez. İstenmeden verilirse alınabilir. Diğer üç mezhebde dârülharbde de bir müslümanın öldürülmesi veya yaralanması hâlinde diyet ödenir. Bu bakımdan zamanımızda trafik kazası, iş kazası, spor müsâkabaları ve sağlık sektöründe doğan ölüm ve yaralama hallerinde, kusur varsa, mağdura veya yakınlarına ödenecek tazminat diğer üç mezhebe uygun olarak verilebilir ve alınabilir. Suç ve kabahatlerin bir dünyevî ve bir de uhrevî ciheti olduğundan, Hanefî mezhebinde bu tazminatlar, diyet olarak değil, hakkın helal edilmesi karşılığında verilebilir veya alınabilir. Çünki hakkın devri (ferağ) karşılığında bir şey istemek câizdir.

    3 Mart 2011 Perşembe
  • Sual: İlmihallerde diyor ki: “Mukim, eda ederken ve kaza ederken de, misafire uyabilir. Misafir, dört rek’atli olan farzları edâ ederken, mukime uyabilir. Yetişemediği rek’at olursa, imam selâm verdikten sonra dörde tamamlar. Çünki mukim imama vakit içinde uyan misafirin namazı değişerek, imamın namazı gibi dört rek’at olur. Kazayı iki rek’at kılması lâzım olduğundan, mukim imama uyamaz. Çünki oturması ve okuması farz olan, nâfile olana uymuş olur”. Bu son cümleden ne anlaşılması gerekir?
    Cevab: Mukim ile misafir birbirine imam olabilir. Mukim imam olursa, misafir o namazı dört rek’at olarak kılar. Misafir imam olursa, mukim kalkıp o namazı dörde tamamlar.  Ancak mukim ve misafirin dört rek’atlik aynı namazı kazaya kalırsa ve cemaatle kılmak isteseler, misafir mukime uyamaz. Vakit çıktığı için misafirin o namazı üzerine iki rek’at olarak farz olmuştur. Mukim imam olursa, ilk oturuş ve son iki rek’atte kıraat imama farz değildir. Nâfileden kasıt budur. Halbuki ilk oturuş ve son iki rek’atte kıraat misafir için farzdır. Çünki bu namazın ilk iki rek’ati farz, sonraki iki rek’ati nâfiledir. Kazaya kalmış namazlarda misafirin namazı değişerek imamın namazı gibi olmaz. Çünki değişme sebebi olan vakit çıkmıştır. (İbni Âbidin, Misafirin Namazı bâbı)
    9 Mart 2011 Çarşamba
  • Sual: Televizyonda, resimde, filmde, bilgisayarda avret yerine şehvetle bakmakla hürmet-i müsahere olur mu? Gözünün önüne avret yeri gelse, şehvet duysa, bunlarla hürmet-i müsahere olur mu? Kocanın amcasıyla, dayısıyla hürmet-i müsahere olsa, nikâh bozulur mu? Ya da kimlerle olursa bozulur?
    Cevab:

    Hürmet-i musahere bir kadınla cinsî temasta bulunmak yahud çıplak tenine ve başındaki saçına şehvetle dokunmak veya fercinin içine şehvetle bakmak suretiyle meydana gelir. Bu kadının annesi ve kızının o adamla evlenmesi yasak olur. Bu adamın oğlu veya babası da o kadına yasak olur. Dokunmak ve bakmakta şehvetin sınırı, erkeğin âletinin hareket etmesi yahut sertse hareketin ziyadeleşmesidir. Kadın veya yaşlılarda gönlün meyletmesi, ürpermesi, o kişi ile cinsî teması gönülden arzu etmektir.

    İtibar, dokunurken ve bakarken şehvetli bulunmayadır. Binaenaleyh şehvetsiz dokunur da, sonra elini çektiği halde bu dokunmadan şehvete gelirse, hürmet-i musahere olmaz. Bakmakta da şehvet şarttır. Nitekim gözünü yumduktan sonra şehvete gelse hürmet-i musahere olmaz. Şehvetin baktığı kadına duyulması şarttır. Bakıp başkasını düşünerek düşündüğü kadına duyarsa hürmet-i musahere olmaz.

    Bunun dışında şehvetle bile olsa bakmakla, TV, resim ve aynada yahud su ve cam içinde şehvetle bakmakla, hatta bakıp meni gelmekle hürmet-i musahere olmaz. Yalnızca kadının fercinin içine (yuvarlak kısmına) şehvetle bakınca olur. Bunun da meydana gelmesi çok ihtimal dışıdır. Kocanın amcası veya dayısıyla hürmet-i musahere olmaz. Yalnızca usul ve füru ile, yani adamın oğlu veya babası ile olabilir (İbni Âbidin, Namazın Şartları Bahsi, Haram Olan Kadınlar Bahsi).

    Hürmet-i musaherenin kadından gelmesi fevkalâde zordur. Vesvese etmemeli, bu mevzuyu hiç düşünmemelidir.

    16 Mart 2011 Çarşamba
  • Sual: Amerika’da şu an yaklaşık 4 haftadan beri, Afrika’daki hâdiseler başladığından beri, Cuma namazlarının ikinci rek’atlarında rükü’dan kalktıktan sonra secdeye gitmeden Arabi olarak, ama Kur'an-ı kerimde olmayan dualar okuyorlar. Buna ilk başlarken de bu yaptıklarının Peygamber Efendimizin sünneti olduğunu söylemişlerdi. Namazda Kur'an-ı kerimden başka veya bildirilen dualar ve salavatlardan başka bir kelâmın namazı bozacağını biliyorum. O halde bu şekilde dua yapan imamın arkasında Cuma namazı kılmaya devam etmek uygun olur mu?
    Cevab: Doğrudur. Müslümanların başına bir belâ geldiği zaman kunut duası okumak sünnettir. İbni Abidin vitr bahsinde der ki: “Hanefî mezhebinde vitrden başka namazda kunut okunmaz, Yalnız bir büyük musibetten dolayı imam âşikâre okunan namazlarda kunutu okur. Bazıları bütün namazlarda okuyacağını söylemişlerdir. Eşbah'da bildirdiğine göre vebâ hastalığı en büyük musibetlerden biridir. Böyle bir musibet zamanında imam âşikâre okunan namazlarda kunutu okur. Tahavî diyor ki: Bize göre sabah namazında kunut okunmaması musibet olmadığı zamanlardadır. Bir fitne veya musibet gelirse bunu okumakta beis yoktur. Bunu Rasûlüllah aleyhisselâm yapmıştır. Sabah namazında kunut okunması Hanefîlere göre nesholunmuştur. Ama musibet zamanında okunması bunun dışındadır. Bu kunut, rüküdan sonra okunur. Doğrusu budur. Önce yapılır diyen de olmuştur”. Bu sebeple Cumaya gitmemek ayrıca günah olur. Nitekim musibet olmasa bile sabah namazında Şâfiîler kunut okur. Bunlara uyan Hanefî’nin ellerini kaldırmadan bekleyeceği fıkıh kitaplarında yazılıdır.
    23 Mart 2011 Çarşamba
  • Sual: Gayri müslim memlekette de kanunlara uymak gerektiğinden, hız sınırını geçmek, yaya iken yol boş olsa bile yayalar için kırmızı ışık yanarken geçmek günah olur mu?
    Cevab: Trafik ve sigara içme yasağı gibi kaideler örfe girer. Örf, insanların doğru ve güzel gördüğü kaideler demektir. İslâmiyette dört delilden sonra gelen bir delildir. Kur’an-ı kerimde örfe uymak emrolunuyor. Hadis-i şerifte “Müminlerin beğendiği şeyi, Allah da beğenir” buyuruluyor. Dârülislâmda da, dârülharbde de dine ve kanunlara uymak mecburidir. Uyulmazsa günah olur. Yol boş iken kırmızı ışıkta dikkatle geçmek, belki dinen mahzurlu değil ise de, Amerika ve benzeri ülkelerde cezaya sebebiyet verebilir. Müslümanın zarar vermesi ve zarara uğraması câiz değildir.
    23 Mart 2011 Çarşamba
  • Sual: İlahiyat Fakültesi’nde talebeyim. Aliyyü’l-Kari’nin Fıkh-ı Ekber şerhini okurken burada Şeyh Abdülkadir Geylanî’nin kurtulamayan fırkalar arasında Hanefîleri de saydığı yazıyor. Bu ibare beni şaşırttı. Ne demek istendiğini anlayamadım.
    Cevab: Bahsettiğiniz ibare kitabın 132. Sahifesinde geçiyor. Şeyh Abdülkadir, burada Kaderiye taifesinden bahsediyor. Kaderiye, Mutezile’nin bir başka adıdır. 72 bid’at fırkasından birisidir. Kaderi inkâr ettikleri için bu isimle anılmışlardır. Mutezile mezhebinin o asırdaki mensupları, fıkıh olarak Hanefî mezhebine bağlıydı. Nitekim Zemahşerî, Zâhidî gibi Mutezile âlimleri, fıkıhta Hanefî mezhebini taklid ederdi. Şeyh’in bahsettiği bütün Hanefîler değil, Mutezile itikadındaki Hanefîlerdir. Hatta kitabı hazırlayan, meselenin aslından haberdar olmadığı için, işgüzarlık edip bir de dipnot koymuş. Şeyh Abdülkadir’in Ganiyye kitabının Günyetü't-Tâlibîn adıyla Türkçeye tercemesinde buranın tercüme edilmeyip atlandığını, bunun ilim ve tercümede sadakat anlayışına uymadığını söylemiş.
    5 Nisan 2011 Salı
  • Sual: Namazdaki birisi namazda olmayan birisinin sözüne cevap verirse namaz bozulur mu?
    Cevab: Namaz kılarken namazda olmayan birisinin sözüne cevap vermek namazı bozar. Selâm verenin selâmını almak, aksırana yerhamükallah demek böyledir. Allahü teâlâ’nın ismi anılır da celle celâlühü, Hazret-i Peygamber’in ismi söylenir de aleyhisselâm, bir musibet işitir de innâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn, Kur’an-ı kerim okunur da sadakallahü’l-azîm derse bozulur. Namazda olmayanın okuduğu Fâtiha’ya âmin demek ihtilaflıdır. Bazı âlimlere göre namazdaki birisi, namazda olmayanın duasına âmin derse, İmam Ebu Hanîfe ile İmam Muhammed’e göre namazı bozulur. İmam Ebu Yusuf’a göre bozulmaz. Müteahhirîn ulemâsı bozulacağını tercih etmiştir. (İbni Âbidîn, Namazı Bozan Şeyler).
    6 Nisan 2011 Çarşamba
  • Sual: Namazdaki birisi başkasının sözüyle rükü ve secdeye gitse, hareket etse, namazı bozulur mu?
    Cevab:

    Büyük bir mescide müezzin tekbirleri yüksek sesle alıyorsa, o sırada içeri giren birisi imamın rükü’ya eğildiğini görüp müezzine tekbir almasını söylese, müezzin de bu adamın sözüyle tekbir alırsa namazı bozulur. Bozulmaz diyenler de vardır. Mutemed kavil bozulmamasıdır. (İbni Âbidîn, Namazı Bozan Şeyler). Kınye’deki malumata nazaran, yalnız kılan birisine ileriye gitmesi söylenir de o da emre uyarak ilerlerse namazı bozulur. Saftaki boşluğa bir adam girer de namaz kılan kimse ilerleyecek ona yeri genişletirse namazı bozulur. Bu hükmün gerekçesi Allah’ın emrinden başkasına uymuş olmasıdır. Tahtâvî ise dinin emrine uyarak yaptı ise bozulmaz; içeri girenin emri ile yaptı ve onun hatırını kollayarak dinin emrini hatırlamadı ise bozulur diyerek iki hâli ayırmıştır. (İbni Âbidîn, İmamet Bahsi).

    6 Nisan 2011 Çarşamba
  • Sual: Meyyit ( ölü ) yıkanırken nasıl yatırılması gerekir?
    Cevab: Hasta sekerat hâlinde (ölmek üzere) iken ima ile namaz kılıyor gibi yüzü ve ayakları kıbleye gelecek şekilde yatırılır. Ölüm tahakkuk ettikten sonra soymak üzere sedire ve yıkanmak üzere teneşire yatırıldığında bazıları aynı şekilde yatırılır; bazıları ise kabirdeki gibi sağ tarafı kıbleye gelecek şekilde yatırılır demiştir. Bazıları ise nasıl mümkün ve kolay ise o şekilde yatırılır demiştir. Esah kavil de budur. (İbni Âbidîn, Cenâze; Fetâvâ-yı Hindiyye, Cenâze).
    6 Nisan 2011 Çarşamba
  • Sual: Hanımımla bazı kötü hadiseler yaşadık. Hanımıma söylediğim 3 söz var, bunlar talak gerektiriyor mu? 1- Ben bu evde durmam sözüne karşılık defol git nereye istiyorsan dedim. 2- Babası annesinin hasta olduğunu, kızlarını getirmemi istedi. Hanım büyük bir valiz hazırlamış, anladığım kadarıyla bu işi bitirmek istiyordu. Bu valizi ikiye böl dedim, kabul etmedi, tamam dedim iki valiz yap, eşyalarının hepsini götür dedim. 3- Tahmin ettiğim gibi işi bitirmeye karar vermişler, büyüklerimin ricasıyla tekrar hanımı arayıp kendisini evliliğimizin bitmemesi için ikna etmeye çalıştım. Kabul etmeyince, peki bu iş benim içinde bitti dedim. Sonunda tekrar birleşiyoruz, bu durumda söylediklerim 3 talak gerektiriyor mu, gerektiriyorsa ne yapmamız lazım?
    Cevab: 1-Boşanma niyetiyle söylendi ise, bir bâin talak olmuştur. Boşanma niyeti ile söylenmemişse talâk yoktur. 2-Boşanma niyetiyle söylenmemiş ise mesele yok. Boşanma niyetiyle söylenmiş, ama öncekinden ayrı ikinci bir talâk kasdedilmemişse, önceki talâkı haber vermiş olur. İkinci bir talâk sayılmaz. 3- Boşanma niyetiyle söylenmemiş ise mesele yok. Boşanma niyetiyle söylenmiş, ama öncekinden ayrı üçüncü bir talâk kasdedilmemişse, önceki talâkı haber vermiş olur. Üçüncü bir talâk sayılmaz. Bâin talâk ıddeti içinde ikinci bir bâin talâk, ayrı bir talâk sayılmaz.
    14 Nisan 2011 Perşembe
  • Sual: Ezan okunurken dinleyen kimseye selâm verilir mi?
    Cevab: Ezanı işiten kimsenin derhal mahallesindeki mescide giderek cemaate iştirak etmesi lâzımdır. Dil ile icabet etmesi (yani ezan kelimelerini tekrar etmesi ve aralarında söylenmesi sünnet olan zikrleri söylemesi) kâfi değildir. Vakit varsa dil ile icabet eder. Sonra yürüyerek mescide gider. Ancak cemaate gitmekten alıkoyan bir özür varsa dil ile icabet eder. “Müezzini işittiğiniz vakit siz de onun dediği gibi deyin! Sonra bana salâvat getirin!” hadîs-i şeriftir. Mescidin içinde ise zaten ezana icabet etmiş sayılacağından dil ile icabet etmesi gerekmez. Ederse de zararı yoktur. Bahr’de bildirildiği üzere ezanı işiten kimsenin konuşmaması, ezan ve ikamet hâlinde bir şeyle meşgul olmaması, selâm dahi alıp vermemesi gerekir. Bunların hepsi ezanın nazmını bozar. Ezan okuyana selâm vermek meşru olmadığı gibi, almak da vâcib değildir.  Müezzin nefeslendiği sırada selâmı alabilir ise de, bunu da yapmamak iyidir. (İbni Âbidin, Ezan bahsi)
    19 Nisan 2011 Salı
  • Sual: Cuma günü ezan okunduktan sonra alış-veriş yapmak mekruh olduğuna göre, Cuma namazı ile mükellef olmayanlara da alış-veriş yapmak mekruh mudur?
    Cevab: Cuma günü iç ezan okunduktan sonra imam Cuma'nın farzında selâm verene kadar işiyle meşgul olmak veya alış-veriş yapmak Cuma ile mükellef olanlara tahrîmen mekrûh olur. Nitekim kadınlar, Cuma ile mükellef olmadıklarından onlara mekruh değildir. (Ni’met-i İslâm, Tefsir-i Kurtubî)
    22 Mayıs 2011 Pazar
  • Sual: Fıkıh kitaplarında abdestin sünnetlerini anlatırken “Enseyi, üçer bitişik parmaklarla, bir kere mesh etmek” diye yazdıktan sonra, diyor ki: Son üçünü birlikte yapmak için, iki el ıslatılıp, iki elde de, üç bitişik ince parmak birbirine yapıştırılıp, iç tarafları, başın önünde, saçların başlangıcına konmak üzere iki el başa konur. İki elin bu üç parmağının uçları, birbirine dokunmalıdır. Baş ve şahâdet parmakları ve avuç içleri havada olup, başa dokunmaz. İki el, arkaya doğru çekilerek, üçer parmak, başı mesh eder. Eller, arkadaki saç kenarına gidince, üçer parmak, baştan ayrılıp, iki elin avuç içleri, kafanın yan tarafındaki saçlar üzerine yapışdırılıp, arkadan öne çekilerek, başın yan tarafları mesh edilir. Sonra şahâdet parmakları kulakların iç tarafına ve baş parmakların iç yüzü, kulak arkasına konup, kulaklar yukarıdan aşağı mesh edilir. Sonra, diğer üç parmakların dış yüzleri enseye konup, ensenin ortasından, iki tarafına doğru çekilerek mesh edilir. [Başı bu şekilde mesh etmek, Mâlikî mezhebinde farzdır.] Bu son cümle nazara alınacak olursa, başı başka türlü, fakat kaplama olarak meshedince, Mâlikî mezhebine göre farz yerine gelmez mi?
    Cevab: Bahsi geçen “Başı bu şekilde mesh etmek, Mâlikî mezhebinde farzdır” cümlesi, başın tamamının meshedilmesinin Mâlikî mezhebinde farz olduğunu bildiriyor. Baş her hangi bir şekilde kaplama meshedilince farz yerine gelmiş olur. Ancak anlatılan usul efdal olanı bildiriyor. Nitekim burada kulaklar ve boyun da meshehdiliyor ki Mâlikî mezhebinde boynun ve kulakların dışını meshetmek farz değil, sünnettir.
    22 Mayıs 2011 Pazar
  • Sual: Cenaze namazında selâm verdikten sonra eller aynı anda mı indirilecektir?
    Cevab: Cenâze namazında dördüncü tekbir söylendikten sonra sağa, sonra sola selâm verilir. Kitaplarda ellerin ne zaman indirileceği açıkça bildirilmiyor. Ancak eskilerden bazısı sağa selâm verdikten sonra sağ eli, sola selâm verdikten sonra da sağ eli indirirlerdi. Molla Hüsrev’in Dürer kitabında, kıyam bahsinde diyor ki: “İki ellerini, rükûdan kalkdığı zaman salıverir. Yine Bayram Namazının tekbirleri arasında, iki ellerini salıverir. Sözün kısası, zikri mesnûn (zikr sünnet) olan her kıyamda iki ellerini bağlar. Böyle olmayan her kıyamda da ellerini salıverir”. Bundan anlaşılıyor ki, cenâze namazında, sağa selâm verince, mesnûn (sünnet olan) bir zikr kalmadığı için, iki eli birden indirmek en doğrusudur.
    30 Mayıs 2011 Pazartesi
  • Sual: Üç tarihçinin katıldığı bir televizyon programında Sultan II. Abdülhamid’in 12 tane zevcesi olduğu, böylece şer’î hukukun getirdiği 4 tahdidinin aşıldığı söylendi. Böyle bir şey mümkün olabilir mi?
    Cevab: Osmanlı padişahları hür kadınlarla değil, cariyeleriyle, yani kadın köleleri ile evlenirdi. Bunun için nikâh gerekmez, çünki kendi mülküdür. Bir sayı tahdidi de yoktur.
    Son devirlerde, aslı hür veya müdebber, yani âzâdı vasıyet edilmiş olma ihtimaline binâen veyahud meşru olarak taksim edilmemiş ganîmetten alındığı bilinen câriyeler için, zinâ tehlikesini bertaraf etmek üzere, efendinin kölesiyle nikâh kıymasının iyi olacağını ulemâ ifade etmiştir. Buna nikâh-ı tenezzühî denir.
    Osmanlı Devletinin son zamanlarında, Sultan Abdülmecid zamanında köle ticareti yasaklandığı için, saraya kâfi mikdarda câriye gelmez oldu. Bu sebeple saraya Kafkasyalı kavimlerden hür kızlar alınıp yetiştirilmeye başlandı. Bu kızlar harem hizmetlerinde bulunduğu gibi, müsait olanları padişah ve şehzâdelerle evlendirilirdi. Bunlarda şeriatın aradığı 4 tahdidine riayet edilmesi mecburî idi. 
    Sultan II. Abdülhamid’in kayıtlara göre 16 defa evlendiği görülüyor. Bunlardan bir kısmı câriyedir. Mamafih bunlarla nikâh-ı tenezzühî yapılmıştır. Bunların diğer kısmı Kafkasyalı hür kızlardır. Bunlarla normal nikâh akdedilmiş; şer’î hukukun 4 tahdidine de riayet olunmuştur. Padişahın hiçbir zaman 4’ten fazla zevcesi olmamıştır. Yeni bir hanımla evleneceği zaman, öncekilerden bir tanesini boşamaktadır. Bu kadın çocuğu varsa sarayda yaşamaya ve unvanlarını taşımaya devam etmektedir. Sultan Abdülhamid’in zevcelerinden Behice II. İkbal’in verdiği bu malumatı kendisini görüp bizzat işitenlerden dinledik.
    Bu izahat gayet makuldür. Çünki şer’î hukuka göre bir kadının boşandığını duymaması, boşamanın sıhhatine tesir etmez. Yani kadın boşandığını duymasa da boşama muteberdir; ancak kadın nafaka gibi zevcelik haklarını taşımaya devam eder. Netice itibariyle padişah, hukuk kaideleriyle muhataptır. Bir erkeğin 4 kadından fazla evlenmesi batıldır. Aynı zamanda suçtur. Böyle bir evlilik, resmî kayıtlara geçirilemez. Bu kadın mirasçı olamaz. Nafaka alamaz. Bu birleşmeden doğan çocuklar da hukuken tanınmaz. Şer’î hukuku ve saray geleneklerini iyi bilmeyenler, karşılaştıkları hâdiseler karşısında hayrete düşmekte ve bunları analiz edemeyerek esaslı hatalara kapılmaktadır.
    9 Haziran 2011 Perşembe
  • Sual: Nikâhlanırken mehr olarak aile yâdigârı kıymetli taşı bulunan altın bir yüzük vermiştim. Zifaf veya halvet olmadan nikâhımız bozuldu. Mehrin vaziyeti nedir?
    Cevab: Ölüm, zifaf veya halvet olduktan sonra taraflar nikâhtan ayrılırsa, kadın mehr konuşulmuşsa tamamını hak eder. Mehr konuşulmamışsa kadına mehr-i misl, yani o kadının cemiyetteki emsallerinin aldığı mehr ödenir. Ölüm, zifaf veya halvet olmadan taraflar nikâhtan ayrılırsa, kadın mehr konuşulmuşsa yarısını hak eder. Mehr konuşulmamışsa kadına mehr-i mislin yarısını geçmeyecek şekilde bir muta (hediye) verilir. Mehr teslim edilmiş ise, kadın yarısını iade etmekle mükelleftir. Mehr yüzük ise koca bunun yarısına sahip hâle gelir. Mehr kadının elinde fâsid akitle alınmış mal gibidir. Talâk ile kadının yüzüğün yarısındaki mülkiyeti bâtıl olmuştur. Kadın yüzüğün piyasa kıymetinin yarısını erkeğe öder. Veya erkek yüzüğü alıp kadına piyasa kıymetinin yarısını öder. Anlaşamazlarsa, hâkimin hükmü ile yüzük taksim edilir. Yani satılır, elde edilen bedelin yarısı erkeğe, yarısı kadına verilir. Yüzük zâyi olmuş veya bozdurulmuş ise, kadın piyasa kıymetinin yarısını erkeğe öder. (İbn Âbidin, Mehr bahsi.)
    11 Haziran 2011 Cumartesi
  • Sual: Fetâvâ-yı Hindiyye’de “Selem satışında bâyi vekil tutamaz” diyor. Ben bir otomobil fabrikasında çalışıyorum. Müşterilerle selem akdi yapıyoruz. Selemde bâyinin vekil tutamamasının hikmeti nedir?
    Cevab: Selem vekili parayı (semeni) kabzettiği zaman, selem malı borcu zimmetinde kalır. Bir kimsenin kendi malını satıp, semeni başkasına şart kılması caiz değildir. Bunun için selem almakta vekâlet câiz değil, ama selem yapmakta câizdir (İbni Âbidin, Vekâlet bahsi). Selem malı satanların adamları, vekil değil, resul (haberci) sayılır. Akdi kendi adlarına değil, zaten firmanın, fabrikanın sahibi adına yapmaktadır. Şu halde câiz olur.
    17 Haziran 2011 Cuma
  • Sual: Câminin alt katında boş yer varken, üst katında; ikinci katta boş yer üçüncü katında namaz kılmak caiz midir?
    Cevab: Mekruhtur. Nitekim İbni Âbidin diyor ki: Mescidin içinde yer varken, raflarında (üst katında) namaz kılmak mekruhtur ve bir safda yer varken arkadaki safa durmak gibi olur. Cuma günü olduğu gibi mübelliğ (imamın sesini cemaata duyuran müezzin) sesi her tarafa duyurmak için orada kılarsa mekruh olmaz. Bu kerahatin tahrimî olduğuna Hazret-i Peygamber’in, “Safı kim keserse Allah da onu keser” hadis-i şerifi delâlet etmektedir (İmamet bahsi).
    8 Ağustos 2011 Pazartesi
  • Sual: Bir arkadaşım, şiddetli bir münakaşa neticesinde hanımına iki kere aynı mecliste açıkça boşadığını söylemiş. Sonra da pişman olmuş. Ama hanımı üç talâk verdiğini söylemiş. Kendisi ise iki olduğundan emin. Nasıl hareket edilir?
    Cevab: Talâkta kadının sözü nazara hiç alınmaz. Aksi takdirde kendi ikrarıyla kendi lehine, başkası aleyhine netice doğurmuş olur. Talâk münhasıran erkeğin bileceği bir şeydir. İki şahit işitip, üç talâk olduğu hususunda kadı önünde şahitlik yaparsa, kadı kazaen ayrılmalarına karar verir. Şahitler yok ise veya iş kadıya intikal etmemişse, söz yemin ile beraber erkeğindir. Erkek isterse zevcesine ric’at eder (döner). Bu takdirde eğer kadının sözü doğru ise, günah erkeğindir. (İbni Âbidin, Ric’at bâbı.)
    23 Ağustos 2011 Salı
  • Sual: Nikâh yaparken, kadın bulunmaz, vekili veya velisi bulunursa, kızın, babasının ve dedesinin ismini söylemek kâfi midir? Şahitlerin bunları şahsen tanıması gerekir mi?
    Cevab: Nikâhta iki erkek veya bir erkek iki kadın şahidin bulunması akdin sıhhati için şarttır. Evlenecek kadının meçhul olmaması şarttır. Nikâhlanan kadının şahitlerce başkalarından ayrılması lâzımdır. Tâ ki bilinmezlik ortadan kalksın. Eğer yüzü örtülü olarak orada bulunuyorsa, kendisine işaret kâfidir. Ama ihtiyatlı olan yüzünü açmaktır. Şahsını görmezler de başka bir odadan sesini işitirlerse, orada yalnız başına bulunduğu takdirde nikâh caizdir. Yanında başka bir kadın daha varsa caiz olmaz. Çünkü meçhuliyet, bilinmezlik ortadan kalkmamıştır. Kadın gaip olur da şahitler sözünü işitmezlerse, meselâ nikâh akdini kadının vekili yaparsa bakılır: Şahitler kadını bilirlerse, onu kastettiğini anladıkları ismini zikretmek kâfidir. Kadını bilmezlerse, mutlaka kendi ismiyle babasının ve dedesinin isimlerini zikretmek gerekir. Koca için de böyledir. Bir kavle göre gaipte olan şahıs şahitlerce bilinen bir kimse olsa bile, akdin mutlaka ona izafe edilmesi lâzımdır. Nitekim gaip kadın veya erkeği şahitler tanıyorsa, yalnız ismini söylemek kâfidir.

    Bilmekten murad, nikâhı kıyılanın filan kızı filane olduğunu şahitlerin bilmesidir. Yoksa şahsını tanımaları değildir. İsim söylemek de şart değildir. Murad, ya isim yahut isim yerini tutacak ve kadını tayin edecek bir şeydir. Bir kimse birine kızını nikâh eder de adını söylemezse, o kimsenin iki kızı bulunduğu takdirde akit sahih değildir. Çünkü hangisi için yapıldığı belli değildir. Bir kızı varsa, akit muteberdir. Kızın ismini söylemese de olur. Ancak başka bir isim söyler, bu isimde bir kızı yoksa, nikâh olmaz. Bir kızı olan bir adam bir oğlu bulunan birine şahitler huzurunda “Kızımı senin oğluna nikâhladım” dese, öbürü de kabul etse, nikâh sahih olur. (İbni Abidin, Nikâhın musahhaf sözlerle akdi bâbı)
    19 Eylül 2011 Pazartesi
  • Sual: Hazret-i Peygamber’in anne, baba, dede ve amcasının Hanîf dininde olduğu ve Hazret-i İbrahim’in şeriatına uyduğu bilinmektedir. Her peygamberin şeriatı kendisinden önceki peygamberlerin şeriatını nesh ettiğine göre, bunların Hazret-i Peygamber’den önceki son peygamber Hazret-i İsa’nın dininde olmaları gerekmez meydi?
    Cevab:

    Yaygın kanaat, Hazret-i Muhammed’in kendisine peygamberlik bildirilmeden önce eski şeriatların hükümleriyle amel etmediği istikametindedir. Hanefî ve Şâfi’îlerin bir kısmı bu görüştedir. Buna göre, Hazret-i Peygamber, eski şeriatlarda da bulunduğu bilinen Kâbe’yi tavaf, leş yememek gibi bir takım işleri, maslahat sebebiyle ya da teberrüken (bereketlenmek için) veya kendi aklıyla güzel bulduğu için yapmıştı. Hazret-i Peygamber’den önceki devir fetret devri idi ve önceki şeriatların hükümlerinin kendisine ulaştığına dâir bir bilgi de yoktur. Eski peygamberlerin şeriatlarının unutulduğu ve uzun süre peygamber gönderilmeyen zaman aralığına fetret devri denir. Bu devirde yaşayan insanlar prensip itibariyle dinî emirlerle mükellef tutulamazlar. Hazret-i İsa ile Hazret-i Muhammed’in arası bir fetret devridir. Bir başka deyişle Hazret-i İsa’nın getirdiği şeriat unutulmuş, hatta mukaddes kitabı İncil bile tahrife uğramıştır. Tevrat için de aynı şey söylenebilir.

    Peygamberler, umumiyetle şeriatların unutulduğu zamanlarda gönderilirler. Dolayısıyla Hazret-i Peygamber’in eski şeriatlarla amel etmesi mümkün değildir. Çünki peygamber gönderilmeden dinin füruu, yani şeriatla mükellefiyetten bahsedilemez. Ancak dinin aslı, yani iman bahse konu olabilir. Hazret-i Muhammed’in bi’setten (peygamberliği kendisine bildirilmeden) önceki hâli bilinmektedir. Kendisinden böyle başka bir şeriatla amel ettiği hususunda bir nakil, bir söz bize gelmemiştir. Kaldı ki böyle bir şey olsaydı, bu şeriatların bağlıları, mesela Yahudi veya Hıristiyanlar, bi’setten sonra O’nun kendilerine ve kendi şeriatlarına nisbetini iftiharla bildirirlerdi ki, böyle bir şey de bahis mevzuu değildir. (Serahsî, Usul, II/100-101; Âmidî, Usul, IV/121-123; Gazâlî, Mustasfa, I/132;  Hâdimî, Mecami, 211; Keşfü’l-Esrârı Pezdevî, III/932 vd; İbnü’l-Hümâm, Tahrir, 359.)

    Hazret-i Muhammed’in annesi, babası, dedesi ve amcası Hazret-i İbrahim’in inancında birer mümin idi. Bu dinden kendilerine intikal eden bazı amel esaslarına göre de ibâdet ederlerdi. Hazret-i Musa ve Hazret-i İsa daha sonra geldiği halde, bunlar Yahudi veya Hıristiyan dinine girmiş değillerdi. Çünki bu dinler Arabistan’da doğru bir şekilde tebliğ edilmiş değildi. Bir dinin hükümleri doğru bir şekilde tebliğ edilmemişse, bu hükümlerin insanları bağlamayacağı açıktır. Böyle bir zamanda insanlar sadece iman ile mükelleftir. Fetret devri prensibi bunu gerektirir.

    Hazret-i İsa’nın gelişinin üzerinden uzun asırlar geçmiş, bu dinin esasları unutulmuştu. Arabistan’da tek tük Hıristiyanlar vardı. Hazret-i Muhammed’in peygamberliğine ilk inananlardan ve Hazret-i Hadice’nin amcası oğlu Varaka bin Nevfel bu dindendi. Bu da bir arayışın neticesidir. Medine’de üç Yahudi kabilesi yaşamaktaydı. Bunların inanç esaslarının da orijinal olduğu söylenemez. Bunun dışındakiler ya müşrik veya Hazret-i İbrahim’in dinine inananlardı. Hazret-i Muhammed, peygamberliğini açıklamadan evvel Arabistan’da az da olsa tevhid inancını benimseyen ve eski peygamberlerin, bilhassa Hazret-i İbrahim’in şeriatından geldiği zannedilen bazı esaslarla amel eden kimseler vardı. Ümeyye bin Ebî Salt ile meşhur hatib ve şâir Kus bin Sa’îde ile Cennetle müjdelenen on sahabiden biri olan Hazret-i Said’in babası Zeyd bin Amr bunlardandır. Hazret-i Muhammed bunlar için “Kıyâmet günü tek başına bir ümmet olarak haşrolunacaktır” buyuruyor.

    Hazret-i Muhammed’in dedeleri, bu arada Abdülmuttalib, babası Abdullah, annesi Âmine ve amcası Ebû Tâlib de Hazret-i İbrâhîm’in inancındaydı. Nitekim Kur’an’da “Sen, yani senin nûrun, hep secde edenlerden dolaştırılıp, sana ulaşmıştır” buyurulmaktadır (Şuarâ: 219). Bu inanca Hanîf inancı, bunlara da Hanîfler (Hunefâ) denir. Hanîf, hanef masdarından sıfat-ı müşebbehedir. Yanlış ve sapık olan şeye hiç dalmadan doğruya meyleden mânâsınadır. İslâmiyetten önce putlara tapınmayan, hacc yapan, sünnet olan, kısacası Hazret-i İbrahim’in dininden o zamana intikal etmiş esaslara tâbi bulunanlar için (Sâbiî’nin zıddı olarak) bu isim kullanılmıştır. Hanîf kelimesi Kur’an’da da müteaddit defalar geçer. Müslim kelimesiyle kullanıldığında hacceden; tek başına kullanıldığında ise Müslüman olan, tevhid inancında olan mânâsı kasdedilmiştir. Kur’an-ı kerimde Hazret-i İbrahim için bu sıfat kullanılmaktadır. Pek çok âyet-i kerimede Hazret-i İbrahim’in hanîf olarak vasıflandırılması da boşuna değildir. Çünki zamanında kendisinden başka tevhid inancını taşıyan kimse kalmamıştı. Etrafında hemen herkes putlara tapınırken, o tek tanrıya ibadet etmekteydi. Keldanîler gibi bâtıl yolda değil; Hakka yönelmişti (Bakara: 112, 135, Ahkâf: 13). Hazret-i İbrahim, Kur’an ve hadîslerde başka birçok hasletleriyle de övülmüş büyük bir peygamberdir. Allahın kendisini bütün insanlara ve inananlara imam, önder yaptığı bildirilmektedir (Bakara: 124, Nahl: 120). Tevhid inancı sonraki nesillere bu peygamberden intikal etmiş; şeriatı yayılmıştı. İslâm coğrafyasında bilinen peygamberlerden kendisinden sonrakilerin hepsi O’nun soyundandır. Semâvî dinlere mensup insanların hepsi kendisini büyük bilir ve inanırlar. Bütün dinlerdeki itikadî ve ahlâkî prensipler hep O’ndan intikal etmiştir. Bundan dolayıdır ki İslâm akâidinde, Müslümanlar -Kur’an’ın tâbiriyle- Hazret-i Muhammed’in ümmeti ve Hazret-i İbrâhîm’in milleti olarak tavsif edilmektedir. Millet aynı inancı benimseyen insanların hepsine denir. Osmanlı Devleti’nde gayrımüslim teb’a dinlerine göre gruplandırılmış ve hepsine dinî/hukukî imtiyazlar tanınmıştı. Buna “millet sistemi” denir: İslâm milleti (millet-i İslâm), Rum (Ortodoks) milleti, Ermeni (Gregoryen) milleti, Yahudi milleti gibi. Eski ilmihal kitaplarında, mesela Sultan Fâtih devri ulemâsından Mehmed bin Kutbüddin İznikî’nin Mızraklı İlmihal diye bilinen Miftahü’l-Cenne’de “Din ve millet, ikisi birdir”, diye yazar (s. 64).

    Görülüyor ki hanîflik Hazret-i İbrahim’in dininin esas vasfıdır; ama sadece bu dine mahsus değildir. Bu bakımdan hanîf, tevhid inancına çağıran peygamberlere uyan kimseye denir (Beyyine: 5, Hacc: 30, 31). İşte hanîflik olarak bilinen Hazret-i İbrahim’in şeriatine âit hükümlerin bazıları Arabistan’da da câriydi. Hanîf dininin esasları olan bu hükümleri, Hazret-i Muhammed de kabul ve tatbik etmiştir.

    24 Eylül 2011 Cumartesi
  • Sual: Altın veya gümüşün para ile veresiye ve taksitle satılmasının câiz olmadığını işittim. Kuyumcuyum. Altını peşin alamayacak olanlara satış yapmamak çok zordur. Nasıl hareket etmeliyim?
    Cevab:

    İbni Abidin ribâ bahsinde der ki: İmam Hanutî, kendisine sorulan «Altını fülus (para) ile değiştirirken birini peşin, diğerini vadeli aldığımızda hüküm nedir? sualine şöyle cevap vermiştir: «İkisinden biri kabzedilecek (peşin) olursa caizdir.» Fetâvâ isimli eserinde İmam Bezzâzî şöyle der: «Bir kimse yüz felsi, bir dirheme (gümüşe) satın alsa, iki taraftan birinin kabzetmesi yeterlidir. Gümüş veya altını fülus karşılığı satsa, durum yine aynıdır.» Muhitten naklen Bahır'daki ifadeyi de sözlerine ekler: Fetâvâ-yı Kâriu’l- Hidâye'nin şu ifadesine aldanmamak gerekir. O, «fülusun, altın ve gümüş karşılığı birinin peşin diğerinin vadeli olması caiz değildir» demektedir. Zira fukahanın tartı ile satılan bir malın yine tartı ile satılan bir mal karşılığı selam yoluyla alınması, satılması caiz değildir» sözlerini kendisine delil olarak zikretmektedir. Ancak felslerin, bir bakıma uruz mallardan olması itibariyle iki taraftan birinin kabzetmesiyle iktifa edilebilir.

    Görülüyor ki, altın veya gümüşün para karşılında satışında, her ikisinin de peşin olması gerektiğini söyleyenler olmuş ise de, doğrusu, bir tarafın peşin olmasının kâfi geleceğidir. Bu bakımdan veresiye ve taksitle altın ve gümüş satmanız câiz olmaktadır. Ancak altının altınla, gümüşün de gümüşle değiştirilmesinde, iki tarafın da peşin olması şarttır. Bu bakımdan birisi size sikke altın getirip, bilezik istese ve elinizde bilezik yok ise, altını peşin alıp, bileziği sonra vermeniz mümkün değildir. Altını emanet veya borç olarak alabilir; bilezik gelince de satış yapabilirsiniz. Bileziği görünce almamasından korkarsanız, bunu istisna yoluyla yaptırırsınız. İstisnada müşteri şartlara uygun yapılmışsa reddedemez. Emanet veya borç olarak aldığınız altın ile takas edersiniz. Burada dikkat edilecek husus, altının ağırlığı ile bileziğin ağırlığının eşit olması şarttır. İşçilik için ayrıca ücret talep edebilirsiniz. Veya bilezik için ücret olarak para alırsınız, emanet altını da para ile satın alırsınız. Şâfiî mezhebinde sarraf, altını altın ile mübadele ederken, işçilik payı alabilir.

    2 Ekim 2011 Pazar
  • Sual: Ehl-i Sünnet itikadı nedir? Ehl-i sünnet olmanın alâmetleri nelerdir?
    Cevab:

    İslâm dininde inanılması zaruri olan hususlar âmentü ile bildirilmiştir. Bunlara inanana mümin denir. Kur’an-ı kerim veya mütevâtir hadîs ile bildirilmiş iman ve amel esaslarından birini inkâr eden mümin sayılmaz. Böyle olmayıp, müminlerin icma’ı ile bildirilmiş hususlara inanmamak küfrü gerektirmez ise de, bid’at olur.

    Hazret-i Peygamber’in “Yahudîler ve Hıristiyanlar gibi, ümmetim de fırkalara ayrılır. Bunlardan yalnız benim ve eshâbımın yolunda olanlar kurtulur” meâlindeki hadîsinin hakikatince, İslâm tarihinde çeşitli bid’at fırkaları zuhur etmiştir. Bunlardan Ehl-i sünnet ve’l-cemaat denilen fırka, Hazret-i Peygamber ve onun cemaati, yani eshâbının bildirdiği inanç esaslarına uymuştur. Hanefî, Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezhebinin inanç esasları birbirinin aynı olup, füruatta, yani amelî/fıkhî hükümlerde ayrılmışlardır. Diğer fırkalar ise, mânâsı açık olan nassları te’vîl ederek; mânâsı açık olmayan nassları ise, sünnet ve sahâbenin bildirdiğine uymayan bir şekilde yanlış te’vîl ederek farklı birer yol tutmuşlardır. Bunlar, Ehl-i sünnetten başlıca inanç esasları bakımından ayrılırlar; ancak tekfir edilmezler. Fıkhî görüşlerine, bilhassa siyaset hakkındaki görüşlerine bu inanç farklıları cüz’î de olsa yansımıştır. Bunlara bid’at fırkaları da denir. Bid’at, Hazret-i Peygamber ve eshâbı zamanında olmayıp, sonradan ortaya çıkarılan inanç ve ibâdetlerdir. Hazret-i Peygamber’den bu hususta, “Kim bizim dinimizde olmayan bir şey ihdâs ederse, reddedilir” hadîsi vârid olmuştur.

    Burada “Ehl-i sünnet denilen fırkanın doğru olduğu nereden belli? Bu fırkalar da kendilerini doğru yolda biliyorlar. Ya onlar doğru yolda ise?” diye bir sual hatıra gelebilir. Bid’at fırkaları denilen bu mezhebler, Selef-i sâlihîn denilen ilk devir İslâm ulemâsının icma’ ettiği meselelere aykırı inanç ve amel esasları ortaya çıkardıkları için, ehl-i bid’at olarak görülmüştür. Nitekim ulemâ bir hususta icma’a vardıktan sonra, o mesele hakkında bu icma’ya uymayan bir görüş beyan etmek câiz değildir. Kur'an-ı kerîmde, "Hidâyet yolunu öğrendikten sonra, Peygambere uymayıp, mü'minlerin yolundan ayrılanı, saptığı yola sürükleriz ve sonu çok fena olan cehenneme sokarız" meâlindeki âyet (Nisâ: 115) ve aynı meâlde başka hadîs-i şerîfler bu hükmün delilini teşkil eder. Demek ki selef-i sâlihîn bir hususta icma’ya varıp ittifak ettikleri zaman, bu hususta ictihad ile de olsa farklı bir söz söylemek, ayrı bir yol tutmak mümkün ve câiz değildir.

    Kollarıyla beraber 72’yi bulan bu bid’at fırkaları, esası itibariyle Hâricîlik, Şiîlik, Mutezile, Mürcie, Müşebbihe, Mücessime ve Cebriyye adıyla yedi grupta toplanabilir. Mûtezile (Kaderiyye), kader inancını reddederek insanın kendi fiillerinin yaratıcısı olduğuna; dolayısıyla büyük günah işleyenin imanının gideceğine ve adaletten ayrılan sultana isyan câiz olduğuna inanır. Kabir azâbını ve mîzânı inkâr eder. Mezhebin kurucusu Vâsıl bin Atâ, daha evvel Hasan Basrî’nin talebesi idi. Kendisinden ayrıldığında, i’tizal eden (ayrılan) mânâsına Mu’tezil olarak adlandırılmıştır. Bir ara Abbâsî halîfelerinden Me’mun, Mu’tasım ve Vâsık bu mezhebe sâlik olmuş; Mutezileden olmayanları tazyik etmişti. Cebriyye (Cehmiyye), Mutezile’nin tersi olup, insanların fiillerinde irade hürriyetine sahip olmadıklarını, kâtibin elindeki kalem gibi hareket ettiklerini, binaenaleyh günah ve inkârlarından mes’ul tutulamayacaklarını söyler. Mürcie de, müslümanların günah işlese bile, cehenneme hiç girmeyeceğine kâildir. Mücessime, Allah’ın cisim olduğuna inanır; Müşebbihe ise insana teşbîh eder (benzetir). Son zamanlarda ortaya çıkan Vehhâbîlik, nassların zâhirine itibar bakımından Zâhiriyye, şefaat ve tasavvufu inkâr bakımından Mutezile, sahabeye husumet bakımından Hâricîlik, Allah’ın sıfatları bakımından da Müşebbihe ve Mücessime’den mühim tesir görmüştür.

    Bid’at fırkalarından bilhassa Mutezile mezhebindekiler, bulundukları beldede yaygın olan Ehl-i sünnet mezheblerinden birine göre amel ve ibâdet ederdi. Nitekim itikaden Mutezilî olan Zemahşerî ve Zâhidî, Hanefî mezhebine göre amel etmişlerdir. Hatta bu sebeple çoğu yerde Mutezile fırkasından bahsedilirken Hanefîler diye bahsedilmiş; Bağdad ve çeşitli beldelerde Mutezile ile Eş’arîler arasında müsademeye kadar varan ihtilaflar, işin aslından habersiz müellifler tarafından Hanefî ve Şâfiîler arasındaki husumet olarak vasıflandırılmıştır.

    1. Kur’ân-ı kerîm, mahlûk değildir. Allahü tealanın kelâmıdır. Ancak Mushaf, kâğıt ve mürekkep itibariyle, okunduğu zaman da ağızdan çıkan harfler mahlûktur. Mutezile, Kur’an mahlûktur, dedi.
    2. İmanda şüphe caiz değildir. Bu sebeple inşallah mü’minim dememeli, elhamdülillah mü’minim demelidir. İnanılması şart olan şeylerin birinde şüphe küfrdür.
    3. İman artmaz ve eksilmez. Fakat kuvvetlenir veya zayıflar. Mutezile ile Haricilere göre iman ile isyan bir arada bulunmaz.
    4. Eshab-ı kiramın hepsi âdildir. İlk dört halifenin halifeliği sahihtir. Hariciler ve Rafızîler, hilafet meselelerinden dolayı sahabeyi tekfir etti. Bazı Rafızîler gibi Hazret-i Ebu Bekr’in sahabiliğini veya Hazret-i Aişe’nin masumiyetini inkâr küfrdür.
    5. İcma’nın, Kur’an ve sünnetten sonra fıkhî delil oluşu haktır. Mutezile’den Nazzâm ile Hâricî ve Râfızîlerin bir kısım bunu inkâr etti. Ayrıca icma’ ile kabul olunan bir hususu reddeden bid’at ehli olur. Bu husus Kur'an-ı kerimde emredilen salâtın beş vakit namaz olduğu gibi mütevâtir bir husus ise, küfre düşer.
    6. Kıyas haktır. Mutezile’den Nazzâm bunu inkâr etmiştir.
    7. Amel imandan parça değildir. Günah olduğuna inandığı halde büyük günah işleyen, kâfir olmaz. Haricilere göre büyük günah işleyen kâfir olur. Mutezile’ye göre imanını kaybeder, ama kâfir olmaz. Cennet ile Cehennem arasında bir yerde kalır. Mürcie’ye göre büyük günah işleyen asla cehenneme girmez.
    8. Ehl-i kıble, yani kıbleye dönerek namaz kılan kimse tekfir edilmez. İman edilecek şeylere inanıp da, icma ile bildirilenlere inanmayanlar ehl-i bid’at olur. Bunlara kâfir denmez. Namaz kıldığı halde, açıkça küfre sebep olan bir şey söyleyen ve yapan kimse, imandan çıkar. Râfızîler, Hazret-i Ali’nin üstünlüğüne inanmayan müslümanları -sahabi bile olsalar- tekfir eder.
    9. Âdil olsun, fâsık olsun, her imamın arkasında Cuma ve bayram namaz kılınır. Vakit namazları sahih ise de mekruhtur.  Fâsık imam ile cihada gidilir. Hariciler bunu inkâr etti.
    10. Zâlim ve fâsık idareciye isyan edilmez. Azli mümkün ise azledilir. Değilse sabredilir. Haricîlere göre böyle idareciye ayaklanmak vacibdir. Râfızîlere göre imam zaten masumdur, azli mümkün değildir.
    11. İmamın her hangi bir aileden veya ırktan olması şart değildir. Râfızîlere göre Hazret-i Ali soyundan olması şarttır.
    12. Mest üzerine mesh etmek haktır. Râfızîler ve Haricîler bunu inkâr etti.
    13. Mirac haktır. Hazret-i Peygamber’in göklere yükselişini ve Allahü teâlâ ile görüştüğünü inkâr eden ehl-i bid’attir. İsra’yı, yani Hazret-i Peygamber’in Mekke’den Kudüs’e götürüldüğüne inanmamak ise küfrdür.
    14. Cennet’te mü’minler Allahü teâlâyı bilmediğimiz bir şekilde göreceklerdir. Mutezile buna inanmadı.
    15. Allah cisim değildir. Mekândan münezzehtir. Yarattıklarına benzemez. Kerramiye, Müşebbihe ve Mücessime, Allah cisimdir, cihet ve mekân sahibidir, insana benzerliği vardır, Allahü teâlâyı cisimsiz düşünmek caiz değildir, dedi. İnsan gibi olduğuna inanmak küfrdür.
    16. Kıyâmet gününde, Peygamberler ve sâlih zâtların büyük günah işleyen mü’minlere şefâati haktır. Mutezile, ancak müminlerin derecelerinin yükseltilmesi için şefaat edilebileceğine inanır. Vehhabîler, tasavvuf, istigâse, tevessül ve şefaati toptan inkâr etti.
    17. Kabir azabı haktır. Bu azab, rûh ve bedene olacaktır. Hariciler bunu inkâr etti.
    18. Evliyânın kerâmeti haktır. Mutezile bunu inkâr etti. Şia ise kerameti on iki imama tahsis ve öldükten sonra kerâmeti inkâr etti.
    19. Ruh, ölmez. Bu sebeple ölünün ardından hayır yapmak haktır. Mutezile bunu inkâr etti.
    20. Kıyamet alâmetleri, Deccâl’ın çıkışı, Mehdî’nin gelişi ve Mesih’in inişi haktır. Bunlar manen mütevatir hadislerle bildirilmiştir. Bu bakımdan inkârının küfr olacağı söylenmiştir. Kıyamet alâmetlerini mecaza hamletmek, mesela “Deccal felancadır; Dabbetü’l-Arz AIDS hastalığıdır; Yecüc Mecüc Çinlilerdir; Mehdi, felanca kitaplardır; Mesih, şahs-ı manevîdir vs” demek  doğru değildir.
    21. Mukallidin imanı sahihtir. Yani, düşünmeden, anlamadan, yalnız başkasından işiterek, öğrenerek iman eden kimse, mü’mindir. Ancak istidlâli terk ettiği için günahkârdır. Mutezile mü'min olamaz, cennete de giremez dedi. Her şeyin güzel veya kötü olduğu dinin emriyle bilinir. Akıl, bunu bilmekte rol oynamaz. Mutezile’ye göre bir şeyin iyi mi, kötü mü olduğu, akıl ile bilinir. Bunun için Kitap ve sünnete lüzum yoktur. Aklın güzel gördüğü şeyler farz; çirkin gördüğü şeyler ise haramdır. Allah'ın, iyiliği yaratması, aklen şarttır.
    22. İman, kalb ile tasdik, dil ile ikrardır. Kerrâmiye’ye göre sadece dil ile ikrardan ibarettir. Hariciler ve Mutezile’ye göre iman, kalb ile tasdik, dil ile ikrar ve âzâlar ile ameldir.
    23. Şeytan insana vesvese verir. Mutezile bunu inkâr etti.
    24. Sihir ve nazar haktır. Mutezile buna inanmadı.
    25. Öldürülen eceli ile ölmüştür. Mutezile, öldürülenin eceli Allah tarafından kısaltılmıştır, der.
    26. Kul fiillerinde muhtardır, ihtiyar sahibidir. Allah dilerse yaratır, dilerse yaratmaz. Dolayısıyla Allah’ın ve kulun kudreti bir arada bulunur. Kul da bunlardan mesul olur. Cebriyeye göre kul fiillerinde muhtar ve muktedir değildir. Mutezile ve Râfızîlere göre kulun kudretini Allah yaratır, kul ise fiilinin yaratıcısıdır.
    27.İbadetlerin sevaplarını ölülere hediye etmek câizdir. Ölü, bundan istifade eder. Mutezile bunu inkâr etti.

    7 Ekim 2011 Cuma
  • Sual: İnternette .... diye bilinen bir sistem vardır. Bunun câiz olup olmadığı hususunda ne dersiniz? 1. Sisteme en az 330 TL vererek giriş yapılıyor. Bunun bir karşılığı yoktur. Bu paralar aşağıda açıklanacağı üzere üyeler ve sistemi kuran kişi arasında değişik yüzdelerle taksim ediliyor. Sisteme başkalarını da buraya dâhil edebilecek en az 4 kişiyi daha bulunduğunda artık para kazanmaya başlanıyor. Ve direkt getirilen üye sayısı 10''u bulduğunda büyük bir ilerleme kaydetmiş olunuyor. Bu bir ağ gibi uzayıp gidecek ve kişiler çoğaldıkça daha fazla para edilecektir. 2-Bu sistem, bazı firmalarla anlaşmış durumdadır. Üyelerinin, ile anlaşmalı iş yerlerinden indirimli alış-veriş yaptığı bir sistem. Üye olan kişilere ... diye adlandırılan bir kart verilmektedir. Ve alış-verişini yapan kişi kasada bu kartı gösterdiği zaman indirim kazanmaktadır. Bu indirim ise direkt hesabına nakit olarak yansıtılmaktadır. Örneğin benim üye yaptığım kişi alış-veriş yaptığında % 0.5’i, onun üye yaptığı kişi alış-veriş yaptığında ise yine ; % 0.5’i benim hesabıma nakit olarak geçmektedir. Kendi yaptığım alış-verişin ise ; % 1’i bana nakit olarak dönmektedir. İki alt üyeden sonraki alt üyelerin yaptığı alış-verişler ise belli bir sınıra geldiğinde ... pozisyon hesabı sistemi ile hesaplandıktan sonra hesabıma nakit olarak geçmektedir. Bu sistemde alt üyelerin alış-verişinden üst üyeler, üst üyelerin alış-verişinden de alt üyeler kazanabilmektedirler. Pozisyon hesabı sistemi bunu sağlamaktadır. Tabii üstte yer alan üyeler her zaman daha çok kazanır. Bu sistemde kazanç; yapılan alış-verişlerden elde edilen indirimin, üyeler arasında nakit olarak pay edilmesine dayanır. 100 TL lik alışverişte ; % ; 15 indirim varsa bu 15 TL nin: 1-Sistem 2-Üyeler 3-Çocuk ve Aile Yardımlaşma Fonu 4-Vergi Olarak Devlet arasında paylaşılmasıdır. Sistemde amaç; büyük bir tüketici topluluğu oluşturarak firmalardan indirim kazanmak ve alış-verişlerden üyelere para kazandırmaktır. Sorular: 1. Bu sistemden elde edilen para helal midir? 2. Alt veya üst üyeler haram olan bir alış veriş yaptığında (içki, domuz eti vs.) bize bir günahı olur mu? Çünkü onun alış verişlerinden diğerlerine de hisse verilmektedir. 3. Üye olurken karşılıksız para vermek caiz midir? Bu parayı daha sonra alamıyorsunuz. 4. Üyelerin pozisyon alırken verdikleri paralardan diğer üyelere de verilmesi caiz midir? Üyelere ve diğerlerine yüzdelik durumuna göre taksim ediliyor.
    Cevab: 1-Bu bir ortaklık ise, sermayeyi geri alamamak şartı, bu ortaklığı ifsad eder. Borç ise keza. Bu para hibe ise, ortaklara önceden tayin edilmiş nisbetlerde verilmesi caizdir. Ama bu hibenin şartı, istikbale matuftur. Hibede karşılığın derhal kabzedilmesi gerekir. Yoksa şart fasid olur. Öyle anlaşılıyor ki, burası bir klübdür. Klübe âzâlık para iledir.
    2-Üyenin domuz, içki satın alması veya satması, diğerlerine sirayet etmez. Vekâlet mevzubahis değildir. Alışverişinden hisse verilmiyor. Komisyon veriliyor. Bu satış darülislamda sahih değildir. Binaenaleyh bu satıştan komisyon talebi de caiz değildir. Ama firma verirse, kendi ihtiyarıdır, alınır.
    3-Firmanın dilediği müşteriye tenzilat yapması, müşteri getirene prim vermesi caizdir.
    4-Para hibe veya klübe giriş ücreti olarak veriliyor ise, ortaklara önceden tayin edilen şart nisbetinde diğerlerine dağıtılması caizdir.

    Netice itibariyle bu şekilde bir işe açıkça haram veya fâsid denemez. Ama içinde fâsid unsurları barındırdığı da bir gerçektir. İmam Ebu Hanife ve İmam Muhammed, İslam ahkâmına göre idare edilmeyen memleketlerde, müslümanın menfaatine olmak ve karşılıklı rıza şartıyla fâsid muamelelerin sahih sayılacağını ictihad buyurmuştur.

    İşin başka bir ciheti de şudur: Tecrübeler göstermiştir ki, bu gibi kolay yoldan para kazandırmayı va’d eden işler, suiistimallere elverişli ve sonu gelmeyen işlerdir.
    18 Ekim 2011 Salı
  • Sual: İkindi namazının farzından sonra tilâvet secdesi yapılabilir mi?
    Cevab: İki çeşit kerahat vakti vardır:
    Bunlardan birincisi güneşin doğduğu, en tepede olduğu ve battığı zamanlardır. Güneşe tapınanlara benzememek için bu vakitlerde hiç namaz kılınmaz. Bundan o vakitte hazırlanan cenazenin namazı, o vakitte okunan secde âyetinin secdesi, o günün ikindi farzı, nafile namaz ve o vakte kayıtlı nezr (adak) namazı müstesnadır. Bu altı çeşitten birincisi kerahatsiz, ikincisi tenzihî kerahatle, üç ve sonrası tahrimî kerahatle sahih olur.
    İkinci çeşit fecrin ağarması ile güneşin doğuşu ve ikindi namazından sonraki zamandır. Bu vakitlerde kılınan bütün namazlar kerahatsiz sahih olur. Yalnızca nafile namaz ile vâcib ligayrihi kısmı namaz kerahatle sahih olur. Bunlardan sehv secdesi dışındakiler kesilip, sonra kaza edilmek gerekir.
    Bunlardan başka aşağıda sayılacak vakitlerde bilhassa nâfile kılmak mekruhtur:
    1-Fecrin ağarmasından sonra, sabah namazının sünnetinden başka; 2-Sabahın farzını kıldıktan sonra; 3-İkindinin farzını kıldıktan sonra, güneş sararmamış olsa bile; 4-Akşamın farzından evvel; 5-Bayram namazından evvel, ne evde, ne câmide;  6-Bayram namazından sonra câmide nafile namaz kılmak mekruhtur. Nezir ve tavaf namazı ile ifsad ettiği nafilenin kazası da böyledir. Ancak tilâvet secdesi ile cenaze namazı böyle değildir. o halde ikindinin farzından sonra tilâvet secdesi yapmak mekruh değildir (Ni’met-i İslâm, Evkât-ı Mekruhe)
    21 Ekim 2011 Cuma
  • Sual: Arefe günü cumartesiye gelirse bu gün oruç tutmak uygun olur mu?
    Cevab: Arefe günü, yani Kurban bayramından bir önceki gün oruç tutmak mendubdur, çok sevabdır. Ancak cumartesiye denk gelirse yalnız bu gün oruç tutmak mekruhtur. Tahrimen veya tenzihen mekruh oluşunda ihtilaf vardır. Aşure, Berat gibi mübarek günler de cumartesiye denk gelirse böyledir. Bunda Yahudilere benzemek olduğu için men edilmiştir. Nitekim onlar yalnızca bu güne çok tazim eder, diğer günlere ehemmiyet vermezler. Hazret-i Peygamber “Allahü tealanın üzerinize farz kıldığı oruçtan başkasını cumartesi günü tutmayınız! Üzüm dalından veya ağaç kabuğundan başka bir şey bulamasanız da, bunları çiğneyin de, oruçlu olmayınız!” buyurmuştur.  Muharrem’in 10. Aşure günü de tek başına oruç tutulmaz. Bir gün öncesi veya sonrası ile beraber tutulur. Bunun hakkında da hadis-i şerif vardır. Nevruz ve Mehrican’da oruç tutmak da mekruhtur. Şu kadar ki, Savm-ı Davud gibi bir gün tutup bir gün tutmuyorsa, adak veya kaza tutuyorsa, bir gün öncesini de tutmuşsa, o halde cumartesiye veya Nevruz, Mehrican gibi günlere denk gelen günlerde de oruç tutulabilir. Çünki bu, yalnız o günü tazim etmek değildir, benzeme mevzubahis olmaz. Zilhicce’nin başından itibaren oruç tutulmuşsa veya tevriye günü de tutulmuşsa, şu halde cumartesiye denk gelen arefe de tutulabilir. Bu halde oruç, cumartesine mahsus olmaz. Mekruh olmaz.
    Cumartesi ve pazar günlerini beraberce tutmak mekruh olmaz. Çünki Ehl-i kitap bu iki güne birden tazim etmezler. Yalnız Pazar günü oruç tutmak hakkında açık bir hüküm olmamakla beraber, İbni Abidin’in ifadelerinden anlaşılan, yalnız bu gün oruç tutmanın da uygun olmadığıdır.
    Yalnız Cuma günü oruç tutmak bazı âlimlere göre mendub, bazılarına göre tenzihen mekruhtur. Mekruh diyenler, oruç ibadetinin farz kılınmadığı yalnız bir güne tahsis edilmesine işaret etmişler, burada Ehl-i kitabın belli bir günü tazim etmesine benzerlik olduğunu söylemişlerdir. Cuma müminlerin bayramıdır. Allah o güne mahsus bir ibadet tayin etmiştir. Bunun dışında bir ibadeti o güne mahsus kılmak uygun olmaz. İmam Ebu Hanife ve Muhammed’e göre bu gün oruç tutmakta beis yoktur. İmam Ebu Yusuf’a göre Cuma günü oruç tutmayı men eden hadis-i şerif vardır. Hadis-i şerifte, “Diğer geceler arasında yalnız Cuma gecesini ihya etmek için ayırmayınız! Cuma gününü de oruç tutmakta diğer günlerden ayrı tutmayınız! Ancak birinizin âdeti olan oruç o güne rastlarsa, mahzuru olmaz” buyurulmuştur. Mesela sevdiği kimse gelirse oruç tutacağını adayan kimsenin sevdiği kimse Cuma günü gelirse, bir gün öncesini veya sonrasını tutmuşsa, kaza tutuyorsa o gün oruç tutması mahzurlu olmaz. (İbni Abidin, Oruç bahsi; Şir’atü’l-İslâm, Orucun faziletleri)
    4 Kasım 2011 Cuma
  • Sual: Kilo ile kurban satın almak câiz midir?
    Cevab: Canlı hayvanın etini tartı ile satmak bâtıldır. Canlı hayvan etini tartı ile satmak veya satın almak isteyen kimse, pazarlık yerinde hayvanı tartıp etini kilo üzerinden kendi kendine hesap edip çıkardığı fiyata göre canlı hayvanı toptan pazarlık ederse, yani satış hayvan üzerinden yapılırsa câiz olur. Kilo fiyatı bellidir. Hayvan tartılır. Bir fiyat söylenir. Bu fiyat üzerinden pazarlık yapılırsa, akid sahih ve kurban muteber olur. Eğer bazı büyük marketlerde yapıldığı gibi, kurban kesildikten sonra tartılıp fiyat tayin edilirse yine caiz değildir. Çünki satılan hayvanın fiyatı baştan belli olmalıdır. (İbni Abidin, Alışveriş bahsi). Daha önceki senelerde bilmeden bu şekilde kurban kesmiş olan kimsenin kurbanı sahihtir. Günahı için tövbe etmek gerekir.
    6 Kasım 2011 Pazar
  • Sual: Amerika’da doktora yapıyorum. Burada gayrimüslimlerle yan yanayız. Hubbi fillah ve buğdi fillah çerçevesinde nasıl hareket etmelidir?
    Cevab: Gayrımüslimlerin dinini, itikadını ve bundan gelen kötü şeylerini sevmek, beğenmek caiz değildir. Buğd-i fillah, yani Allah için sevmemek bu demektir.Yoksa gayrımüslimleri iyi taraflarından dolayı sevmek yasak edilmemiştir. Bir insanın anne ve babası, zevcesi gayrımüslim olabilir. Bunları sevmeyecek midir? Gayrımüslimlerle daimi dostluk kurulması uygun görülmemiştir. Komşuluk, akrabalık, meslekdaşlık gibi sebeplerle görüşmek, arkadaşlık etmek, güler yüz göstermek, iyilik yapmak, davetlerine gitmek yasak edilmemiştir. Hatta bu zamanda belki faydalı bile olabilir. Bir müslümanı görür, onun güzel ahlakına bakarak Müslüman olabilir, hiç değilse Müslümanlığa düşmanlık etmezler. Büyüklerin hareketleri bizim için ölçüdür.
    14 Kasım 2011 Pazartesi
  • Sual: Amerika’da okuduğum şehirde Cuma namazları kılınan bir mescid var. Cuma namazlarını 1:30'a sabitlemişler; yaz kış bu vakitte kılıyorlar. Fakat bazen yazları 1:30’da vakit girmemiş oluyor. Kışın tabi böyle bir sorun olmuyor. Bu saatte direkt hutbeye çıkıp, yarım saat kadar hutbeden sonra namaza geçiliyor. Hutbe tabii ingilizce. Namazı kıldıran kişilerin itikatlarından tam emin değilim. Ama bu mescide ait internet sitesinde buranın sorumlusu gibi görünen insan sünnete seniyeye uymayan top sakallı bir kişi. Şu ana kadar Cumaları o vakitlerde üniversitede vazife olduğundan gidemiyordum. Fakat bundan sonra program değiştiğinden vakit uygun olabilecek. Cumalara gidelim mi?
    Cevab: Cuma namazı kılan ve bunun için mescid yapanlar, elbette vaktin namazın şartı olduğunu da bilirler. Cuma namazı öğle vakti girdikten sonra kılınır. 1:30’ta öğle vakti giriyor olsa gerek. Bazı takvimlerde 60 arzının üzerindeki yerlerde temkin mikdarı çok yüksek olabiliyor. Bu sebeple vakit girmediğini zannetmiş olabilirsiniz. Öğle vakti mevsimlere göre fazla değişmez. Zaten Cuma namazı hutbeden sonra kılınıyor. Hiç değilse hutbenin bir kısım ile farz olan namaz vaktinde kılınmış olur. Hutbe bütün dünyada Arapçanın yanında mahallî lisanlarda okunuyor. Bunun namaza bir zararı yok. Ancak tahrimen mekruhtur. Bunun vebali de böyle okuyana aittir, cemaate değil. Cemiyet sorumlusu ile Cuma namazının alakası olmayabilir. İslâm cemiyeti reisleri umumiyetle popüler şahıslardan seçilir. Top sakalı sünnet olarak bıraktığını bilemeyiz. Eğer sünnete uymak niyetiyle bir kabzadan kısa sakal bırakmışsa, bu bidattir. Köse ise, sakalı uzamıyorsa, moda diye veya sakal uzatamayıp tamamen kesmesi de mümkündeğilse, bidat denemez. Şafiî mezhebinde az bir sakal bile sünnet için kâfidir. Bid’at sayılmaz. Her gün traş olunsa bile, akşama bir mikdar sakal uzamış olur. Buna bid’at denemez. Cuma namazı farzdır. Dârülharbde Hanefi mezhebine göre farz olmamakla beraber, Müslümanlar toplanıp kılıyorsa, kılınır. Cemaatten ayrılmamalıdır. Fitneye sebep olur. Hem orada Müslüman gençlerle tanışırsınız. Size dünyevi faydaları dokunabileceği gibi, sizin de onlara emr-i maruf yapma imkânınız doğar. İnsanlara bu kadar soğuk ve peşin hükümlü bakmamak, hepsine acımak ve faydalı olmaya çalışmak lazımdır.
    14 Kasım 2011 Pazartesi
  • Sual: Hava parası almak caiz midir?
    Cevab: Normal şartlarda kira müddeti bittiği halde, çıkmak için kiralayandan veya bir başkasından hava parası istemek ve almak caiz değildir. Kira müddeti bitmeden kiralayan çıkarmak isterse, çıkmak için tazminat istemek câizdir. Bir kimse mülk sahibinin izniyle malda vitrin, dolap, makine, hark, su değirmeni, bina gibi şeyler yapmışsa, kira müddeti bittiği zaman çıkarılmak istenirse, kiracının bunlara karşılık bir tazminat istemesi caizdir. Buna hulüvv veya ferağ akçesi denir. (İbni Abidin, Alış-veriş bahsi)
    15 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Yemekten sonra elleri uzatarak sesli olarak dua etmek caiz midir?
    Cevab: Hazret-i Peygamber, yemekten sonra ellerini açmadan, yani ileri uzatmadan dua ederdi.
    15 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Fasık kimse evliyayı vesile ederek dua etse duası kabul olur mu?
    Cevab: Allah bilir.
    15 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Tanımadığımız birinin cenazesine katılmak uygun mu?
    Cevab: Camiye cenazesi getirlen herkes müslüman kabul edilir. Cenaze namazı kılınır.
    15 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Alışveriş yapmak için dükkâna gelen travesti tabir edilen kişileri dükkândan kovmak caiz mi?
    Cevab: Asla uygun değildir. Travesti olmak en nihayet günahtır. Herkese güler yüz ve tatlı dil lâzımdır.
    15 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Çocuklara Allah'ın isimlerinden olan "Hâlık" isminin konulması caiz mi? Abd sözü ile başlayan isimler kız çocuğuna neden konulmuyor?
    Cevab: Hâlık, samed, rahman gibi Allahın zâtî isimleri konmaz. Başına abd ilâve edilirse olur. Aziz, Mecid gibi sıfatlar insanlara da tek başına konabilir. Abd, erkek köle demektir. Kadın için kullanılmaz. Kadın için bu gibi isimler kullanmak âdet olmamıştır.
    15 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Levitasyon hakkında bilgi verir misiniz? (Levitasyon: Hindistan ve Tibet'teki insanların havada durabilmeleri)
    Cevab: Bir insan aç kalarak nefsini terbiye ederse, kendini tam kontrol ederek, konsantrasyon sayesinde bu gibi işleri yapabilir.
    15 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Ruh çağırmanın İslâm inancındaki yeri nedir?
    Cevab: Ruh çağırmak aklen mümkündür. Ama İslâm inancına göre, sâlih insanların ruhu, kendilerini çağıran fâsıklara gelmez. Müslüman olmayanların ruhu ise azapta olduğu için gelemez. Cin gelip ruh gibi numara yapar. Çağıranlarla dalga geçer. Onlar da ruh geldi zanneder. Hakiki ruh çağırma şöyle olur: Müslüman hürmet ettiği bir mübarek zatın isimini anar, onun hayatını okur, kitabını okur, o zâtın ruhu orada hazır olur. Olunca oraya rahmet yağar, oradakiler istidatları kadar feyz alır. Sâlihlerin anıldığı yere rahmet yağar, hadis-i şeriftir. Diriler, ölülerini hayırla andıkları zaman, onun ruhu için hayır ve hasenat yaptıkları zaman, ruhu azapta değil, serbest ise gelebilir veya rüyada görünür.
    15 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Misak, yani kalu beladaki anlaşma ne demektir? Ruhlar âlemindeyken Allah’a verdiğimiz sözü, niçin hatırlamıyoruz. Bu sözü hatırlamayışımız, bizi sorumluluktan kurtarır mı?
    Cevab: Allahü teala ruhları yarattığı zaman hepsinden kendisini rab tanıdıklarına dair misak aldı. Dünyaya gelip bedene girince bazısı hatırladı, müslüman oldu; bazısı unuttu, inanmadı. Hatırlamıyor ise de, dünyaya geldikten sonra ilahî hitaba muhatab olmuşsa, aklı başında olan herkes mesuldür.
    15 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Esrar, afyon gibi uyuşturucular hakkında dinî hüküm nedir? Haramlık dereceleri içki gibi midir?
    Cevab: İçkilerin bile haramlık derecesi aynı değildir. Az içmekle çok içmek de haramlık derecesi bakımından aynı değildir. Bunların ilaç, narkoz olarak kullanılması ve satılması caizdir.
    15 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Online kumar oynatan bir internet sitesinde çalışmanın dinî hükmü nedir?
    Cevab: Dârülislâmda İmameyn’e göre tahrimen mekruh, İmam Ebu Hanife’ye göre câizdir. Dârülharbde ikisine göre de câizdir. Ama kazancı tayyib, bereketli değildir.
    15 Kasım 2011 Salı
  • Sual: İçki de satılan yerden alışveriş yapmanın hükmü nedir?
    Cevab: İçki satmayan emsali varken yapmamak iyidir. Ancak kazancı helâl ve haram karışık olan ile akid yapmak sahihtir. Şu kadar ki, içki satışının semeni, para üstü olarak alınmaz. Ama kasaya koyup diğer paralarla karışırsa, almak câiz olur.
    15 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Koro halinde söylenen ilâhî ve mevlid gibi manzumelerin Hıristiyanlıktan kaynaklandığı öne sürülüyor. Bunun doğruluk derecesi nedir?
    Cevab: Koro halinde ilahi ve mevlid söylemenin dinle bir alakası yoktur. Adettir. Mahzuru olmaz.
    15 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Bir muhasebeci, vergi kaçıran mükelleflere göz yummaktan ve onlara yardımcı olmaktan dolayı mes'ul olur mu?
    Cevab: Müşterilerinin kabahatlerini araştırmakla mükellef değildir. Gerekirse kendilerine bir defa ikaz eder. Nitekim fıkıh kitaplarının vekâlet bahsinde, dava vekilinin müvekkilinin aleyhine beyanda bulunamayacağı yazar.
    15 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Yılan ve kertenkele necis midir, düştüğü sıvıyı necis eder mi?
    Cevab: Domuz dışında hiçbir hayvanın kendisi necis değildir. Bunlardan bazısının dışkısı, bazısının salyası necistir. Akıcı kanı olmayan yılan ve kertenkele suda ölünce su necis olmaz. Su dışında ölüp suya düşseler yine necis olmaz.
    15 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Çocukları okula göndermeyip çalıştırmak haram mıdır?
    Cevab: Babanın çocuğuna hayatta lâzım olacak bilgileri öğretmesi vecibedir. Bugün bunlar kısmen mekteplerde veriliyor. Ancak her çocuk okuyacak diye bir kaide yoktur. Zeki ve kabiliyetli çocuklar okur. Okuyamayacak olanlar, istidatlarına göre mesleğe yönlendirilir. Okumayacak çocuğu okutmak, hem çocuğa kötülük olur; hem de istidatlı olanların önünü kesmek demektir. Bu bakımdan okumayacak çocuğu okutmamak, hayırlı olur. Bir meslek öğrenmiş olur. Mektebe gitseler, belki asalak olacaklardır. Bu bakımdan, ebeveynin, çocuğu için hayırlı görerek onu okutmaması, mesleğe yönlendirmesi caiz, hatta iyidir. Hiç okutmayıp meslek de öğretmemek, ebeveyn vazifesini yerine getirmemek olur ki günahtır. Anne-babanın ihtiyacı varsa, çocuğu bünyesine uygun işte çalıştırmaları ve getirdiğinden nafaka yapmaları caizdir. Ancak yine de çocuğa din ve dünya bilgilerinden yetecek kadar öğretmeleri farzdır.
    15 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Veznedar, gün sonunda fazla çıkan paraları alabilir mi? Bunlarla diğer günlerdeki açıkları kapatabilir mi?
    Cevab: Fazla çıkan paralar verenin rızasıyla verilmişse veznedarındır. Değilse lukatadır. Sahiplerine geri vermelidir. Sahibi çıkmazsa fakirse alabilir.
    15 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Dinî bir bayram olmayan Halloween/Cadılar Bayramı’nı, eğlence niyetiyle kutlamak günah mıdır?
    Cevab: Âdettir, günah değildir. Gayrımüslimlerin küfr alâmeti olmayan âdetlerini, iki Müslüman yapsa, üçüncüsüne günah olmaz.
    15 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Askerde iken, komutanlara içki servisi yapmak caiz midir?
    Cevab: Zaruretler yasakları mübah kılar. Bu işin meraklısı vardır; ona bırakmalıdır. Yapamıyorsa caiz olur.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Çaycının, dem iyi çıksın diye, çaya karbonat atması caiz midir?
    Cevab: Müşteriyi aldatmak haramdır.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: İçkili otellerde kalmak ve yemek yemek caiz midir?
    Cevab: Yapılan işin kendisi haram değildir. Malı haram ile karışık olan kişiyle muamele yapmak câizdir.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Huzurevinde çalışan kişi, o insanları yıkamak durumunda kalıyor. Bunun gibi şeyleri yapmak dinen câiz midir?
    Cevab: Doktor gibidir. Câizdir. Zaruretler memnuları (yasakları) mübah kılar.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Namaz kılmayana kız verilmez ve kestiği yenilmez deniliyor. Bu doğru mudur?
    Cevab: “Fâsığa kızını veren mel’undur” hadîs-i şeriftir. Ancak böyle kişinin kestiği yenir.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Bazı İslâm büyüklerinin insanları imamlık ve müezzinlik yapmaktan, başkasına kefil ve vasi olmaktan men eden ifadelerine rastlıyoruz. Bu ifadelerde ne anlatılmak istenmektedir?
    Cevab: Bunlar veballi işlerdir. Ehliyet ve adalet gerektirir. Herkes bunu beceremez. Kul hakkına ve günaha düşer. Nitekim Hazret-i Ömer, vasi olmak ilk defasında saflık, ikinci defasında ahmaklık, üçüncü defasında hâinlik demektir buyurmuştur. Ancak bu işler yerine göre farz veya sünnet-i kifâyedir. Yapılmazsa, herkes günaha girer veya kerâhate düşer. Onun için kendine güvenenin böyle bir işe girişmesi, girişmeden evvel de fıkıh kitaplarındaki hükümlerini öğrenmesi ve mümkün mertebe adalete riayet ederek vazife yapması gerekir. İmam, müezzin, kadı, kefil, vekil, vasi olmak çok sevaplı işlerdir. Nitekim İmam Ebu Hanife, kendisine yapılan kadılık teklifini adaletle hükmedemeyeceğinden korkarak kabul etmemiş, bu yolda işkencelere maruz kalarak vefat etmiştir. Talebeleri İmam Ebu Yusuf, Züfer ve Muhammed ise kadılık vazifesi kabul edip insanlara faydalı olmayı tercih etmiştir. Herkesin ve her devrin hâli başkadır. Demek ki hakkıyla vazife yapamayacağından korkan kimsenin böyle işleri kabul etmemesi takvâ, etmesi fetvâdır. İhlâsla hareket edene Allah yardım eder. Nitekim "Kim Allah'ın dinine yardım ederse, Allah da ona yardım eder; ayağını sağlam tutar" âyet-i kerimedir.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Güvenlik görevlilerinin cuma namazına gidememesi hakkında bilgi verir misiniz?
    Cevab: Özür sebebiyle gitmemek dârülharbde câizdir. Dârülislâmda zâten izin verirler. Çok kritik hallerde burada da gitmemek câizdir. Cuma namazına gidemeyen öğle namazını kılar.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Başörtüsü omuzlara dökülmeli mi yoksa yakayı kapatsa yeterli mi? İnce başörtüsü kullanmak caiz mi?
    Cevab: Omuzlar örtülü ise, yakayı kapatsa kâfidir. Omuzlara dökülmesi iyidir. İçini (saçları) gösteren başörtüsünün yok hükmünde olduğunu Hazret-i Peygamber bildirmektedir.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Bir kadının dışarıda topuğu ve ayak parmakları görünecek ayakkabı giyinmesi caiz midir?
    Cevab: Kadının ayağının avret olmadığını söyleyen kaviller varsa da zayıftır. Bunlar da namazda kerahetle câiz görür, namaz dışında cevaz vermez. Ayakta kalın çorap varsa mahzuru olmaz. (İbni Abidin-Şurutü's-Salât bâbı)
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Gelinlik giymek caiz midir? Gayrımüslimlerin âdeti olduğundan dolayı nikâh merasiminde gelinlik giyilebilir mi? Gelinlik tesettüre aykırı düşer mi? Tesettüre uygun gelinliğin yabancı erkeklerin görmesinde bir mahzur var mıdır?
    Cevab: Gelinlik âdete tâbidir. Eskiden kırmızı renkte olurdu. Şimdi beyaz olması âdet olmuştur. Bu bakımdan şer’en mahzurlu değildir. Kadınların arasında tesettüre uygun olmasa bile giyilebilir. Şu kadar ki kadının kadına bakması câiz olan yerlerini nazara almalıdır. Derin dekolte veya transparan ile kadınların yanına da çıkılamaz. Çünki kadının kadına karşı göbek ile diz kapağı arasını örtmesi farz, göğsü, sırtı ve karnını örtmesi vâcibdir. Yabancı erkeklere kapalı bile olsa gösterilemez. Çünki ziynettir. Eski düğünlerde, gelinlik giymiş gelinin evden çıkarken üzerine manto veya bir örtü örtüldüğünü gördük.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Bazı milletlerarası hava meydanlarında emniyet gerekçesiyle vücut hatları belli olacak şekilde elektronik tarama yapılmaktadır. Böyle bir uygulamaya maruz kalacak olursak ne yapmalıyız?
    Cevab: Şer’en bir mahzuru yoktur. Aynadaki görüntü gibidir. Kendi görüntüsü değildir. Olsa bile, kanunun emri ikrahtır, zarurettir.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Bazı kişiler bankalara prim yatırarak ikinci emeklilik hakkı kazanıyorlar. Dinen bu özel emeklilik câiz midir?
    Cevab: Garer (belirsizlik) bulunan bir muamele olduğundan dârülislâmda câiz değildir. Dârülharbde İmam Ebu Hanife ve Muhammed’e göre câizdir.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Teknokask, laptop gibi teknolojik mamulleri yangın, kırılma ve benzeri haller için sigortalatmak câiz midir?
    Cevab: Dârülislâmda câiz değildir. Dârülharbde İmam Ebu Hanife ve Muhammed’e göre kazâ sigortası yapmak ve yaptırmak câizdir.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Siftah açmak hakkında bilgi verir misiniz? Halk arasında, sabah siftah yaptığımızda parayı yere atmak, sakala sürmek hurâfe mi, yoksa dinimizde böyle bir şey var mı?
    Cevab: Yere atmak paraya kıymet vermemeyi, sakala sürmek ise bereket ve kanaati ifade eder. Dinimizde yok ise de gelenek olmuştur. Mahzuru yoktur.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Nakit paraya sıkıştığımızda, kredi kartı ile altın alıp bunu hemen geri bozdurmak ve bu parayı kullanmak câiz midir?
    Cevab: Altının, kâğıt para karşılığı taksitle veya kredi kartıyla alınması câizdir. Alınınca mülkü olur, dilediğini yapabilir.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Ülkemizin kalkınması için yerli mallarını mı tercih etmeliyiz? Bu durum yabancı ülkelerle dostluk bağlarımızı koparıp ırkçılık yapmamız manasına gelir mi?
    Cevab: Yerli veya yabancı mal satın almanın dinen ve hukuken bir hükmü yoktur. Hangi ülkeden olursa olsun kaliteli malı tercih etmelidir. Yerli malını üretenlerin de ekseriya Türk-İslâm kültürüne bağlı kimseler olduğu söylenemez.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: İnternet üzerinden faaliyet gösteren bir marketing şirketi kurup, satış ağı şeklinde kazanılan prim caiz mi?
    Cevab: İnternet üzerinden kredi kartıyla veya ödemeli olarak alış-veriş yapmak câizdir. Satış ağı şeklinde kazanılan paraya ise, komisyon veya vücûh (itibar) ortaklığı hissesi olarak değerlendirilerek cevaz verilebilir.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Tatlı, meyve, sebze gibi yiyecekleri tartarken, ambalajın, kutunun veya poşetin darasını almak gerekir mi? Darasını almadan yiyecekle beraber tartmanın bir mahzuru var mıdır?
    Cevab: Gerekir ise de, alınmayıp tarttıktan sonra “Borcum nedir?” diyerek götürü satış yapınca mahzur kalmaz.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: İslâmiyete göre, vergi vermenin ve fatura kesmenin hükmü nedir? Bir alışveriş yaptığımızda fiş veya fatura alma mecburiyeti var mıdır? Fiş vermeyen günaha girer mi?
    Cevab: Müslüman kanunlara riayet etmeli, suç işlememelidir. Aksi takdirde ceza ve zarara uğrar ki bu dinen câiz değildir.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Mal almak için birisine para verilse, o kişi de malı ucuza alsa, kalan parayı kendisi için alabilir mi?
    Cevab: Vekil, müvekkil gibidir. Malı kaça almışsa, müvekkilinden o kadar alabilir. Müvekkili rıza gösterirse veya önceden ücretli vekâlet için anlaşılmışsa alabilir. Malı pahalıya almışsa, aradaki farkı da kendisi karşılar, müvekkilinden alamaz veya malı kendisi alır müvekkilinden aldığı parayı iade eder.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Kurayla ve taksitle otomobil veya ev satan organizasyonlara dâhil olmak câiz midir? Sistemden çıkınca verdiğimiz taksitler geri verilmekle beraber, organizasyon ücreti geri ödenmiyor. Kurada ilk/son çıkan kişi daireye farklı ücret ödüyor.
    Cevab: Organizasyon ücreti muamele masrafı olarak görülebilir. Organizasyona girdikten sonra ortada olmayan ev veya arabayı satmak câiz değildir. Kurada ismi çıkınca, hazırdaki ev veya arabayı öncekilerden ve sonrakilerden farklı fiyat ve taksitlerde satın almak üzere akit yapılırsa câiz olur.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Arsası alınmış, projesi onaylanmış, ancak inşaatı henüz başlamayan bir yerden devre mülk veya daire satmak caiz midir?
    Cevab: Mevcut olmayan malı satmak câiz değildir. Hanefî mezhebinde menfaat ve hak da satılamaz. Bunun için, arsayı müteahhide verip de, buna karşılık, buraya yapacağı apartmandan kat almak câiz olmaz. Bunun gibi bir müteahhidden, yapacağı bina, yapılmadan satın alınamaz. Bu bina ve apartman katı, yapılmadan önce, selem yolu ile de satın alınamaz. Çünki, malı vermek zamanı gelinceye kadar çarşıda bulunmayan şey ve misli bulunmayan şey selem yapılamaz. Parayı emânet veya borç verip, bina bitince bu para üzerinden satış yapılır. Binayı müteahhide istisnâ yolu ile yaptırmak câizdir. Binanın teslim zamanı belli olmasa veya bir aydan az olsa, sözbirliği ile câizdir. Bir aydan çok olursa, İmameyn’e göre, istisnâ yine sahih olur. Bu maddelere uyularak, arsanın belli bir kısmı, meselâ üçte ikisi, hisse-i şâyıa olarak müteahhide veresiye olarak satılır. Müteahhidden alacağı olan paranın karşılığı olarak, istenilen kat, müteahhide istisnâ yolu ile yaptırılır. Çünki, kendi arsasına, projesine göre, istisnâ yolu ile apartman yaptırılması câizdir. İstisnâ yolu ile yaptırılacak apartmanın veya katın proje ve planının ve kullanılacak her malzemenin cinsinin ve fabrikasının önceden söz kesilirken bilinmesi, kararlaştırılması lâzımdır. Mâlikî mezhebinde üst hakkı (apartmandaki daire hissesi) müstakilen satılabilir.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Ticarî taksi, dolmuş, otobüs gibi hatlar vatandaşın eline geçtikten sonra, astronomik fiyatlara satılıyor. Bu astronomik fiyatlara satılan hatlara ödenen para caiz midir?
    Cevab: Hak, tek başına satılamaz. Ancak satılması örf olmuşsa satılabilir. Taksi, dolmuş, otobüs hattı gibi hakların satılması (hulüvv) hakkın ferağı olarak görülür. Bu da Mâlikî ve bazı Hanefî âlimlerine göre caizdir.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Emitasyon, sahtecilik, bir başka deyişle meşhur markaların ismiyle sahte elbise üretmek marka taklidi yapmak câiz midir?
    Cevab: Burada sahtecilik yok, taklit vardır. Marka sahibi râzı değilse, câiz olmaz. Marka sahibi râzı ise, fark bâriz ve müşteri kandırılmıyorsa câizdir.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Kaçakçılık yapmak, kaçak mal alıp satmak caiz midir?
    Cevab: Müslüman kanunlara uymalıdır. Ceza ve zarara uğramak câiz değildir.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Günümüz dünyasında vakıf malları hususiyetini yitirdi mi, alınıp satılabilir mi?
    Cevab: İslâm hukukuna göre vakıf malı, harap olup vakfa faydalı olacak başka bir malla değiştirmek maksadı dışında satılamaz. Şer’î manada vakıf kurmak, şimdiki kanunlara göre mümkün değildir. Bugün bir vakıf malı, vakıf maksatlarına uygun olarak kullanılıyorsa, alınıp satılamaz. Vakıf olmaktan çıkarılmış ise, gaspçının veya mürtedin elinden kurtarmak maksadıyla alınıp mülk edinilebilir ve başkasına satılabilir. Zira gâsıp, gasp etmekle habis de olsa mâlik olmuştur.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Günümüzde berdel denen evliliklerde yapılan nikâh, Câhiliye devrinde görülen ve İslâmiyetin yasakladığı şigar nikâhı mıdır? Bu geçerli midir?
    Cevab: Berdelde damat kızkardeşini kayınbiraderine verir. Böylece iki taraf da birbirine başlık ödemez. Başlık zaten İslâmiyete uygun değildir. Ancak bu iki nikâh şartlarına uygun yapılmışsa, meselâ kızların rızası varsa, sahihtir.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Kadınlar cemaatle namaz kılmak için câmiye gidebilir mi?
    Cevab: Dinin emirlerinin yeni tebliğ ediliyor olması sebebiyle Hazret-i Peygamber ilk zamanlar kadınların süslenmeksizin ve koku sürmeksizin cemaate gelmesine müsaade etmiş; ancak erkekler saf tuttuktan sonra çocukların, bunların da arkasında kadınların durmasını emretmişti (Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî). Cemaatle namaz bitince, kadınlar erkeklerden önce çıkabilsin, böylece iki cins birbirine karışmasın diye, Resûlullah bir müddet oturup, sonra kalkardı. Hatta mescidde -bugün de Bâbü’n-Nisâ diye bilinen- ayrı bir kapı tahsis etmişti. (Buhârî, Nesâî, Ebû Dâvud). Din bilgileri yayılınca, artık Hazret-i Peygamber hanımların cemaate gelmesini istemedi. Evvelâ sadece el ayak çekildiği gece namazlarına (akşam, sabah, yatsı) gelmelerine müsaade etti (Müslim, Tirmizî). Kendisine “Seninle namaz kılmayı seviyorum ya Resûlallah” diye arzeden Ümmü Humeyd’e, “Biliyorum. Şu var ki, kendi evinde kılacağın namaz, mescide kılacağın namazdan daha hayırlıdır. Kadınların en hayırlı mescidleri, evlerinin en tenha köşesidir” buyurdu. Bu hanım vefatına kadar hep evinde namaz kıldı. (İbni Hüzeyme, İbni Hibbân, Ebû Dâvud)
    Hazret-i Peygamber, bir cenâzede rastladığı hanım topluluğuna, “Sevap için geldiniz; günahla dönün!” buyurmuştu (İbni Mâce). Bu sebeple kadınların cenâzeye iştiraki tahrîmen mekruh olarak görülmüştür. Nitekim Hazret-i Âişe der ki: “Resûlullah, kendisinden sonra kadınların ne âdetler çıkardığını görse idi, Benî İsrâil'in kadınları men edildiği gibi mutlaka onları mescidlere gelmekten men ederdi” (Buhârî, Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvud, Taberânî). Reddü’l-Muhtâr, bu meseleyi, zamanın değişmesiyle hükümlerde meydana gelen değişikliğe misal verir ve der ki: “Bu onun zamanındaki kadınlar hakkında söylenmiştir. Ya zamanımız kadınlarına ne demeli? Sahihayn'da Ümmü Atiyye'den rivayet olunan, ‘Biz cenâzelerin peşinden gitmekten men olunduk; ama kat’i olarak yasaklanmadı’ hadîs-i şerîfi, o zamana mahsus olmak gerekir. O zaman kadınların mescid ve bayramlara çıkmaları mübah idi.” 
    Bu sebeple Abdullah bin Ömer, Cuma namazı için câmiye gelen hanımlara “Ey hanımlar, buradan çıkıp evlerinize dönseniz, sizler için daha hayırlıdır” buyurdu (Taberânî). Cuma namazı, kadınlara farz olmadığı gibi; cemaatle namaz da yalnızca erkekler için sünnet-i müekkededir. Reddü’l-Muhtâr metninde der ki: “Kadınların cemaate gitmeleri, Cuma, bayram namazı ve vaaz için bile olsa tahrimen mekruhtur. Velev ki ihtiyar olsunlar veya gece namazı olsun. Müftâbih kavil budur.”
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Yıkılan bir câminin yeri, câmiden başka bir maksatla kullanılabilir mi? Satılabilir mi? Yerine ev veya işyeri yapılabilir mi? Yoksa kıyâmete kadar ibâdethâne olarak kalması mı gerekir?
    Cevab: Yıkılıp, yeniden inşâına imkân verecek kadar geliri olmayan vakıflar satılamaz. Benzeri maksatlarla hizmet veren vakıflara tahsis edilir. Meselâ bir imârethâne harab olup müstağnâ (istifade edilemez) vaziyete düşse, gelirleri yakındaki bir başka imârethâneye sarfedilir. Bu da yapılamazsa vakfın enkazı ve eşyâsı vakfedene veya vârislerine döner. Bunlar belli değilse lukata hükmüne girer. Yani beytülmâle verilir; bu da yoksa satılıp fakirlere dağıtılır. Arsası ise vakıf olarak kalır. Çünki arsayı kirâya verip istifade etmek mümkündür. İslâmiyete göre idare olunmayan yerlerde yıkılan bir mescidin arsası vakfedenin mülkiyetine, yoksa vârislerin mülkiyetine döner. Bunlar mevcut değilse lukata hükmündedir. Fakirlere verilir. Bir câmi gâsıbın veya mürtedin elinde ise, kurtarmak maksadıyla satın alınıp, tekrar câmi yapılabilir. Bu mümkün değilse, başka maksatlarla kullanılabilir.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Bazı Aleviler Müslümanız dediği halde, İslâmiyet ile alâkası olmayan ibâdetler yapıyorlar. İslâmiyet, bunlara ve cemevleri yapılmasına izin verir mi?
    Cevab: İslâmiyete göre idare olunan yerlerde, müslümanız diyenler, câmiden başka mâbed yapamaz. Dinin bildirdiği ibâdetlerden başka şeylere ibâdet adını veremez. Aksi takdirde mürted sayılır. Türkiye laik bir memlekettir. Herkes istediği mâbedde ibâdet edebilir. Müslümanlar câmiye, Aleviler cemevine gider. Kimse karışamaz.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Tüp bebekle çocuk sahibi olmak caiz midir, şartları nelerdir? Cinsiyet tesbit usulleri caiz midir? Kur’an-ı kerimde bebeğin cinsiyetini Allahtan başka kimsenin bilemeyeceği yazıyormuş.
    Cevab: Aralarında nikâh bağı bulunan kadın ve erkek arasında yapılması şartıyla câizdir. Ancak kadının avret yerini zaruret olmadan başkası göremeyeceği için, kadın rutin jenital muayene için doktora gittiğinde tüp bebek muamelelerinin yapılması mümkündür. Çocuğun cinsiyetini tesbit etmek câizdir. Bu, gayb sayılmaz. Âletle anlamak gözle görmek gibidir. O halde gayb değildir. Kur’an-ı kerimde mealen “Rahimlerde ne olduğunu Allah’dan başka kimse bilemez” buyuruluyor. Bunu cinsiyete hasretmek doğru değildir.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Erkeğin, vefat eden eşinin başı açık resimlerine bakması haram mıdır?
    Cevab: Şehvetsiz bakabilir. Çünki ölüm ile nikâh sona erer.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Cinsî güç için Viagra kullanmak dinen mahzurlu mudur?
    Cevab: Câizdir. Tıbben zararlı olmayan her türlü destekleyiciyi kullanmak da böyledir.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Erkeğin de cinsî vazifelerini yerine getirmekten kaçınması haram mıdır?
    Cevab: Evlilik iki tarafa da dinî mükellefiyetler yükler. Dört geceden fazla fasıla vermemek sünnettir. Kadının da ihtiyaçları vardır. Karşılamak gerekir. Dört geceden sonra özürsüz yaklaşmamak mekruhtur. Bunun için azami bir müddet tayin edilmemişse de, ölüm iddeti dört ay on gün olduğundan bu kadar müddet zevcesine yaklaşmamak mahzurludur. Kadın razı ise mahzuru yoktur. Nitekim Seyyid Abdülhakîm Efendi der ki: Zeyd, nikâhlısı olan Hind’e, evlenmesinden itibaren mazeretsiz yaklaşmayıp, Hind’in bekâreti mahfûz kalsa ve zevcesi Hind dahi bu hâlden şikâyet etmeyip râzı olsa, tarafların muvâfakat ve rızâsıyla olduğundan her ikisine de bir günâh yoktur. Esasen zevcesine cimâ muamelesinde bulunmak, zevcin hakkıdır. Zevce talepte bulunursa, bir defa vâcib olur. Ondan başka dört geceden fazla fâsıla vermemek sünnettir. Binâenaleyh bir defadan sonra terkinde günah terettüp etmez, mekruhtur. Şer’î hüküm böyledir ama insaf etmek de lâzımdır. Erkek her ne vakit isterse, velev ki istimnâ suretiyle de olsa şehvetini giderebilir. Kadınlarda şehvet tabiatleri icabı erkeklerden fazla ve câiz yollardan şehvetlerini teskin etmeleri zor olduğundan, şehvetin galebe çaldığı zamanlarında şehvetini gidermek üzere dört gecede bir defa olmak veyahud başka günlerde talepte bulunsa veyahud arzusu malum olursa cimayı esirgememelidir. (Sevânihü’l-Enzâr)
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Evimizde yaşı ilerlemiş olan anne babaya karşı davranışlarımız nasıl olmalıdır? Bazen yanlış davranışlarına sabretmekte zorlanıyoruz. Ne tavsiye edersiniz?
    Cevab: Sizin de o yaşa geleceğinizi, belki onlardan daha fena vaziyete düşebileceğinizi, çocukken onlardan çok daha huysuz olduğunuzu, ama anne-babanızın size sabır ve şefkatle muamele ettiğini düşünün. Kur’an-ı kerimde “Anne ve babanız yaşlandığı zaman onlara öf bile demeyin” emrini hatırlayın.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Moğollara karşı neden cihad etmemiştir? Moğollar ile iyi münasebeti olduğu yönündeki tenkitleri nasıl değerlendirirsiniz?
    Cevab: Cihâdı devlet yapar. Ferdlerin cihâdı fitne çıkartmadan emr-i maruf yapmaktır. Mevlânâ bir ferd olarak nasıl cihâd edecekti? Güçlü ve gâlip Moğollarla iyi geçinerek halkı ve dini korumuştur. İslâmiyet de bunu emreder. Muhtemelen bunların sonradan iyi Müslümanlar olacağını keşfetmiştir.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Dinimiz anne babaya hürmette kusur etmemeyi emrettiği halde, Yavuz Sultan Selim hangi sebeple babasına savaş açıp padişah olmak istemiştir?
    Cevab: Dini korumak ana-baba hakkından önce gelir. Yavuz Sultan Selim, Şiî tehlikesinin Anadolu halkını tehdit ettiğini ve babasının yumuşak siyasetinin menfi neticeler doğurduğunu yakından gördü. Bu bakımdan İslâm tarihindeki hizmeti çok büyüktür.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Osmanlı 1492'de İspanya'daki Yahudilere kucak açtığı halde, neden Müslümanlara kucak açmadı ve İspanya'yı uyarıp savaş açmadı?
    Cevab: Endülüs İspanyollar tarafından işgal edilince, Yahudileri vaftiz ve kılıç arasında muhayyer bıraktı. Müslümanlar ise ilk yıllarda böyle bir baskıya maruz kalmadı. Bunlardan İspanyolların hâkimiyetinde yaşamak istemeyenleri Osmanlı gemileri arzuları üzerine Kuzey Afrika’ya taşıdı. Yahudilerin ise gidecek yeri yoktu. Osmanlı Devleti, büyük bir ileri görüşlülük ile bu zamanın güçlü ticaret ve sermaye erbabını Osmanlı ülkesine getirdi. İstanbul, Selânik ve İzmir’e yerleştirdi. Bunların gelişi Osmanlı ticaret ve ekonomisine çok müsbet tesir etti. Osmanlıların bu vesileyle İspanya ile savaşması o zamanın şartlarında kolay değildi.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Hazret-i Ömer, Sa’d ibni Ubâde’yi Hazret-i Ebu Bekr’e biat etmediği için katletmekle korkutmuş mudur?
    Cevab: Sa'd ibn Ubâde’nin ictihadı halifenin Ensar’dan olmasıydı. Hazret-i Ebu Bekr halife olunca, Medine’de kalmadı. Şam’a gitti. Sa'd, Hazret-i Ömer’den korkacak biri değildi. Müctehid ictihadına uymalıdır.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Alafranga tuvalette (klozette) idrar sıçratmadan ayakta bevl etmek günah mıdır?
    Cevab: Ayakta bevl etmek yolculuk veya başka bir özür olmadıkça mekruhtur. Hadîs-i şerif ile men edilmiştir.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Mekruhların hepsi aynı derecede midir?
    Cevab: Mübah ile haram arasında 180 derecelik bir aralık tasavvur edilirse, her biri birbirinden derece olarak farklıdır.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Bazıları “İçki içmeye devam eden kimse, haram olduğuna ehemmiyet verse, içmez; açık saçık gezen kadın, bunun haram olduğuna ehemmiyet verse, örtünür. O halde bunlar, işlediği günahlarına üzülmedikleri, yani haramı ehemmiyetsiz saydıkları için kâfirdir” diyorlar. Dinimizin bu husustaki ölçüsü nedir?
    Cevab: Bu çok tehlikeli bir sözdür. Amel, imandan bir parça değildir. Bu, Ehl-i sünnetin prensiplerindendir. Günah işleyen herkes, günaha ehemmiyet vermediği, yani azabından korkmadığı için günah işler. Kimse hem ehemmiyet verip, hem de günah işlemez. Küfr, günahı inkâr ederse bahis mevzuu olur. Dolayısıyla bahsi geçen kimselere kâfir denemez. Bu halleri imanlarını zayıflatarak onları küfre sürükleyebilir denebilir. İmam-ı Rabbani hazretleri, böyle günah işlemeye, küfr bulaşığı olan günah diyor ve tövbe edilmezse insanı cehenneme götüreceğini söylüyor.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Başımıza bir bela gelince, bir yakınımız ölünce nasıl dua etmeliyiz?
    Cevab: Bir belâ, musibet isabet edince, “İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn” (Ondan geldik, Ona döneceğiz) demek sünnettir. Kadere rıza alâmetidir. Sonra Cenab-ı Hak’tan sabr ve tahammül dilenir; ölüye rahmet ve mağfiret ihsan etmesi istenir.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Namaz kılmış olana, “Allah mübarek etsin” mi denir, yoksa “Allah kabul etsin” mi?
    Cevab: Her ikisi de caizdir. Birincisi daha iyidir. Allah kabul etsin (tekabbelallah), namazın sevablarına kavuşma temennisidir. Hadîs-i şeriflerde namaz için “kabul etmek” lafzı geçer. Allah mübârek etsin (tebârekallah) ise zaten mübarek olan bir ibâdet senin hakkında da mübârek olsun, bereketini gör mânâsına gelir.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Fâsık babaya hayır dua edilir mi?
    Cevab: Elbette edilir. Gayrımüslim bile olsa, hidâyeti için dua edilir. Hatta Salih insana dua eden çok olur. Esas, fâsık ve gayrımüslimlere dua etmelidir. kitaplarda, gayrımüslime “Allah râzı olsun” duasının söylenebileceğini, bunun mânâsının “Allah senin bu hâlinden râzı olsun” değil, “Allah seni râzı olduğu yola soksun” olduğu yazar. Anne veya baba, fâsık veya gayrımüslim de olsa, evlâdın onlara karşı vazifeleri devam eder. Hürmet ve hizmet etmesi gerekir. Fısk veya küfrlerinden ileri gelen kötü huyları beğenilmez, bunlar desteklenmez; bu istikametteki emir ve isteklerine uyulmaz; ama bunun için de sert söylenmez; itiraz ve münakaşa edilmez.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Arabî bilenin, dua ve hadîsleri latin harfiyle yazıp okuması câiz midir?
    Cevab: Câizdir. Çünki mânâya vâkıf olduğu için, hangi harfi nasıl okuyacağını bilir.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Dua âyetlerinin ve diğer duaların, evimizde bulundurmak ve üzerimizde taşımak için, elle yazılması şart mıdır? Yazıcıdan çıktı alınsa veya fotokopi çekilse de olur mu?
    Cevab: Elle yazmak lâzım değildir.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: “Kenzü’l-Arş” duası muteber midir?
    Cevab: Kadeh duası da denilen bu dua eskilerin günlük dua ve virdlerinin bulunduğu En’am-ı Şeriflerde yer alırdı. Hadis kitaplarında zikredilmemekle beraber Nevâdir-i Kalyubî’de geçer. Mânâsı güzel ve dokunaklıdır. Nihayet bir dua ve zikrdir. Hâlis niyetle okunması faydalıdır.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Hıristiyanlar gibi “Seni melekler korusun” diye dua etmek uygun olur mu?
    Cevab: İnsanın iki yanında, ayrıca ön ve arkasında kendisini koruyan hafaza melekleri vardır. Melekler zaten insanları korumaktadır. Böyle dua etmek Müslümanlar arasında âdet değildir. Benzemek kasdı olmaksızın böyle dua edilirse, mahzuru olmaz.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Usul ve füru nedir? Farzlar ve haramlar için, füruat denir mi?
    Cevab: Usul asıllar, füru ferler, dallar demektir. Burada iman bilgileri usul, ibadetler fürudur. Farzlar ve haramlar füru-ı dindendir. Farz ve haramlar için füruat veya teferruat denir. Fıkıhta usul anne ve baba ile yukarıya doğru soyu, füru ise çocuk ve torunlar ile aşağıya kadar soyu ifade eder.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Kadınların kollarının dar bir bluz ile örtünmesi caiz midir?
    Cevab: Kadınların kolları dar bluzla yabancı erkeğe örtünmüş olmaz. Bedeni de dar ise kadınlara ve kendi mahremi erkeklere karşı da örtünmüş olmaz. Kadınların, göğüs, sırt ve karınlarını başka kadınlara ve mahremlerine de örtmesi vâcibdir.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Doktora günah olmaz diyorlar, doğru mu?
    Cevab: Doktor, muayene etmesi gereken yere bakabilir.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Günahkârın duası kabul olmaz mı?
    Cevab: Allahü teâlâ umumiyetle günah işlemeyen, kul hakkına ilişmeyen, haram lokma yemeyen müminlerin hâlis dualarını kabul eder ve bunların ibâdetlerine sevab verir. İstisnaları elbette vardır.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Bir erkek şortla durabilir mi?
    Cevab: Yalnızken avret yerinin açık olması bazı âlimlere göre câizdir.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Annesi yatalak hasta olan erkeğin, annesinin altını temizlemesinde mahzur var mıdır?
    Cevab: Doktor gibi zarurettir. Zaruretler memnuları mübah kılar.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Yalnızken çıplak yıkanmak günah mıdır?
    Cevab:

    Bazı âlimlere göre yalnızken de avret yerini örtmek gerekir. Bazılarına göre gerekmez. Bazılarına göre ise küçük banyo veya duşakabin gibi dar yerlerde gerekmez. Bunun ölçüsü iki kollarını açtıkları zaman banyonun, duşakabinin iki duvarına değiyorsa orası küçüktür. Bu fetvalar Kınye'de ve İbni Abidinde geçiyor. Hindiye'de ise pekçok kitaptan alarak çıplak kalınan odanın 5 arşın veya 10 arşın olması halinde çıplak bulunmanın mahzuru olmadığı yazılıdır. İki kol meselesi bu mesafeyi bulmak içindir. Bazı âlimlere göre yıkanılan yer böyle küçük olmasa da çıplak yıkanmak câizdir.

    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Bir kızın sâlih ana babasını dinlemeyip, sevdiği biri ile evlenmesi câiz midir?
    Cevab: Anne ve babanın dine ve akla aykırı olmayan emir ve yasaklarına uymak vâcibdir. Bu sebeple anne ve babanın itirazı dine ve akla uygun ise dinlemeyen günaha girer. Bu şekilde yapılan evlilik İmam Ebu Hanife ve Ebu Yusuf’a göre sahih; Hanefîlerden İmam Muhammed ile Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerinde sahih değildir.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Baba Ehl-i sünnet itikadında değilse yahut namaz kılmıyor ve içki içiyorsa da bedduası kabul olur mu?
    Cevab: Gayrımüslimin bile bedduası kabul olunabilir. Nitekim hadîs-i şerifte “Gayrımüslim bile olsa mazlumun bedduasından sakının. Çünki onunla Allah arasında perde yoktur” buyuruluyor.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Gelin, insanın kendi kızı gibi midir? Nerelerine bakmak caiz, nerelerine bakmak caiz değildir?
    Cevab: Kızı gibidir. Kollarına, boynuna, başına, dizden aşağısına bakabilir.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Erkek, hanımını boşarsa, çocukları yetiştirmek dinen kimin hakkıdır?
    Cevab: Oğlan yedi, kız dokuz yaşına kadar, başkasıyla evli olmayan ve Müslüman annede kalır. Sonra babaya verilir. Baba yoksa Salih asabeye verilir. Bu da yoksa veya çocuğu almazlarsa başkasıyla evli olmayan annede kalır. Sonra kızkardeşe, sonra teyzeye verilir. Çocuk kimde olursa olsun, nafakası babaya aittir. Babası yoksa çocuğun malından sarfedilir. Bu da yoksa miras sırasıyla akrabası nafaka verir.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Erkek çocuklara da altın nazarlık takmak caiz midir?
    Cevab: Büyüklere haram olan bir şeyi çocuklara yaptıran günaha girer, çocuk mesul olmaz. Erkek çocuğuna altın takmak ve ipekli giydirmek câiz değildir. Altın nazarlık, ziynet olarak değil; nazarlık olarak takılmaktadır. Bu bakımdan câiz görülebilir ise de, altın olmayan nazarlıkları tercih etmelidir.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Karı koca el ele tutarak veya kol kola girerek halk içinde beraber yürüyebilirler mi yoksa hanım on adım arkadan mı gelmelidir? Ehl-i sünnet ulemâsı bu mevzuda ne söylemektedir?
    Cevab: Dışarıda yürürken, zevc ve zevcenin el ele tutuşması veya kol kola yürümesi câizdir. Bununla beraber bunlar Şark’ta hoş karşılanmaz. Suizanna sebebiyet de verebilir. Bu sebeple eskiden zevc ile zevce sokakta yürürken birbirinden ayrı yürürdü. Küçükler büyüklere, kadınlar da erkeklere hürmet ettiği için yürürken hemen arkadan veya sağda biraz geriden gelirlerdi.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Geçenlerde “Nebi Hüseyin” ve “Ruhullah” isimlerinin kullanıldığını duydum. İslâmî açıdan, böyle isimler kullanılabilir mi?
    Cevab: Nebi, Arapça’da haberci demektir. Peygamber için de kullanılır. Zaten peygamber de Farsça’da haberci demektir. İnsan ismi olarak koymak câiz ise de yanlış anlaşılmalara sebebiyet verebileceğinden bugün için doğru değildir. Hüseyn ile bir araya gelirse Hazret-i Hüseyn’i peygamber kabul ediyormuş gibi bir mânâ çıkabilir. Nitekim Şiîler arasında böyle inananlar vardır. Rûhullah Hazret-i İsa'nın lakabıdır. Sırf bu sebeple konabilir ise de koymamak daha doğrudur.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Abdest aldıktan sonra, bir yerin kuru kaldığı farkedilirse, Mâlikî mezhebini taklid eden birisi hemen aceleyle lavaboya gidip orayı yıkasa, bu abdestle namaz kılabili mi?
    Cevab: Mâlikî mezhebinde muvâlat, yani uzuvları peş peşe yıkamak farzdır. Ancak unutmak özürdür. Hatırlayınca hemen yıkanır. İmkân olduğu halde hatırladığı zaman yıkamazsa abdesti bâtıl olur.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Bir kasaba gidince, meselâ 1 kilo et ver diyoruz. Ama o bir kiloyu biraz aşkın et veriyor. Hiç konuşmadan parayı uzatsak, bâyi para üstünü verse, böyle alışveriş olur mu?
    Cevab: Götürü satış olur. Sahihtir.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Alışveriş yaparken 1 kilo et ver yerine, şu kadar liralık et ver demek mi daha uygun olur?
    Cevab: Hayır gerekmez. Borcum nedir veya buna ne vereceğim denince götürü satış olur. Bu akid muteberdir.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Pastaneden alışveriş yaparken 3 poğaça ve 3 simit istemiştim. Bana toplam şu kadar dedi. Parasını verdim. Eve geldiğimde 4 tane poğaça koymuş olduğunu anladım. Ama yemiş bulunduk. Sonra pastaneye gittim. Fazladan verdiği poğaçanın fiyatını ödedim. İlmihâle baktım: Toptan alınan şeyler, meselâ 100 koyun 100 lira şeklinde satın alınıp, sürü fazla ya da eksik çıksa, satış fâsid olur diyor. O zaman bu benim yaptığım satış fâsid mi oldu?
    Cevab: Koyun mislî mal değildir. Poğaça ise mislî maldır. Yani ya iade edilip semen geri alınır; yahud kabul edilip eksik semen ödenir. Siz kabul etmişsiniz. Zaten yanlışlıkla koymuş, bu fesad değildir; hata sayılır.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Bir kimse, alışveriş yaparken kasada bir sürü şeyin fiyatını toptan ödese; hepsini götürü usulü satın alsa; eve gelip kontrol ederken fişte meselâ peynirin fiyatının yanlış yazıldığını, daha fazla para ödediğini fark etse ne yapar? Bu peynire ödediği fazla parayı geri alabilmek için ya bütün satışı bozacaktır. Çünki hepsini toptan almıştır. Aldığı bütün malları iade edecek ve parasını geri alacaktır. Ya da o haliyle kabul edecek; ama bu sefer de aldanmış olacaktır. Müslümanın aldanması da caiz değildir. Böyle bir halde markete gidip peynirin fiyatına fazla ödeme yaptığını söyleyip fişi ibraz etse, market de yanlışlıkla ödenen fazla parayı geri verse caiz olmaz mı?
    Cevab: Götürü satışta malın ölçek kıymeti belli ise, yani ölçeği şu kadar olmak üzere bir yığın mal götürü satılırsa, böyle satış câizdir. Malum olan birim fiyatına göre mal eksik ise, alıcı muhayyerdir. İsterse akdi bozar, isterse malı kabul eder ve satış bedelindeki fazlalığı taleb eder. Nitekim götürü satışta malın birim fiyatı bilinirse, muhayyerlik hakkı doğar. (İbnü’l-Hümâm, Fethü’l-Kadîr)
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Alışveriş yaparken “aldım, sattım” gibi geçmiş zaman söylenerek alışveriş yapılması lâzım geldiği, "evet" gibi âdet olan kelimeleri söyleyince şimdiki zaman mânâsını düşünmemiz gerektiği fıkıh kitaplarında yazıyor. Geçen gün bir mal aldım ve kasiyere fiyatını sordum. Şu kadar lira dedi ve alıyor musunuz diye sordu? Ben de evet manasında başımı salladım. Parasını ödedim ve çıktım. Sonra aklıma geldi ki içimden "şimdi alıyorum" gibi bir şey geçirmedim. Bu alışverişimiz sahih oldu mu?
    Cevab: Malın fiyatı belli ise, bu parayı satıcıya verip, malı almakla akid sahih olarak kurulur. Buna bey’-i muâtât denir. Yukarıda söylenenler, böyle olmayan, icap ve kabulün sözlü beyan edildiği satışlardır. Akid sahihtir. Vesveseye gerek yoktur.
    20 Kasım 2011 Pazar
  • Sual: Alışveriş yaparken 1 kilo çikolata alınsa, ama içine bir kaç tane yanlışlıkla başka marka ve fiyatta çikolatadan karışmış olduğu görülse, ne yapmak gerekir? Bu farklı olan çikolataları geri mi vermeli? Yoksa yenebilir mi? Bu farklı çikolatalar geri verilirse, alınan eski kiloda eksilme çıkacağından satış bozulur mu?
    Cevab: Hata muhayyerliği vardır. Alıcı ister kabul edip, yer; fiyatı fazla ise farkı öder; isterse malı geri götürür ve parasını geri alır. Yediği kadarı ücretten düşülür.
    20 Kasım 2011 Pazar
  • Sual: Abdestte ve gusülde 3 kere yıkamak her mezhepte sünnet midir? Mâlikî mezhebinde bu 3 sefer yıkamanın sadece ilkinde mi muvâlât farzdır? Meselâ gusülde ilk yıkayışta ovaladık, diğerlerinde ovalamadan su dökmek kâfi midir?  Eğer 3 yıkayışta da ovalasak, mekruh olur mu, ya da ovalayabilir miyiz?
    Cevab: Üç defa yıkamak her mezhebde sünnettir. Muvâlât ovalamak değil, peşpeşe yapmaktır; elbette bütün uzuvlarda lâzımdır. Ovmak (delk), hilallemek gibi bir defa olur. Suyu vücûda dökerken ovmak şart değildir. Su vücûda dökülüp yere damladıktan sonra da bu ovma yapılabilir. Yeter ki vücûda dökülen su kurumamış olsun. Ovmanın elle yapılması da şart değildir. Vücûdunun bir kısmını kolu ile veya ayaklarından birini diğerinin üstüne koyarak da ovarsa yeterli olur. Mendil, havlu ve benzeri şeylerle ovmak da kâfidir. Meselâ havlunun bir ucunu sağ eline, diğer ucunu sol eline alır ve böylece sırtını ve vücudunun diğer taraflarını ovarsa, eliyle ovmaya gücü yetse bile yine de yeterli olur. Kendi eliyle veya bir bez parçasıyla vücûdunun tümünü veya bir kısmını ovmaktan âciz olan bir kişiden ovma mükellefiyeti düşer. Böyle birinin vücûdunu başkasına ovdurması gerekmez. (Kitabü’l-Fıkh ale’l-Mezâhibi’l-Erbaa)
    20 Kasım 2011 Pazar
  • Sual: Bir yakınımız şöyle dedi: “Meselâ bir mağazadan bir mal alındı. Sonra herhangi bir sebepten ötürü geri iade edildi. Önce parayı geri almak gerekir. Ondan sonra isteniyorsa o mağazadan yeniden bir mal alınabilir”. Bazı mağazalar, bu malın yerine başka bir mal alabilirsiniz; paranızı geri veremeyiz diyor. Bu halde parayı geri kabz etmeden, bu para karşılığında yeni bir mal almak caiz olur mu?
    Cevab: İkalede veya şart muhayyerliğinin kullanıldığı hallerde, akid bozulup mal iade edildiğinde, parayı geri almak şart değildir. Malı iade edince, bedeli olan para, mağaza sahibinin uhdesinde müşteriye ödenecek bir borç olarak kalır. Sonra yeni malı alınır. Bu paranın karşılığı olarak akid yapılır.
    20 Kasım 2011 Pazar
  • Sual: Her hafta kapımıza sütçü geliyor. Kilosu 2 liradır. Kapımıza 6 lira bırakıyoruz. Daha sonra apartmanın otomatına basıyoruz. Sütçü önce parayı alıyor; sonra sütümüzü getiriyor. Biz sütçüyü bu sayede hiç görmüyoruz. Böyle alışveriş caiz midir?
    Cevab: Satıcıyı görmek lazım değildir. Telefonla bile satış yapılır. Satıcının, alıcının, semenin ve malın belli olması kâfidir. Bu şekilde alış-verişe bey’ül-muâtât denir. Hiç konuşmadan fiyatı belli olan mal alınıp, semen (para) verilir. Böyle alış-veriş caizdir.
    20 Kasım 2011 Pazar
  • Sual: Keyif için kahve falına bakmak caiz midir?
    Cevab: Eğlence olsun diye bakıp, gaybı bilmek iddiasında değilse küfr olmaz ise de, boş iştir. Zamanla insan inanmaya başlar. Bu takdirde -Allah saklasın- imanını kaybedebilir.
    20 Kasım 2011 Pazar
  • Sual: Televizyonda burçlar hakkındaki tabirleri dinlemek caiz midir?
    Cevab: Burçların insanın kaderi, geleceği ve karakteri ile alâkası yoktur. Bunlarla meşgul olmak en azından boş iştir. İnsanı bu yolla gaybdan haber vermeye kadar götürebilir. O zaman çok daha mahzurlu olur. Burçlar ile astronomi ilmine faydalı olacak kadar uğraşılır. Dinde bir yeri yoktur.
    20 Kasım 2011 Pazar
  • Sual: Bazı medyumlar, “Kaybolan şeyleri ve başınıza gelecekleri biliyoruz” diyorlar. Bunlara inanmak ve para vermek küfr olur mu?
    Cevab: İslâmiyete göre gaybı Allah’tan başka kimse bilemez. Bir de bildirdiği peygamber ve evliya zatlar bilebilir. Gaybı Allahtan başkasının bilemeyeceğini bilip de bunların geleceğe bildiğine inanmak küfr olur. İslâmiyet, kaybolan kişiyi ve şeyleri bildiğini söyleyen ve bulanların, bunları cinlerden öğrendiği şeklinde izah eder. Bu zaten gayb değildir. Gayb, gelecekte olacak şeylerdir. Şu anda kaybedilen bir mal, sahibi için gayb ise de, aslında gayb değildir. Çoğu bilgi de böyledir. Bu gibi kişilere gidip, gelecekten haber sormak caiz değildir.
    20 Kasım 2011 Pazar
  • Sual: Yıldıznâme nedir? Yıldıznâmeye bakmak caiz midir?
    Cevab: Yıldıznâme, herkesin doğduğu tarihe bakarak, daha evvel bu tarihte doğanların hayatı boyunca başına gelenlerin bir nevi istatistikî verilerine göre başına gelecek işler ve zamanları hakkında tabirde bulunmak demektir. Herkesin bir yıldızı olduğu, o kişinin başına gelecek işlerin bu yıldızın gökte bulunduğu mevkiye göre tayin edildiği kabulüne dayanır. Boş bir iştir. İnsanı küfre sürükleyebilir.
    20 Kasım 2011 Pazar
  • Sual: Yatırlara para bırakmak, mum, süpürge getirmek, yatırların yanındaki havuza para atmak caiz midir?
    Cevab: Yatırlar yanındaki havuza para atmak, buranın hizmetine bakan türbedara yardım etmek, sadaka vermek demektir. Caizdir, makbuldür. Buraya getirilen mum ve süpürge de yatırın temizliği için kullanılır. Para ise, türbedar için sadaka sayılır. Yatırdaki velinin ruhu için adak yapılır. Böylece dileğinin gerçekleşmesinin kolaylaşacağına inanılır. Dileği gerçekleşince de bu adağını yerine getirir. Bu da caizdir. Mezardakilerin muma, paraya ihtiyacı yoktur. Bunlar fakirlere sadaka edilip sevabı bu mezardakine hediye edilince sevinir ve istifade eder. Mübarek bir zat ise, ruhu yardım eder.
    20 Kasım 2011 Pazar
  • Sual: Ehl-i kitaptan gayrımüslim iş arkadaşıyla mesajlaşmak  ve facebook’ta arkadaşlara eklemek caiz midir?
    Cevab: Caizdir. İslâmiyete düşmanlık etmeyen gayrımüslimlerle arkadaşlık, komşuluk etmek, akrabalık hakkını yerine getirmek mahzurlu değildir. Mahzurlu olan, gayrımüslimleri, Müslümanların yerine koyarak sıkı dost edinmek, onların inanç ve dinlerinden gelip İslâmiyetin kötülediği âdetlerini beğenmektir.
    21 Kasım 2011 Pazartesi
  • Sual: Telefonda veya alış-veriş yaparken gayrımüslime “efendim” demek câiz midir?
    Cevab: Fıkıh kitaplarında gayrımüslimi tebcil ederek (yüceltmek) maksadıyla seyyidî (efendim) demenin mahzurlu olduğu yazar. Ancak lisanımızda efendim demek nezaket ifadesidir. Hatta bazen gayrı ihtiyarî söylenir. Gayrımüslim ve fâsıkları yüceltme maksadı olmadıktan sonra mahzurlu değildir. Âdete tâbidir.
    21 Kasım 2011 Pazartesi
  • Sual: Bazen yaşlı kimseler öpmek üzere ellerini uzatıyor. Bunlar fâsık ise ellerini öpmek caiz midir?
    Cevab: Fitne çıkarmak, kalb kırmak doğru değildir.
    21 Kasım 2011 Pazartesi
  • Sual: Alışveriş yaparken satıcının malına dokunmak caiz midir?
    Cevab: Kirletmemek, buruşturmamak, zarar vermemek şartıyla elle muayene câiz ve bazen lâzımdır. Ekmek gibi bir mal ise, dokunup almamak kul hakkı olur.
    21 Kasım 2011 Pazartesi
  • Sual: Kur’an-ı kerimde “zina etmeyin” denmeyip “zinaya yaklaşmayın” denmesinin hikmeti nedir?
    Cevab: İslâm hukukunda sedd-i zerâyi’ prensibi vardır. Kötülüğe götüren yolların, vesilelerin kapatılması demektir. “Yabancı kadınlarla baş başa kalmayınız (halvet), tokalaşmayınız (musafaha), cilveli konuşmayınız, açık saçıkken bakmayınız, çünkü bunların hepsi asıl günah olan zinaya yaklaştırır” demektir.
    21 Kasım 2011 Pazartesi
  • Sual: Kadın evde kocasının karşısında şortla durabilir mi?
    Cevab: Caizdir.
    21 Kasım 2011 Pazartesi
  • Sual: Erkeğin dar kot pantolon giymesi caiz midir?
    Cevab: Mekruhtur. Namazı sahihtir; ancak başkalarına karşı tam tesettür yapmış olmaz. Kadın da bunun gibidir. Yani dar giysi ile kıldığı namaz sahih olmakla beraber, bununla başkalarına örtünmüş sayılmaz.
    21 Kasım 2011 Pazartesi
  • Sual: Televizyondaki kadın görüntülerine bakmak caiz midir?
    Cevab: Bunlar aynadaki görüntülere kıyas edilmiştir. Şehvetsiz bakmak caizdir. (İbni Abidin)
    21 Kasım 2011 Pazartesi
  • Sual: Kadınların halhal ve hızma takması caiz midir?
    Cevab: Yalnız kadınlara ve mahremi olan erkeklere göstermek şartıyla caizdir. Çünki Kur’an-ı kerim, kadınların ziynetlerini yabancı erkekler göstermesini yasaklamıştır.
    22 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Kuş şeklinde küpe ve toka takmak caiz mi?
    Cevab: Elbisede canlı resmi bulunması caiz değildir. Ancak gözleri yoksa ve yere konduğunda ayakta duran biri tarafından yüzü görülemeyecek şekilde küçük ise caizdir.
    22 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Hıristiyan kızla evlenmek mahzuru var mıdır?
    Cevab: Müslüman bir erkeğin, Ehl-i Kitap, ayni Yahudi veya Hıristiyan bir kızla evlenmesi tahrimen (harama yakın) mekruhtur. Bu zamanda doğacak çocuğun dinî terbiyesi bakımından da fevkalâde mahzurludur. Müslüman bir kızın Ehl-i Kitap bir erkekle evlenmesi câiz olmadığı gibi, buna karar vermesi bile bir irtidad (dinden çıkma) sebebidir.
    22 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Yiyecek ve içecek kaplarının ağzı devamlı kapalı mı tutulmalıdır?
    Cevab: Hadis-i şerifte, “Kapların üzerini örtün; kapatırken de besmele söyleyin” buyuruldu. Kapak bulunamazsa, tahta veya başka bir şeyle besmele çekerek kapatmalıdır. Yoksa cinler faydalanır. Mikrop ve bakteri üreyebilir; hayvan veya pislik düşebilir. (Şir’atü’l-İslâm)
    22 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Evde gece çöp bekletilmemeli; en fazla akşam dışarıdaki çöpe dökülmeli, deniyor. Doğru mudur?
    Cevab: Gece evde çöp ve bulaşık kap bekletmek doğru değildir. Çöpü akşamdan evvel dökmek, akşamdan sonra dökmek gerekirse, cinlerin zarar vermemesi için destur diye hafifçe seslenmek âdettir.
    22 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Gece bahçeye sıcak su serpmek cinnilerin ölmesine yol açar deniyor, doğru mudur?
    Cevab: Böyle bir rivayet yaygındır. Gece cinnîlerin yayıldığı; bu sebeple gece olunca kapıların kapanması, çocukların eve gelmiş olması gerektiği hadis-i şerif ile sâbittir. Dökmemeli; dökmek zorunda ise destur deyip dökmelidir. (Şir’atü’l-İslâm)
    22 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Cinler tuvalette necasete bakana zarar verir mi?
    Cevab: Helâda necasete bakmak uygun değildir. Hadis-i şerifte “Cin ve şeytanlar helâda insanlara ifsad ve eziyet için beklerler. Sizden biriniz helâya girerken (Eûzü billahi mine’l-hubûsi ve’l-habâis) (ikisi de peltek se ile) desin” buyuruldu. Hubûs, habîsin çokluk hâlidir. Kötü cinler kasdedilmiştir. Habâis (habîseler) bunların dişileridir. (Şir’atü’l-İslâm)
    22 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Cinler ne yeyip içerler?
    Cevab: Hadis-i şerifte, tezek ve kemiğin cinlerin yiyeceği olduğu rivâyet olundu (Tirmizî). Bunlar kemikte taze et, tezekte ise hurma bulurlar (Ebû Ya'lâ).
    22 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Abdest alana selâm verilir mi?
    Cevab: Verilmez, ama verilirse alınır.
    22 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Abdest aldıktan sonra havluyla kurulamak şart mıdır?
    Cevab: Hanefî mezhebinde sünnettir.
    22 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Câmide dağıtılan şekeri yemek, namazdan önce câmide uyumak câiz midir?
    Cevab: Câmiye itikaf niyetiyle girilir. İki rek’at namaz veya vakit girmişse vaktin farzı kılınır. Sonra bir şey yenebilir, uyunabilir.
    22 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Câmiye girince, namaz kılanlara selâm verilir mi?
    Cevab: Câmiye girince “esselâmü aleynâ ve alâ ibâdillâhissâlihîn” denir. Rastladığına selâm verilebilir. Namaz kılana selam verilmez, verilirse almaz. Kur’an-ı kerim okuyup dinleyene, vaaz dinleyene selâm verilmez.
    22 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Câmide birisi yüksek sesle Kur’an okuyorsa, bunun yanında sabah namazının sünneti kılınır mı?
    Cevab: Kılınır. Dinlemek efdaldir. Bitirince sünneti kılar. Vakti yoksa beklemez, sessiz olmasını ihtar eder ve sünneti kılar. Sessiz okumazsa günahı ona olur.
    22 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Hemoroid sebebiyle sık sık akıntı geliyor. Bu sebeple Mâlikî mezhebini taklit ediyorum. Evde hanımıma imam olabilir miyim?
    Cevab: Hanefî mezhebinde özürlü özürsüzlere imam olamaz. Mâlikî’de olabilir. Kendi mezhebinizi gözeterek dışarıda imam olmamak; evde başka çare bulunmadığı için imam olmak uygundur.
    23 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Bezzâziyye’de diyor ki: “Bir baba ile kızı arasında hurmet-i musahere hâsıl olursa, kızın anası ile, yani adamın zevcesi ile adam arasındaki nikâh bozulmaz. Kadın başkası ile evlenemez. Adamın bu kadını boşaması lâzım olur. Bu kadın ile evli kalması ebedî haram olur”. Birinci meselede adam kadını boşamazsa ne olur?
    Cevab: Mahkeme aralarını ayırır. Kadın iddeti bittikten sonra başkası ile evlenebilir. Çünki hürmet-i musahere ve süt emmek ile nikâh kendiliğinden ortadan kalkmaz. Yalnız nikâh fâsid olur. Kadının başkasıyla evlenmesi, ancak birbirlerinden ayrıldıktan veya hâkim ayırdıktan sonra helâl olur. Fâsid nikâhta, karı-kocanın birbirlerini terk etmesi zifaftan sonra ise, ancak seni bıraktım veya yolunu serbest bıraktım gibi sözlerle tahakkuk eder. Zifaftan önce ise; bazılarına göre hem sözler, hem de dönmemek kasdıyla terk etmekle, bazılarına göre ise her iki surette ancak sözle olur. Hattâ kadını terk eder de iddetinin üzerinden seneler geçerse, başka kocaya varamaz. (İbni Abidin-Muharremat Bahsi)
    25 Kasım 2011 Cuma
  • Sual: İdrar yoluna koyulan, dışarı taşmayan pamuk kuruduktan sonra düşerse abdesti bozar mı? Mâlikî mezhebini taklit eden Hanefi, bunun farkına varmazsa bozulur mu?
    Cevab: Pamuk, kuru olarak çıkarsa, abdest bozulmaz. Islanıp da kurumuşsa bozulur. Bu da ancak kuvvetli zan ile anlaşılır. Bunu bilmek de çok zordur.
    29 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Hürmeti müsahere olacak birisine kocası zannedip şehvetle baksa, bununla hürmeti müsahere olur mu?
    Cevab: Bakmakla hürmet-i müsahere olmaz.
    29 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Vaktiyle bazı alışverişler yapmıştım. Sonradan bunların fâsid olduğunu öğrendim. Şimdi benim parama haram karışmış mıdır? Ne yapmalıyım?
    Cevab: Fâsid muameleyi bozmak, yeniden sahih olarak kurmak gerekir. Bu mümkün değilse, fâsid muameleden elde edilen mal veya semen mülk olur. Tevbe etmek gerekir. Bir muamelenin şer'en mahzurlu olması, ondan kazanılan paranın da haram olduğu manasına gelmez. Yapılan muamele, kazanılan paraya tesir etmez. Ancak bu mal, gasb, zulüm, rüşvet, hırsızlık, fâiz, haraç ve hıyânet yollarından biri ile ve şarap satarak elde edilmiş olsaydı, malın tamamını habîs yapardı. Bu mal tazmin edilmedikçe, o mülk kullanılmaz.
    29 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Okuduğumuz duaları 12 imamların, Şia imamlarının ruhuna hediye etsek uygun olur mu? Bir de yanılmıyorsam 12. imam Hazret-i Mehdi oluyor. Hazret-i Mehdi yaşıyor mu? Onun ruhuna dua hediye edilebilir
    Cevab: 12 imam, Hazret-i Ali, Hasan ve Hüseyn ile Hüseyn’in soyundan gelen 9 âlimdir. Bunlar Ehl-i sünnet için de muhterem ve mübarektir. Bunların ruhuna dua etmek caiz, hatta çok iyi olur. Şia imamları için böyle söylenemez. Ehl-i bid’ata, ancak ıslahı için dua edilir. Şia imamlarından kasıt 12 imam ise, bunlar Şiî değil, Ehl-i sünnettir. Şia, kendisine mal etmektedir. 12. imam Muhammed Mehdi, Sünnî inancına göre vefat etmiştir. Kıyamete yakın Hazret-i Peygamber’in soyundan başka bir mehdi gelecektir. Şiîlere göre 12. imam ölmemiş, saklanmıştır. Kıyamete yakın bu imam, mehdi olarak gelecektir.
    29 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Dârülharbin şartları nelerdir?
    Cevab: Bir memleket, İslâm hukukuna göre idare olunuyorsa, yani kanunlar Kur'an-ı kerime göre ise, orası dârülislamdır. Aski takdirde dârülharbdir. (Şerhu es-Siyeri'l-Kebîr)
    29 Kasım 2011 Salı
  • Sual: İman etmeyen birinin ruhuna dua edilir mi?
    Cevab: İmanı olmadığı iyi bilinen bir kimsenin ruhu için dua edilmez. Ecdadımız, gayrımüslimler için “Toprağı bol olsun!” tabirini kullanırdı.
    29 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Yedi uyurların ruhuna dua edeceğim. Ama sanırsam yedinci olan köpek diyorlar. Hayvanların ruhuna dua edilir mi?
    Cevab: Eshâb-ı Kehf’in (Yedi uyurların) ruhuna okuyunca, köpeğin ruhuna gitmez. Hayvanlara okunmaz.
    29 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Hanefi mezhebinde olup, bir özürle Mâlikî mezhebini taklid eden birisi, abdeste niyeti elleri yıkarken yapmanın farz olduğunu sonradan öğrense, namazlarını iade mi etmelidir?
    Cevab: Mâlikî ve Şâfiî mezheplerinde gusl ve abdestte niyet farz olduğundan, bunu unutan veya terkeden kimse, yeniden gusl veya abdest alıp, bununla kıldığı namazı iade eder. Niyeti unutmak veya terketmek umumiyetle guslde bahis mevzuu olabilir. İnsan cünüp olduğunu unutur; sabah kalktığı zaman serinlemek için veya âdeti üzere duş alır. Gusle niyet etmeyi unutur. O zaman cünüplükten kurtulmuş olmaz. Ama abdestte bu pek muhtemel değildir. Çünki abdest almak demek, zaten abdeste niyet etmek demektir. Hiç kimse abdest almak üzere kollarını paçalarını sıvayıp lavabo önüne geldiği zaman, ben abdeste niyeti unutmuştum diyemez. Onun için vesvese etmemelidir.
    29 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Kadınlar uzun saçlı ise kaplama mesh nasıl yapılır?
    Cevab: Başlarını hafifçe eğerek saçlarını bir tarafta toplar; sonra iki eliyle saçı kavrayıp yukarıdan aşağı sığar.
    8 Aralık 2011 Perşembe
  • Sual: Hürmet-i müsahere olması için gerçekten şehvet duymak ile şehvet duyuyormuş gibi olmak ayrı bir şey midir? Yoksa normalde hiç olmayacak bir halde bile şehvet duyuyormuş gibi olmakla hürmet-i müsahere doğar mı?
    Cevab: Şehvet duyuyormuş gibi olunmaz. Bu, vesvesedir. Şehvet duymak erkek için aletinin hareketlenmesi; kadın için o erkekle yatmayı arzulayarak ürpermek demektir.
    8 Aralık 2011 Perşembe
  • Sual: Üzerinde kul hakkı bulunan mü’minin duası kabul olmaz mı? Günümüzde üzerinde kul hakkı bulunmayan yok gibidir. Bu insanların duası kabul olmaz mı?
    Cevab: Duası kabul olmaz demek, dua ettiği için sevab alamaz demektir. Çünki farzı terketmiştir. Nâfile ve sünnetlerden sevab alabilmek için farzları tamamlamak gerekir. Yoksa gayrımüslimin bile duası yerine gelebilir. Üzerinde kul hakkı bulunmayan yok gibidir sözü çok iddialı bir sözdür. İmam Gazalî, bu sözün insanları helal ve harama dikkat etmekten alıkoymak için şeytan tarafından verilen bir vesvese olduğunu, aldanmamak gerektiğini söylüyor. Din, tatbiki bu kadar zor bir mesele değildir.
    8 Aralık 2011 Perşembe
  • Sual: Otomobil kredisi kullanarak ikinci el bir araba almak istiyorum. Bunun için kredi almam caiz midir?
    Cevab: Nafaka dışında, borç para bulamayan kimsenin fâizle borç (kredi) alıp bununla bir şey alması ve fâiz ödemesi İslâm fıkhında câiz değildir. Dârülharbde de hüküm böyledir. Araba için de böyledir.
    8 Aralık 2011 Perşembe
  • Sual: Kadınlar çalışabilir mi?
    Cevab: Malı bulunmuyorsa, nafakasını temin eden kimse de yoksa, dinî prensiplere uygun olarak çalışmasında mahzur yoktur.
    8 Aralık 2011 Perşembe
  • Sual: Doğum kontrolü için spiral taktırmak günah mıdır? Erkek doktora taktırmak günah mıdır?
    Cevab: Spiral veya başka doğum kontrol usullerini kullanmak câiz ise de, avret yerini zaruretsiz başkasına açmak câiz olmadığı için, spirali yabancı bir erkek veya kadının takması câiz değildir. Rutin jenital muayene için doktora gidildiğinde bu vesile ile taktırılabilir.
    8 Aralık 2011 Perşembe
  • Sual: Açıkça kadın sesiyle müzik dinleyen ve bunu beğenip tavsiye eden kimselere fâsık denilebilir mi?
    Cevab: Dememek lâzımdır. Bu zamanda musikinin hakiki hükmünü bilen çok azdır. Fâsık, günahı günah olarak bilip, kasden işleyen kimseye denir. Bilmemek özür ise de, öğrenmemek ayrı bir kabahattir. Günaha tesir etmez. Nitekim dârülislâmda meşhur olmayan farz ve haramları, dârülharbde meşhur farz ve haramları bile bilmemek özürdür.
    8 Aralık 2011 Perşembe
  • Sual: Namazdan sonra uzun istiğfar duası yerine üç kere estağfirullah denebilir mi?
    Cevab: Denebilir. Estağfirullah demekle sünnet yerine gelir. Uzun istiğfar (Estağfirullah el-azîm ellezî lâ ilahe illâ hû el-hayyel-kayyume ve etûbü ileyh) söylemek evlâdır.
    8 Aralık 2011 Perşembe
  • Sual: Şifâ niyetiyle dua okuyup, sonra kendi üstüne üflemesi câiz midir?
    Cevab: Hazret-i Peygamber aleyhisselâm dua ettiği veya bir şey okuduğu zaman ellerine üfleyip yüzüne ve üzerine sürer veya üzerine ve etrafına üflerdi.
    8 Aralık 2011 Perşembe
  • Sual: Sâkıt olmak, fâsid olmak, sahih olmamak, kabul olmamak tabirlerinin mânâsı nedir? Bunlardan hangisi olunca ibâdetin tekrar yapılması gerekir? Meselâ namaz kabul olmayınca baştan mı kılınmalı?
    Cevab: Sâkıt, düşen demektir. Bir farzı veya borcu yerine getirince, bu borç sâkıt olur. Zamanı geçerse veya şartları ortadan kalkarsa da sâkıt olur. Bir yerinde yara olan kimsenin, zarar verirse, burayı yıkaması farzı sâkıt olur.

    Bir ibâdet veya ameli yaparken, şartlarından birisi eksik olursa veya ortadan kalkarsa, fâsid olur, bozulur. Namazda birine cevap verirse, namazı fâsid olur. Yeniden kılması gerekir.

    Sahih olmamak, bir ibâdetin veya amelin şartlarının hiç bulunmaması demektir. Abdestte başını meshetmezse, sahih olmaz. Hiç abdest almamış sayılır. Kabul olmamak, o amel için va'dedilen sevaplara kavuşamamak demektir. gasp edilen yerde veya elbisede namaz kılan kimsenin namazı şartlarına uygun ise sahih olur, ama sevab alamaz.

    Kabul olunmamış namaz, ister yeniden kılınır, ister kılınmaz. Çünki sahih olmuş, borç sâkıt olmuştur.
    8 Aralık 2011 Perşembe
  • Sual: Aşure günü neler yapılır? Sadece aşure pişirip dağıtmak bidat mıdır?
    Cevab: Aşure günü, her zaman almadığı yiyecek maddelerini alıp evine götürmek çok sevaptır. “Bu gün çoluk çocuğunun geçimini bol yapan kimsenin geçimi sene boyu bol olur” hadis-i şerifi ile tavsiye edilmiştir. Bu gün, Yahudilere benzememek için, bir önceki veya sonraki gün ile beraber iki gün olmak üzere oruç tutmak Hazret-i Peygamber tarafından tavsiye edilmiştir. Bugün aşure pişirmeyi ibadet sanmak yanlıştır, İslâmiyette ibadet olarak bildirilmediği için bid’attir. Aşure veya başka bir atlı pişirmek, eşe-dosta ikram etmek sevabdır.
    8 Aralık 2011 Perşembe
  • Sual: Evde helâ kıble yönündeyse ne yapmalıdır?
    Cevab: Hafifçe sağa veya sola dönülebilir. Bazı âlimlere göre evlerdeki helâlarda kıbleye dönmek mekruh değildir. Sahrada, açık yerde mekruhtur.
    8 Aralık 2011 Perşembe
  • Sual: Mâlikî mezhebini taklid eden kimsenin vücudundan kan, cerahat veya benzeri sıvılar çıksa, fakat etrafına yayılmasa, abdesti bozulmuş olur mu?
    Cevab: Mâlikî mezhebinde olan bir kimsenin vücudu kanasa, yayılsa bile abdesti bozulmaz. Bir özür sebebiyle Mâliki mezhebini taklid eden Hanefî’nin abdesti bozulur. Çünki kendi mezhebinden çıkmış değildir. Ama Mâlikî mezhebini, durmayan kanaması sebebiyle taklid ediyorsa, abdesti bozulmaz ve namazını öylece kılabilir.
    8 Aralık 2011 Perşembe
  • Sual: Uzaktaki zevcesine boşanmasını bildiren mektup yazması hâlinde, zevce ne zaman boş olur?
    Cevab: Bir adam tahta, kâğıt gibi kalıcı gibi bir şeyin üzerine okunaklı bir şekilde zevcesini boşadığını yazarsa, niyet ettiği takdirde talâk vâki olur, gerçekleşir. Yazı adresli ise niyet etsin etmesin talâk vâki olur. Su gibi bir şeyin üzerine yazarsa, niyet etse bile talâk vâki olmaz. Mektup ve hitap suretiyle “Bundan sonra benden boşsun” diye yazar ve gönderir ise, yazdığı anda talâk vâki olur. Mektup ve hitap suretiyle yazarsa, meselâ "Ey filâne! Bu mektubum sana geldiği vakit sen boşsun" derse, talâkı mektubun varmasına ta’lik etmiştir, bağlamıştır. Mektup ulaştığında, okusun veya okumasın, kadın boş olur. Okunaklı ve adresli mektuba zevcesini boşadığını yazarsa, talâk niyeti yoksa kazâen talâk vâki olur, diyâneten olmaz. Nitekim meselâ “Ben yazımı denemiştim” derse böyledir (İbni Âbidin).
    8 Aralık 2011 Perşembe
  • Sual: Münakaşa esnasında zevcesine kızıp, talâk vâki olacak şekilde konuşsa, talâk kast etmese, fakat sarih bir ifade kullansa, ne lâzım gelir?
    Cevab: Kızmak üç kısımdır: Birincisi kendisinde öfkenin mukaddimeleri hâsıl olur. Öyle ki aklı değişmez. Ne söylediğini ve ne istediğini bilir. Bunun talâkı vâkidir. İkincisi öfkenin son haddine varır. Ne söylediğini ve ne istediğini bilmez. Böylesinin hiçbir sözü muteber değildir. Üçüncüsü bu iki mertebenin arasında bulunandır. Bunun talâkının vâki olması ihtilâflıdır. Bazılarına göre vâki olmaz. İbni Âbidîn hazretleri talâkı istemiş ve söylemiş ise, ama sonradan hatırlamıyorsa, iki şâhidin beyanı ile talâk vâki olur. Yoksa talâkı istemeyerek kızgınlıkla söylemiş olsa medhûş (dehşetten ne söylediğini bilmez) hükmündedir. Yani sonradan iki şâhid boşadığını söylese bile talâk vâki olmaz diyor. Söz açıkça talâk sözü ise, niyet etsin etmesin, kızgın olsun olmasın boşanmış olur.
    8 Aralık 2011 Perşembe
  • Sual: Bir kişi bir bankadaki vâdeli (veya vâdesiz) hesabına haram para yatırsa; daha sonra tekrar aynı kişi aynı bankanın aynı şubesinde kendi adına, fakat farklı bir vâdesiz (veya vâdeli) hesabına helâl para yatırsa, bu helâl parasını daha önceki parasıyla karıştırmış olur mu? Yani bu helâl parayı kullanmak artık tahrîmen mekruh mu olur?
    Cevab: Bir kimse haram bir malı gasp, rüşvet, fâiz gibi yollardan biriyle ele geçirse, hemen geri vermesi ve tövbe etmesi gerekir. Kendi malına ayıramayacak şekilde karıştırmışsa, bu malı, mülk-i habis olur. O malı tazmin etmeden bunu kullanamaz.

    Haram parayı bankaya yatırmak da kullanmak demektir ve helâl değildir. Ama yatırırsa, bu para kendisinden çıkmış, helâk olmuş olur. Bu parayı banka geri öderse, artık o paralarla değil, başka paralarla ödediği için, bu paralar habis olmaktan çıkar. Ama tazmin borcu ve gasp günahı kalır. Çünki habis mülkü bilmeden almak câizdir. Banka bunu bilemez. Binaenaleyh banka için bu mal habis değildir.

    Kendi helâl parasını bankaya yatırması câiz ve bunu sonra geri alması caizdir. Burada habis mülk, tazmin borcu ve gasp günahı yoktur.
    8 Aralık 2011 Perşembe
  • Sual: Fıkıh kitaplarında, “Ustanın, yaptığı şeyi belli zaman için garanti etmesi, sahih değildir. Bu zaman içinde bozulursa, tamir etmez” yazıyor. O halde garantili mamul alıp satmakta ve o mamul bozulursa ücretsiz tamir ettirmekte mahzur var mıdır?
    Cevab: Hanefî mezhebinde taraflardan birine menfaat getirmeyen şart yapılmaz, akde de tesir etmez. Taraflardan birine fayda sağlıyorsa, akdi fâsid yapar. Bu bakımdan garanti şartıyla satışta, şart muteber değildir. Garanti etse bile, usulüne uygun yapmışsa, tamir etmesi gerekmez. Mal ayıplı çıkar ise, zaten alıcı muhayyerdir. Akid yapılırken, garanti şart edilmezse, önceden belli olsa bile, akid muteberdir. Bu zamanda bazı âletler için garanti örf hâlini almıştır. Bir hükmün delili örf ise, bu örfün değişmesiyle hükmün de değişmesi İmam Ebu Yusuf’a göre câizdir. Buna göre garanti şartı da câiz olur. Hanbelî mezhebinde her türlü şart muteberdir. Dârülharbde, İmam Ebu Hanife ve Muhammed’e göre de garanti şartlı satış muteberdir.
    8 Aralık 2011 Perşembe
  • Sual: Akşam ve yatsı namazlarında Fâtiha'yı okumaya başlıyorum. Sonra ayakta uyuyorum. Gözümü tekrar açtığımda, Fâtiha'yı bitirip bitirmediğimi hatırlamıyorum. Ne yapmalıyım?
    Cevab: Namazda uyumak abdesti bozmaz. Uyandığında hatırladığı kadarı ile amel eder. Kaldığı yerden veya hatırladığı yerden okur.
    8 Aralık 2011 Perşembe
  • Sual: Gayrımüslim memlekette de kanunlara uymak gerektiğinden, hız sınırını geçmek, yaya iken yol boş olsa bile yayalar için kırmızı ışık yanarken geçmek haram mı olur?
    Cevab: Trafik ve benzeri kaideler örfe girer. Örf, insanların doğru ve güzel gördüğü kaideler demektir. İslâm hukukunda dört delilden sonra gelen bir delildir. Trafik kaideleri âyet ve hadîslere dayanmaz ama İslâm devletinde kanunla tanzim edilir. Bu kaideler, sâlim aklın icabı ve mahsulüdür. Dünyanın her yerinde insanlar bu kaideleri bulup tatbik ederler. Dârülislâmda da, dârülharbde de örfe uymak mecburîdir. Uyulmazsa günah olur. Zaten her yerde kanunlara uymak şarttır. Aksi takdirde insan zarara uğrar. Kendisini tehlikeye atmak ve zarara uğramak dinen câiz değildir. Yol boş iken kırmızı ışıkta geçmek, mahzurlu değil ise de, bu bile Amerika ve benzeri ülkelerde cezaya sebebiyet verebilir.
    8 Aralık 2011 Perşembe
  • Sual: Arabayı hızlı kullanmak veya yan şeritteki başka bir arabayı tahrik edip yarışa girişmek gibi şeyler için haram denebilir mi?
    Cevab: Trafik kaideleri örf hükmündedir. Örf, İslâmiyette delildir. Uyulması vâcibdir. Uyulmazsa günaha girilir. Hele bir zarar doğarsa, günah daha da katlanır. Kanunlara riayet ise her Müslümanın uyması gereken bir vecibedir. Aksi takdirde kendisini tehlikeye atmış ve zarara uğramış olur ki âyet ve hadîslerle yasaklanmıştır.
    8 Aralık 2011 Perşembe
  • Sual: Kur’an-ı kerîme aklına göre mânâ vermenin küfr olduğu hadîs-i şerifte bildiriliyor. Bu halde Kur’an-ı kerîm okurken mümkün mertebe hiç bir şey düşünmemek mi gerekir?
    Cevab: Kur’an-ı kerime mânâ vermek değil, aklına göre hüküm çıkarmak haram veya küfrdür. Yoksa Arapça bilen birinin Kur’an-ı kerim okunurken mânâsını düşünmesi çok sevaptır. Fıkıh kitaplarında Kur’an-ı kerim okumanın en sevaplısı mânâsını anlayarak okumaktır, diyor. Mânâ vermek başkadır, hüküm çıkarmak başkadır. Hüküm çıkartmak müctehid âlimin işidir. Eskiler "Hiç değilse namazda okuduğunuz surelerin manasını anlayacak kadar Arapça öğrenin" tavsiyesinde bulunurdu.
    8 Aralık 2011 Perşembe
  • Sual: Açık arttırma caiz midir?
    Cevab: Câizdir. Satıcı icaba davete der, alıcılardan gelen her bir teklif icab, satıcının kabulü ise kabuldür.
    8 Aralık 2011 Perşembe
  • Sual: İçki satılan büyük marketlerden tenzilatta olan mamulleri satın almakta mahzur var mıdır?
    Cevab: İçki satılan dükkândan alışveriş yapmak câiz ise de tayyip değildir.
    8 Aralık 2011 Perşembe
  • Sual: Sabah namazında cemaat varken sünnet kılınır mı? Sabah namazının sünneti vacib midir sünnet midir?
    Cevab: Sabahın farzı cemaatla kılınmaya başlanmışsa, sünnete başlamak mekruhtur. Ancak cemaate yetişebileceğini gözü kesiyorsa, dışarıda veya bir direk arkasında hemen kılınıp cemaata uyulur. Sabah namazının sünneti esah kavle göre sünnet-i müekkededir.
    8 Aralık 2011 Perşembe
  • Sual: İslâm hukukunda İslâm beldesinde başka bir dine ait ibâdethâne açılabilmesi mümkün müdür? Bu mevzuda Fatih Sultan Mehmed'in Ermeniler'e müsamaha gösterdiği söylenmektedir. Doğru mudur?
    Cevab: Gayrımüslimlerin bir yerde ibâdethâne açması sulh anlaşmasının hükümlerine tâbidir. O belde sulh ile değil de, savaş ile alınmışsa, gayrımüslimler kaideten yeni mabed açamazlar. Ama hükümdar izin verirse açabilirler. Osmanlılarda da böyle cereyan etmiştir. Sadece Ermenilere değil hepsine aynı statü tanınmıştır. Ermeniler Bizans zamanında mezhep farklılığı sebebiyle çok zahmet çekerdi. Osmanlılar bunların vaziyetini iyileştirmiştir.
    8 Aralık 2011 Perşembe
  • Sual: Nişan ile nikâh yapılmış olur mu?
    Cevab: Nişanlanma ile nikâhlanılmış olmaz. Nikâh vaadidir, söz vermedir; ama nikâh değildir. Hiç bir sebep göstermeksizin vazgeçilebilir. Vazgeçmek günah değildir.
    23 Aralık 2011 Cuma
  • Sual: Tek başına namaz kılan, her namazdan evvel ezan okumalı mıdır? Okumazsa sadece sünnet sevabından mahrum mı kalır?
    Cevab: Mahallesindeki câmide okunan ezan ve ikamet, onun için de okunmuş sayılır. Evde yalnız kılarken ezan okuması gerekmez. Okursa evlâ olur.
    23 Aralık 2011 Cuma
  • Sual: Alınan malların tek tek fiyatını değil de toplam fiyatı ödeyerek yapılan bey fâsid midir?
    Cevab: Fiyatı bilmek lâzım değildir. Kasaya ödeme yaparken, “Borcum ne kadar?” diye sorulsa veya hiç sormadan kasiyer “Borcunuz şu kadar” deyince, akit sahih olarak kurulmuş olur. Buna götürü satış denir.
    23 Aralık 2011 Cuma
  • Sual: Câmiye çok yakın oturan biri, evinden imama uyabilir mi?
    Cevab: İmamın kendi sesini duymak veya duyanları görmek şarttır, ama yetmez. Câmi ile uyulan ev arasında yol veya nehir varsa, imama uymak sahih olmaz. Câmi avlusuna veya duvarına bitişik evde, pencere açılarak veya balkondan imama uyulabilir.
    23 Aralık 2011 Cuma
  • Sual: Samed diye isim koymak caiz midir?
    Cevab: Allahü teâlânın isimlerinden rahman, hâlık gibi zâtına mahsus olanlar, insanlara isim olmaz. Mecid, metin, aziz, rahim gibi zâtına mahsus olmayanlar ise insanlara da verilebilir. Samed, Allahü teâlânın insanlara konulması câiz olmayan isimlerindendir. Varlığı için kimseye muhtaç olmayan demektir. Abdüssamed koymalıdır. Adı Samed olanlara Samet dendiği için belki kurtarır. Samet, sessiz demektir.
    23 Aralık 2011 Cuma
  • Sual: Ölünün arkasından selâ okumak bid’at mıdır?
    Cevab: İhtilaflıdır. Bid'at diyen de, bid'at değildir diyen de vardır. Okumamak daha iyidir
    23 Aralık 2011 Cuma
  • Sual: Fıkıh kitaplarında “Allahü teâlâya (Tanrı) demeğe izin yoktur. Yani tanrı demek günah olur. Allah ismini kullanmak istemeyip, bunun yerine, tanrı demek veyâ doksandokuz isimden birini bile kullanmak istemek, çok büyük ve çirkin suç olur.” ifadelerinde tam olarak ne kastediliyor?
    Cevab: Âyet-i kerimede, ezanda, sünnetle bildirilen dualarda, Allah isminin yerine, 99 isimden birini bile kullanmak kabahat iken, tanrı nasıl kullanılabilir, demektir. Yani ezan okurken, Allahü ekber yerine tanrı uludur denemeyeceği gibi, Rahîmü ekber de denemez. Bunları, bildirildiği yerlerde veya söylenen yer dışında her yerde kullanmak câizdir. Tanrı ismini de ilah mânâsına kullanmak câizdir. İbâdet kasdetmeksizin, Tanrı böyle istedi, Tanrı misafiri, Tanrım beni affet gibi ifadeler kullanılabilir. Nitekim Mızraklı İlmihalde “Tanrı teâlâ” diye çok geçer. “Tanrım” sözü, “İlahî” kelimesinin Türkçesidir. Yine de, memleketimizde bu hususta bir suikast (kötü niyet) olduğu için, Müslümanların buna bile içi sinmemektedir.
    23 Aralık 2011 Cuma
  • Sual: Alışverişi ezan vakti yapmak mı mekruh, yoksa ezanı duyduğunda mı?
    Cevab: Cuma günü iç ezanla imam selâm verene kadar alışveriş mekruhtur. Bunun dışında, ezanı işiten her Müslümanın câmiye gitmesi sünnet-i müekkededir.
    23 Aralık 2011 Cuma
  • Sual: Bayram namazının ikinci rek’atinin dördüncü tekbirinde imam rükü’ yerine doğrudan secdeye gitse ve sehiv secdesi yapmazsa ne olur?
    Cevab: Rükü’ farzdır. Hatırına gelince dönüp rükü’yu yapar, tekrar secde edip sehv secdesi yapar. Selâm vermişse, namazı iade gerekir.
    23 Aralık 2011 Cuma
  • Sual: Sınırsız yiyecek şu kadar diye ilan eden bir lokantaya veya pizzacıya iki arkadaş gidip, bir kişilik sınırsız menü söyleyerek, ikisi beraber yiyebilir mi?
    Cevab: Sınırsız yiyecek demek, yiyebildiğin kadar demektir. Bu yemeği ikinci biriyle paylaşmak câiz olmaz. Zaten lokantalar da buna izin vermemektedir. Hamama iki kişi gidip, bir kişi parası vererek, "Arkadaşım benim yıkanacağım suyun yarısı ile yıkanacak" demeye benzer.
    27 Aralık 2011 Salı
  • Sual: “Hukukun Serüveni” kitabınızı inceliyorum. Yararlanıyorum. Ancak kitabınızda geçen aşağıdaki noktaları biraz açar mısınız? Bunları savunan kaynaklar var mı? Günümüzde bedeni cezalar öngören bir hukuk dizgesi benimsenebilir mi? Nasıl hükümlüyü iyileştirir, insan haysiyetine denk düşer?
    1-İslam hukukunun temel özellikleri, dinsel, bağımsız, küresel, sonsuza dek sürekli, saymaca/olaycı (kazuistik) ve daha çok hukukçular hukuku olduğu ileri sürülmüştür. Ancak bunlardan bağımsızlık, küresellik, sonsuza dek süreklilik her hukuk dizgesinin elbette amacıdır. Son, gerçek ve sonsuza dek kuralları geçerli dine dayalı bir hukuksa elbette bu iddialarla ortaya çıkması olağandır. Ancak önemli olan amaç değil, bu amacı gerçekleştirebilecek bir dizge olup olmadığıdır.
    2-İslam suç hukukuna egemen ilkelerin şunlar olduğu belirtilmiştir: 1-Ceza, suçu önleyici niteliklte olmalıdır. 2-Ağır suçlar için ağır ceza verilmelidir. 3-Ceza verilen zararı giderici olmalıdır. 4-Ceza suçluyu iyileştirmelidir. 5-Ceza suçun ağırlığıyla orantılı olmalıdır. 6-Cezanın çektirilmesi suçluyu yok etmemelidir ya da ezmemelidir. 7-Ceza aynı suçu işleyen herkes için eşit olmalıdır. 8-Ceza başına buyruk değil, hukukun kaynaklarındaki belirlemelere göre verilmelidir. 9-Ceza insan haysiyetine uygun olarak yerine getirilmelidir.
    Cevab: Hukukun Serüveni’nin yazılmasından maksat umumi hukuk tarihini kısaca ortaya koymaktır. Takdir edersiniz ki İslâm hukuku da burada yerini alacaktır, ama etraflı anlatmaya yer müsait değildir. Üstelik kolay okunması ve hacmini büyütmemek endişesiyle, dipnotlarda kaynak vermekten kaçındım. Burada İslâm hukuku ile alakalı bilgiler benim İslâm Hukuku, İslâm Hukuku Tarihi ve Osmanlı Hukuku adlı kitaplarımdan özetlenerek alınmıştır.
    İslâm hukukunun dinsel, küresel, sürekli oluşundan maksat, tamamen somut özelliklerdir. Bağımsızlık, Roma ve Yahudi hukuku gibi hukuk sistemlerinden müstakil olarak doğup geliştiğini; küresellik ve süreklilik, İslâm hukukunun, pozitif olarak geçerli olmadığı yer ve zamanda yaşayan her müslümanı -uhrevî müeyyide tehdidiyle- kendisine uymakla mükellef tuttuğunu ifade eder. Yani bir İslâm devleti vatandaşı, herhangi bir sebeple Fransa’da bulunurken bile, evlenirken, alış-veriş yaparken, mülkiyet hakkı kurarken İslâm hukuku prensiplerine uyması İslâm dininin gereğidir. (Hatta bu Müslüman İslâm ülkesine döndüğü zaman, bazı hukukçulara göre İslâm devletinin yargı yetkisi içine girer ve dünyevî müeyyide ile karşılaşır.) Veya vaktiyle Moğolların istila ettiği yerlerde olduğu gibi bir ülkede İslâm hukuku tatbikattan kaldırılsa bile, buradaki Müslümanların hususi hayatlarında İslâm hukukuna uyma mecburiyeti devam eder. Şu kadar ki bu son iki halde İslâm ceza hukuku, tatbik mercii devlet bulunmadığı için tatbik edilemez. İslâm hukuku, bu bakımdan pozitif hukuk sistemlerinden ayrılıyor. Fakat şimdi bir Türk vatandaşının Fransa’da iken Türkiye kanunlarına uyması veya Türkiye’de iken bile, kaldırılan bir kanunla bağlı olması düşünülemez.
    Ceza hukukundaki bu prensipleri, münferid hükümlerden istifade ederek ben topladım. Bunlar Osmanlı Hukuku adlı kitabımda daha etraflı anlatılmaktadır. Bu sahada Mısırlı avukat Abdülkadir Udeh’in Türkçeye de çevrilen İslam Ceza Hukuku ve Beşeri Hukuk ve Prof. Cevat Akşit’in İslam Ceza Hukuku ve İnsani Hükümler adında iki çalışması da vardır.
    İslâm hukukunun kabul ettiği aslî cezanın bedenî ceza olduğunu, para ve hapis cezalarının istisnai olduğunu elinizdeki kitabımda da belirttim. Bunun günümüz anlayışına elverişliliği veya insan haysiyetiyle uygun düşüp düşmediği hususunda - felsefî ve sosyolojik yanı ağır bastığı için- pek fikir yürütmedim. Nihayet bu kitap münhasıran bir hukuk tarihi çalışmasıdır. Sadece her hukukun kendi mekân ve zamanında, anakronizme düşmeden değerlendirilmesi kanaatindeyim. Bir başka deyişle bir hukuk sistemi, o sistemi oluşturan cemiyet ve insan yapısından bağımsız ele alınamaz. İslâm hukukunun da, bu hukuku doğuran cemiyet için tutarlı hükümler içerdiği söylenebilir. Bugün, bu cemiyet ve ferd yapısı içinde, mesela zinayı veya hırsızlığı böyle ağır bir cezayla cezalandırmanın, adaletin tecellisine ne derece elverişli olacağı söz götürür. İslâm hukuku, bir takım düzenlemeler getirirken, bu hükmün tatbikini kolaylaştıran tedbirler alıyor; diğer hükümleriyle bunun tatbikinin tutarlı oluşunu sağlamaya çalışıyor. Bunun içinden bir veya birkaç hükmün çekilip alınarak, başka bir topluma adapte edilmesi mümkün değil kanısındayım. Şu kadar ki, günümüzdeki cezalandırma anlayışının adaleti gerçekleştirmeye ne derece elverişli olduğu hususunda da kuşkularım vardır.
    27 Aralık 2011 Salı
  • Sual: Anne babanın günah olmayan emirlerine uymanın farz olduğu bildiriliyor. Ama evlilik meselesi anlatılırken anne “Şununla evlenmeyeceksin!” derse, buna itaat lâzım gelmez deniyor. Arada tenakuz yok mudur?
    Cevab: Hükûmetin ve anne-babanın günah ve keyfî olmayan emirlerine uymak vâcibdir. Aksi halde değildir. Anne-babanın isteği dine uygun ve keyfî değilse uyulur. Evlenmeyeceksin dediği zaman şer'î bir sebep varsa, uymak lâzımdır. Kendilerine hizmet edilmesine dair isteklerine mutlaka uyulur. Ama keyfî bile olsa anne-babanın emirlerine uyan saadeti kazanır.
    31 Aralık 2011 Cumartesi
  • Sual: Anne babanın emirlerinden kendileri için olanı yapmak, meselâ anne "Oğlum bana su getir!" derse bunları yapmak farz olur. Fakat çocuğu için isterse, meselâ "Şu işte çalışacaksın, şu kahveye gitmeyeceksin, o arkadaşınla görüşmeyeceksin" gibi emirlerine itaat etmemek câizdir diye biliyorum. Doğru mudur?
    Cevab: Anne ve babanın emirleri şeriata uygun ve maslahata muvafık ise, yani keyfî değilse dinlemek vâcibdir. Şeriata aykırı veya keyfî emirlerine uymak gerekmez. Namaz kılmayacaksın, içki içeceksin derse veya iyi birisi olduğu halde bir arkadaşıyla görüşmesini yasaklarsa böyledir. Ama karşı da gelinmez, idare edilir.
    31 Aralık 2011 Cumartesi
  • Sual: Emniyet kemerini takmamak tevekkül müdür?
    Cevab: Sebeplere yapışmadan tevekkül edilmez. Ettiğini zanneden, Allah'ı imtihan etmiş gibi olur.
    31 Aralık 2011 Cumartesi
  • Sual: Altı ay kadar önce evlendim. Düğün masrafları vs. için kredi kullandım. Daha sonra pişman oldum. Bir yere sordum. Gelen cevapta bankadan kredi alınan paranın kendisinin haram olduğu söylendi. Şimdi ne yapabilirim?
    Cevab: Bankadan fâiz ile kredi almak ve fâiz ödemek câiz değildir. Bu şekilde bir kredi alınmışsa, fâsiddir. Bozulması gerekir. Fâsid akid ile alınan mal veya para mülk olur ise de, kullanmak câiz değildir. Akdi bozup, iâde etmek gerekir. Akdi bozmak mümkün değil ise, artık yapacak bir şey yoktur. Tövbe edilir. Bununla alınan eşyalar haram olmaz. İslâm hukukuna göre idare edilmeyen memleketlerde, karşılıklı rıza ile ve müslümanın menfaatine olmak şartıyla fâsid yoldan alınan mal veya paranın haram olmadığı İmam Ebu Hanife ve İmam Muhammed tarafından ictihad buyurulmuştur. Fıkıh kitaplarında, fâiz alma hâlinde, sadece fâizin değil, o paranın tamamının haram olduğu sözü, fâiz olarak alınan fazlalık sahibine geri verilip tövbe edilmedikçe geri kalan parayı (anaparayı) kullanmak helâl olmaz mânâsına gelir. Bunun da muhatabı fâizle borç veren, yani bankadır.
    10 Ocak 2012 Salı
  • Sual: Bir arkadaşım, Osmanlılar zamanında İstanbul hariç olmak üzere yeni fethedilen yerlerde câmiden önce dârülhadîs yapıldığını söyledi. Bu bilgi doğru mudur? Dârülhadîs’e, câmiden daha fazla değer verilmesinin sebebi nedir?
    Cevab: Dârülhadîs, her ne kadar hadîs-i şerif ilmi öğretilen medrese mânâsına geliyor ise de, Osmanlılarda lisans üstü tedrisat yapan bir medresedir. İstanbul gibi büyük birkaç yerde vardır. İstanbul’dakini Sultan Kanuni yaptırmıştır. Arkadaşınızın sözü doğru değildir. Bir yer fethedildiği zaman, ilk Cuma günü Cuma namazı kılmak farzdır. Bunun için o şehirde derhal bir câmi yapılır. Mabed, bir şehrin kalbidir. Dârülhadîs binası olmasa da, tedrisat yapmak, ilim öğretmek mümkündür. Bir başka deyişle, ilim için binaya ihtiyaç yoktur. İbâdet için vardır.
    10 Ocak 2012 Salı
  • Sual: Talâk-ı bâin olunca, iddet zamanı içinde yeniden nikâh yaparak aynı kadınla evlenebilir mi? İddetin bitmesini mi beklemesi gerekir?
    Cevab: Talâk-ı bâin iddeti içinde koca yeni bir nikâhla zevcesini alabilir. Ancak başka bir adamla evlenebilmesi için iddetin bitmesi gerekir.
    10 Ocak 2012 Salı
  • Sual: Osmanlı Devleti'nde işkence yapıldığı, bu işkencelerin türlü türlü olduğuna dair bazı kitaplardan nakiller yapılıyor. Bunların aslı var mıdır?
    Cevab: İslâm hukuku işkencenin her türlüsünü yasaklar. Hayvanlara bile eziyet câiz değildir. Güya Osmanlılardaki işkence resimlerini ecnebi seyyahlar muhayyilelerinden çizmiştir. Harem gibi. Aslı yoktur. Gerçi bir cemiyette salahiyet ve güçlerini suiistimal edenler, sadistler her zaman bulunur. Suçlunun cezası bellidir. Suçu itiraf ettirmek için işkence yapılmaz. Çünki işkence korkusundan yalan söyleyebilir. Bu itiraf da makbul olmaz. Ancak bazı hallerde suç sâbit olduktan sonra, meselâ silahı veya cesedi yahud suç ortağını göstermesi için suçluya dayak atılabilir. Dayak zaten aslî bir cezadır. İşkencenin ustası İtalyan ve İspanyollardır. Engizisyonun işkenceleri pek meşhurdur.
    10 Ocak 2012 Salı
  • Sual: Kredi çekerek araba almak uygun değil diye biliyorum. Bu zamanda araba zaruret kredi uygun diyenler var. Hangisi doğru acaba?
    Cevab: Faizle kredi ancak zaruret halinde caiz olabilir. Bu da bugün için sadece hiç evi olmayan için oturacağı bir evdir. Çünki ev nafakadandır. Zaruri ihtiyaçtır. Kira ile ev bulmak çok zordur. Araba böyle değildir. Araba almak için kredi çekilmez. Araba zaruri ihtiyaç değildir. Hatta devamlı masraf çeken bir musibettir.
    9 Şubat 2012 Perşembe
  • Sual: Akıllı ve bâliğ olmuş kız ile ailesinin tasvibini almaksızın kıyılan dinî nikâh sahih midir? Kız arkadaşımla geziyorum, fakat aklıma hep beraberken dolaşmakla konuşmakla vakit geçirmekle işlediğim günahlar geliyor. Fakat evlenmek için daha erken işimi yoluma koyamadım. Sırf bu günahlardan korunmak için dinî nikâh kıyılabilir mi?
    Cevab: Böyle bir nikâh Hanefî mezhebinde sahihtir. Fakat nikâh evlilik mukaddimesidir. Flört vesilesi değildir. Nikâhlanınca arada hak ve hukuk doğar. Kadının fiillerinden erkek mesul olur. Ölürse vâris olur. Nafaka vermesi icab eder. Bir kızla flört edeyim de günaha girmeyim diye nikâh kıymak doğru değildir. Allah herkesin kalbinden geçeni bilir. Sonra bu kızdan ayrılınca, ne olacaktır? Bu kız dul mudur, kız mıdır? Siz böyle bir kızla evlenir misiniz? Böyle bir erkekle gizlice nikâh kıyan kızdan da hayır gelir mi? Bir müslüman erkeğin kız arkadaşı olmaz. Evleneceği zaman uygun bir kız bulur. Şerefiyle evlenir. Diğer üç mezhebde kızın velisinin bulunmadığı ve yapmadığı nikâh sahih değildir. Hanefîlerden İmam Muhammed’e göre kızın velisi izin vermedikçe, nikâh sahih değildir.
    9 Şubat 2012 Perşembe
  • Sual: Neye dokunsam, neye baksam şehvetleniyormuşum gibi oluyor. Diyelim, eşime şehvetliyim. O an hürmet-i müsahere olacak birine dokunduğumda sanki şehvet duyuyorum gibi geliyor. Her hangi bir şekilde şehvetliyken birine dokunulsa şehvet duyuyormuş gibi olsa hürmet-i müsahere oluyor mu?
    Cevab: Gibi ile olmaz. Bir kadın, kayınpederine veya oğluna şehvetle dokunursa, Hanefî mezhebinde kocası kendisine haram olur. Bu da kolay kolay olacak bir şey değildir. Hürmet-i müsahere teşekkül etmesi zordur. Vesvese caiz değildir. Olursa olsun demelisiniz. Şâfiî mezhebinde böyle hürmet-i musahere yoktur. Bunu düşünürsünüz.
    9 Şubat 2012 Perşembe
  • Sual: Mâlikî mezhebini taklit eden kimse, abdestli olduğunu sanarak namaz kılsa, daha sonra abdestini bozduğunu hatırlasa, abdestsiz namaz kıldığı için o namazı kazâ etmesi gerekir mi?
    Cevab: Vakit içinde anlarsa iade eder. Vakit çıktıktan sonra anlarsa kaza etmesi gerekmez.
    9 Şubat 2012 Perşembe
  • Sual: Mızraklı İlmihal’de Namazda İmamet bahsinde şöyle bir ibare var: "Lâhık, iftitah tekbirini imam ile beraber almış, fakat sonra kendisine hades vâki olduğundan, abdest alıp, tekrar imama uyana denir. Bu kimse, yine evvelce olduğu gibi kıraatsiz, rükû' ve sücûd tesbihlerini ederek namazını kılar. O kişi, eğer dünya kelâmı söylememiş ise, imamın ardında gibidir. Lâkin câmiden çıktıktan sonra, pek yakın yerden abdestini almalıdır. Zira, çok ileriye giderse, namazı fâsid olur diyen vardır". İleriden kasıt nedir?
    Cevab: Yakın yerde abdest alma imkânı varken uzağa giderse demektir.
    9 Şubat 2012 Perşembe
  • Sual: Mızraklı İlmihal’de "Cum'anın mekruhları beştir: Evveli, hatib efendi hutbede iken selâm vermektir. İkincisi Kur'an-ı Kerim okumaktır. Üçüncüsü ..." diye bir ibare var. Altı çizilen yerde kastedilen nedir?
    Cevab: Hatib hutbede iken, cemaat Kur'an-ı kerim okumaz.
    9 Şubat 2012 Perşembe
  • Sual: Eşimle çok şiddetli bir kavga esnasında “Yok arkadaş, bu böyle olmayacak” dedim. Bu kelimenin nikâh bakımından bir tehlikesi var mıdır?
    Cevab: Nikâha zararı yoktur. Nikâhı bozmaya delâlet eden “Babanın evine git!”, “Bana örtün!”, “Bana yabancısın!” gibi sözlerin boşama niyetiyle ve mâzi sigasıyla (geçmiş zaman kipiyle) söylenmesi hâlinde bir bâin (ayırıcı) talâk olur.
    9 Şubat 2012 Perşembe
  • Sual: Konut kredisi kullanmaya dair hükümleri biraz açıklar mısınız? Kredi sözleşmesi imzalanırken yapılabilecek birkaç değişiklikle muamelenin câiz kılınması mümkün müdür? Bazı bankaların katılım katkı payı adıyla aldığının hükmü nedir? Banka çalışanının krediyi vermede salahiyetli olup olmadığını bilmeden krediyi tahsil etmede alıcıya düşen bir araştırma mükellefiyeti var mıdır?
    Cevab: Banka muamelelerini tek taraflı olarak değiştirmek kolay değildir. Kanun ve nizama bağlıdır. Resmî vesikalarla tanzim edilmesi gerekir. Banka çalışanı bankanın vekilidir. Ama o da kendi insiyatifi ile bu resmî hükümleri değiştiremez. Esas olan yazılan mukaveledir. Ancak evi banka satın alıp kâr koyarak size satabilir. Fâiz için de ucuz bir malı size veresiye satar. Buna muamele satışı denir. Ancak böyle câiz olabilir. Hiç evi olmayanın ve karz bulamayan kimsenin, nafakadan olduğundan dolayı, bir ev almak için, fâizle kredi almasına izin verilir. Bu zamanda kira öder gibi taksit ödendiğinden böyle almak elverişli olmaktadır.
    9 Şubat 2012 Perşembe
  • Sual: Sarhoş halde bir insanın abdesti geçerli olur mu? Aldığı abdestle namaz kılabilir mi?
    Cevab: Sarhoşun abdesti sahihtir. Sarhoş iken namaz kılamaz. Yürürken sallanacak kadar sarhoş olanın abdesti de bozulur.
    9 Şubat 2012 Perşembe
  • Sual: Helâya namaz takkesi ile girmek sünnet midir?
    Cevab: Helâya başı örtülü girmek müstehabdır.
    9 Şubat 2012 Perşembe
  • Sual: Okula giderken gözlerime rimel sürüyorum. Okulda abdest almama engel olur mu? Rimelimin akan yerini yıkıyorum, ama akmayan yerine su değmiyor. Abdestim olur mu?
    Cevab: Öğrendiğime göre iki çeşit rimel vardır. Bunlardan birisi geçicidir, su ile akıp gidiyor. Bu, abdeste mâni olmasa gerektir. Kalıcı rimel ise, su geçirmez. Bu, abdeste mânidir. Şu kadar ki kadınların mahremi olmayan erkeklere makyajını göstermesinin câiz olmadığı din kitaplarında yazar.
    9 Şubat 2012 Perşembe
  • Sual: Yatarken salevat çekiyorum. “Allahümme salli ala seyyidina Muhammed” diye değil “Sallallahü aleyhi ve sellem” diye getirsem sevabı aynı olur mu?
    Cevab: Birincide isim bildiriliyor. İkincide bir mechullük var. Kime salât olsun? Bu sebeple birincisini söylemelidir.
    9 Şubat 2012 Perşembe
  • Sual: Yatmadan önce saçlarıma yılan yağı ve yüzüme de zeytinyağı sürüyorum. Sabah kalktığımda namaz vakti dar olduğu için yıkamayı namazdan sonraya bırakmak zorunda kalıyorum. Bu hal, abdest ve dolayısıyla namazın sıhhatine bir mâni teşkil eder mi?
    Cevab: Zeytinyağı altına su geçirir, abdeste ve gusle mâni değildir. Yılan yağının ne olduğunu bilmiyorum. Leşin derisi dabağladıkdan sonra; ayrıca kemikleri, sinirleri, boynuzu, tüyü, kılı ve fildişi satılır ve kullanılır. Domuzdan başka eti yenmeyen hayvanlar besmele ile kesilince veya avlayınca derisi sözbirliği ile temiz olur. Eti de temiz olur denildi. Fakat yemesi haramdır. Deri ve etlerini satmak ve fâidelenmek câiz olur. Yılan yağı da bu bakımdan ihtiyaç için kullanılabilir. Altına su geçiriyorsa, abdest ve gusle de mâni teşkil etmez.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Hanefî mezhebinde gusül alırken burnu yıkama esnasında genize kadar su çekilmesi gerektiği, aksi takdirde guslün sahih olmayacağı belirtiliyor. Hanefî ve diğer mezhebler bakımından suyu genize kadar çekmek gerekiyor mu?
    Cevab: Guslde ağzı yıkamak farzdır. Gargara yapmak oruçlu değil ise sünnettir. Burnu üst kemiğe kadar yıkamak farzdır. Suyu genize kadar ulaştırmak sünnettir. Gusl ve abdestte ağzın ve burnun içini yıkamak Mâlikîde farz değil, sünnettir.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Hanefîyim ve bir özür sebebiyle Mâlikî’yi taklit ediyorum. Göğsümden çok sıklıkla sarı su geliyor. Ne zaman geldiğini bilemiyorum, daha sonra giysimde görüyorum. Bu gelen sarı su Hanefî ve Mâlikî’de abdestimi bozar mı? Başka özür hâlim için Mâlikîyi taklit ediyordum; bu gelen sarı su için de taklid etsem Mâlikî’ye göre abdestim olur mu?
    Cevab: Bu sarı su acıyla, sızıyla çıkıyorsa, abdesti bozar. Aksi takdirde bozmaz (İbni Abidin). Acıyla geliyor ve abdest almak imkânı olmuyorsa, bütün şart ve müfsidlerine uymak şartıyla Mâlikî mezhebi taklid edilebilir.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: İmam nikâhı, bir imam olmadan birbirini seven iki kişi arasında Allah tarafından kıyılıyor mu?
    Cevab: İslâmiyette nikâh erkek ve kadının rızâlarını iki şâhidin huzurunda ortaya koymaları ile olur. İmamın bulunması şart değilse de, nikâhın şartlarını iyi bilmesi umulduğu ve bereket için dua edilmesi için imam kıymaktadır. Bahsettiğiniz şekilde bir nikâh yoktur.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Mâlikî mezhebini taklit eden kimse Mâlikî’de vâcib olan bir şey kendi mezhebinde mekruh ise vâcib olanı yapar mı?
    Cevab: Mezheb taklidinde şart ve müfsidlere uyulur. Sünnet ve mekruhlara uymak gerekmez. Mâlikî’de vâcib yoktur. Farz ve sünnet vardır. Farza uyulur, sünnete uymak şart değildir. Uyulursa iyi olur.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Nikâhın dinîsi veya resmîsi olmaz, nikâhtan maksat duyurmak, yani erkek ve kız birbirlerini iki müslüman şahit huzurunda isterlerse nikâh geçerlidir deniyor. Düğün yapılmadan resmî nikâh yapılırsa, yani herkese duyurulursa, nikâh geçerli midir?
    Cevab: Nikâhın dinîsi, resmîsi olmaz. Nikâh bir tanedir. İslâmiyette alışveriş ve kira dâhil bütün akitler dinîdir. Yani şartlarına uyulmazsa sahih olmaz ve ayrıca günah olur. İki taraf veya vekilleri, iki şahit huzurunda aldım vardım deyince nikâh olur. Resmî nikâhta, dinin aradığı şartlar çoğu zaman tahakkuk etmemektedir. Onun için dinî nikâhı yaptırmalı; belediye kaydını da mutlaka yerine getirerek suçlu vaziyete düşmekten kaçınmalıdır.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Birinden şunu işittim: "Evlenmeden önce kaynanasının, isteyerek veya istemeyerek avret yerini görse, şehvetli veya şehvetsiz baksa, bu kadının kızı Hanefî fıkhına göre o kimseye haramdır." Böyle bir şey var mıdır? Varsa kadının saçı da avret yeridir. Başı açık gezen bir kadının kızını almak câiz olur mu?
    Cevab: Bakmakla hürmet olmaz. Ancak bir kadının fercinin içine şehvetle bakarsa hürmet doğar. Bu kadının kızını alamaz. Böyle bir şey de kolay kolay olamaz.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Mezheplerin telfiki niçin caiz değildir? Herhangi bir ehl-i sünnet âliminin herhangi bir husustaki ictihadını (meselâ abdestte) sistem halinde taklid etmenin gerekliliği nedir?
    Cevab: Mezheblerin telfiki icma ile yasaklanmıştır. Mezheblerin ihtilaf ettiği hususlarda bunların hiç birisine uymayan beşinci bir görüş bildirmek icma’ya aykırı olur. Usul kitaplarında böyle yazar. Bu naklî delildir. Aklî delile gelince: Bir ibâdet veya amelin bütün şart ve unsurlarıyla yapılması halinde o ibadet veya amelden söz edilebilir. Aksi takdirde kerpiç, tuğla, ahşap karışımı bir duvar örülmüş gibi olur. Benim İslâm Hukuku kitabımda tafsilat vardır. Oraya müracaatınızı tavsiye ederim.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Haram mal satan (içki, domuz eti vs.) bir yerden helâl olan bir ihtiyaç malzemesini almanın hükmü nedir? Oradan alınan para üstü ile yapılan alış-veriş fâsid olur mu?
    Cevab: Malı helâl ve haram ile karışık kimse ile muamele yapmak câizdir. Böyle bir kimseye mal satıp bedelini almak câiz olduğu gibi, bu kimseden mal alıp para verdikten sonra para üstü de alınabilir. Ancak böyle haram olan mal satmayan emsali varken buradan almamak iyi olur. Meselâ şarap satın alan birinin verdiği parayı bakkal kasaya koymadan size verirse, bu para üstünü almak uygun değildir. Çünki şarap Müslüman için mal değildir. Böyle bir satış câiz olmadığı için, o para da bakkalın malı olmaz. Size de veremez. Ancak parayı kasaya koyup diğer helâl parayla karıştırınca bu mahzur ortadan kalkar.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Dört semâvî kitap ve suhuflar için gökten indirilmiştir ifadesi kullanılır. Gökten indirilmiştir ifadesi ne mânâya gelir?
    Cevab: Gökler, varlık âleminin bitip, bizim için yokluk âleminin başladığı yerdir. Yıldız, ay ve güneşin bulunduğu gök (semâ) demek değildir. Melekût âlemidir.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Rüyada ihtilâmdan korunmak için okunacak bir dua, tesbih ya da âyet-i kerime var mıdır?
    Cevab: Erkeğin ihtilâmdan kurtulması için, yatarken ılık duş alması, ana rahmindeki cenin gibi büzülerek yatması, haftada bir veya iki kere istimnâ yapması tavsiye edilir. İhtilâm tabiî bir ihtiyaçtır. Vücuda teşekkül eden erkeklik cevherinin tabiî bir yolla dışarı atılması demektir. İhtilâm olmazsa, hastalık zuhur eder. Çok sık oluyorsa, evlenme imkânı yoksa, yukarıdaki tedbirler de işe yaramazsa, tedavi olmalıdır. Vesveseye de itibar etmemelidir.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Nikâhımda vekilim vardı. Babam da nikâhta bulundu. Şâhidler kimdi, sâlih kişiler miydi, tam olarak bilmiyorum. Ama orada başka sâlih kişiler vardı. Bu nikâh Şâfiî mezhebine uygun mudur?
    Cevab: Şâfiîde nikâhı bizzat kızın velisi kıyar. Yani icab veya kabulde bulunan, kızın kendisi değil, velîsidir. Ayrıca iki erkek ve sâlih şâhid gerekir. Eğer akdi velîniz yapmış ve orada bulunan sâlih kişiler de en az iki erkek Müslüman ise nikâh Şâfiî mezhebine göre sahihtir.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Sünneti kılarken son rek’atta cemaatin ilk rek’atına yetişmek için salli, bârik ve rabbenâlar okunmasa olur mu?
    Cevab: Olmaz. Süratli okumalıdır.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Namazdan sonra tesbihat yapılmadan dua edilebilir mi?
    Cevab: Edilebilir. Ancak tesbihatın sevabından mahrum kalınır.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: İnek sütüne bir kadının sütü karışsa veya başka bir yiyeceğe ve bunu küçük bir çocuk yese içse o kadının süt çocuğu olur mu?
    Cevab: Kadın sütü ile pişmiş yemeği yemekle, süt çocuğu olmaz. Pişmemiş ise, yarıdan çok olunca, süt çocuğu olur. (İbni Abidin)
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Hanefî bir kadın akıntısı geldiği için her namaz vaktinde abdest mi tazelemesi gerekiyor?
    Cevab: Herhangi bir namaz vakti içinde, namaz vaktinin başından sonuna kadar, abdest alıp, yalnız farzı kılacak kadar bir zaman, abdestli kalamıyan kimse, özrü gördüğü andan itibaren, özür sahibi olur. Akıntı, hep mevcut olur, yani bir namaz vaktinin başından sonuna kadar, bir abdest alıp, farzı kılacak kadar durdurulamazsa, o kimse, özür sahibi olur. Bir namaz vakti girdikten, farzı kılacak kadar zaman sonra özür başlasa, vaktin sonu yaklaşıncaya kadar bekler, hiç durmadı ise, vaktin sonunda abdest alıp, o vaktin namazını kılar. Namaz vakti çıktıktan sonra, sonraki namaz vakti içinde durursa, önceki namazını iade eder. İkinci namaz vaktinin başından sonuna kadar hiç kesilmezse, özür sahibi olduğu anlaşılır ve kılmış olduğu önceki vaktin namazını iade etmez. Akıntı devamlı gelmeyeceği için, kesilince abdest alıp namaz kılar. Devamlı geliyor, özür sahibi olur. (İbni Abidin)
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Yeni doğan çocuğa “Allah bağışlasın” deniyor. Çocuk günahsız değil midir?
    Cevab: Allah bağışlasın, Allah canını bağışlasın demektir. Allah günahını bağışlasın demek değildir.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Zeyd evli olan Hind’e zinâ iftirasında bulundu. Daha sonra Hind recmedilerek öldürüldü. Bundan sonra Zeyd vicdanım rahat değil diyerek Hind’in yakınlarına ve de hâkime zina iftirasında bulunduğunu, aslında Hind’in suçsuz olduğunu itiraf etti. Böyle bir halde Zeyd’e zina iftirası cezası dışında bir ceza verilir mi?
    Cevab: Recm cezası verildikten sonra şahidlerden biri şahidlikten dönerse, kazf (zina iftirası) haddi vurulur ve diyetin dörtte birini öder. Ayrıca ta’zir cezası da verilebilir. Diyet mikdarı vaziyete göre hataen veya kasıt benzeri adam öldürmenin diyetidir. (İbni Abidin)
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Kur'an-ı kerimi tutmadan, abdestsiz olarak, meselâ bir arkadaşımızın elinde, bakarak ve sesli okumamız caiz midir?
    Cevab: Kur’an-ı kerimi abdestsiz tutmak câiz değildir; ezberden veya el sürmeden bakarak yüksek sesle okumak caizdir. Cünüp ve hayızlı ise tutmadan da, ezberden de okuyamaz.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: "Amin" yerine "Amen" demenin hükmü nedir? Şaka ile söylenirse küfre sebep olur mu?
    Cevab: İkisi de aynı manaya gelir. Aslı Aramicedir. Amen kelimesi de Arapçada ve Kur’an-ı kerimde geçer. Küfre sebep olmadığı gibi, namazı da bozmaz. Amin yerine ısrarla veya şaka ile amen demek, yine de gayrımüslimlere benzemek bakımından doğru değildir.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Abdestsiz olarak internet üzerinden Kur’an-ı Kerim okunabilir mi? Yüzünden abdestsiz olarak Kur’an-ı Kerim okunabilir mi?
    Cevab: Abdestsiz olarak yüzünden el sürmeksizin Kur'an-ı kerim okumak caizdir. Mushafa el sürmek caiz olmadığı gibi, kâğıtta veya ekranda yazılı Kur'an-ı kerime de abdestsiz el sürmek caiz değildir. Cünübün ve hayızlının yüzünden de, ezberden de okuması caiz değildir.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Gece çöp atmanın, bebek bezi atmanın bir mahzuru var mıdır?
    Cevab: Gece çöp atmanın cinlere zarar verdiğine dair bir kanaat vardır. Bu sebeple atılırsa, destur deyip öyle atmalıdır.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Yanında başını örtecek bir şeyi bulunmayan kişi, cemaate o halde katılmalı mı, yoksa cemaatin bitmesini bekleyip, bitirenlerden birinin takkesini mi kullanmalıdır?
    Cevab: Takkesini unutan veya başını örtecek bir şey bulamayan kimse, başı açık kılar. Mekruh olmaz. Çünki kasıt yoktur. Böylece cemaate uymalıdır. Başkasından takke istemek doğru değildir.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Câmide cemaate uyarken takkesi olmadığını fark eden, yine de uymalı mı, yoksa eve dönüp yalnız mı kılmalı?
    Cevab: Unutmak veya bulamamak özürdür. Cemaatle kılmalıdır.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Cemaatle namaz kılınırken cemaate uymayıp farklı odada beklenilse caiz olur mu?
    Cevab: Câminin içinde cemaate uymadan beklemek mekruh olur. Kapalı başka odada câiz olur ise de, namazı cemaatle kılmak gerekir.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Musluktan akan su ile abdest alındığında, elleri ve ayakları yıkarken, üç kere olması için, suyun önünden çekip tekrar yıkamak gerekir mi?
    Cevab: Üç kere yıkanacak müddet akar suda tutmak yetişir. Çekmeye gerek yoktur.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Bazı durumlarda yıkamak yaraya zarar vermese bile sargıyı açmak veya yıkamak kan akmasına sebep olabiliyor. Böyle hallerde mesh caiz olur mu?
    Cevab: Bu kanama, zarar vermek demektir. Bu sebeple mesh caiz olur.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Mâlikî mezhebinde elde olmadan bevl, gaz çıkması gibi hallerde abdestin bozulmadığını işittim. Hanefî bir imam, imamette iken, benzer sebeplerle abdesti bozulsa ve abdest almak güç olsa bu kavli taklid edebilir mi?
    Cevab: Mâlikî mezhebindeki bu kavil zaten abdest alması zor olan yaşlı ve hastalarla, câmi imamları gibi abdestinin bozulması fitneye veya dedikoduya sebebiyet verecek olanlar yahud yolcu, talebe gibi abdest alma imkânı bulunmayanlar içindir. Mâlikî mezhebinin namaz için aradığı şart ve müfsidlere riayet etmek suretiyle, yani bu mezhebe göre gusl ve abdesti varsa, bu mezhebde namazın şartlarına uymak şartıyla taklid edebilir.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Fâizden kurtulmak için ıyne ve muamele gibi satışlara şer’an müsaade ediliyor. Fakat bu, niçin fâize bir kılıf uydurma şeklinde anlaşılmamalı? Yani Yahudilerin cumartesi yasağını delmek için yaptıkları şeye benzemiyor mu? Resulullah efendimizin o hususta “Yahudilerin işlediğini siz işlemeyin. Onlar Allah’ın haram kıldığını hilelerin en basit ve adisi ile helal kılmak istediler” şeklinde bir hadisi var. Bu işi Yahudilerin yaptığından ayıran nedir?
    Cevab: Yahudilere böyle bir yol gösterilmemişti. Nefislerine uyarak dinin emirlerini ihlâl ettiler. Müslümanlara ise yol gösterilmiştir. Âyet-i kerime ve hadis-i şerifler hîle-i şer’iyyeye izin veriyor. Arada böyle bir fark vardır.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Muamele ve ıyne satışı ile fâiz aynı yere gelmiyor mu?
    Cevab: Muamele ve ıyne satışı, fâiz yasağından dolayı değil, para kıtlığından dolayı ortaya çıkmış müesseselerdir. Zaruret, fâizi bile mübah kılar. Burada zaruret yoktur, ama sıkı ihtiyaç vardır. İhtiyaç olmadan muamele ve ıyne yapmak zaten mekruhtur. Bu sebeple fâiz değil de, muamele yapılıyor. İkisi aynı yere gelmiyor. Birisi nefs ve hevasına uyarak, diğeri dine uyularak yapılıyor. Maksat nefsine değil, dine uymaktır. Dolayısıyla maksat hâsıl oluyor
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Say bil fesad nedir? Buna dayanarak ölüm cezası verme salahiyeti kimdedir? Bunun için bir mahkeme kararı şart mıdır?
    Cevab: Say bil fesad, fesad hazırlığı yapmak demektir. Bunlar fesad çıkarmadan önce cezalandırılabilir. Çünki fesad doğduktan sonra cezalandırmak fayda etmez. Her ceza için mahkeme kararı gerekir. Padişah, başhâkim olduğu için, bu cezayı mahkemeye götürmeden verebilir. Verdiği hüküm, mahkeme hükmü sayılır.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Kocanın karısını üç talâkla boşaması meselesinde, boşama ifadesi arka arkaya üç kez tekrarlanırsa üç talâk gerçekleşmiş olur mu? Yoksa "Kadın bir temizlik süresi içinde ancak bir kez boşanabilir. Üç talâkın aynı anda verilmesini Peygamber efendimiz tek talâk saymıştır" ifadesi dolayısıyla, bu üç talâğın ayrı ayrı verilmesi mi gerekir?
    Cevab: Boşanma kadının hayz görüp temizlendiği bir zamanda hiç el sürmeden bir defa açık talâk ile boşamak suretiyle gerçekleşir. Bunun hilafına olan boşamalarda, meselâ hayz görüp temizlenmeden evvel bir talâk vermek veya bir defada üç talâk vermek bid’at ve günah olmasına rağmen muteberdir, sahihtir. Bu hususta icma vardır. Ahmed Davudoğlu “Dini Tamir Davasında Din Tahripçileri” adlı eserinde bu meseleyi uzun uzadıya ele alıyor. Eğer boşama ifadesi ayrı birer boşama olarak değil de, önceki talâkı teyid için söylenmişse, ayrı bir talâk sayılmaz.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Kadının şâhidliği mevzuunda Kur’an-ı kerimde ticarî meselelerde bir erkek ile iki kadın şahid şartı vardır. Diğer geçtiği yerlerde (bildiğim kadarıyla) sadece şâhid ifadesi kullanılıyor. Fakat kitaplarda diğer muameleler için de bir erkek ile iki kadının şâhidliğinin gerektiği hususu yazıyor. Bunun dayanağı nedir ve neden Kur’an-ı kerimde sadece bu hususta söylenmiş de, diğer yerlerde söylenmemiştir?
    Cevab: Burada zikr-i cüz, kasd-ı küll vardır. Buradaki hüküm diğerlerine kıyas edilmiştir. Hadlerde kadının şâhidliği hiç muteber değildir. Buna mukabil ebelikle alâkalı hallerde ve ibadetlerde tek kadının beyanı muteberdir.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Kanuni Sultan Süleyman Kanunnâmesi’nde 41, 46 ve 47. maddelerde işkenceden bahsediliyor. Buradaki işkence ifadesi bugün anladığımız mânâda işkence midir, yoksa farklı bir mânâda mı kullanılmıştır?
    Cevab: Suç işlediği hukuken sâbit olan kimseyi, meselâ hırsızı çaldığı malı veya suç ortağını göstermesi için kan çıkmadan dövmek câizdir. İkrar, itiraf elde etmek için dövmek câiz olmadığı gibi, hukuken muteber bir delil de değildir.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Ta’zir cezasında bir sınır var mıdır?
    Cevab: Had suçunun şartları tahakkuk etmemişse, faile ta’zir cezası verilebilir. Mesela hırsızlık yapmıştır, ama çaldığı mal nisabın altında kalmıştır. Zina etmiştir, ama sadece üç kişi görmüştür. Bunun sınırı da had cezasından fazla olamaz. Bunun dışındaki ta’zir suçlarında katl cezası bile verilebilir.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Bir keresinde, hanımla münakaşa esnasında ağzımdan “Bıraktım artık” veya “Ben bıraktım” gibi bir söz çıkmıştı. Ben bunu “Artık seninle uğraşamıyorum, sana alâka göstermeyi, değer vermeyi, mücadele etmeyi vs bıraktım” mânâsına söylemiştim. Boşamak gibi bir mânâ asla yok idi. İlmihalde “Bırakmak, terk etmek kelimeleri, kinâye iseler de, boşamak için kullanılmaları âdet olduğundan sarîhdirler” ifadesine göre nikâhımız ne oldu?
    Cevab: Bu gibi sözler kinâyedir. Boşama niyetiyle söylenirse, bir bâin talâk olur. Bu gibi kelimeler kinaye olmaktan çıkmış ise de, talâk niyeti diyâneten aranır; kazâen aranmaz. Yani İslâm mahkemesine gitse, bu söz ile talâka hükmeder; ama müftüye sorulsa, boşama niyeti olmadığı için talâk fetvâsı olmaz. Netice itibariyle, bahsettiğiniz niyetle söylenmişse, boşanma olmaz.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Horoz ötünce, melekler bu sesi duyar, göğe yükselirlermiş ve o anda yapılan duâ kabul olurmuş. Bu sözün aslı var mıdır?
    Cevab: Sahih-i Müslim’de geçen bir hadis-i şerifte “Horozun öttüğünü duyduğunuz zaman, Allahın fazlından isteyin. Çünkü o bir melek görmüştür. Ve Merkebin anırdığını duyduğunuz zaman, şeytanın (şerrinden) Allaha sığının. Çünkü o, şeytanı görmüştür” buyurulmaktadır.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Nikâhımızda mehr söylenmemişti. Ne yapmalıyız?
    Cevab: Mehr-i misl, baba tarafından akrabaların mehridir. Çünki emsali bunlardır. Nitekim annesi câriye olsaydı, mehri bile olmazdı. Mehr söylemeden, hattâ mehr vermemek şartı ile nikâh yapmak da sahîh, şart fâsid olur. Zevcin, mehr-i misl vermesi vâcib olur. Kadının baba tarafından akrabâsına verilen kadar verir.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Şeriatın doğru tatbik edildiği bir İslâm ülkesinde hanımların başlarını örtmesi mecburi midir? Eğer mecburi ise uymak istemeyenler insan haklarına aykırı diyebilirler veya dinde zorlama yoktur deyip karşı çıkabilirler.
    Cevab: Şeriatın tatbik edilmediği bir yerde bazı muafiyetler vardır. Mesela had cezaları infaz edilmez. Ama ibadetler, namaz, oruç, zekât, hac, tesettür, içki ve domuz eti yasağı gibi şahsî mükellefiyetler devam eder. Nitekim Mekke önceleri şeriatın tatbik edilmediği bir yer olduğu halde, bu gibi hususlar orada tatbik olunmuştur. Dinin insan hakları anlayışı farklıdır. Önce Allah hakları gelir. Allah’ın emirleri için hiç bir müslüman insan haklarına aykırı diyemez. Gayrımüslimler için zaten böyle bir mükellefiyet yoktur.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Şiîlerden ya da diğer bid’at sahiplerinden seyyid olan var mıdır?
    Cevab: Seyyid (evlâd-ı resulden) olmak, günah işlemeye, bid’at ehli olmaya engel değildir. Bid’at da neticede bir günahtır. Mesela İran’da siyah sarıklı olanlar seyyid olarak bilinir. Seyyid Sıbgatullah Hizanî’ye, “Bid’at ehli seyyidlere nasıl davranalım?” diye sormuşlar. Zâtına hürmet, sıfatlarını sevmemek lâzımdır, buyurmuş (Minah). Nasıl fâsık kötü amelinden dolayı sevilmez, ama imanından ve başka iyiliklerinden dolayı sevilirse, aynen böyledir.
    17 Şubat 2012 Cuma
  • Sual: Kanuni Sultan Süleyman Kanunnamesi’nde birkaç kez hırsızlığı zâhir olmuş kimse için, esir çalan ve dükkân açan (dükkâna delik açıp soyan) için katl cezası öngörülmüş. Mumcu ve Üçok da bu hükümlerin İslâm ceza hukukuna aykırı olduğunu iddia etmişler. Esir çalmak hadd grubuna giren hırsızlık suçunu teşkil eder mi?
    Cevab: Küçük hür çocuğun, yahut mecnûn hâlinde veya âmâ olsa bile kendisinin kim olduğunu anlatabilecek derecede büyük kölenin çalınması ile sirkat haddi (hırsızlık suçu) teşekkül etmez. Büyük köle zorla götürülürse gasb, hileyle götürülürse aldatma olup, çalma olmaz. Böyle kimseyi ta'ziren idam etmek câizdir.
    Bir kimse bir ev veya dükkânı delip oradan içeri girerek nisab mikdarı malı yola attıktan sonra çıkıp onu alsa eli kesilir. Çünkü bu gibi şeyler hırsızların âdet edindiği hilelerdendir. Delme, içeri girme, içerdeki malı dışarı atma sonra çıkıp onu almanın hepsi bir iş sayılır. Eğer attığı malı almasa yahut başkası alsa bu kimse malı zâyi edici ve telef edici sayılır, hırsız sayılmaz. Kendisine bu malı ödemek vâcib olur, eli kesilmez.
    Hükümdarın bir kaç defa hırsızlık yapan kimseyi, çocukları kaçırmayı adet haline getirenleri siyaseten öldürmesi caiz olur. Bunların hiç birisi İslâm ceza hukukuna aykırı değildir. Zira mevcut bir şer’î hükmü kaldırmış veya değiştirmiş değildir. Hükümdar, kendisine tanınan salahiyeti kullanmaktadır. (İbni Abidin)
    17 Şubat 2012 Cuma
  • Sual: Bir ilmihalde yemin keffâretinin nasıl verileceği anlatılırken; "On fakire bir kere veya bir fakire on gün, her gün bir kere yarım sâ’ buğday veya un veya ekmek yahud bu değerde [kumaş, havlu, mendil, çorab, et, pirinç, çamaşır, terlik, ilâç veyâ din, fen, ahlâk kitabı gibi] başka mal, altın, gümüş para temlik, yani vermek de olur" yazıyor. Yarım sa' buğdayın fiyatı yaklaşık 2,5 lira olduğu için meselâ tanesi 1 liradan 10 tane namaz hocası kitabı dağıtsak, yemin keffâreti sahih olur mu? Yani esas olan kitabı bizim aldığımız değer midir, yoksa etiket fiyatı mıdır?
    Cevab: Ne odur; ne budur; piyasadaki satış kıymetidir. Yani o malı piyasada satmaya kalksa ne kadar ederse odur. Kur’an-ı kerimde yemin keffâreti evdekilerin yediğinin ortalaması olarak tarif ediliyor. Bir günlüğü, bir adamın evindeki günlük mutfak masrafının şahıs sayısına bölünmesinden hâsıl olan meblağdan aşağı olmamalıdır. Bu sebeple çok yemin etmemelidir. Müslüman yemin etmez; edince de tutar. Yeminini tutması bir zarara veya günaha yol açacaksa, keffaret verir. Müslümanlar arasında yemin keffaretinin bu kadar yaygın olması doğrusu şaşılacak bir şeydir.
    17 Şubat 2012 Cuma
  • Sual: Yurt dışındaki müşteriler Türkiye piyasasını ve nakliye firmalarını bizim kadar iyi bilemediği için bizden yardım istemektedir. Bu gibi hallerde nakliyecilerden onlara müşteri bulduğum için şahsıma makul bir komisyon talep etmemin bir mahzuru olur mu? Bu vaziyeti çalıştığım firmaya ve müşteriye söylememe gerek var mıdır?
    Cevab: Dellâllık (aracılık, komisyonculuk) meşru bir iştir. İcare akdine girer. Bunun karşılığında ücret almak caizdir. Başkasına söylemeye ve izin almaya da lüzum yoktur.
    17 Şubat 2012 Cuma
  • Sual: Zevce kocasına “Her ne zaman istersen aramızda nikâhı tazelemek/nikâh yapmak üzere seni vekil ettim” dese, daha sonra bu karı-koca ayrılırlarsa, kadının zamanında vermiş olduğu vekâlet muteber olarak kalır mı, yoksa iptal mi olur?
    Cevab: Her ne zaman erkek zevcesini boşar veya küfr sebebiyle nikâh fesholursa, erkek bu vekâlete istinaden nikâhı tazeleyebilir. Vekâletin bâki olduğu muhtevasından da anlaşılmaktadır.
    17 Şubat 2012 Cuma
  • Sual: Nikâhta şâhidlerin ve hocanın kızı ve babasını tanıması gerekir mi?
    Cevab: Kadın orada ise isminin söylenmesine bile hacet yoktur. Şâhidlerin kadını tanıması gerekmez. Babası ve dedesinin ismine bile gerek yoktur. Yüzü peçeli ise açılır. Başka odada, peçeli veya gaip (orada bulunmuyor) ise, ismi, baba ve dedesinin ismi söylenir. (İbni Abidin)
    17 Şubat 2012 Cuma
  • Sual: Mâlikî ve Şâfiî mezheblerinde özürlünün abdesti aynen Hanefî’deki gibi vakit çıkmasıyla bozulur mu?
    Cevab: Şâfiî’de evet. Mâlikî’de hayır. (el-Fıkhu ale’l-Mezâhibi’l-Erbaa).
    17 Şubat 2012 Cuma
  • Sual: Hanefî’de nikâh akdinin sıhhati için mâzi sigası (geçmiş zaman kipi) kullanmak şart mıdır? Meselâ "Seni karılığa alıyorum" dense, kadın da "Kabul ediyorum" dese nikâh olur mu?
    Cevab: İki sigadan biri mâzi olursa, diğerinin hâl (şimdiki zaman) veya müzari (gelecek zaman) olması, ama istikbale değil, mâziye niyet edilmesi şartıyla câizdir. Kadın ve erkeğin kullandığı sözlerden ikisi de mâzi sigasıyla değilse, nikâh sahih olmaz.
    17 Şubat 2012 Cuma
  • Sual: Erkek şâhidlere kızı göstererek yanında "Bu benim karımdır" dese, kız da sadece "Evet" dese, nikâh sahih olur mu? Kız hiç bir şey demezse ne olur? Veya Hanefî’de tezvic ve nikâh kelimeleri şart olmadığından, erkek iki şâhide kızı göstererek "Bu bana ait" dese, kız da orada "Evet" dese, nikâh olur mu?
    Cevab: Bu bir şeyi yalandan haber vermektir. Kız da bu yalanı tasdik etmektedir. İbni Abidin der ki: “Bir kimse erkeklerin yanında bir kadına ey avradım der de, o da lebbeyk (buyur) cevabını verirse nikâh olmaz”.
    17 Şubat 2012 Cuma
  • Sual: Hanefî’de mehr konuşulmazsa, mehr-i misl lazım olur. Mehr-i misl için kadının baba tarafından akrabasına verilen kadar deniliyor. Peki bu miktar bilinmiyorsa en az ne kadar verilir?
    Cevab: Emsali olan kadınlar kadar verilir. Mesela doktor kızı ise, bir doktor kızına ne kadar mehr veriliyorsa o kadar verilir. Kadının baba tarafından ve yabancılardan dengi bulunamadığı vakit hâkim, iyice teemmül ve ictihad ederek mehr-i misle hükmeder
    17 Şubat 2012 Cuma
  • Sual: Hem mehr-i muacceli, hem de mehr-i müecceli kızın da rızası ile çok az bir miktarda tayin etmek, meselâ her ikisi için 10'ar euro tayin edilse câiz midir?
    Cevab: Mehrin ekalli (en azı) on dirhem gümüş veya bir miskal altındır. Bugün için takriben 5 gram altın kıymetinden aşağı olamaz.
    17 Şubat 2012 Cuma
  • Sual: Erkek evleneceği kızın sözüne inanarak, onu bâkire diye nikâhlasa ve nikâhtan (bir ay veya bir sene) sonra kızın daha önce nikâhlı olduğu ve talâk da verilmediği iddiası ortaya çıksa, nikâhları bozulur mu? Veya erkek kızı boşamak zorunda mıdır? Yoksa araştırma yapması mı gerekir? Eğer boşaması gerekiyorsa veya araştırma sonunda iddialar doğru çıkarsa mehr vermesi gerekir mi?
    Cevab: Bâkire diye alıp da dul çıkarsa nikâh bozulmaz. Erkek isterse kadını boşar. Bazı âlimlere göre tam mehr (Halebî, Bezzâziyye) verilir. Zira kızlığı kazâ ile bozulmuş olabilir. Bazı âlimlere göre mehr-i misl ödenir. Nitekim Fevâidü’l-Muhît der ki: Mehr, bâkire olduğu için yüksek tutulmuşsa, bu fazlalık verilmez, mehr-i misl ödenir. Buhara ve Harzem ulemâsının kavli budur. Eğer hâlâ nikâhlı olduğuna dair bir iddia varsa, bu iddiayı ortaya atan iki şahid ile ispatlamalıdır. Aksi takdirde kadının beyanı esas alınır. Kadının daha evvel evli olduğu ve hâlâ nikâhının devam ettiği ortaya çıkarsa, nikâh fâsid olur. Erkek ödediği mehri geri alır. Zifaf olmuşsa, kadına ukr (mehr-i misl ve mehr-i müsemmâdan az olanı) ödenir. Kadının başkasıyla evli olduğunu bilerek yapılan evlilik bâtıldır. Zifaf olmuşsa, mehr-i misl ödenir.
    17 Şubat 2012 Cuma
  • Sual: Bir kimse, kelime-i şahadet getirip müslüman olan bir Alman kadın ile evlendi. O zamandan beri kadında tek bir İslâm alâmeti mevcut değildir. Bu kadından ayrılırsa, çocuklar babadan kopma tehlikesi vardır. Bu halde çocuklara İslâmî terbiye veremezse, baba şer'an mes’ul müdür?
    Cevab: İslâm hukukuna göre fâsık bir erkek veya kadınla evlenmek sahih olmakla beraber, günahtır. Kadın çocukları alır da, İslâmî terbiyeden mahrum olarak büyürlerse, baba mes’uldür. Belki günahı, mecburiyet sebebiyle, benzerlerinden daha az olur.
    17 Şubat 2012 Cuma
  • Sual: Ehl-i kitap kadınla nikâhın sahih olması için, Hazret-i İsa'ya ilah demeyen bir Hıristiyan mı olması gerekir? Öyle ise bunu araştırmak veya kadına sormak gerekir mi? Müslüman olduğunu söyleyen, fakat daha ziyade Hıristiyan gibi yaşayan ve davranan bir kadınla nikâhın vaziyeti nedir? Kadının ağzını arayıp Hıristiyanlığa inandığını söylese, bu kadın mürted hükmünde mi olur, Hıristiyan hükmünde mi?
    Cevab: Hazret-i İsa’ya ilah diyen ve demeyen mefhumunu ayırmak zordur. Üç ilahtan ikincisi diyenler var ki bunlar da ehl-i kitap sayılır. İsa aleyhisselâma müstakil bir yaratıcı olarak inananlar müşriktir. Burada zann-ı gâlibe (çok zanna) göre hareket edilir. Müslüman oldum demekle Müslüman olunmaz. Önceki dinimden döndüm demesi de gerekir. Böyle değilse, hiç Müslüman olmadığı için mürted de olmaz. Böyle kadınla evlenmek tahrîmen mekruhtur. Eğer başta hakikaten Müslüman olmuşsa, sonradan tekrar Hıristiyanlığa girdiğini söyler veya küfre sebep olan bir iş yaparsa mürted olu
    17 Şubat 2012 Cuma
  • Sual: Mâlikî’de ve Şâfiî mezhebine göre nikâhta şahitler âdil olmalıdır diye geçiyor. Bunlardaki adaletten maksat nedir?
    Cevab: Büyük günah işlediği bilinmeyen, küçük günaha da devam etmeyen, nâm-ı diğerle hasenatı seyyiatına galip (iyilikleri kötülüklerinden fazla olan kimsedir.
    17 Şubat 2012 Cuma
  • Sual: Mâlikî mezhebinde kadınlardan, meselâ hâmilelikte veya başka sebeple önden gelen bevl, meni mezi, hayz ve nifas dışındaki akıntılar abdesti bozar mı?
    Cevab: Mâlikî mezhebinde ön ve arkadan alışılagelmiş şeylerin dışında çıkanlar (irin, kurt gibi) abdesti bozmaz.
    17 Şubat 2012 Cuma
  • Sual: Hazret-i Peygamber, Selimeoğullarının mescidinde Mescid-i Aksâ’ya doğru namaz kılarken Bakara suresinin 144. âyet-i kerimesi geliyor ve Peygamber Efendimiz yönünü Kâbe’ye dönüyor. Bu yaklaşık 180 derecelik bir harekettir. Tabî olarak cemaat Peygamber Efendimizin önünde kalıyorlar. Bu halde nasıl hareket ediyorlar?
    Cevab: Hazret-i Peygamber, bu emir gelince namazda geriye dönüp yürüyerek en son safın önüne geldi. Cemaat de böyle geriye dönüp namazı tamamladılar.
    17 Şubat 2012 Cuma
  • Sual: Eldeki veya yüzdeki bir yara kanadığında yara bandı ile kapatılıp üzerine mesh ederek hemen abdest alınabilir mi, yoksa kanın durmasını veya vaktin sonunu beklemek gerekir mi? Seferînin durumu da aynı mıdır?
    Cevab: Yaraya band veya sargı konulunca, akması durur. Meshedilip abdest alınır. Durmaz devam ederse, özür sahibi olup olmamasına göre hüküm verilir.
    17 Şubat 2012 Cuma
  • Sual: "Kur'an-ı kerimi yapışık olmayan bir şey içinde, mesela çantada iken tutmak caizdir" ifadesine göre mushaf ile birlikte satılan içine mushafın girdiği kutular da böyle midir?
    Cevab: Evet.
    17 Şubat 2012 Cuma
  • Sual: Fıkıh kitaplarında "Birlikte yapılamayan şeyler otuzdört tanedir. Başında ağrı olup mesh edemeyen, abdest için; yıkanamayan da, gusl için teyemmüm edebilir denildi ise de, her ikisinin de sâkıt olacağını bildiren fetvâ daha evvel verilmiş olduğundan, bu sözle amel olunmaz" deniyor. Ne sâkıt oluyor?
    Cevab: Mesh ve gusl sâkıt olur (düşer).
    17 Şubat 2012 Cuma
  • Sual: İlmihalde “Abdestte veya guslde kullanılan su (mâ-i müstamel), İmâm-ı a'zama göre kaba necâsettir. Ebû Yûsuf’a göre, hafif necâsettir. İmâm-ı Muhammed’e göre temizdir” deniyor. Başka bir yerde ise “Mâ-i müstamel, yani abdestte veya guslde kullanılan yahud kurbet olarak kullanılan su, meselâ, yemekten önce ve sonra, sünnet olduğu için el yıkamakta kullanılan su, yıkanan uzuvdan ayrılınca necis olur. Bazı âlimlere göre, başka uzva, elbiseye, yere düştükten sonra necis olur. İlk düştüğü yeri kirletmez” deniyor. Yani temiz diyen İmam-ı Muhammed’e göre de yerden sıçrayıp elbiseye değen abdest suyu necis midir?
    Cevab: Abdest ve gusülde kullanılan su mâ-i müstameldir; ama müftâbih kavle göre necis değildir. Bu su yıkandığı uzuvdan ayrılınca veya lavaboya, leğene aktıktan sonra mâ-i müstamel sayılır. Binaenaleyh yıkandığı uzuvdan ayrıldıktan sonra yere, elbiseye bulaşsa, İmam Muhammed’e göre necis olmaz. Fetvâ da böyledir.
    17 Şubat 2012 Cuma
  • Sual: Başkasının abdest alırken ıslattığı bir terliği başkası giyip de ayağı ıslansa necaset bulaşmış olur mu?
    Cevab: Hayır. Uzuvdaki su ma-i müstamel değildir. Terliğe bulaşsa bile necis olmaz.
    17 Şubat 2012 Cuma
  • Sual: İlmihalde "Zengin veya fakir, mevcut koyununu veya kurban niyeti ile satın almadıkları koyunu kurban kesmek niyet etseler, kesmeleri vâcib olmaz, keserlerse, nâfile olur" diyor. Bu ne mânâya geliyor? Yani zenginin kendi sürüsünden kestiği hayvan, kurban olmuyor mu?
    Cevab: Zengin veya fakir, kendi sürüsünden bir hayvanı kurban etmeye niyet etse; sonra vazgeçse, bu kurbanı kesmesi vâcib olmaz. Başka bir hayvanı kurban edebilir. Ama eğer kurban niyeti ile satın alsaydı, bir kavle göre bunu kesmesi vâcib olurdu. Başka hayvanı keserlerse, vâcib düşer; bunu da keserlerse, nâfile olur; mutlaka kesmeleri gerekmez.
    23 Şubat 2012 Perşembe
  • Sual: Komşum bana bakkaldan bazı şeyler almam hususunda sipariş verdi. Ben de alıp götürdüm ve hediye ettim dedim. Kabul etmedi ve parasını vermekte ısrarcı oldu. Ben de parayı aldım. Başta hediye ettim dediğim için, bu siparişler ve para kimin malı sayılır?
    Cevab: Sipariş vekâlet vermek demektir. Malları alınca, satın alanın değil, sipariş verenin mülkü olur. Malları teslim edip, hediye ettim deyince, parasını hediye ettim, yani ibrâ ettim demektir.
    28 Şubat 2012 Salı
  • Sual: Kapıda ödeme yoluyla internet üzerinden alışveriş yapmak sahih midir? Yani mamulün resimlerini görüyoruz; hususiyetlerini biliyoruz; kargocu getiriyor; parasını kargocuya veriyoruz veya kredi kartı çektiriyoruz. Bu şekilde satın almak sahih midir? Bu şekilde mamul satmak isteyenler, nelere dikkat etmelidir? Kargo şirketini vekil mi etmelidir?
    Cevab: İnternetteki tanıtım icaba davet, sizin talebiniz icab, kapıya getirmeleri de kabuldür. Alış-veriş sahihtir. Kargo şirketi, satıcının ecîri (işcisi) veya resulüdür (vekilidir).
    3 Mart 2012 Cumartesi
  • Sual: Bazı ilan sitelerinde online mağaza açma imkânı vardır. Yıllık belli bir ücret ödenir. Mağaza açınca, satmak istenen mamuller orada tanıtılır. İsteyen kredi kartıyla girip site üzerinden satın alabilir. Bu mağazalar kapıda ödeme yoluyla da yollayabilir. Site üzerinden kredi kartıyla alışveriş yapınca, o ilan sitesi %2 gibi bir komisyon kesiyor ve komisyonu kestikten sonra kalan meblağı satıcının hesabına yatırıyor. Bu komisyon kesip satış yaptırması sahih midir?
    Cevab: Komisyon, vücuh (itibar) şirketindeki kâra veya icare akdindeki ücrete benzetilebilir. Her iki halde de sahihtir.
    3 Mart 2012 Cumartesi
  • Sual: Şapka nasıl çıktı? Hangi kiliseden çıkmıştı?
    Cevab: İnsanlığın başından beri insanlar başlarını serpuş örtmüştür. Bugün şapka olarak bilinen serpuşun Hıristiyanlığın teslis itikadını sembolize edercesine üç köşeli olarak çıktığı, sonra bu hale dönüştüğü söylenir. (Bkz. Mahir İz, Yılların İzi) Nitekim Estergon Katedrali’nin kubbesinde -hâşâ- tanrı bu şekilde başında üç köşeli bir hâle olduğu halde resmedilmiştir.
    23 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Sabah abdest aldım, sonra ayak tırnaklarımı kesip mest giydim. Gün boyu bir iki kere abdest yeniledim. Mest üzerine mesh ettim. Gece yatmadan önce mesti çıkardım. Baktım ayak parmağımın ucu kanamış ve kan biraz yayılmış. Ne zaman kanadığını bilmiyorum. Abdestiz namaz kılmış olur muyum? Namazlar kazaya kaldı mı?
    Cevab: Görüldüğü anda kanamış sayılır. “Bir emr-i hâdisin akreb-i evkâtına izâfeti asıldır” (mecelle 11)
    23 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Eşimle nikâhımız kayınpederin yanında ve rızasıyla imam tarafından kıyıldı. Şâhidlerimiz iki kadın ile bir erkekti. Babam, kayınpederim ve nikâhı kıyan hoca efendi de nikâhımıza şâhid sayılır mı? Nikâhımız Şâfiî mezhebine uygun mudur?
    Cevab: Baba, kayınpeder ve imam şâhid sayılır. Dolayısıyla eğer akdi kızın babası yapmışsa, nikâh Şâfiî mezhebine göre sahihtir. Baba akdi yapmamışsa, yani erkek veya vekili ile karşılıklı nikâh sözlerini söylememişlerse, ayrıca nikâh kıyılırken nikâh veya tezvic gibi kelimeler kullanılmamışsa Şâfiî mezhebine göre nikâh sahih değildir. Şâfiî mezhebinde erkeğin karşısında kızın babası bulunur ve akdi bizzat yapar. İki de erkek âdil şâhid hâzır bulunur. Eğer icab veya kabulde kızın velisi bulunmamışsa, yani erkek kızı aldım dedikten sonra kızın velisi de kızı verdim dememişse, yalnızca kız kabul ettim demişse, bu nikâh Şâfiî mezhebine göre sahih olmaz.
    23 Mart 2012 Cuma
  • Sual: el-Ehadisu'l-Arbain fi Vucubi Ta'ati Emiri'l-Mü'minin. (Beirut: 1312/1893) isimli eseri Sultan Hamid toplatmış mıdır?
    Cevab: Sultan Hamid zamanında her türlü kitap Maarif Nezâreti'ndeki bir âlimler encümeninin tasdikinden geçmedikçe basılamazdı. Beyrut’taki Hıristiyan matbaalar veya İstanbul'daki Acem denilen İranlı matbaacıların ruhsatsız olarak bastığı dinî ve her çeşit kitap toplanır, hamam külhanında yakılırdı. Muhalifleri padişahın dinî eserleri yaktırdığını söyleyerek menfi propaganda yapmışlardır.
    23 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Kavânîn ve düstur eserlerinin mahiyeti nedir?
    Cevab: Kavânîn, kanunlar demektir. Düstur, Osmanlı kanunlarının toplandığı bir kitaptır.
    23 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Osmanlıda hutbelerde Türkçe kullanılıyor muydu, yani sadece Arapça mı okunurdu?
    Cevab: Tamamı Arapça okunurdu. Hutbenin bu şekilde okunması vâcibdir. Zira hutbeden maksat, insanlara bir şey öğretmek değil, ibadettir. Türkistan ve Hindistan’da hâlâ böyle okunmaktadır.
    23 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Had ve ta’zir suçlarında Allah hakkını ihlâl eden suçlar aleniyete intikal etmedikçe suç teşkil etmezler. Bunlardan gayrimeşru delil de elde edilemez. Ancak gayrımeşru delil elde etmek için dahi olsa hakkullahı ihlal eden bir suç (meselâ zina suçu) aleniyete intikal ettirilse, bu suçtan ötürü ceza verilmeyecek midir? İslâm hukuku bu şekilde ortaya çıkan bir hakikate gözlerini yumacak mıdır? Burada bahis mevzuu suçun aleniyet kesbetmesi dolayısıyla amme nizamının bozulduğu göz ardı mı edilecektir?
    Cevab: Hukukullahı (Allah haklarını) ihlal eden suçlar, aynı zamanda cemiyeti ihlâl eden suçlardır. Bu sebeple eğer açığa çıkmamışsa, suç teşekkül etmemiş demektir. Böyle bir delil elde edilmişse, bunun delil olarak kullanılması şüphelidir. Şüphe had cezasını düşürür.
    23 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Basit bir kavgada hanım “O zaman yatakları ayıralım” dedi. Ben de “Ayır, ayırırsan ayır” dedim. Boşama kastı yoktu. Nikâhımıza zarar gelmiş olur mu?
    Cevab: Nikâha zararı yoktur.
    23 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Küçük yaştaki çocuğuna şehvetle dokunsa hürmet-i müsahere olmaz deniyor. Hürmet-i müsahere sadece büyüklerle mi olur?
    Cevab: Hürmet-i müsahere bülûğa ermiş veya çok yaklaşmış gösterişli çocukla olur. Küçük çocukla olmaz.
    23 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Şirk-i celî ne demektir?
    Cevab: Açık şirk demektir. Şirk-i riyâ demektir. Yani amellerini Allah rızası için yapmamak, mesela başkalarına yaranmak için yapmak demektir.
    25 Mart 2012 Pazar
  • Sual: "Fetvâyı müftüler verseler de sen kalbine danış" sözünün aslı nedir? Ne mânâya gelmektedir?
    Cevab: Hadis-i şeriftir. Müfti, kendisine anlatılana göre fetva verir. "Kalbine danış, kalbin çarpıyorsa, mütmain değilse, o işi yapma!" meâlindeki başka bir hadis-i şerif daha vardır. Burada hâdise ile verilen fetvânın mutabakatının tesbiti mükellefe bırakılıyor. İbni Âbidin mukaddimesinde Hidâye şerhinden alarak diyor ki: Müctehid olmayan kimse, iki müctehidden fetva ister de kendisine muhtelif cevaplar verirlerse, evlâ olan, kalbinin yattığı müctehidin sözü ile amel etmesidir.
    25 Mart 2012 Pazar
  • Sual: Bir ilmihalde şu ifade geçiyor: "Malından bir mikdarını sadaka vermeyi adayan kimse, bu sadakayı zekât malından verir. Ticaret malı yoksa, altın veya gümüşten geçerli olanı verir. Başka mallardan veremez. Mikdar bildirmedi ise, her cins zekât malından mâlik olduklarının hepsini verir. Kâğıd ve her metal para, zekât malı değildirler. Altın ve gümüşten para olarak geçerli olanın karşılığı olarak kullanılan senedlerdir. Bunların yerine, kıymetleri kadar, altın, gümüş verilir. Evini veya belli bir malını sadaka etmeyi adayan kimse, bunu veyâ kıymeti kadar altın, gümüş sadaka verir." Bu ifadeye göre bir kimse, her ay kazandığımın onda birini fakirlere vermeye niyet etse, bunu altın ve gümüş olarak mı vermesi gerekir? Sadaka olarak adamak ile vermeye niyet etmek ya da vermeye karar vermek aynı şey midir? Aynı yerde şu ifade de geçiyor: "Bir kişinin bir malı iki kişiye hibe etmesi câiz olmaz; ama bir malın iki fakire sadaka verilmesi câizdir. Fakire hibe edince sadaka olur." Bu cümlelerde iki farklı izahat var. Birisinde iki kişiye hediye edilmez, ama öbüründe hibe edilir diyor. Farkı izah eder misiniz?
    Cevab: Kasdedilen bütün bir maldır. Bir çuval buğday, bir kese altın, bir deste banknot iki veya üç kişiye hediye edilemez. Taksim olunup hediye edilebilir. Ama bir evi, iki kişiye hediye etmek mümkündür. Sadaka kâğıt paradan da verilebilir. Allah rızası için sadaka vermeyi adayan, zekât malından verir. Bu da altın veya gümüştür. Niyet etmek adak değildir. Adak olması için ağzından söz olarak çıkması lâzımdır.
    25 Mart 2012 Pazar
  • Sual: Hakkında hürmet-i müsahere meydana gelen Hanefî’nin, bu şekilde hürmet-i müsahereyi kabul etmeyen Şâfiî mezhebine göre nikâh tazelemesi mi gerekir?
    Cevab: Hürmet-i musahereye maruz kalan kişi, Hanefî ise derhal ayrılması gerekir. Şâfiî ise, nikâhı devam eder. Çünki bu mezhebde hürmet-i musahere sadece sahih nikâh ile teşekkül eder. Hanefî mezhebindeki kimse, zor vaziyette ise Şâfiî mezhebini taklid edebilir. Nikâhı bozulmaz. Ancak nikâhı Şâfiî mezhebine göre sahih değilse, yeniden bu mezhebe göre nikâh yapmaları gerekir.
    25 Mart 2012 Pazar
  • Sual: Abdest sebebiyle Mâlikî mezhebini taklid eden bir kimse, sağ ayağını ayakkabısından çıkarıp çorabını çıkardıktan sonra ayağını yıkasa sonra kurulasa ve daha sonra ayakkabısını giyip sol ayağına geçse muvâlâta uymuş olur mu?
    Cevab: Çorap giymek muvâlâta mani değildir.
    25 Mart 2012 Pazar
  • Sual: İdrarını tutamayan bir hasta, 4 rek’atlik namazda iki rek’atini ayakta kıldı. 3. rek’atte idrar sıkıştırdığı için hemen oturup rükû’ ve secdeleri ima ile yapabilir mi?
    Cevab: Eğer oturduğu zaman idrar veya yel kesilecekse oturarak kılar. Secde edemezse ima ile kılar. İdrar veya yel kaçarsa abdesti bozulur.
    25 Mart 2012 Pazar
  • Sual: Bir kabre iki, üç meyyit konabilir mi?
    Cevab: Zaruret varsa ve önceki ölü çürümüşse, umumî mezarlıktaki böyle bir mezara müteaddit ölüler gömülebilir. Meselâ başka yer olmaması veya çok zor bulunması özürdür. Önceki cesedin kemikleri bir yere toplanır. Araya biraz toprakla tümsek yapılır veya kerpiç dizilir. Sonra yeni ölü konur. Mezar hususî toprakta ise, vârislerden başkası gömülemez. İzin verirlerse gömülebilir.
    26 Mart 2012 Pazartesi
  • Sual: Müslüman olup olmadığı belli olmayan insanın cenaze namazı kılınır mı?
    Cevab: Sünnet olmak gibi Müslümanlık alâmetleri varsa, kılınır. Câmiye getirilen cenazenin namazı hüsnü zan edilerek kılınır.
    26 Mart 2012 Pazartesi
  • Sual: Bedeninin yarısı olmayan insanın cenaze namazı kılınır mı?
    Cevab: Başı veya gövdesinin başıyla beraber yarıdan azı veya başsız yarıdan fazlası bulunmayan cenazenin namazı kılınmaz.
    26 Mart 2012 Pazartesi
  • Sual: “Salâten tüncinâ” duasını Peygamber efendimiz okumuş mudur?
    Cevab: Salâten tüncinâ sonradan tertip edilmiş bir salavattır.
    26 Mart 2012 Pazartesi
  • Sual: Diğer üç mezhebde rük’ûya giderken ve kavmeye dönerken eller kulaklara kaldırılıyor da, Hanefî mezhebinde kaldırılmıyor? Rükûya giderken ve kavmeye dönerken elleri kulağa kadar kaldıranlar, Hazret-i Ömer’in rivayetine göre yapıyormuş. Hanefî mezhebinde ise İbn Mes’ud hazretlerinin rivâyeti esas alınıyormuş. Peygamber efendimize Hazreti İbn Mes’ud mu, Hazret-i Ömer mi daha yakındır?
    Cevab: Mukallidler, hadis-i şeriflere göre değil, mezheb imamının bildirdiğine göre amel eder. Hazret-i Peygamber’in rükûya giderken ve kavmeye dönerken ellerini kaldırdığına dair rivayetler vardır. Abdullah İbn-i Ömer’den geldiği için Şâfiîler bunu delil alıyor. Kaldırmadığına dair de rivayetler var. Abdullah bin Mes’ud bu hükmün neshedildiğine kail olmuş. Hanefîler de bunu alıyor. Rivayetin esas alınması, sahabinin üstünlüğü ile değil; rivayetin kuvveti veya zamanı ile alâkalıdır.
    26 Mart 2012 Pazartesi
  • Sual: Kadınlarda hayzın dışında her gün gelen beyaz renkteki akıntı Hanefî mezhebinde abdesti bozduğu için Mâlikî mezhebini taklid ediyorum. Mâlikî mezhebini taklid ettiğim için vakit çıktıktan sonra tekrar abdest almam gerekiyor mu? Yani öğle vaktinde aldığım abdest ile ikindi namazını kılabilir miyim? Tabiî ki öğle vaktinde akıntım gelmiş oluyor. Abdestimi bozan başka bir sebep de olmuyor. Bir de kadınlardaki bu akıntı Mâlikî mezhebinde de özür müdür, yoksa kan gibi abdesti bozmuyor mu? Mâlikî mezhebinde olanlar, özürlü oldukları bir halde, her vakit çıktığında bu özür sebebi ile tekrar abdest alıyorlar mı?
    Cevab: Mâlikî mezhebinde ön ve arkadan dışkı, idrar, yel gibi alışagelmiş şeyler dışında gelenler abdesti bozmaz. Hanefîde bozar. Mâlikîyi taklid eden Hanefî’nin bu hallerde abdest alması gerekir. Mâlikîler, özürlü kimsenin, vaktin girişinden önce ve sonra aldığı abdestler sahihtir demişlerdir. Hanefiye göre özürlü olamayan ve bundan dolayı her namaz vaktinde abdesti bozan şeyin gelmesini beklemesi zor olan kimseler Mâlikî mezhebini taklid ederek bu mezhebe göre özürlü olabilir.
    26 Mart 2012 Pazartesi
  • Sual: Evlenmelerine izin verilmeyen ve tahsil müddetlerinde kadınlarla münasebet kurmaları yasak olan yeniçerilere, her fetih sonrası (klasik olarak 3 gün boyunca) fethedilen yerlerde tecavüz ve yağmanın serbest bırakıldığına dair bir rivayetin aslı var mıdır?
    Cevab: Yeniçeriler, otokontrole alıştırılan insanlardır. Aklı başında adamlar seksüel perhizden müteessir olmazlar. Seferde ganimet alınıp paylaşılan cariyelerle münasebet kurmaları caiz olduğu gibi, esir pazarlarından satın aldıkları cariyeler ile de kendilerini tatmin etmeleri mümkündür. Harbin kızıştığı zamanlarda, fethi kolaylaştırmak ve zaferi elde etmek için kumandan yağma va'd edebilir. Bunun dışında yağma yasaktır. Tecavüz ise mutlak yasaktır. Emsali de görülmemiştir.
    26 Mart 2012 Pazartesi
  • Sual: Bir gazeteci her ay gazete parası toplamak için geliyor. Bizde de ekseriya bozuk para olmuyor. Bütün para veriyoruz. Gazeteci bunu ileriki bakkaldan bozdurup getireyim diyor. Paramızı alıp gidiyor. Geldiği zaman verdiğimiz paradan kendisine gazete parasını daha önceden almış oluyor ve bize sadece para üstünü veriyor. Biz de kabul ediyoruz. Bu alışveriş sahih oluyor mu? Biz demeden kendiliğinden paramızdan gazete parasını almış ve paramızı hemen bozduramadığı için ileriki bakkala gidiyor. Yani bozdurma işlemi de peşin olmamış oluyor.
    Cevab: Bu para bozdurmak değildir. Gazeteciye ücret ödemektir. İkisi farklı şeydir. Gazeteci sizin vekiliniz olarak paranızı bozduruyor. İçinden alacağını alıyor. Üzerini size getiriyor.
    26 Mart 2012 Pazartesi
  • Sual: Kızımın yel sıkıştırma problemi var. Hemen hemen her namazda yel sıkıştırıyor. Hanefî mezhebinde ama gusl sebebiyle Mâlikî mezhebini taklid ediyor. Bazen tutamayıp namazda kaçtığı oluyormuş. Bu hal namazını ve abdestini bozar mı?
    Cevab: Gusl sebebiyle Mâlikî mezhebini taklid etse bile bozar. Ancak bu kişinin abdest alması çok zor veya alsa bile yeniden kaçıp bir namazı doğru dürüst kılamıyorsa, o zaman bu bakımdan da Mâlikî mezhebini taklid edebilir. Gerçi Mâlikî mezhebinde de yel abdesti bozar. Ama eğer elinde olmadan kaçırıyorsa, özürlü sayılacağını söyleyen zayıf bir kavil vardır. Bu kavle göre, istenmeden yel kaçırma, namazda bile olsa, abdesti bozmaz. Tedavi olmak lazımdır. Yemeklerde kimyon yemelidir.
    26 Mart 2012 Pazartesi
  • Sual: Eskiden çalışırken her ay kazandıklarımın kırkta birini fakirlere vermeye niyet etmiştim. Kazandıklarımın kırkta birini hesaplayıp dağıtıyordum. Fakirlere verirken de kazandıklarımın bir kısmını vermeye niyet etmiştim diyordum. “Adadım” dediğimi hatırlamıyorum. Ama kesin emin değilim. Bunları kâğıt para olarak vermiştim. Şimdi çalışmıyorum. Geçmişte vermiş olduğum bu kâğıt paraları tekrar altın veya gümüş olarak mı vermem gerekir?
    Cevab: Niyet etmekle adak olmaz. “Allah rızası için vereceğim” demek lâzımdır. Bir kimse adayıp adamadığını hatırlamıyorsa bir şey gerekmez. Adadığını hatırlıyor, ama ne adadığını hatırlamıyorsa yemin keffareti verir.
    26 Mart 2012 Pazartesi
  • Sual: Öğle ve yatsıyı tek başına kılan kişi, daha sonra cemaat sevabı için tekrar kılınca tekrar vaktin farzına mı, yoksa nafileye mi niyet edecektir? Belki tek başına kıldığı sahih olmamışsa, nasıl niyet etmeli ki onun yerine geçsin?
    Cevab: Farza ve imama uymaya niyet edecektir. Belki ile olmaz. Namaz ya sahihtir, ya değildir. Bu şüpheyle kılınan namaz sahih olmaz. Sonradan şüphe etmek de caiz değildir.
    26 Mart 2012 Pazartesi
  • Sual: Birisi şu soruyu bilene cebimden ne kadar çıkarsa vereceğim dese bilenin alması caiz midir? (Mikdar mechul olduğu için) Böyle söylemek adağa girer mi? Eğer adağa giriyorsa alan kişi de zenginse bu parayı ne yapacak?
    Cevab: Bu adak değildir. Va’ddir. Va’d bir sebebe bağlanınca borç olur. Mikdar görünüşte mechul olmakla beraber, bellidir.
    26 Mart 2012 Pazartesi
  • Sual: İlmihalde "Bir rek’ati kaçıran kimse, o namazı cemaat ile kılmamış olur. Fakat cemaat sevabına kavuşur" diye yazıyor. Bu ifade ne demektir? Yani böyle bir kişi mescidde iken cemaat hâsıl olsa uyması ya da mescidden çıkması vâcib olur demek midir?
    Cevab: Cemaat ile kılmamış olur demek, mesbuk olmaz; kalan rek’atleri tek başına kılar gibi kılar demektir. Yoksa elbette cemaat sevabı alır. Namazı kılmamış veya tek başına kılmış olan kimse, câmide cemaat kurulursa, cemaate uymalıdır. Uymazsa, câmiden çıkmalıdır. Eğer uymazsa, cemaati terk ettiği için mekruh işlemiş olur. Uymayıp câmiden de çıkmazsa, ikinci bir kabahat işlemiş olur. Eğer cemaate uyması meşru değilse (ikindi gibi), çıkar; mekruh da olmaz. Çıkmazsa mekruh olur. Önceden cemaat ile kılmışsa, uymaz, çıkması da gerekmez.
    27 Mart 2012 Salı
  • Sual: Sakal tıraşı olmuş birine sıhhatler olsun denir mi?
    Cevab: Sıhhatler olsun, saç traşı veya banyo yapana denir. Sakal traşı olana geçmiş olsun demek âdettir.
    27 Mart 2012 Salı
  • Sual: Mesbuk, abdestinin bozulacağına kanaat getirirse, imamın selâmını veya yanılma secdesini yapmasını beklemeden imamdan önce [teşehhüd miktarı oturduktan sonra] kalkabilir mi? Bu sebep mesbukun imamın selâmından önce kalkması için özür olur mu?
    Cevab: İmam teşehhüd mikdarı oturduktan sonra mesbukun ayağa kalkması caiz ise de, mekruhtur. Bekleyip selamdan sonra kalkmalıdır. Abdesti bozulursa, gidip abdest alır ve namazını tamamlar.
    27 Mart 2012 Salı
  • Sual: Kurban bayramında, 23 vakitten birinde mesbuk olan bir kimse, imama tâbi olma bakımından imamın teşrik tekbirlerini okumasını bekleyip ondan sonra mı kalkar? Yani Kurban bayramında teşrik tekbirlerini imam ile beraber alır, sonra ayağa kalkıp geri kalan rek’atlerini mi tamamlar; yoksa her zaman olduğu gibi gene imamın selâmından sonra mı kalkacak?
    Cevab: Teşrik tekbirini beklemez. Bunların namazla alâkası yoktur. Kalkar, namazını tamamladıktan sonra kendisi söyler.
    27 Mart 2012 Salı
  • Sual: Dârülislâm olma hususunda farklı içtihatlar var. Meselâ İmam-ı Azam hazretleri bu mevzuda üç şart ararken, İmamı Ebu Yusuf hazretleri tek şart aramıştır. Buna mukabil İmam-ı Şâfiî ve Ebussuud Efendi’nin bir gün dârülislâm olan memleket dârülislâm devam eder istikametinde fetvalarını duyduk. İnsan bulunduğu şarta göre bu kavillerden herhangi birini tercih etme ehliyetini hâiz midir? Meselâ İngiltere gibi İslâmiyetin hiç hükmetmemiş olduğu bir yer ile Türkiye gibi geçmişi dârülislâm olan ve çoğunluğunu müslümanların teşkil ettiği bir ülkeye bu fetvâlardan biri daha uygundur denilebilir mi? Bugün bu kavillerden birini tercih edenler neyi esas alarak bunu yapıyorlar? Bir de dârülislâm ve dârülharb dışında "dârülsulh" diye bir mefhum var mıdır? Varsa nedir?
    Cevab: İmamlar arasında bu hususta ihtilaf var gibi görünüyorsa da, aslı böyle değildir. Bir memlekette ahkâm-ı İslâmiyye kanun olarak tatbik edilmiyorsa, orası dârülharbdir. Bütün mezheblere göre de böyledir. İmam Şâfiî’nin ictihadı arazi mülkiyeti bakımındandır. İmam Nevevi böyle izah ediyor. Mezhebde tercih ehli âlim olmayan, mezhebin veya mezheblerin kavilleri arasında tercih yapamaz. Ancak zaruret sebebiyle başka kavil veya mezheb tatbik edilebilir. Dârüssulh, dârülislâm ile anlaşma hâlindeki memleketlere denir. Asr-ı saadette Eyle ülkesi, Osmanlılar zamanında meselâ Fransa böyle idi.
    27 Mart 2012 Salı
  • Sual: Günümüzde para bankada durunca değeri ölüyor. Değerini korumak için fâiz alınıyor. Paranın hem değerini korumak, hem de fâiz yememek mümkün müdür? Altına yatırılabilir mi? Ya da kredi alındığı zaman, fâizden kurtulabilmek için bankaların kırtasiye adı altında aldıkları para fâiz sayılır mı?
    Cevab: Para altına göre değerlendirilir. Paranın altın karşısındaki değer kaybı borçludan istenebilir. Bu bakımdan bankaların fâiz adıyla ödediği mikdar, bunun bazen altında bile olabiliyor. Bu sebeple bankaya para yatırıp fâiz almak, bu çerçevede câiz olmaktadır. Altına yatırmak daha iyi ve uzun vadede kârlıdır. Kaldı ki dârülharbde bankaya para yatırıp fâiz almak İmam Ebu Hanife ve Muhammed'e göre câizdir. Ancak fâizle kredi almak câiz değildir. Muamele masrafı adı altında alınırsa, câiz olabilir.
    27 Mart 2012 Salı
  • Sual: Sitenizde özürle Mâlikî mezhebini taklid eden Hanefîlerin, yatsı namazını gecenin üçte birinde kılmaları müstehab olur diye yazıyor. Geceler uzun olduğunda, yatsıyı kıldıktan sonra boş laf edilebiliyor. Mekruh işlememek için, yatsıyı gece yarısına yakın kılsam uygun olur mu?
    Cevab: Mâlikî mezhebinde yatsının ihtiyarî vakti gecenin üçte birine; bir özürle bu vakit içinde kılamayanlar için zarurî vakti imsak vaktine kadardır. Özürsüz gecenin üçte birine kadar kılamayanlar tahrimen mekruh işlemiş olurlar. Mâlikî mezhebini taklid eden Hanefî, bu mezhebin sadece şart ve müfsidlerine uymakla mükellef olduğundan, yatsıyı gecenin üçte birinden sonra kılabilir ise de, vakti girince hemen ve cemaatle kılmak çok iyidir. Yatsıdan sonra da önce de, sonra da boş laf etmemelidir. Yatsıdan sonra sâlihlerle sohbet, mübah kelâm konuşmak mekruh değildir.
    27 Mart 2012 Salı
  • Sual: Dayanışmalı tüketici topluluğu oluşturulan bir sistemde gayrimüslim olan iki kişi sisteme katılsa ve anlaşmalı marketten içki ya da domuz eti alsa, bu alış satıştan elde edilen ve firmadan alınan indirim bedeli tüketiciler arasında paylaşılsa caiz olur mu?
    Cevab: Dârülharbde, yani İslâm hukukuna göre idare olunmayan memleketlerde, İmam Ebu Hanife ve İmam Muhammed'e göre caizdir.
    27 Mart 2012 Salı
  • Sual: Namaz tesbihatından sonra "Lâ ilahe illallahu vahdehü lâ şerike leh lehül mülkü ve lehül hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr" dedikten sonra başka birşey okunur mu? Okunması bid’at mıdır?
    Cevab: Sonra Subhane rabbiyel aliyyil alel vehhâb deyip eller kaldırılır ve dua edilir. Dua edilmese de olur. Başka bir şey okumak bidat olmaz, artık namaz için mesnun olan tesbîhat bitmiştir.
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Namazı imamdan veya müezzinden evvel bitiren bir kimsenin namaz tesbihatını yapmak için müezzini beklemesi gerekir mi? Kendisi önce başlayabilir mi?
    Cevab: Müezzinin yüksek sesle tesbihat yapması bid’attir. Ancak cemaate öğretmek maksadıyla caizdir. Müezzinin kumandasını beklemek gerekmez. Tesbihat münferiden yapılıp çıkılabilir.
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Mezi gelirse ne yapmak lâzımdır? Şortu yıkayıp abdest alınsa namaz sahih olur mu?
    Cevab: Mezi, şehvetlenildiği zaman erkekten gelen şeffaf, kokusuz ve yapışkan bir sıvıdır. Abdesti bozar. Mikdarı dirhemden (avuç içi kadardan) çok ise, donu yıkayıp namazı kılmak caiz olur. Ancak umumiyetle birkaç damladır ve mikdarı bu kadara varmaz.
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Kuran-ı kerimde zina yapan kadınları recm edin diye bir âyet var mıdır? Peygamberimiz recm hâdisesini tasvip etmiş midir? Ben Kuran-ı kerimde recm âyeti diye bir âyet okumadım. Ama hadîslerde var olduğunu, mezhep imamlarının da bunu tasvip ettiğine dair bilgiler buldum. Ama bu kaynaklar ne kadar güvenilir, bilemedim. İslâmiyette evli bir kadının zina yapma cezası ölüm müdür? Doğu ve Güneydoğuda, hatta Türkiye’deki namus cinayetleri adı altında öldürülen ve adına da İslâm hukuku ve Kuran-ı kerim ile de destekledikleri söylenen bu mevzu hakkında sizden bilgi almak isterim. Haksız yere adam öldürmenin cezasının cehennem olduğuna dair âyet var. Ama benim anlamadığım bir cana kıymanın haklı kabul edildiği hâdiseler nelerdir. Bunların için de zina var mıdır?
    Cevab: Recm, Hazret-i Peygamberin tatbikatıyla sabittir. Kur’an-ı kerimde de buna işaret vardır. Başından zifafla neticelenmiş evlilik geçen Müslüman, hür, kör ve sağır-dilsiz olmayan bir erkek veya kadın, zina ederken 4 erkek, hür, Müslüman ve adil kimse görse ve mahkemede şahitlik etse, bu kadın ve erkek recmedilir. Musa aleyhisselamın şeriatında da bulunan bu cezayı Hazret-i Peygamber tatbik etmiştir. Bu husus bütün hadis kitaplarında geçer. İnkârı mümkün değildir. Ancak sabit olması ve tatbiki fevkalâde zordur. Bu sebeple tarihte çok az rastlanır. Namus cinayeti ile recmin alakası yoktur. Çünki recm, darülislamda, yani İslâm kanunlarına göre idare edilen memleketlerde tatbik edilebilir. Ayrıca buna ancak mahkeme karar verir ve yalnızca devlet tatbik eder.

    İslâmiyette dört yerde idam cezası tatbik edilir. Kasden adam öldüren, ölenin yakınları isterse idam edilir. Yol kesip mal alıp adam öldüren asılır. Mürted olup tövbe etmeyen erkek öldürülür. Hür, Müslüman, başından evlilik geçmiş birinin zina ettiği ikrarı ile yahud dört hür, Müslüman, âdil erkeğin şahidliği ile sâbit olan kimseye idam cezası verilir. Bunun dışında cemiyet için zararlı olan, mesela hırsızlığı, adam kaçırmayı âdet edinen kimseler gibi kimseler siyaseten öldürülebilir.
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Anne ve baba hakkı mevzuunda bilgi almak isterim. Küçüklüğümden beri sorumsuz, çalışmayan, hep kendini düşünen, eskiden alkol problemi olan ve halen çocukları ve eşi için sorumluluklarını yerine getirmeyen bir babayla beraberiz. Bu durum bizi çok yıpratıyor ve çok üzüyor. Ben de ister istemez babama karşı bir soğukluk ve öfke var. Bazen evlat olarak davranışlarımdan ötürü vicdan azabı çekiyorum. Anne ve babamız, içki, kumar, zina gibi büyük günahları işleseler de, biz evlat olarak onlara nasıl davranmalıyız ki Allah bizden razı olsun?
    Cevab: Anne ve babanın günahkâr, ahlaksız veya imansız olması, onlara karşı hürmet ve hizmet etme mükellefiyetini değiştirmez. Dine uygun emirleri dinlenir; dine uygun olmayan emirleri dinlenmez, itiraz ve isyan da edilmez. Islahları için dua edilir. Peygamber dışında hiç kimseyi bütünüyle sevmek emrolunmadı. İmanları ve iyilikleri sevilir. İmansızlıkları ve kötülükleri sevilmez.
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Münferid veya cemaatle namaz kılan bir kimsenin Namaz içinde abdesti bozulup gidip abdest aldıktan sonra namazını tamamlamasının caiz olmasında bazı şartlar var mıdır?
    Cevab: Evet.
    1—Hades, semâvî olmak (mesela birisi vursa ve kan çıksa olmaz).
    2—Musallînin bedeninden zuhur etmek.
    3—Guslü, mucip olmamak.
    4—Vukuu nâdir olmamak.
    5—Musallî, hades hâliyle, bir rükün edâ etmiş olmamak.
    6—Yürüme hâlinde, rüknü eda etmiş olmamak.
    7—Salâta münâfî (namaza aykırı) iş yapmamak.
    8—Lâbüd (gerekli) olmayan işi yapmış olmamak.
    9—Hades vukuundan sonra, özürsüz gecikmemek.
    10—Sebk-ı hadesten sonra, musallînin, geçmiş hadesi zâhir olmamak (önceki bir abdest bozukluğu ortaya çıkmamak).
    11— Musalli, sahib-i tertip ise, üzerinden geçmiş namaz olduğunu hatırlamamak.
    12—Muktedî namazını, başka yerde tamamlamamak.
    13—İmam, imamlığa elverişli olmayanı yerine geçirmemek. (Nimet-i İslâm)
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Bayılma, gibi nadiren vukubulan bir şey ile abdest bozulacak olsa, abdesti alıp üzerine tamamlamak caiz olur mu?
    Cevab: Olmaz.
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Kasten abdest bozma ile elinde olmayan bir sebeple abdestin bozulmasının bu meseledeki hükmü nedir?
    Cevab: Bina, ihtiyarsız hadeste (sebk-i hades) olur. Kasden abdest bozmada (hades-i amd) binaya manidir. Abdest alıp namazı tekrar kılması lazımdır.
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Kıyamda Kur'an-ı Kerim okumakta iken abdesti bozulan kimse abdestini tazeleyip gelince nereden başlayacaktır?
    Cevab: Kaldığı yerden devam edecek.
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Rükû veya secde veya tehıyyatta bozulursa abdestini tazeleyip gelince nereden başlayacaktır?
    Cevab: Kaldığı yerden devam edecek. Rükü, sücud ve tehiyyatı yeniden yapacak.
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Elinde olmayan bir sebeple abdesti bozulduğu zaman, kasten abdestini bozmak, yemek, içmek ve konuşmak, avret yerini açmak gibi namaza zıt bir şeyi yani bunlardan birini yapan kimse, abdestini alarak namazının üzerini tamamlayabilir mi?
    Cevab: Kasıtsız abdesti bozulan kimse, yeme-içme, konuşma gibi namazı bozacak bir iş yaparsa bina edemez. Ama su kaynağına yürümek, kovayı kuyuya sarkıtmak, musluğu açmak gibi işler namazı binaya (kaldığı yerden tamamlamaya) zarar vermez.
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Bir kimsenin elinde olmayan bir sebeple abdestinin bozulmasından sonra, herhangi bir özrü yok iken eğlenip de abdest almayı geciktirmesi, velev ki namazı ve abdesti bozan bir şey yapmasın, abdestin bozulmasından sonra, özürsüz bir gecikme yapmak o kimseyi bu hükümden faydalanamayacak hale getirir mi?
    Cevab: Getirir.
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Abdesti bozulan bir kimse, abdestini yenilemek için herhangi bir özür de yokken kendine yakın yerdeki suyu bırakıp da az daha uzaktaki bir yere gidip abdest alsa bu hükümden faydalanamayacak hale getirir mi? Yani bunun gibi zaruri olmayan bir işi yapmış olmak bu hükümden istifadeye engel midir?
    Cevab: Evet.
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Abdest bozulmasından sonra, namaz kılanın daha önce abdestinin bozulmuş olduğu ortaya çıksa. Mesela, abdesti bozulan bu kimsenin ayağındaki mestin müddetinin dolmuş olduğu anlaşılmış olsa, veya kanama,akıntı olduğunu hatırlasa abdestini alıp da namazının geri kalanını tamamlayabilir mi?
    Cevab: Bina edemez. İstinaf (yeniden kılması) lazımdır.
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Abdesti bozan sebep, guslü gerektiren bir şey olmuş olsa o arada namazı bozacak bir iş yapmasa hemen gusül yapıp da namazın geri kalanını tamamlayabilir mi?
    Cevab: Guslü gerektiren hades, binaya manidir.
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Sitenizde tıbben zararlı olmayan her türlü destekleyici ilacı kullanmak câizdir diye yazıyor. Mesela tıbben tavada kızartma zararlı ve kanserojendir. Tam sağlıklı bir insan tavada kızartma yese fakat tıbben zararlı olduğundan günaha girer mi?
    Cevab: Tıbben zararlı olduğunu bizzat tecrübesi ile veya hâzık (işinin ehli) bir tabibin tavsiyesi ile biliyorsa, yemesi câiz olmaz. Zan ile, vehim ile hüküm verilmez. Bir de buradaki zarar kat’i ve açık olmalıdır.
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Sünneti beğenmemenin küfre sebep olduğunu ve takke kullanmanın sünnet olduğunu biliyoruz. Çevremizdeki nice kişiler "Takke Türklere yakışmıyor” diyor. Yukarıdaki kaideleri anlatıyoruz. Maalesef bu kanaatlerinde devam ediyorlar. Bunlara karşı muamelemiz nasıl olmalıdır?
    Cevab: Namazda başı örtmek sünnettir. Tembellikle başı açık kılmak mekruhtur. Bütün ilmihallerde yazar. Ecdadımız hep başını örtmüştür. Giyim kuşamda örfe bakılır. Bugün için takke ile örtmek âdettir. Yakışmak değil, dinin emirleri esastır. Sünneti beğenmemek küfrdür, ama böyle söyleyenlere hemen küfr damgası basılamaz. Beğenmedikleri sünnet değil, takkedir.
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Evde veya bir insana ait olan arazide cenaze namazı kılanları işittim. Bu bid’at değil midir? Cenaze namazı kılmak için belli bir mekân var mıdır?
    Cevab: Cadde, meydan gibi umumi yerlerde ve mülk arazide cenaze namazı kılmak mekruhtur. Zira birincide ammenin, ikincisinde hususi şahısların hakkı vardır. Cenaze namazını özürsüz camide kılmak tenzihen mekruhtur. Mescid-i Haram müstesnadır. Cenazeler için hazırlanmış olan ve içinde cenaze namazı kılınması mu’tâd bulunan hususî mescit ve namazgâhlar da müstesnadır. Nitekim şiddetli yağmur gibi bir özre mebni cenaze cemaat mescidi içine dahi alınabilir. Cenaze namazını mezarlıkta kılmak dahi lâyık olmaz. (Nimet-i İslam)
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: İmam bir cenaze namazı kılmaya başladıktan sonra başka bir cenaze musallaya getirilmiş olsa ilk cenazenin namazı sonra gelen cenazeye kifayet eder mi? İkinci için yeniden mi kılınır?
    Cevab: Etmez. Ayrıca kılınır. (Nimet-i İslam)
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: İmam cenaze namazı kıldırırken cenaze imamın göğsü hizasında durmazsa imamın kıldırdığı namaz caiz olur mu? Mutlaka lazım olan bir durma biçimi bildirilmiştir?
    Cevab: İmamın cenazenin her hangi bir cüz’ü önünde durması lâzımdır. Cenazenin göğsü hizasında durması ise menduptur. Erkekle kadın arasında fark yoktur. Çünkü göğüs imanın yeridir. Şefaat imandan dolayı yapılır. Cenazeler müteaddit olurlarsa, imam yalnız bir tanesinin göğsü hizasında durur. (Nimet-i İslam)
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Kadınlarla aynı hizada bulunma hali cenaze namazını bozar mı?
    Cevab: Bozmaz, fakat mekruhtur. Muhazatın (bir kadının erkeğin yanında aynı namazı kılması hâlinin) namazı bozması, rükû’lu ve secdeli namazlar içindir. (İbni Abidin)
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Cenaze namazının bazı tekbirlerine yetişemeyen kimse imam efendiyi bekleyip tekbiri imamla mı alacak... Beklemez ve namaza girer girmez tekbir alırsa namazı sahih olur mu?
    Cevab: Cenaze namazına sonradan gelip, imamı iki tekbir arasında bulan kimse, namaza hemen dâhil olmayıp, imamın tekbirini bekler. Namaz bitince, almadığı tekbiri kaza eder. İmamın iftitah tekbirinde mevcut iken, geciken kimse, ikinci tekbirini beklemeden iktida eder. Beklemeden tekbir alırsa, Tarafeyn’e (İmam Ebu Hanife ve Muhammed’e) göre namazı sahihtir. (İbni Abidin)
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: İmamın dördüncü tekbirinden sonra cenaze namazına yetişen kimsenin durumu nedir?
    Cevab: Dördüncü tekbirden sonra gelen kimse, Tarafeyn’e göre cenaze namazına yetişmiş olmaz. İmam Ebu Yusuf’a göre namaza girmiş sayılır. Fetva da böyledir. (İbni Abidin)
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Cenaze namazında birinci tekbirin ve diğer üç tekbirin hükümleri nedir? Bu tekbirlerden birisi terk edilmiş olsa namaz caiz olur mu? Tekbirlerden birini unutup selam veren imam efendi namazı nasıl kurtarır?
    Cevab: Kıyam ve tekbirler namazın rüknüdür. Birinci tekbir hem şart, hem rükndür. Bir tekbir eksik söylense, namaz fâsid olur. Üçüncü tekbirde sehven selâm verirse, dördüncüyü dahi alarak selâm verir. (Nimet-i İslam)
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: İmam efendi dördüncü tekbirden sonra ve selamdan önce dua okumaması gerekirken sehven veya dalgınlıkla dua okumuş olsa, besmele çekse veya ayet okusa, cenaze namazı sahih olur mu?
    Cevab: Dördüncü tekbirden sonra dua etmeksizin selâm vermek zâhir-i mezheptir, Bazıları, «Allâhümme Rabbenâ âtinâ fiddünya haseneten» duasını bir takımları «Rabbenâ lâ tüzi' kulûbenâ» yı okuması lâzım geldiğini söylemişlerdir. Sükût ile dua arasında muhayyer kalacağını söyleyenler de olmuştur. Şu halde selâmdan sonra dua okumanın veya besmele söylemenin namaza zararı yoktur. (İbni Abidin)
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Cenaze namazında çocuk ve deli için üçüncü tekbirden sonra mağfiret duası okunur mu?
    Cevab: Çocuk ve deli için mağfiret duası okunmaz. Onun yerine bedel olan dua söylenir. O da fetevveffehû’dan sonra şöyledir: Allahümmec’alhu lenâ feratan vec’alhu lenâ ecran ve zuhran vec’alhu lenâ şefîan müşeffean. (Nimet-i İslam)
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Çocuğun cenaze namazında niyet bakımından erkek ve dişilik tayin olur mu?
    Cevab: Evet.
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Mevkufat kitabında ölü için birden fazla cenaze namazı kılmak mekruhtur buyuruluyor. Bir cenaze yıkanmadan önce namazı kılınmış sonra da defnedilmiş olsa bu cenazenin namazı yeniden kılınır mı? Yıkanmak için tekrar kabir açılır mı?
    Cevab: Cenaze namazını meyyit yıkanmadan kılmak meşru değildir. Yıkandıktan sonra tekrar kılınır. Cenaze namazı kılınmayarak defn edilmiş ise, yıkanmamış bile olsa, namazı (çürümedikçe) kabri üzerinde kılınır. Definden sonra, kabir açmak, haram olduğu için, meyyitin taharet şartı, sâkıt olmuş demektir. (Nimet-i İslam)
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Cenaze namazı kıldırmakta olan bir imamın abdesti bozulsa yerine başkasını geçirmesi caiz olur mu? Eğer caiz olursa bir sualim daha var. İmamın yerine geçen kimse nereden devam eder. İmam okumaları sessiz yapıyor. Kaldığı yeri nasıl tayin eder?
    Cevab: Cenâze namazında istihlâf câizdir. Esah olan kavil budur. Kaldığı yerden devam eder. İmamın hadesten evvel aldığı tekbir sahihtir. Halef, bu tekbirden sonraki okunacak şeyi okur. (İbni Abidin)
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Kadınlara cenaze namazı kılmaları lazım değilken kılmaları halinde ellerini koyma biçimi namazda olduğu gibi göğüs üzerine mi olacaktır?
    Cevab: Kadın, namaz kılarken ellerini her zaman göğüs üzerine koyar.
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Cenaze namazında üçüncü tekbirden sonra fatihayı besmelesiz dua niyeti ile okuyabiliyoruz. Sehven veya bilmeden besmele çekerek okunsa namaz sahih olur mu? Dua makamında âyet okumak namazı mekruh eder mi?
    Cevab: Cenaze duasını bilmeyen, dua niyetiyle fatihayı okuyabilir. Başında besmele çekmez zarar vermez. Zira besmele de ayet değil, bir cihetten duadır.
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Namazda sübhaneke okunurken "Ve celle senâüke" kısmının okunmayıp da cenaze namazında okunmasının belli bir sebebi var mıdır?
    Cevab: Bu kısım, meşhur rivayette geçmediği için, diğer namazlarda okunmaz. (İbni Abidin)
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Müslüman bir erkeğin gayrimüslim olan karısı, hamile olduğu halde ölse, karnındaki çocuk da İslâm fıtratı üzerine olduğundan, böyle bir durumda cenaze namazı kılınacak mı? Müslüman mezarlığına mı küffar mezarlığına mı defnedilir? Müslüman bir erkeğin Gayrimüslim olan karısı, hamile olduğu halde ölse; karnındaki çocuk da uzuvlar henüz teşekkül etmemiş yani dört aylık olmamış olsa, bu çocuğun uzuvları henüz teşekkül etmediğinden yok hükmünde kabul edilip kadının cenaze namazı kılınmaz kendi batıl dini üzere gömülür demek doğru olur mu?
    Cevab: Doğmamış veya ölü doğmuş cenin için cenaze namazı kılınmaz. Müslümandan gebe kalan zımmî bir kadının nereye defnedileceği ihtilaflıdır. Eshab-ı Kiram üç kavil üzerine ihtilaf etmiştir. Bazıları çocuğunu nazarı itibara alarak müslüman kabristanına defnedileceğini söylemiştir. Bazıları kâfir kabristanına defnedilir, çünkü çocuk karnında olduğu müddetçe onun bir cüzü hükmündedir, demişlerdir. Vâsıle bin Eska’ ise o kadına ayrı bir yerde kabir kazılacağını söylemiştir. İhtiyatlı kavil budur. Sırtı da kıbleye çevrilir. Çünki karnındaki çocuğun yüzü kadının sırtına bakar. Çocuk dört aylık değilse, kadın kâfir kabristanına defnedilir. (İbni Abidin)
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Türkiye'de İslâmî banka adı altında iş yapan müesseselerin yaptıkları işler ne kadar İslâm hukukuna uygundur? Kâr payı denilen şey tam olarak nedir? Fâizden farklı olduğunu söylüyorlar; ancak nihayetinde kredi verip bunun fâizini alarak buradan kazandıkları parayı kar payı diye dağıtıyorlar. Dârülharbdeki vaziyet nedir?
    Cevab: Bu müesseseler bildiğimiz kadarıyla kendilerine yatırılan mevzuatı, para getiren işlerde kullanıyor; muamele ve müdarebe yoluyla nemalandırıyor. Fâizle kredi vermiyor. Bundan elde ettiği kârı da mudilere dağıtıyor. Yaptığı bu iş meşrudur. Fâize benzese de aynı değildir. Dârülharbde bankaya para yatırıp fâiz almak İmam Ebu Hanife ve İmam Muhammed’e göre câizdir. Ama fâizle para çekmek câiz değildir.
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: İslam nikâhı düşünce, mehir de düşer mi?
    Cevab: Nikâh düşünce, yani boşanınca veya eşlerden biri ölünce müeccel (veresiye) mehrin ödenmesi vâcib olur. Zifaf, ölüm veya halvet olmuşsa tam, olmamışsa yarım mehr ödenir.
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Beyimle defalarca boşanma kararı aldık ve çok yakın bir zamanda mahkeme açacağız. Yaklaşık 2 yıldır ara ara sinirlendikçe bir kaç kez “Boşayacağım seni, dinime imanıma boşayacağım” gibi cümleler kurdu. Dinî nikâhımız o zamandan düşmüş müdür? Şu anki vaziyet nedir?
    Cevab: Bu söz, istikbale ait bir boşama vaadidir. Yani ileride seni boşayacağım demektir. Boşama sayılmaz. Dine uygun boşama, hayz görüp temizlendikten sonra kadına el değmeden bir defa “Seni boşadım” demekle olur.
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Cenaze namazında dördüncü tekbirden sonra iki tarafa selam vermek ve selam verirken başı sağa sola çevirmenin hükmü nedir?
    Cevab: İki tarafa selam vermek vacibtir.
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Nimet-i İslam kitabında ( Cadde, meydan gibi umumi yerlerde ve mülk arazide cenaze namazı kılmak mekruhtur. Zira birincide ammenin, ikincisinde hususi şahısların hakkı vardır) buyuruluyor. Kişinin kendine mahsus arazisine, yazlığına, kışlığına cenazesini getirtip, cenaze namazını kıldırması da mekruh olur mu? Başkasının mülkü olan arazide mülk sahibinin izni ile cenaze namazı kıldırması mekruh olur mu?
    Cevab: Olmaz. Olmaz.
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: İbni Abidin’de İmamın dördüncü tekbirinden sonra namaza yetişen kimse İmam Ebu Yusuf’a göre namaza girmiş sayılır. Fetva da böyledir buyuruyor. Bu kimse imamın selâmından sonra 4 tekbiri de kaza mı edecek?
    Cevab: Evet. Cenaze kalkmamışsa, münferid kılar gibi kılacak. Cenaze kalkmışsa, sadece tekbirleri alacaktır.
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Cenaze namazında imama sonradan yetişen kimse imam efendinin selamından sonra tekbirlerin kazasını yaparken kıbleye dönmesi veya namazdan hemen sonra yapma gibi şartı var mı? Mesela alamadığı tekbirleri evde v.s alabilir mi?
    Cevab: Hayır. Hemen ve kıbleye karşı alacaktır.
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Secdeli ve rükû’lu namazlarda yanılmalarda secde-i sehv yapılıyor ve namaz kurtuluyor. Cenaze namazında hata eden imamın telafi imkânı var mı?
    Cevab: Vaziyete göre değişir.
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Cenaze namazında, dördüncü tekbir diye üçüncü tekbirde selam veren imam selamdan sonra hemen hatırlasa ve dördüncü tekbiri alsa tekrar selam verse namazı kurtarıyor mu?
    Cevab: Üç tekbirle kılınan namaz fâsid olur. Üçüncü tekbirde sehven selam verirse, hemen dördüncüyü alarak selâm verir.
    3 Nisan 2012 Salı
  • Sual: Cenaze namazında, imam efendi beşinci tekbiri alırsa cemaat de beşinci tekbiri alacak mı? Nasıl yapacak? Beşinci tekbiri alan imam efendinin ve ona ittiba eden cemaatin namazlar sahih oldu mu?
    Cevab: İmam beşinci tekbiri alırsa, cemaat almaz, selâmını bekler. Namaz, kasıt varsa maalkerahe (kerahatle), ve illa (kasıt yoksa) bilâkerahe (kerahatsiz) sahihtir.
    3 Nisan 2012 Salı
  • Sual: Cemaatten biri cenazenin erkek mi kadın mı olduğunu bilemese nasıl niyet eder?
    Cevab: Dua namazın sıhhat şartı değildir ki erkek veya kadına niyetin ayrı olması şart olsun.
    3 Nisan 2012 Salı
  • Sual: Bâliğa olmamış küçük kıza hatun kişi niyeti ile ve baliğ olmamış oğlan çocuğuna er kişi niyetine şeklinde niyet edilirse cenaze namazı sahih olur mu? Bunların niyeti nasıl yapılır?
    Cevab: Bu bir sıhhat şartı değildir.
    3 Nisan 2012 Salı
  • Sual: Devletin verdiği vazife, bir kişinin canını yakıyorsa, bu vazifeyi yerine getirmek câiz midir? Devlete ve devlet malına zarar veren kişilere acımamak haram mıdır/caiz değil midir?
    Cevab: Allah'a isyan olan yerde mahlûka itaat yoktur. Ancak itaat etmediği takdirde canına, uzvuna, malına, dinine bir zarar gelecekse, ikrah olur, özür olur. Bir başkasının canını yakmak şer'î veya kanunî bir sebeple ise, elbette üzerine düşen vazifeyi yerine getirmek gerekir. Dine veya kanuna aykırı davranan, neticesine katlanır. Yine de bir fitneye sebebiyet vermeyecekse, insanlara acımalı, tolerans göstermelidir.
    3 Nisan 2012 Salı
  • Sual: Diş ipi kullanılırken ipte kan görülse abdest bozulur mu? Yoksa kürdan ile temizlik esnasında kürdan da görülen kan gibi mi olur?
    Cevab: Kan görür de, çıktığı yerden akıp etrafa yayılmamışsa bozmaz. Kürdanda veya ısırdığı elmada kan görmek gibidir.
    3 Nisan 2012 Salı
  • Sual: Cuma hutbesinin bir kısmını Türkçe okuyan imamın kıldırdığı cuma namazına gidilir mi? Bid’at mı oluyor?
    Cevab: Cuma hutbesinin Arapça okunması vâcib; bir kısmının başka dilde okunması bid’attir. Tamamının başka dilde okunması hâlinde hutbe sahih olmaz. Bid’at, bir namazın sıhhatine engel değildir. Mecburen böyle okunmaktadır. Hâli mechul olan, yani küfre düştüğü yahud bid’at ehli (Şiî veya Vehhabi) olduğu bilinmeyen imama hüsnü zan edilir ve arkasında namaz kılınır. Vesvese ve suizan caiz değildir. Türkçe hutbe okunmayan câmi Türkiye’de yoktur.
    4 Nisan 2012 Çarşamba
  • Sual: Seferî imam iki rek’at kılması gerekirken farzı dört kılarsa ona uyup dört rek’at kılan mukimlerin, namazı sahih olmuyor. Seferî olan imam yanılıp üçüncü rek’ate kalktığında [veya dördüncü rek’atte] bu hatasını anlarsa, mukim cemaatin namazını kurtarmak için namaz içinde mukim olmaya niyet etse ve namazını dörde tamamlasa; hâlbuki o beldeye, şehre mukim olmak için gelmemiş olsa [hatta birazdan o şehirden ayrılacağını bilse] mukim cemaatin namazını kurtarmak için namaz içinde mukim olmaya niyet etmesi caiz olur mu?
    Cevab: Caiz olmaz. Mukim imamdan ayrılmaya niyet ederek namazını müstakil tamamlar. İmama uyarsa namazı fâsid olur.
    4 Nisan 2012 Çarşamba
  • Sual: Seferî imam; yanlışlıkla kalktığı üçüncü rek’atin secdesini yapmadan o şehirde 15 gün kalmaya niyet etse ne yapması lâzım gelir?
    Cevab:

    Seferî kimse, dört rek’atlik namazları iki rek’at olarak kılar. Yanlışlıkla üçüncü rek’ate kalkarsa; ilk oturuşta oturmuşsa, namazı iki rek’at olarak sahihtir. Fazlası nâfiledir. İlk oturuşta oturmamışsa; üçüncü rek’atin secdesinde ikamete niyet etmişse, kıyâm ve rüku’u tekrarlar; çünki nâfile olarak yapılmıştır. Secdeden başını kaldırmadan ikamete niyet etmişse, namazı dörde dönüşür ve İmam Muhammed’e göre farz olarak sahih olur. Sahih kavil de budur. İlk oturuşta oturmadıysa ve üçüncü rek’atin secdesinden başını kaldırdıktan sonra ikâmete niyet etmişse, bu namaz nâfile olur. (İbni Abidin)

    4 Nisan 2012 Çarşamba
  • Sual: Misafir imam; üçüncü rek’atin secdesini yaptıktan sonra o şehirde 15 gün kalmaya niyet edebilir mi?
    Cevab: İlk oturuşta oturduysa, 4 rek’at kılar. Farz yerine geçer. İlk oturuşta oturmadıysa, bu namaz nafile olur. İade gerekir. (İbni Abidin)
    4 Nisan 2012 Çarşamba
  • Sual: Sofra duasından sonra gayrimüslimlere benzememek için birkaç lokma bir şeyler yemek lâzımdır deniyor, doğru mudur ?
    Cevab: Doyduktan sonra kırk (veya kırık) lokma yenir sözü, halk inanışıdır. Gayrımüslimler yemekten önce, Müslümanlar yemekten sonra dua eder.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Kadınları tâciz eden kişiyi korkutmak için dövmek câiz midir?
    Cevab: Polise bildirmelidir.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Almanya’da ganyan bâyii, iddaa bâyii, kumarhane açmak, fâizle para verip bankerlik yapmak câiz midir?
    Cevab: Bu işler müslümanın menfaatine olduğu için Almanya’da caiz ise de, müslümana yakışmaz.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Mezartaşına Arabî harflerle mi yazı yazılmalıdır? Lâtin harfleriyle yazılırsa mevtâya zararı olur mu?
    Cevab: Mezartaşına Arabî olarak mevtânın ismi ve vefat tarihi yazılacağı; aksi takdirde mevtânın bundan dolayı üzüleceği, kitaplarda yazılıdır.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Bir meselede kafam çok karıştı. Kitaplar da hastanın abdesti babında “Yıkaması farz olan dört abdest uzvundan ikisi sağlam ise, abdest alıp, yaralı yerleri mesh eder. Mesh zarar verirse, sargı üzerine mesh eder. Abdest uzuvlarının yarıdan çoğu yaralı ise teyemmüm eder” buyuruluyor. Kitaplarda bildirilen iki namazı cem etme bahsinde bildirilen başka bir kavil daha var. O kavilde de “Hanbelî mezhebinde hatta Mâlikî mezhebinde hastalıkta mukimken de cem caizdir” ve “Hanbelî mezhebinde abdest ve teyemmüm için zorluk varsa iki namazı cem caiz olur” buyuruluyor. Hanefî mezhebinde olan bir kimse abdest alma ile alâkalı sıkıntısı yukarıda bildirilen ilk kavil de gideriliyorsa yine de cem etmesi caiz olur mu? Abdest uzuvlarının ikisi sağlam olup abdest alıp sağlam uzuvları yıkamak ve yaralı yerleri mesh etmek yerine bunları yapmayıp hastalıkta cem caiz diye cem edebilir mi? Abdest uzuvlarının yarıdan çoğu yaralı ise teyemmüm eder buyuruluyor. Teyemmüm etmeyip, hastalıkta cem caizdir diyen Hanbelî veya Mâlikî mezhebine uyarak cem edebilir mi? Bu mevzuda bana yardımcı olabilir misiniz?
    Cevab: Kişi kendi mezhebinde sahih veya zayıf kavillerde bir çıkış yolu olmadığı zaman başka mezhebi taklid edebilir.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Pazar yerinde satıcının malının ambalajını izinsiz açıp bakmak câiz midir?
    Cevab: Değildir.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Erzeli ömür ne demektir? Yaşlılıkta bunamamak için ne yapmalıdır?
    Cevab: Ömrün en rezil hâli, yani ihtiyarlık meşakkati demektir. Hazret-i Peygamber ve onun yolundan gidenler, “ya rabbi, erzel-i ömürden sana sığınırım” duasını söylemişlerdir. Bunamamak için ilimle meşgul olmanın, çok Kuranı kerim okumanın faydalı olduğu bazı kitaplarda yazılıdır.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Kadınların burna hızma, göze renkli lens veya dişe renkli taş takmaları, ziynete girer mi? Gusle mani olur mu? Hanımların sünnet niyetiyle, dışarıya çıkarken sürme sürmeleri uygun mudur?
    Cevab: Yabancı erkeklere göstermelerine din kaideleri izin vermemektedir. Sürme de böyledir. Bunlar altına su geçiriyorsa gusle mâni değildir.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Babam ve annem dinin emirlerine karşı lakayttır. Bunları zorlayabilir miyim? Bedduaları kabul olur mu?
    Cevab: Şartlar müsaitse bir defa ikaz eder. Değilse veya dinlemezlerse dua eder. Beddua haklı ise, gayrımüsliminki bile kabul olur.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Yatalak hasta olan annesinin altını oğlu temizleyebilir mi?
    Cevab: Yapacak kadın yoksa, zaruret hükmüne geçer ve câiz olur.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Matbaası olan bir arkadaş, intenette beğendiğimiz herhangi bir veya resmi kopyalayıp tablo hâlinde basıyor. Bu kul hakkına girer mi?
    Cevab: Sahibi razı değilse, bunu çoğaltıp satmak kul hakkına girer. Sadece kopyalamak câizdir.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Hanımını bırakıp başka şehre yerleşmek günah mıdır?
    Cevab: Bir erkeğin yeri, hanımının yanıdır. Hanımını da götürmeli veya usulüne uygun şekilde ayrılmalıdır. Kadın kalmaya râzı ise mesele yoktur.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Karşılaşınca, kadın kadını, erkek erkeği öpse mekruh mu?
    Cevab: Erkeğin erkekle, kadının kadınla şehvetsiz öpüşmesine cevaz veren âlimler vardır.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Boğa güreşlerini ve boks maçlarını seyretmek, sirke gitmek günah mıdır?
    Cevab: Sirke gitmek günah değildir. Diğerleri mahzurludur.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Hususî bir iş yerinde, işte kullandığımız bir âleti, yetkilisinden izin almadan, özel işimizde kullanmamız câiz olur mu? Arkadaşın malını ondan habersiz kullanmak veya yemek caiz olur mu?
    Cevab: Kimsenin malını (arkadaş da olsa) ondan izinsiz kullanmak, yemek, başkasına vermek câiz değildir. Ama önceden izin verirse veya izin vereceği çok zannediliyorsa câiz olur. İşyerinde de bir-iki hususî telefon, ataç, kâğıt gibi şeylerin kullanılmasına patronlar umumiyetle göz yummaktadır.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Peygamber efendimiz soğan ve sarmısak yemeyi yasaklamış mıdır?
    Cevab: Hazret-i Peygamber “Soğan ve sarmısak yiyen mescidimize gelmesin” buyurmuş. Yatsıdan sonra veya pişmiş olarak yemelidir. Sair zamanda yemek tab'an mekruhtur. Çünki müslümanın cemaate gitmediği bir zaman düşünülemez.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Bir din kitabında “Oğluna dul alma, kız al!” şeklinde bir tavsiye okudum. Dul kadınla evlenmek uygun değil midir?
    Cevab: Dul kadın ile evlenmek câizdir. Gözü ilk kocasında olur, diye tavsiye edilmemiş. Bu da mutlak değildir.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Avrupa’da, çok cirolu bir bonoyu, gayrimüslime vermek günah mıdır? Türkiye’de çok cirolu çeki müslüman toptancıya vermek câiz midir?
    Cevab: Avrupa veya Türkiye’de İmam Ebu Hanife ve İmam Muhammed'e göre câizdir.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Emanet bırakılan parayı kullanarak, para kazanmak haram olur mu? Servise tamir için bırakılmış arabayı veya âleti, sahibinin haberi olmadan, servis şahsî işi için kullanabilir mi?
    Cevab: Baştan izin verilmemişse veya izin vereceği bilinmiyorsa câiz olmaz. Bu vesileyle kazanılan para da kazanana helâl olmaz; malın sahibine verilir veya fakirlere sadaka edilir.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Poşetle, kese kâğıdıyla da tartılan gıdalar oluyor. Bazıları, “Böyle alış-veriş fâsid olur, darasını ayrıca alması gerekir” diyor. Böyle bir şey var mı?
    Cevab: Götürü alınca, yani “Borcum ne kadar?” deyip hepsinin parası sorulup ödenince câiz olur.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: İnşaat şirketi olarak, plaj sitesi, içki fabrikası, turistik otel gibi yerler yapmak uygun mudur? Arsa karşılığında daire yaptırmak caiz midir?
    Cevab: Câiz ise de tayyip (hoş) bir kazanç değildir. Arsa karşılığı daire, istisnâ akdinin şartlarına uygun olarak yapılırsa câizdir.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Namaz kılmayan, içki içen bir kimsenin, küfre düşmesi an meselesidir deniyor. Neden böyle söyleniyor?
    Cevab: Ehl-i sünnete göre ameller imandan cüz değildir. Binaenaleyh büyük günah işleyenin, eğer bunun haram olduğuna inanıyorsa, imanı gitmez. Ancak günaha ehemmiyet vermeye vermeye, insanın imanı zayıflar. Yaptığını mübah görmeye başlar ve sonra neuzübillah küfre düşebilir..
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Abdesti bozan yellenme nasıl ayırd edilir?
    Cevab: Ses veya koku, ayırd edici hususiyetlerdir. İnsan bunu hisseder. Bağırsak seğirmesine itibar etmemelidir.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: İçki haram mı, rüşvet haram mı gibi şüphe etmek, imanı götürür deniyor. Bir kişi içki içmenin, rüşvet ve fâiz yemenin uygun olmadığını bilse, ama hükmünün haram olduğunu bilmese, yine imanı gider mi?
    Cevab: Meşhur haramları bilmemek, dârülislâmda özür değildir. Şüphe ederse, hemen sorup öğrenmelidir. Dâülharbde bilmemek özürdür.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Cenaze namazi başlanırken abdesti olmayan kimsenin, cenaze namazına yetişmek için hemen teyemmum ederek namaz kılması caiz midir?
    Cevab: Cenaze ve bayram namazında, kaçırıldığı takdirde bedeli olmadığı için, kaçırmaktan korkan teyemmüm ederek uyabilir.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Kocam haramlardan kendisini alamıyor ve çalışmıyor. Ailesine nafaka vermediği gibi, kendisini de geçindiremiyor. Uzun zaman ben barındırdım. Artık ben de annemin evinde yaşıyorum. Şimdi beni boşamasını istiyorum, boşamıyor. Hiçbir zaman talâk vermeyeceğim diyor. Daha gencim. Belki uygun birisi ile evlenebilirim. Ne yapmak lâzımdır?
    Cevab: Nafakadan acz, Şâfiî mezhebinde boşanma sebebidir. Mahkeme vasıtasıyla evliliği feshettirdikten sonra, kâdı bulunmadığı için, sâlih bir Şâfiî âlimine gidip vaziyeti iki âdil şahid ile ispatladıktan sonra, o âlim ikisini ayırır. Kadın talâk iddeti bekler. Şâfiî âlimi bulunamazsa, bu mezhebi bilen başka bir sâlih ilim sahibi de bu işi yapabilir.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Bazı firmalar mesela mamullerinde İsveç, İsviçre bayrağı gibi haçlı bayraklarını resmediyor. Böyle tişörtler imal ediyor. Bunları giymek küfrü gerektirir mi?
    Cevab: Giyilen elbise ve kullanılan eşyada hürmet makamında görünür haç işareti bulunması mahzurludur.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: “Âhir zamanda en iyiniz hafifülhaz olanınızdır, yani hanım ve çocuğu olmayandır” hadis-i şerifine uyarak evlenmiyorum. Namazımı kılıyor, harama bakmamaya çalışıyorum. Mahzuru var mıdır?
    Cevab: Evlenmeden nefsini günahlardan korumak bu zamanda çok zordur. Her müslümana evlenerek iyi bir aile kurması, hanımını ve çocuklarını himaye etmesi yakışır. Sisteme uygun davranmamak mahzurludur.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Arkadaşlar dua istediğinde ne demeliyiz? Mesela Allahü teâlâ iki cihan saadeti versin diye yüzüne karşı dua etmek riya olur mu?
    Cevab: Hemen yüzüne dua etmelidir. Sonraya bırakmamalıdır. Riya, kalbde olur.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Fâsık bir kimse, âyât-ı hırz, muska taşısa faydası olur mu? Muska taşıyan kişinin yalnız kendine mi nazar değmez, yoksa arabasına, eşyasına da değmez mi?
    Cevab: Fâsık müslümandır, Allah dilerse ihlâsı nisbetinde ona da değmez. Muska dine uygun ise ve ihlâs ile taşınırsa, kendisine, ailesine ve eşyasına inşallah nazar değmez.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: İngilizlerle ve Yahudilerle ticaret yapılması uygun değil diye duydum. Böyle bir şey var mıdır?
    Cevab: Mürted dışında herkesle ticaret yapmak câizdir.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Hollandalı bir hanımla evlenmek câiz midir? Çocukların yetişmesi açısından mahzurlu mudur ?
    Cevab: Ehl-i kitap bir kadınla evlenmek sahih ancak tahrimen mekruhtur. Çocuklar ve kendisi bakımından bu zamanda çok mahzurludur.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Evliyâ kabirlerine gidince, onların ruhlarını arşta mı farz etmeliyiz?
    Cevab: Sâlihlerin ruhu Cennetü’lme'vâ denilen bir yerdedir. Cennet nimetlerinin suretleriyle zevklenirler. Sevenleri ziyaret edince kabirlerine gelip selâma mukabele eder, dualarına âmin derler.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Bir cevabınızda: Ahkâm-ı İslâmiye’nin tatbik olunmadığı Almanya, Fransa gibi memleketlerde, gerek oradaki gayrımüslimlerle, gerekse birbirleriyle olan muamelattaki münasebetlerinde ahkâm-ı İslâmiye’ye uymamaları, fâsid akid yapmaları, karşı taraftan fâiz almaları câizdir. Merak ettiğim, bu cevaz, fâiz ve zarar dışında bütün hususlarda mıdır ve bâtıl satışlar dâhil midir?
    Cevab: Fâiz ve fâsid satışlar böyledir. Bâtıl satışların da böyle olduğu Fethü’l-kadir’de yazılır.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Dârülharpteki kadınların câriye olarak vaty edilmesi câiz midir? Meselâ yurtdışındaki Alman kadınlarla vaty câiz olur mu?
    Cevab: Ne dârülharbdeki gayrımüslim kadınlar, ne de dârülharb veya dârülislâmda dinin emirlerini yerine getirmeyen kadınlar câriyedir. Bunların bu sebeple câriye hükmünde olduğunu, bu sebeple kollarına ve saçına şehvetsiz bakmanın câiz olacağını söyleyen âlimler vardır. Çünki bu kadınlar saçlarını kollarını kendi istekleriyle açmış ve başkalarının bakmasına da razı gelmiştir. kocaları, babaları da bundan şikâyetçi değildir. Câriye'nin başka kadınlara ve erkeklere göre avret yeri, Hanefî'ye göre, göbek ile diz kapağı arasından başka, göğüs, karnı ve sırtıdır. Mâlikî ve Şâfiî mezhebi ile Ahmed bin Hanbel'in bir kavline göre göbekle diz kapağı arasıdır. Ahmed bin Hanbel'in diğer kavline göre yalnız sev'eteyn, yani  önü ve arkasıdır. Yani bir kadın veya erkek, cariyenin avret yeri dışında kalan yerlerine şehvetsiz bakabilir. Câriye olmak başkadır; câriye hükmünde olmak başkadır. Bunların vaty edilebileceğini düşünmek veya söylemek çok yanlıştır. Bir kimsede kölelik statüsünün teşekkülü için dârülislâm, meşru cihad, esaret ve halife-i müslimîn bulunması şarttır. Müslüman, ancak kendi mülkü olan Müslüman veya ehl-i kitap câriyesi ile vaty edebilir.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Âhirette herkes kendi cemaatiyle, kendi hocasının arkasında mı bulunacak?
    Cevab: Kıyamette herkesin dinde tâbi olduğu zâtların arkasında haşredileceği meâlinde bir âyet-i kerime vardır. Tefsirler, bundan mezhep imamlarının kasdedildiğini söylemektedir.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Mesnevi'de hakikaten güzel konular işlenmiş; ama bu konular işlenirken müstehcen örnekler verilmiş. Bunları nasıl değerlendirmek gerekir?
    Cevab: Bu hikâyeler eğlence olsun diye değil, ibret için anlatılır. Mesnevî’yi ehli olmayan okumamalıdır. Seksüalite de hayatın bir gerçeğidir.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Çocuk doğduğu zaman yapılabilecek sünnetler nelerdir? Çocuk doğar doğmaz iki üç gün içerisinde sünnet ettirmek câiz midir? En doğrusu nedir?
    Cevab: Sağ kulağına ezan, sol kulağına kaamet okunarak kıbleye karşı durulup ismi konur. Ağzına hurma gibi bir tatlı sulandırılıp sürülür. İyi bir evlat olması için şöyle dua edilir. “Allahümme’chalhu (kız ise hu yerine hâ) veleden salihan ve bârren takiyyen ve enbetehu (kız ise enbetehâ) fi’l-İslâmi nebâten”. İmkân varsa saçı traş edilip tartılarak ağırlığı kadar gümüş sadaka verilir. Sünnet yaşı hakkında bir hüküm bildirilmemiştir. Doğumdan bulûğa kadar câizdir.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: İslâm'ın ilk döneminde olduğu gibi, günümüzde de cariyelik var mıdır?
    Cevab: Yoktur. Köle veya câriye statüsünün kurulması için, dârülislâm, halife-i müslimîn ve meşru cihad olmalı; yahud eskiden kalma köle ve câriyeler miras olarak intikal etmelidir.
    8 Nisan 2012 Pazar
  • Sual: Tecâvüze uğrayan bir kadının doğurduğu çocuk ne yapılmalıdır? Anne, çocuğu istemeyip bir müesseseye verme hürriyetine sahip midir?
    Cevab: Bu, çocuğun suçu değildir. Kadın bu çocuğu büyütür. Parası yoksa, nafakasını beytülmal verir. Çocuğu başkasına veya bir müesseseye evlatlık verip onunla münasebetini kesmek câiz değildir.
    8 Nisan 2012 Pazar
  • Sual: Hiç çalışmayıp, sabahtan akşama devamlı ibadet etmek doğru mudur?
    Cevab: Zenginse, nafakası var ise câizdir. Ama en güzeli çalışmaktır. Kişinin kendi el emeğini yemesi güzeldir. Boş kalana şeytan vesvese verir.
    8 Nisan 2012 Pazar
  • Sual: Trafik kaidelerine uymamak günah mıdır? Trafik kazâsındaki ölüm yahut yaralanmadan dolayı tazminat almak câiz midir? Diyet veya tazminatın miktarı ne kadardır?
    Cevab: Trafik kaideleri örfe girer. Uymak vâcibdir. Dârülharbde, hata benzeri adam öldürmenin cezası Hanefî mezhebinde yalnızca keffarettir. Diyet gerekmez. Diğer üç mezhebde ise diyet ödenir. Tazminatı bu üç mezhebe göre almak ve vermek câiz olur.
    8 Nisan 2012 Pazar
  • Sual: İşveren işçiye taahhüd ettiklerini vermediği takdirde, işçi ondan habersiz o kadarını alabilir mi?
    Cevab: Alacaklı, borçlusu borcunu ödemediği takdirde, borçlunun malından alacağı kadar alabilir.
    8 Nisan 2012 Pazar
  • Sual: Borcu olan kişi borç verebilir mi? Bir kısmı uzun vadeli olan birçok borcum varken, maaşımla bu borçların bir kısmını ödemek yerine, borç isteyen birine yardımcı olmam uygun olur mu?
    Cevab: Borcu olan kişi eline para geçince hemen borcunu ödemelidir. Borç veremez, hediye veremez, lüks sarfiyat yapamaz. Alacaklı razı ise olur.
    8 Nisan 2012 Pazar
  • Sual: Fetâvâ-yı Hindiyye’de, “cemaatle birlikte sesli, Kâfirûn sûresini sonuna kadar okumak mekruhtur, çünkü bu bid'attir” denilmektedir. Müslümanların bazı sûre ve âyetleri beraber okumaları mekruh mudur?
    Cevab: Hayır. Mekruh (bid’at) olması muayyen hâle mahsustur. O da bunun bu şekilde okunmakla sevab elde edileceğine inanmaktır. Bu maksatla olmadıkça, beraber okumanın mahzuru yoktur.
    8 Nisan 2012 Pazar
  • Sual: Kur'an-ı kerim okuyanın yanına melekler gelir mi? Günah işlenen yerden melekler uzaklaşır mı? Melekler bize dua eder mi? Âyetülkürsiyi okuyana koruyucu melek verilir mi?
    Cevab: Melekler Kur'an-ı kerim okumayı bilmediği için, okuyanların yanına toplaşıp ona salat ve istiğfar ederler. Rahmet melekleri günah işlenen yerden kaçar. İnsanın salih amelleri için birer melek yaratılır; kıyamete kadar o kişi için dua eder.
    8 Nisan 2012 Pazar
  • Sual: Ana-baba, çocuklarının gurbete çıkmalarına engel olabilirler mi?
    Cevab: Ana-baba bakıma muhtaç ise, engel olabilir.
    8 Nisan 2012 Pazar
  • Sual: Toruna bakma hakkı, babanın babasına mı, annenin babasına mı düşer? Çocuğun anne ve babası kimi uygun görürse ona baktırabilirler mi? 
    Cevab: Çocuğun nafakası babasına aittir. Anne-baba ayrılmışsa, nafakası babaya, bakımı oğlan ise 7, kız ise 9 yaşına kadar anneye aittir. Anne-baba ölmüşse, nafakası çocuğun en yakın mahrem akrabalarına aittir. Babanın abası, annenin babasından önce gelir. Bunun dışında her iki dedenin de, anne ve babası sağ olan çocuğa bakmak gibi bir mecburiyeti yoktur.
    8 Nisan 2012 Pazar
  • Sual: Emre Kongar, Tarihimizle Yüzleşmek adlı kitabının (42. Baskı) 58. sahifesinde, "Saraya sızdığı öğrenilen Hurufilere karşı Veziriazam Mahmud Paşa ve Edirne'de Üç Şerefeli Câmi'de müderrislik yapan müftü Fahreddin-i Acemî derhal harekete geçmişler; müftü hem Hurufîlerin yakılması için fetvâ vermiş; hem de bizzat diri diri ateşte yakılmalarını gerçekleştirmiştir" diye yazıyor. Osmanlı Hukuku'nda teorik veya pratik olarak yakarak cezalandırma mevcut mudur?
    Cevab: Zındıkların yakılacağına dair ictihadlar var ise de, makbul değildir. Nitekim Hazret-i Ali zındıkları yakmış; "Ateşle azap ancak Allaha mahsustur" hadis-i şerifini söyleyince, bunu işitseydim, yakmazdım buyurmuştur. Hurufîler yakılmamış, öldürülmüştür. Osmanlı klasik metinlerinde yakmak, zındığı öldürmek demektir. Çünki ölünce cehenneme gidecektir. Osmanlı hukuk tarihinde idam cezaları eşkiyalıkta asarak, bunun dışında en seri öldürme şekli olan başını keserek infaz olunuyor.
    8 Nisan 2012 Pazar
  • Sual: Zâbıta ve belediyecilik gibi amme memuriyetlerini yerine getirirken nasıl davranmak gerekir? Seyyar satıcıların mallarını bazen ellerinden alıyoruz ve seyyar arabasını kırıyoruz. Vatandaşa verdiğimiz zararlardan mesul olur muyuz?
    Cevab: Bir memur, kanunların icabını yerine getirirken işlenenlerden mesul olmaz. Ancak vazife yaparken verilen emir suç ve günah teşkil ediyorsa yapılmaz. Seyyar satıcının arabasını kırmak, israfa girer ve câiz değildir. İnsanlara acımalıdır. İnsiyatif kullanmalıdır.
    9 Nisan 2012 Pazartesi
  • Sual: Şirketimizde bir oda mescit olarak ayrılmıştır. Dinî kitaplar ve namaz kılınacak yerler vardır. Bina ve işyerlerinde namaz kılmak için ayrılan oda mescit hükmünde midir?
    Cevab: Sadece namaz kılınıyorsa mescid hükmündedir. Mecburiyet olmadıkça abdestsiz girmemelidir.
    9 Nisan 2012 Pazartesi
  • Sual: Yıkılan bir câminin yeri, câmiden başka bir maksatla kullanılabilir mi? Satılabilir mi? Yerine ev veya işyeri yapılabilir mi? Yoksa kıyamete kadar ibadethane olarak kalması mı gerekir?
    Cevab: Yıkılan câminin yerine yeniden câmi yapılır. Olmazsa, bu arsa ve enkaz en yakın câmiye verilir. Yoksa yaptıranın vârislerine döner. Bu da yoksa fakirlere verilir.
    9 Nisan 2012 Pazartesi
  • Sual: Hanımım, anne ve babamla görüşmeme kararı aldı. Ben de bundan dolayı kayınbaba ve kayınvalidemle görüşmeyeceğim. Dinimizin bu mevzudaki hükmü nedir?
    Cevab: Bir erkek veya kadın için kayınpeder ve kayınvâlide ile görüşmek dinen zaruri değildir. Ancak eşini üzmek, onun hatırını gözetmemek akıllı insanın işi değildir.
    9 Nisan 2012 Pazartesi
  • Sual: Bakımı çok zor olan bir hastalık nedeni ile, yaşlı anne veya babayı bu haslalıkla ilgili bakımevine vermek caiz midir?
    Cevab: Câizdir.
    9 Nisan 2012 Pazartesi
  • Sual: Kadın, kocasının akrabalarından kimlerin elini öpebilir, kimlerin elini öpemez?
    Cevab: Kayınpederinin elini öpebilir.
    10 Nisan 2012 Salı
  • Sual: Kadın kocasından izinsiz anne babasına bakabilir mi? Kadın kocasının anne babasına bakmak zorunda mı?
    Cevab: Kadın, bakıma muhtaç anne ve babasına bakmak, onları haftada bir ziyaret etmek, bunun dışında kalan mahrem akrabalarını arada bir ziyaret etmek için kocasının iznine muhtaç değildir. İzin vermese de gidebilir. Kadın, kocasının anne ve babasına bakmakla mükellef değildir. Ama Allah ihsan sahiplerini sever; kocasının hatırına bakmalıdır.
    10 Nisan 2012 Salı
  • Sual: Bir kadından örtünme, namaz vs. hususları yerine getirmesini istemek kocanın bir hakkı ve vazifesi midir? Bunun için koca kadına muayyen ölçülerde müeyyide tatbik edebilir mi?
    Cevab: Usulüne uygun şekilde ikaz eder. Dinî bilgilerde noksan ise, öğrenmesine yardımcı olur. Yine dinlemezse tatlı mükâfat vaadlerinde bulunur. Yine müsbet etice alamazsa, darılır. Bu da olmazsa ayrılabilir.
    10 Nisan 2012 Salı
  • Sual: Anne babam dindar değiller, evde huzurum yok, ne yapmalıyım? Aile içinde çok fazla huzursuzluklarımız var, annem ve babamın inancı çok zayıf. Sürekli içki içip kavga ediyorlar. Evde ibadet ortamım dahi yok. Çok çaresizim, ne yapmalıyım?
    Cevab: İnsan anne-babasından mesul değildir. Bir kere gerekire ikaz eder. Sonra dua eder. Bir an evvel ekmeğinizi kazanıp evden ayrılmaya bakın.
    10 Nisan 2012 Salı
  • Sual: Kadın yorgun olduğu zaman kocasının isteğini geri çevirmesi haram mı?
    Cevab: Evliliğin erkeğe verdiği bir hak ise de, erkeğin merhamet etmesi lâzımdır.
    10 Nisan 2012 Salı
  • Sual: Kayınvalidenin, oğluyla gelininin yatağına yatıp uyuması uygun mudur?
    Cevab: Uygun değildir. Ama haram da değildir.
    10 Nisan 2012 Salı
  • Sual: Binaların altında bulunan mescitlerde cuma namazı kılınabilir mi? Karşımızda bulunan bir sitenin mescidinde, müftülüğün verdiği bir imamla cuma namazı kılıyoruz. Bir arkadaşımız câmide ve kalabalık yerde kılmamız gerektiğini söyleyip kendisi gelmiyor?
    Cevab: Umumi izin varsa, yani isteyen herkes gelebiliyorsa kılınır. Müslümanlar toplanıp her yerde Cuma kılabilir. Dârülislâmda halifenin izni lâzımdır. Dârülharbde ise Müslümanların toplanması kâfidir.
    10 Nisan 2012 Salı
  • Sual: Bugün cuma namazı farz mıdır? Devlet izni ve namazı devlet reisinin kıldırması şart mıdır?
    Cevab: Şehirde, halifenin izni ile kendisinin veya vekilinin kıldırması şarttır. Dârülharbde cuma namazı farz değil ise de, müslümanlar toplanıp kılarlarsa sahih ve gitmek lâzım olur.
    10 Nisan 2012 Salı
  • Sual: Mezhebi olmayan bir imamın arkasında kılınan namaz geçerli midir? Bir imamın mezhebi olup olmadığını nasıl anlarız?
    Cevab: Bu namaz sahihtir, fakat mekruhtur. Mezhepleri kabul etmeyen, âyet-i kerime ve hadis-i şeriflere göre amel ettiği iddiasında olan, veya dört mezhebin hükümlerini teflik olacak şekilde karıştırarak tatbik eden kimse mezhepsizdir.
    10 Nisan 2012 Salı
  • Sual: Sürekli gaz (yellenme) problemi olan kimse, nasıl abdest alır; özürlü sayılır mı?
    Cevab: Bir namaz vakti hep gelirse özürlü olur. Vaktin onuna doğru abdest alıp namazını kılar. Sonra devam ederse, her vakit girince abdest alıp namazını öylece kılar.
    10 Nisan 2012 Salı
  • Sual: Güvenlik görevlilerinin cuma namazına gidememesi hakkında bilgi verir misiniz?
    Cevab: Dârülharbde nafakasından olacaksa, gitmeyebilir. Öğleni kılar.
    10 Nisan 2012 Salı
  • Sual: Maçlarda, konserlerde karaborsa bilet satmak caiz mi? Yani gişeden alıp bir miktar üzerine koyup satmak caiz mi?
    Cevab: Kiralayan, kiraladığı malı bir başkasına kirâlayabilir. Aradaki farkı sadaka vermelidir (İbni Abidin).
    10 Nisan 2012 Salı
  • Sual: Midye satmak caiz midir? Hanefi mezhebine göre midye yemek caiz değildir. Buna göre Hanefi mezhebinden birinin restoranında midye satması caiz midir?
    Cevab: Midye ve benzeri deniz mahsulleri (balık dışındaki) yenilmez ve satılmaz. Satmakta bir ihtiyaç varsa (meselâ Çin’de veya Şâfiîlerin yaygın yaşadığı Malezya gibi yerlerde ise) Şâfiî mezhebini taklid ederek satabilir.
    10 Nisan 2012 Salı
  • Sual: Kiracıdan alınan depozitoyu, ev sahibi şahsî harcamalarında kullanabilir mi?
    Cevab: Emanettir, izinsiz kullanamaz, kendi parasına karıştıramaz. Baştan kullanmak ve parasına katmak üzere izin almışsa, kullanabilir.
    10 Nisan 2012 Salı
  • Sual: Dârulharbde gayrimüslimlere içki satmak câiz midir?
    Cevab: Bazı âlimlere göre câizdir. Şarap dışındakileri satmak ittifakla câizdir (İbni Abidin).
    10 Nisan 2012 Salı
  • Sual: Hristiyan ve Yahudilerin işaretlerini bazı eşyalar üzerine işleyip satmak caiz midir?
    Cevab: Gayrımüslimlere dinlerinin alâmetlerini satmak câizdir (İbni Abidin).
    10 Nisan 2012 Salı
  • Sual: Yılan derisi ticareti yapmak câiz midir?
    Cevab: Müslüman olmayanlara satmak dârülharbde câizdir. Bazı âlimlere göre dârülislâmda da câizdir.
    10 Nisan 2012 Salı
  • Sual: Erkek, boşadığı eşine kazanılmış mallardan vermek zorunda mıdır? Kadın, beraberken alınmış mallardan hak iddia edebilir mi?
    Cevab: Boşanan kadın, hangi sebeple boşanırsa boşansın, sadece ödenmemiş mehr, ödenmemiş nafaka ve iddet nafakasına hak sahibidir. Ayrıca çeyizini de alabilir.
    10 Nisan 2012 Salı
  • Sual: İnternette evlilik amaçlı siteler hakkında bilgi verir misiniz?
    Cevab: İslamı benimsemiş ve yaşayan erkek ve bayan kardeşlerimizin evlilik niyetiyle tanışmalarını sağlayacak internette siteler kurmuşlar. İnsanların evlenmesine aracı olmak çok iyidir. Hazret-i Peygamber, “Arabuluculuğun en hayırlısı evlilik hususunda olanıdır” buyurmuştur. Kendisi de böyle evlenmiştir. Müslümanların evlilik niyetiyle de olsa bu sitelerden eş aramaları, bunun için televizyondaki evlilik programlarına katılmaları yakışık almamaktadır. Evlilik, her iki tarafı iyi tanıyan, iyi niyetli (iki taraftan yalnız birine iyilik etmeyi düşünmeyen) ve iki tarafı tanıştırdıktan sonra aradan çekilen sâlih bir aracı vasıtasıyla olmalıdır.
    10 Nisan 2012 Salı
  • Sual: Çocuğu olmayan kadınla evlenmek mahzurlu mudur? Peygamberimizin çocuk yapmaya elverişli olmayan kadınlarla evlenmeyi yasakladığına dair bir hadis var mıdır? Bir kadının çocuk yapmaya elverişli olup olmadığını nerden anlayacağız?
    Cevab: Kısır olduğu iyi bilinen kadınla evlenmemek tavsiye edilmiştir. Zira evliliğin maksadı çocuk sahibi olmaktır.
    10 Nisan 2012 Salı
  • Sual: Birbirinin çocuklarını emziren iki kadının, emzirilmeyen çocukları birbiriyle evlenebilir mi?
    Cevab: Evet. Bunlar süt akrabası değildir.
    10 Nisan 2012 Salı
  • Sual: Cima (cinsî münasebet) yapmanın uygun olmadığı günler var mıdır?
    Cevab: Şir'atü'l-İslâm gibi kitaplarda bu hususta tafsilat vardır. Bu iş için haram gün yoktur; tavsiye edilmeyen günler vardır. Bunlar da umumiyetle tecrübelerle tesbit edilmiştir. Bu zamanda bunlara itibar etmemelidir. İmkân buldukça cima etmelidir. Aksi takdirde harama düşmek tehlikesi vardır.
    10 Nisan 2012 Salı
  • Sual: Dini görevlerini eksiksiz yapmaya çalışan bir kadınla namaz kılmayan ve içki içen bir erkeğin evlenmesi câiz midir?
    Cevab: Hadis-i şerifte “Fâsık ile evlenen mel’undur”, yani Allah’ın rahmetinden uzaktır buyuruldu. Ancak imanı varsa, evlilik sahihtir.
    10 Nisan 2012 Salı
  • Sual: İslâmî prensiplere aykırı davranılan düğünlere gitmek câiz midir?
    Cevab: Uygun olmamakla beraber, akraba arasında fitne çıkmaması için gidilir, kısa oturulur.
    10 Nisan 2012 Salı
  • Sual: Bir savaşta ya da bir müsabakada dövüşerek ele geçirilen ganimet helâl midir?
    Cevab: Meşru muharebede bir kimse öldürdüğü düşmanın üzerindeki her şeyi alabilir. Müsabaka böyle değildir. Bunun dışında harbde elde edilen her şey ganimet olur. Beşte biri devlete ayrılır, geri kalanı gazilere dağıtılır.
    10 Nisan 2012 Salı
  • Sual: Evde karı kocanın cemaat yapmaları mı, yoksa erkeğin câmiye gitmesi mi daha faziletlidir? Evde cemaatle kıldıklarında karı ve koca da cemaat sevabı kazanabilirler mi?
    Cevab: İmamın, küfre düştüğü, mübtedi veya fâcir olduğu bilinmiyorsa, câmiye gitmelidir. Gidilemezse evde cemaat yapılır. Her ikisi için de cemaat sevabı hâsıl olur. Ancak erkek câmiye gitmek sevabından mahrum kalır.
    10 Nisan 2012 Salı
  • Sual: Câmideki imamın Ehl-i sünnet olduğunu araştırmamız gerekir mi? Bunu nasıl anlarız? Nasıl sormak gerekir?
    Cevab: Hâli mechul olana hüsnü zan edilir. Sormak, araştırmak tecessüs olur; câiz değildir.
    10 Nisan 2012 Salı
  • Sual: Teşvik kredisi ile makine almak caiz midir?
    Cevab: Kredi alıp fâiz ödemek ancak nafaka için ve borç bulamadığı zaman câiz olur.
    10 Nisan 2012 Salı
  • Sual: Korsan kitap basıp satmak yahut korsan kitap almak caiz midir? Eser sahibinin veya yayınevinin hakkına girilmiş olur mu? Kitabın roman vs olmasıyla, ilim (mesela hukuk) kitabı olması farkeder mi?
    Cevab: Korsan kitap vs ticareti yapmak kul hakkıdır, caiz değildir. Hem de suçtur. Ancak bilgiyi elde etmek herkesin hakkı olduğundan, korsan kitap alan kimse, aldığı malın meşru mâliki olur. Bunu çoğaltıp satması, ticaretini yapması câiz değildir. Nitekim bir kimse satın aldığı kitabı bir başkasına ödünç verip okutabilir; fotokopisini çekip verebilir.
    10 Nisan 2012 Salı
  • Sual: Bir kimse zevcesinin sütünü yanlışlıkla içse zevcesi süt annesi mi olur? Boşanmaları gerekir mi?
    Cevab: Hayır. Süt çocuk ancak 2,5 yaşına kadar olur.
    10 Nisan 2012 Salı
  • Sual: Avukatlık yapmak caiz midir? Câiz ise hangi sahada olabilir? Siz savcılık, hâkimlik gibi hangi işte çalışmamı tavsiye edersiniz?
    Cevab: Niyeti, nafakasını helâlinden temin etmek, kimseye muhtaç olmamak; dinine ve insanlara hizmet etmek olunca, hepsi uygundur. Heves ve istidada bakılır. Her işi yaparken hıyanet, yalan, dalavere ile harama düşmek mümkündür. Avukatlık hakkındaki menfi sözler, spekülasyondur. Avukatlık, bugün insanlar için çok lüzumlu ve hakkıyla yapılırsa yapan için çok ecirli bir iştir. İnsanların işini halletmek kıymetli bir ameldir. Hâkim ve savcı için de insanları zulümden korumak, haklarını almalarına yardımcı olmak ne güzeldir!
    11 Nisan 2012 Çarşamba
  • Sual: Elimizdeki peşin para yetmediği için, almak istediğimiz gayrımenkulü finans bankası bizim adımıza alıyor, tapusunu bizim üzerimize yapıyor ve belli bir kâr koyarak vadeli bir şekilde yine bize satıyor. Bunu yaparken tapuya ipotek koyuyor. Satın almaya mevzu olan menkul ya da gayrımenkulün ipotek edilmesinin câiz olmayacağını, akdi fâsid kılacağını delilini bildirmeden söylediler. Bu muamele câiz midir?
    Cevab: Satın alırken, borç karşılığında bir malın rehnini şart koşmak caizdir. Mal, mülk olmadan rehnedilemez. Bu ev, mülk olduktan sonra ipotek edilebilir.
    11 Nisan 2012 Çarşamba
  • Sual: Cemaat ile namaza başlarken sübhanekeyi okuduğumuz esnada, imam sesli olarak âyet okumaya başlarsa, sübhanekeyi yarıda mı kesmelidir?
    Cevab: Bu halde sübhaneke okunmaz, yarıda kesilir. İmam Ebu Yusuf’a göre imam fâtihayı okurken sustuğu yerlerde cemaat, sübhanekenin kalan kısmını okur.
    11 Nisan 2012 Çarşamba
  • Sual: Son rek’atte tehiyyatta imama yetişen mesbuk, tehiyyatı okumadan imam selâm verirse namazını iade eder mi?
    Cevab: Hayır. Tehiyyatı okuyup ayağa kalkarak namazını tamamlar.
    11 Nisan 2012 Çarşamba
  • Sual: Namazda sesin ulaşmadığı yerlere aracı vâsıtası ile ses ulaştırılır. Fakat günümüzdeki tatbikat şekliyle mikrofon vâsıtasıyla imamın sesinin aynı mekâna ya da alt ve üst katlara ulaştırmanın fıkhî hükmü nedir?
    Cevab: İmamın sesini kalabalık cemaata tekrar eden münâdiler namazdadır. Namaz dışındaki birinin sesiyle intikal câiz değildir. İkisi birbirine benzemez. İmam ile aynı mekânda bulunmayan bir kimsenin mikrofondan gelen sese uyması sahih olmaz. Bu bakımdan bir câminin alt katında veya üst katında yahud câmi bahçesindeki binaya, imamın sesi hoparlör vasıtasıyla ulaştırılsa, burada imama uymak sahih olmaz. Ama Selimiye Câmii gibi yüzlerce saffın en arkasındaki kimsenin imama uyması sahihtir. Bu kimseye imamın sesi hoparlör vasıtasıyla gelse bile, imam ile aynı mekânda bulunduğundan, namazı sahihtir.
    11 Nisan 2012 Çarşamba
  • Sual: Bazıları kabristana gider, orada geceleyip, kabirdekiler için koyun keser ve çocuk ister. Bunun dinen hükmü nedir?
    Cevab: Koyun kesip sevabını kabirdeki mübarek zatın ruhuna hediye eder ve bu mübarek zatı vesile kılarak Allahtan çocuk ister. Böyle istigase ve tevessüle, yani dualarının kabulü için aracı yapmaya Ehl-i sünnet izin verir.
    11 Nisan 2012 Çarşamba
  • Sual: Sitenizdeki bir cevap dikkatimi çekti: İslâmiyette mülkiyet hakkı masundur (dokunulmazdır) . Âyet-i kerimede buyuruluyor ki: “Herkes için çalıştığı kadarı vardır”. İnsanlar günaha girmeden, hak yemeden dilediği kadar kazanır; haram işlemeden dilediği gibi de harcar. Buna kimse karışamaz. Zengin olmak, mal kazanmak, refah içinde yaşamak suç değildir." Buradan sanki şöyle bir şey anlaşılıyor: İnsanlar çalıştığı oranda kazançları artar veya eksilir veya insanların rızkları sanki çok çalışma ile doğru orantılıdır.
    Cevab: Öyle bir netice çıkmıyor. Bahsi geçen ayet-i kerimedir. Kasdedilen, insan çalıştığından menfaat görür. Buna kimse müdahale edemez. Sen çalıştın ama bu senin hakkın değildir diyemez. İnsan çalışmayıp, mükafat beklerse, Allahı imtihan etmiş olur ve mükafat göremez. Çalışmayıp, hediye ile de mülk sahibi olunabilir. Prensip budur. Ama ayeti kerime mutlak değildir. Cenabı Hak hiç çalışmadan da mükafat verebilir.
    11 Nisan 2012 Çarşamba
  • Sual: Hürmet-i müsahere nedir? Bir yakınım, bilerek, hoşuna gitmesi için bir adama dokundum diyor. Daha doğrusu elini çarpmış, o an çekmemiş, sonra çekmiş. Bilerek, hoşuna gitsin diye dokunmak, hürmet-i müsahere olur mu? Bir de ince bir pardesü üstünden hürmet-i müsahere olur mu? İnce ve kalın nasıl ayırd edilir?
    Cevab: Bir kadın bir erkeğin veya bir erkek bir kadının çıplak tenine şehvetle dokunur veya cima ederse, bu kadın bu erkeğin oğlu veya babası, adam da bu kadının annesi veya kızı ile evlenemez.
    11 Nisan 2012 Çarşamba
  • Sual: Sadece iki eli veya sadece iki ayağı olan bir kimse sağlam olan uzuvlarıyla abdest alsa veya buna kadir olduğu halde bu iş meşakkatli olsa ve teyemmüm yapsa her iki halde de aldığı abdest sahih olur mu?
    Cevab: Abdest uzuvlarının hepsinin yarıdan fazlası veya dört abdest uzvundan ikisi sağlam ise, abdest alır. Değilse teyemmüm eder. Hastanın ve ihtiyarın halsizlik sebebiyle abdest alamaması, teyemmüm için özür olur.
    11 Nisan 2012 Çarşamba
  • Sual: Yarım zrâ'dan [25 cm] daha yüksek bir yere secde etmenin caiz olmadığı kitaplarda bildiriliyor. Hatta bazı âlimlerin az yükseğe de secde etmek caiz değildir buyurduğu da yazılıdır. Cuma bayram ve teravih namazı gibi cemaatin yoğun olduğu namazlarda sıkışıklık sebebiyle namaz kılanın sırtına secde etmek de namazı mekruh hale sokar mı? Velev ki 25cm den çok veya az olsun?
    Cevab: Hayır.
    13 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Kendi sırtına secde edilen kimsenin yere secde ediyor olma şartı var mı? O da başkasının sırtına secde ediyorsa birbirlerinin sırtına böylece müteselsilen secde edenlerin namazları sahih olmaz mı?
    Cevab: Evet. Olmaz.
    13 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: % 100 anapara korumalı altın ve petrol yatırım fonu almak caiz midir?
    Cevab: Dârülharbde İmam Ebu Hanife ve Muhammed'e göre câizdir.
    13 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Yüze tokat vurmanın hükmü nedir? Bazıları yüze tokat vurmanın mekruh olduğunu söylüyor, bu hüküm doğru mudur?
    Cevab: Vâsıtasız yaratıldığı için hiç bir canlının yüzüne vurmak câiz değildir.
    13 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Fıkıh kitaplarında, secdede ellerin üzerine secde etmenin Hanefi mezhebinde tenzihen mekruh olduğu diğer üç mezhepte sahih olmadığı bildiriliyor. Cuma ve bayram namazlarında ve teravih namazı gibi cemaatin yoğun olduğu zamanlarda sıkışıklıktan ellerimizin üzerine secde yapma mecburiyeti hâsıl oluyor. Bir ihtiyaç sebebiyle üç mezhepten birini taklid eden Hanefî’nin bu halde namazları sahih olmuyor mu?
    Cevab: Özür olunca mekruh olmaz.
    13 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Kitaplarda hafif sesle okuyanı bir iki kişinin işitmesi mekruh olmaz. Sesli okumak çok kişinin işitmesi denilmektedir. Peki, namazda kahkaha ile gülsek birkaç kişi işitse namazımız bozulur mu?
    Cevab: Kahkaha, muayyen bir cemaatin işitebileceği gülmek demektir. Namazı ve abdesti bozar. Orada birkaç kişi olsa da, kimse olmasa da kahkaha namazı ve abdesti bozar.
    13 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: İmam 25-30cm yükseklik yapılmış yukarıda namaz kıldırdı. Biz cemaat olarak aşağıda kıldık. İmamın cemaatten bu kadar yüksekte namaz kıldırması caiz mi?
    Cevab: İmam için bir arşın (60 cm) yüksekte yalnız kıldırması mekruhtur. 25-30 cm yüksekte yalnız bile kıldırsa mekruh değildir.
    13 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Müslüman bir kadının gayrımüslim veya fâsık bir kadının önünde soyunması helâl değildir. Acaba konuşması da böyle midir?
    Cevab: İbni Âbidin’de “Sâlih bir kadın için uygun değildir ki, gayrımüslim veya fâcir bir kadın ona baksın. Çünkü fâcir kadın gider onu erkekler yanında onu tasvir eder. Binaenaleyh sâliha bir kadın bunların yanında soyunamaz” diyor. Konuşmak zikredilmemiştir.
    13 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Müzelerde iskeletler oluyor. Ölen bir kimsenin, sağken bakılması helâl olmayan bir yerinin kemiğine bakmak câiz midir?
    Cevab: İbni Âbidin der ki: “Kadının, sağken bakılması helâl olmayan yerinin kemiğine, meselâ kol kemiğine öldükten sonra bakmak câiz değildir”.
    13 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Marketten online olarak sipariş vermiştim. Benim istediğim mamulün üç farklı renkte kutusu vardı. Ama içindeki mamul aynıdır. Ben mavi renklisini seçmiştim; ama kırmızı renkli kutu yollanmış. Acaba bu alışveriş câiz oldu mu?
    Cevab: Hata sebebiyle muhayyerlik hakkınız vardır. Yani malı iade edip, istediğinizi alma hakkınız vardır. Bu istediğiniz yoksa, akdi bozabilir veya bu mala razı olabilirsiniz.
    13 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Nimet-i İslâm kitabında, namazın sünnetlerinin 43. maddesinde, (Salevattan [salli bariklerden] sonra bir dua okumak sünnettir ) buyuruluyor. Bu ifadeye göre bir dua okumak sünnet; iki ve daha fazla okumak müstehap diye mi anlamamız lâzımdır? Bir dua okumak sünnet ise, bunu özürsüz terk etmek mekruh oluyor. Buradaki mekruh tahrimî mi, tenzihî mi oluyor?
    Cevab: Dua okumak müstehabdır. Her müstehab sünnettir. Duayı terk, mekruh değildir. Duanın kısa olması makbuldür. Mesela Rabbiğfir verham ve ente hayrürrâhimîn kâfidir.
    14 Nisan 2012 Cumartesi
  • Sual: Son teşehüdde salli bariklerden sonra dua niyeti ile fatiha okunabilir mi?
    Cevab: Evet.
    14 Nisan 2012 Cumartesi
  • Sual: İdrar yaptıktan sonra, tenasül uzvunu suyla yıkamak gerekir mi? Yıkamadan çıkarsa, mahzuru var mıdır?
    Cevab: Tenasül uzvunun ucunda idrar bulaşığı yoksa, yıkamak gerekmez. Varsa ve az ise, yıkamamak mekruhtur, namaza mâni değildir. Dirhem mikdarından fazla yayılmışsa, yıkamak gerekir. Doğrusu her zaman yıkamalıdır. Zira soğuk su, idrarın kesilmesine yardımcı olur.
    14 Nisan 2012 Cumartesi
  • Sual: İdrar yaptıktan sonra beklemek herkes için şart mıdır? Beklemeden hemen abdest alınabilir mi?
    Cevab: İdrarın kesildiğine kanaat getirilmişse, beklemeden abdest alınır. Gençler için umumiyetle böyledir.
    14 Nisan 2012 Cumartesi
  • Sual: Yatarken ev halkına “Allah rahatlık versin” mi, yoksa “İyi geceler” mi demeliyiz?
    Cevab: Her ikisi de iyidir. Güzel dualardır. Birincisi ayrıca zikr olur.
    14 Nisan 2012 Cumartesi
  • Sual: Hürmeti-i müsaherenin hiç bir çözümü yok mudur? Muhakkak zevcesini boşamak zorunda mıdır? Zevcesi ebedî haram mı olur?
    Cevab: Hürmet-i müsahere olmuşsa, eşlerin derhal ayrılması gerekir. Aksi halde mahkeme kendilerini ayırır. Ebedi haram olurlar.
    14 Nisan 2012 Cumartesi
  • Sual: Aşağıda kurguladığım foreks muamelesinin fıkıh kaidelerine aykırı noktalarını bildirmenizi rica ederim: x bankasındaki veya aracı kurumundaki döviz hesabımda 50.000 dolar ve 50.000 euro param vardır. Doların değer kazanacağını düşündüğümde, hesabımdaki euro'yu forex piyasaları tarafından belirlenen (eur-usd) parite değeri üzerinden dolara çeviriyorum. Euro'nun değer kazanacağını düşündüğümde ise dolar hesabımdaki paramı euro'ya çeviriyorum. Şayet doğru bir tercihte bulundu isem kâr ediyorum ya da tersi oluyor. Bu muameleler esnasında görüldüğü üzere alım-satım yapılan menkul kıymet "anında" ve tamamen peşin olarak malum hesabımdan tahsil ediliyor veya tasarrufum altına geçiyor. Teslim şartı sağlanıyor. Ayrıca vade yoktur. Sadece elimde olan bir kıymeti alıp satıyorum. Elinde olan şeyi alıp satma ile alâkalı kâide yerine gelm