Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci
  • Biyografi
  • Kitaplar
  • Makaleler
    • Aktüel
    • Akademik
    • English
    • Arabic
    • Diğer Diller
  • Programlar
    • Televizyon
    • Radyo
    • Youtube
  • Yazışmalar
    • Tüm Sualler
    • Sual Başlıkları
    • Sual Gönder
  • Biyografi
  • Kitaplar
  • Makaleler
    • - Aktüel
    • - Akademik
    • - English
    • - Arabic
    • - Diğer Diller
  • Programlar
    • - Televizyon
    • - Radyo
    • - Youtube
  • Yazışmalar
    • - Tüm Sualler
    • - Sual Başlıkları
    • - Sual Gönder

Sual Başlıkları

“ Dârülislâm-Dârülharb”

için arama neticeleri gösteriliyor
  • Sual: Bir Müslüman, Müslümanların hâkimiyetinde olmayan bir ülkede yaşayabilir mi? İslâm ülkesine göçmek zorunda mıdır?
    Cevab: İbn Âbidîn hazretleri diyor ki: Bir İslâm ülkesi, gayrımüslimler tarafından işgal edilse ve işgalcilerin tayin ettiği hâkimler, burada İslâm ahkâmını tatbik ediyorsa, orası İslâm ülkesi olarak kalmaya devam eder. Burada yaşayan müslümanlar kendi aralarından birini müftü, emîr, hâkim tayin ederler ve bu kimse ahkâm-ı islâmiyeyi icrâ eder. Buna da imkân olmazsa, orası İslâm ülkesi olmaktan çıkar ve müslümanlar için esâret statüsü söz konusu olur. Esâret hayatında, esîrler, her istediği zaman oradan çıkmaları mümkün olan müslüman müste’menler gibi değildir. Orada müslüman olan kimselere benzerler. Bunların tâbi olduğu hükümler, İslâm ülkesinde yaşayan müslümanlardan biraz farklıdır. Meselâ bunlar hakkında had ve kısas cezaları tatbik olunmaz. Abdülganî Nablusî de, “Bu durumda, yani başta müslüman idarecilerin bulunmadığı esâret durumunda, hâkimin hükmüne gerek olan yerlerde, meselâ yetimlerin evlendirilmesi, mallarının idaresi, nikâhda tefrike karar verilmesi, müşterek mülkde tamire karar verilmesi gibi hallerde, halkın ulemâya tâbi olması gerekir. Nitekim o beldede bulunan sâlih bir din adamı, müslümanları idare eder, bu gibi hukukî meseleleri çözer, böylece hâkim (kâdı) vazifesi görmüş olur” diyor (el-Hadîkatü’n-Nediyye). İsmail Hakkı Bursevî der ki: Bir şehirde şer’ ile ikâmet mümkin olmıycak, oradan şehr-i âhere hicret gerekdir. Yani bir beldede ahkâm-ı islâmiyeye uyarak oturmak mümkün olmazsa, başka beldeye hicret edilir. (Kenz-i Mahfî, Mebhas-i sâmin sonu.) Nitekim Hazret-i Peygamber, Mekke’de müşriklerin baskıları dayanılmaz hale geldiği bi’setin beşinci yılında, ilk Müslümanlara, Hıristiyan bir hükümdarın hâkim bulunduğu Habeşistan’a hicret etmelerini söylemiş; bunlar Habeşistan’da birkaç sene rahat yaşamışlardı. Yine Hazret-i Peygamber, Sahâbe’den Huzeyfe’ye, fitne zuhurunda, müslümanların cemaati ve hükümeti bulunmadığı zaman, gerekirse dağda yaşayıp insanların arasına karışmamasını emr buyurmuştur. Bütün bunları nazar-ı itibare alan İslâm uleması, “Bid’at ve fıskın çoğaldığı yerlerde oturmak nehyolundu. Dinini muhafaza için hicret eden Cennet ile müjdelendi. Bir mahallede sâlih kimse kalmayıp, fesad ve bid’at artınca, tatlı dille de olsa kendisini koruyamıyorsa, dinini izhar edemiyorsa, mahkeme vâsıtasıyla da kendisini koruyamıyorsa, evine çekilir, insanların arasına karışmaz. Evine de saldırılırsa, başka mahalleye hicret etmek veya böyle bir şehirden başka şehre hicret etmek gerekir. Bütün şehirlerde, müslümanlara saldırılıyorsa, başka İslâm ülkesine hicret edilir. İslâm devleti yoksa, insan haklarına riayet edilen, ibâdet etmek serbest olan bir kâfir memleketine yerleşmek lâzım olur” demişlerdir. İngiltere, Kanada ve Birleşik Amerika gibi insan haklarına saygı gösteren ülkelerde, hatta Yahudîlerin hâkim olduğu İsrâil’de yaşayan müslümanların, adına İslâm ülkesi denilen bazı Arap ve Afrika devletlerindeki dindaşlarından çok daha rahat yaşadıkları ve dinlerini izhâra kâdir oldukları malumdur.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Cuma namazından sonra zuhr-ı âhir denilen namaz bid’at mıdır? Kılınmasa olmaz mı?
    Cevab: Cuma günleri zuhr-ı âhir (âhir zuhr, son öğle) denilen namazın kılınması zaruret sebebiyle kabul edilmiştir. Çünki Cuma namazının sahih olabilmesi için, namazın kılındığı yerin şehir olması, namazı sultanın veya nâibinin kıldırması gibi şartların yanında, bu namazın bir beldede tek bir câmide kılınması gerekir. Bunun için Anadolu’da Cuma namazları şehir ve kasabaların Câmi-i Kebîr (Ulu Câmi) adı verilen en merkezî büyük câmiinde kılınırdı. Rivâyete göre, İmam-ı A’zam Ebû Hanîfe, Cuma günleri Dicle üzerindeki köprüyü kaldırtır, böylece Bağdad iki şehir hâlini alarak her birinde Cuma namazı kılınırdı. Sonraları şehirlerin büyümesi ve müteaddid câmilerde Cuma namazı kılınmaya başlanması üzerine ulemâ Cuma namazının sahih olmaması tehlikesine binâen o günki öğlenin farzı yerine geçecek “zuhr-ı âhir” adıyla dört rek’atlık namaz kılınmasını ictihad etmiştir. Dârülharbde Cuma namazı farz olmamakla beraber Müslümanlar toplanıp kılarsa, sahih olur. Bunu da özürsüz terk etmek câiz olmaz. (İbn Âbidîn).
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Bir Müslümanın kâfirlere domuz eti ve şarap satması caiz midir?
    Cevab: Dârülislâmda müslümana ve kâfire domuz eti, leş, şarap satamaz. Çünkü Müslüman için bunlar mal değildir. Dârülharbde bunları kâfire satmak İmam Ebu Hanife’ye göre câiz ise de, iş haline getirmek müslümana yakışmaz.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Araba çarpıp öldürdüğü adama mahkeme tazminat hükmetti. Nasıl paylaşılır?
    Cevab: Dârülharbde yaşayan bir müslüman bir başka müslümanı amden veya hatâen öldürse, kendisine ne kısas, ne diyet gerekir. İmameyn ve üç mezhebe göre diyet verir. Bu kavle göre diyeti almak câiz olur. İmam Şâfiî’ye göre de kısas veya diyet ile mes’uldür. (İbn Âbidîn, Müstemenin hükümleri babının sonu.) Alınan diyet şer’î vârislerine ait olup, ferâiz ahkâmına göre tevzi olunur.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Hadîs-i şerifte "Îmânında veyâ ibâdetinde bid'at, bozukluk bulunan bir kimseye, Allah için sert bakanın kalbini, Allahü teâlâ îmânla doldurur ve korkudan korur" ve yine "Bir kimse, bir bid'at meydâna çıkarsa veyâ bir bid'ati işlese, Allahü teâlânın ve meleklerin ve bütün insanların la'neti, onun üzerine olsun. Onun ne farzları, ne de, nâfile ibâdetleri kabûl olmaz" diyor. Burada yazanlardan sadece itikadında değil, ibadetinde de bid'at olana sert bakmak ve onları da bid'at ehli kabul etmek gerektiği, onların da ibadetlerinin kabul olunmayacağı anlaşılmıyor mu?
    Cevab:

    İbni Âbidîn hazretleri bid'at ehlinin imamlığının mekruh olduğunu anlatırken der ki: Bid'at, Peygamber aleyhisselâmdan ma’lum ve meşhur olan şeyin aksini itikad etmektir. Fakat bu inad sebebiyle değil bir nevi şübhe iledir. Bizim kıblemize dönenlerden hiç biri bid'at sebebiyle tekfir edilemez. Bid'at ehlinden murad, haram olan bid'atı irtikâb edendir. Bazı bid'atler vaciptir. Delâlet fırkalarına red cevabı vermek için delil getirmek, kitap ve sünneti anlatan nahiv ilmini öğrenmek bu kabildendir. Kışla ve medrese yapmak, Cuma hutbesinde zamanın sultanına hayır dua etmek ve İslâmiyetin ilk zamanlarında olmayan her hayrı meydana getirmek gibi şeyler mendup bid'at; mescidleri süslemek gibi şeyler mekruh bid'at; lezzetli yemeklerle meşrubat ve elbiselerde bolca davranmak gibi şeyler mubah bid'attır. Yani bid'at beş kısımdır.
    İtikadda olsun, amelde olsun bid’at, yani dinde Hazret-i Peygamber ve eshabı zamanında olmayan bir yenilik çıkarana veya bunu yayana bid’at ehli denir. Bu bid’at bazen küfrdür. Ehl-i bid’at aslâ şüphe götürmeyecek delillere karşı inat ederek bid’ata inanır. Meselâ haşrı veya bu kâinâtın sonradan var edildiğini kabul etmezse kat’iyetle kâfir olur. Tenasüha inanmak da böyledir. Bir nevi şübhe varsa, bid'atcının tekfirine mânidir. Meselâ Allahü teâlâyı görmenin mümkün olmadığını söyleyenlerin, «O azamet ve celâlinden dolayı görülmez» demeleri bu kabildendir. Yani böyle söyleyen ehl-i bid’ata kâfir denilmez. Bu bid’at haramdır. Bid’at bazen tahrimen mekruhtur. Amelde çıkarılan bid’atlerin çoğu böyledir. Nâfile namazı cemaatle kılmak gibi.
    Amelde bid’at çıkarmak da itikadda bid’at gibidir. Dinde olmayan bir amelin, dinde olduğuna itikat etmekte ve bunu yaymaktadır. Çünkü bir ameli âdet edinen kimse onun dinden olduğuna mutlaka itikad edecektir. Meselâ Şia tâifesinin çıplak ayaklara mesh etmesi, mest üzerine meshi inkârda bulunması gibi şeyler bu kabildendir. Binaenaleyh itikadda da, amelde de bid’at çıkarıp yayana, bir de bid’at olduğu icma’ ile hususlara itikad ve amel edene (Şiîler gibi) bid’at sahibi denir.
    Bid’atı çıkarmayıp yaymayana, ama inanana bid’at ehli denmesi için bu bid’atın icma’yla sabit bir hususa aykırı olması gerekir. Bir hususun bid’at olduğunda ihtilaf varsa, bunu yapana bid’at ehli denmez. Meselâ abdestte başını üç ayrı su ile üç defa meshetmek böyledir. Bunun bazıları mekruh, bazıları bid'at olduğunu söylemiş, bazıları da bir beis yoktur demiştir. Akşam namazını kıldıktan sonra cemaate uymanın mekruh veya bid’at olduğu söylenmiştir. Namazda selâm verirken ve berekâtuh demek bid’at veya mübâh yahud müstehabdır. Namazda dil ile niyet Hanefî’de bid’at, Şâfiî'de müstehabdır. Namaz kıldıktan sonra “Allah kabul etsin” demek İmam Malik'e göre mekruh, İmam Evzaî'ye göre bid'at ise de Hanefî ulemâsı müstehap demektedir.
    Bir husus için sünnet ve bid’at diyenler varsa o işi yapmamak; vâcib veya bid’at diyenler varsa o işi yapmak lâzımdır. Bu kimse vitir namazında kunutu ikinci rek’atte mi yoksa üçüncüde mi okuduğunda şübhe ederse, kunutu tekrarlar. Birinci veya ikinci rek’atlarda kunut okumak bid'attır. Ancak kunut vacibtir. Vacible bid'at arasında tereddütlü bulunan şey ihtiyaten yapılır.
    Bir şeyin bid’at olduğunu bilmeyen kimseye de bid’at ehli denmez; ama öğrenmemek kabahattir. Farz ve haramı öğrenmek farz; vâcibi ve tahrimî mekruhu öğrenmek vâcib, sünnet ile tenzihî mekruhu öğrenmek sünnet, müstehabı öğrenmek müstehabdır. Meşhur farz ve haramları dârülislâmda bilmemek özür değildir. Dârülharbde özür ise de imkânı olduğu halde öğrenmemek ayrıca kabahattir.
    İbâdeti kabul olmamak demek, sahih olmamak demek değildir, ibadetlerine sevap verilmez demektir.
    Bir de bid’at ehline sert davranmak dârülislâma mahsustur. Burada kendisine sert davranıldığını gören bir bid’at sahibi bunun sebebini düşünüp uyanarak ıslaha ve tevbeye yanaşabilir. Ama dârülharbde böyle bir şey beklenemeyeceği için kimseyi kendisine düşman etmeyecek şekilde davranmalıdır.

    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Selâm verilmesi uygun olmayan kimselere selâm vermenin hükmü nedir? Bunların selâmı alması gerekir mi?
    Cevab:

    Selâm vermek sünnettir. Hazret-i Peygamber, “Aranızda selâmı yayınız ki, Cennete selâmetle giresiniz” buyurmuştur. Bir başka hadîs-i şerifde ise  “Sabahleyin evinden çıkıp bir mümin kardeşine selâm verene Allahü teâlâ bir köle âzâd etmiş gibi sevap verir” buyurulmaktadır. Selâmın Mânâsı şöyledir: “Ben müslümanım, sen benden selâmet ve emniyet üzeresin, sana benden zarar gelmez. Selâma cevap da, “Ben müminim, sen benden selâmet ve emniyet üzeresin. Benden sana zarar gelmez” demektir. 

    Verilen selâmı almak vâcibdir. Ancak bu vâcib selâm sünnete uygun verildiği zaman bahis mevzuu olur. Namaz kılana, hutbe okuyana ve dinleyene, ezan ve ikamet okuyana, Kur'an-ı kerim okuyana, zikr edene, hadîs-i şerif okuyana,  ders veren muallime, hüküm vermek için oturan hâkime ve fıkh müzâkere edenlere, abdest bozana, zevcesi ile meşgul olana, yemek yiyene selâm vermek mekruhtur. Aç olup da yemeğe davet edeceği umulursa yemek yiyene de selâm verilebilir.  Selâm verilmesi mekruh olan kimselerin selâmı almaları da vâcib değildir. Namaz kılan, hutbe veren ve ezan okuyan dışındakiler alırsa, zararı yoktur. Hatta sevab da kazanırlar. Zevceyi ile meşgul olmak demek, cinsi münâsebet ve bu münâsebetin mukaddimeleridir. Bir ihtiyaç varsa veya kalbi kırılacaksa gayrımüslime de selâm vermek câizdir. Yabancı kadınlara, avret yeri açık olana, şarkıcıya, satranç vs oyunlar oynayana, gayrımüslimlere de selâm vermek mekruhtur. Yabancı kadın yaşlı ise mekruh değildir. Satranç vs oyunları oynayan veya bir günah işleyene, velev ki bir an olsun o işten vazgeçmesi niyetiyle selâm vermek câizdir. Kadınların, yabancı bir erkeğin kendisine verdiği selâmı alması da mekruhtur. Yabancı erkeğe selâm veren kadının selâmını almak da vâcib değildir. “Selâm aleyküm” diye med ile selâm verene de cevap vermek vâcib olmaz. (İbni Âbidin, Namazı bozan ve namazda mekruh olan şeyler bahsi)

    Dilenci gibi menfaat için selâm verenin de selâmına cevap vermek de vâcib değildir. Çocuklara selâm verilebilir. Bazı âlimler gayrımüslimlere selâm verilebilir, bazıları verilemez buyurdu. Fetvâ ikincisine göredir. Selâmı bilmeyen, hoşlanmayan, anlamayanlara veya dârülharbdeki gayrımüslimlere selâm vermenin mânâsı yoktur. Ayrıca zararlı da olabilir. Burada selâmlaşmak için kullanılan kelimeleri kullanmalıdır. (Tergibü’s-Salât, Namazın Sünnetleri faslı)

    31 Ocak 2011 Pazartesi
  • Sual: Gayri müslim memlekette de kanunlara uymak gerektiğinden, hız sınırını geçmek, yaya iken yol boş olsa bile yayalar için kırmızı ışık yanarken geçmek günah olur mu?
    Cevab: Trafik ve sigara içme yasağı gibi kaideler örfe girer. Örf, insanların doğru ve güzel gördüğü kaideler demektir. İslâmiyette dört delilden sonra gelen bir delildir. Kur’an-ı kerimde örfe uymak emrolunuyor. Hadis-i şerifte “Müminlerin beğendiği şeyi, Allah da beğenir” buyuruluyor. Dârülislâmda da, dârülharbde de dine ve kanunlara uymak mecburidir. Uyulmazsa günah olur. Yol boş iken kırmızı ışıkta dikkatle geçmek, belki dinen mahzurlu değil ise de, Amerika ve benzeri ülkelerde cezaya sebebiyet verebilir. Müslümanın zarar vermesi ve zarara uğraması câiz değildir.
    23 Mart 2011 Çarşamba
  • Sual: İslâmiyetten haberi olmayan Yahudi, Hıristiyan ve putperestlerin âhirette gideceği yer hususunda Müslüman kaynakları ne söylemektedir?
    Cevab:

    “Peygamber göndermedikçe azap etmeyiz” mealindeki âyet-i kerimeleri (İsrâ: 15, Kasas: 59) nazara alan İmam Eş’arî, kendilerine peygamber gönderilmeyen gayrımüslimlerin ehl-i necat olduğunu, yani cehenneme gitmeyeceklerini söylemiştir. Çünki İmam Eş’arî, Şâfiî usulüne tâbi olduğu için, ibarelere çok ehemmiyet vermektedir. Ama aklî delillere ve şeriat sahibinin maksatlarını ön planda tutan İmam Mâtüridî, bunu gayrımüslimlerin peygamber gönderilmedikçe ibâdetten mesul tutulamayacağı mânâsına hamletmiş; Hazret-i İbrahim’in Kur'an-ı kerimde anlatılan yıldızlara, sonra aya, sonra güneşe bakarak, hepsinin battığını, o halde bunları böyle hareket ettiren ve asla batmayan (yok olmayan) bir yaratıcının bulunduğunu anlamak gerektiğini bildiren kıssasına (En’am: 76-78) bakıp, insanların aklıyla bir yaratıcının varlığını bulmaya muktedir olduğunu, o halde aklıyla bir yaratıcının varlığını bulamayanların ehl-i necat olmadığını söylemiştir.

    Ehl-i necat demek, cehenneme gitmez demektir. Peki nereye gider? Onu ikisi de söylemiyor. Bu hususta sonra gelenler tarafından çok farklı söylenmiştir. Bazıları cennete girer demiştir. Bazıları A’raf’ta, yani cennet ile cehennem arasında bir yerde kalır demiştir. Muhyiddin Arabî gibi bazıları, kıyamet günü Hazret-i Peygamber onları dine davet eder; kabul eden cennete, etmeyen cehenneme gider demiştir.

    Müşriklerin küçükken ölen çocukları için de bazıları “Her doğan, müslüman fıtratı üzere doğar” hadîs-i şerîfi gereği cennete gider dedi. Bazıları “Rabbimden müşrik çocuklarının cennette müminlere hizmetkâr olmasını diledim. Rabbim kabul etti. Çünki onlar babaları gibi müşrik değildir. Önceki misaktadır (yani ezelde verdikleri iman sözü üzeredir)” hadîs-i şerîfi gereğince cennette müslümanlara hizmetçi olur dedi. Bazıları Cennet ve Cehennem arasında kalan A’raf adlı yerdedir dedi. Bazıları, ilm-i ilahîde âkıl ve bâliğ oldukları zaman mümin olacağı belli ise cennete, değilse cehenneme gider dedi.  Bazıları anne ve babalarına tâbi olarak cehenneme gider dedi. Nitekim Hazret-i Hadice, Hazret-i Peygamber’e Câhiliye devrinde ölenlerin çocuklarının hâlini sorduğu zaman “Onlar ateşdedir” cevabını almıştı. Bazıları Allah’ın dilediği yerdedir dedi. Bazıları âhirette imtihan olunur ve mihnet çekerler dedi. Bazıları hayvanlar gibi toprak olurlar dedi. Bazıları ise sükûtu tercih etti. Bütün bunlar İmam Süyûtî’nin Tevşîh adlı eserinde zikredilmektedir. Hâdimî Berîka’da (C. I, s. 287-288) ve Kâdızâde Âmentü Şerhi’nde (s. 277) naklediyor. Görülüyor ki bu hususta hadîs-i şerifler ve kaviller muhteliftir. Süyûtî sahih kavli, İmam Muhammed’den ve Devânî’nin Nevevî’den naklettiği üzere Allahü teâlâ günahsız hiç kimseye azap etmeyeceği vechile bunların cehennemlik olmadığı istikametinde bildiriyor.

    Bu mesele, İmam Rabbani hazretlerinin Mektûbât’ında da ele alınmaktadır (I. Cild 259. mektub) Kelâmda müctehid olan  İmam Rabbânî, şöyle diyor: “Ebû Mensur Mâtüridî ve yetiştirdiği büyükler, acaba neden Allahü teâlânın varlığını ve birliğini aklın yalnız başına bulabileceğini söylediler? Dağda, çölde yetişip de putlara tapanların, peygamberlerden haberi olmasa bile Cehenneme gideceklerini söylediler. Akılları ile bulmaları lâzım idi, dediler. Biz böyle anlamıyoruz. Bunların kendilerine, hakikat duyurulmadıkça, kâfir olmayacaklarını söylüyoruz. Bu haber de, peygamberler ile gönderilmektedir. Evet, Allahü teâlâ, aklı, doğru yolu bulmak için yaratmış ise de, yalnız başına bulamaz. Akla, o yol haber verilmedikçe, şiddetli azap yapılmaz.”

    Şöyle bir sual sorulsa: “Dağda yetişip, hiç bir din duymayıp puta tapan müşrikler, Cehennemde sonsuz kalmazsa, Cennete girmesi lâzım gelir. Bu da olamaz. Çünki müşriklere, Cennet haramdır, yani yasaktır. Bunların yeri Cehennemdir. Nitekim, Allahü teâlâ, Mâide sûresi yetmişbeşinci âyetinde, Îsâ aleyhisselâmın meâlen, (Allahü teâlâdan başkasına tapınanlar, başkalarının sözlerini Onun emirlerinden üstün tutanlar, Cennete giremez. Onların konacağı yer Cehennemdir) dediğini beyan buyurdu. Âhırette Cennet ile Cehennemden başka yer de yoktur. A’raf’ta kalanlar, bir müddet sonra Cennete gideceklerdir. Sonsuz kalınacak yer, ya Cennettir, ya Cehennem! Bunlar hangisinde kalacaktır?”

    “Bu suali halletmek için, Fütûhât-i Mekkiyye sahibinin [Muhyiddin el-Arabî]: (Peygamberimiz, kıyâmet günü, bunları dine davet eder. Kabul eden Cennete, etmeyen Cehenneme sokulur) sözü, bu fakire iyi gelmiyor. Çünki âhıret, mükâfat yeridir, hesap yeridir. Emir yeri, iş yeri değildir ki, oraya peygamber gönderilsin! Çok zaman sonra, Allahü teâlâ, merhamet ederek, bu meselenin hallini ihsan eyledi. Şöyle bildirdi ki, bu müşrikler, ne Cennette, ne Cehennemde kalmayacak, âhırette diriltildikten sonra, hesaba çekilip, kabahatleri kadar mahşer yerinde azap çekecektir. Herkesin hakkı verildikten sonra, bütün hayvanlar gibi, bunlar da, yok edileceklerdir. Bir yerde sonsuz kalmayacaklardır. Herkesin aklı birçok dünya işlerinde bile şaşırıp yanılırken, iyiliklerine, merhametine son bulunmayan sahibimizin, peygamberleri ile haber vermeden, yalnız akılları ile bulamadıkları için, kullarını sonsuz olarak ateşte yakacağını söylemek, bu fakire ağır geliyor. Böyle kimselerin sonsuz olarak Cennette kalacaklarını söylemek, nasıl çok yersiz ise; sonsuz azap çekeceklerini söylemek de öyle yersiz oluyor. Nitekim, itikadda ikinci imamımız Ebul-Hasen Eş’arî, bunların Cehenneme girmeyeceklerini söylüyorsa da, bu sözünden, Cennette kalacakları anlaşılıyor. Çünki ikisinden başka yer yoktur. O halde cevabın doğrusu, bize bildirilendir. Yani bunlar mahşer günü, hesapları görüldükten sonra, yok edileceklerdir. Bu fakire göre, kâfirlerin çocukları da böyle olacaktır. Çünki Cennete girmek, iman iledir. Ya kendisi iman etmiş olacak, veya imanlının çocuğu olduğu için, yahud ana-babası birlikte mürted olunca [dinden çıkınca], kendisi dârülislâmda kaldığı için imanlı sayılmış olacaktır. Dârülislâmda bulunan müşriklerin çocukları ve zimmîlerin [gayrımüslim vatandaşların] çocukları da dârülharbdeki kâfirlerin çocukları gibidir. Çünki bu çocuklarda iman yoktur. Bunlar Cennete giremez. Cehennemde sonsuz kalmak da, tekliften sonra inanmamanın cezâsıdır. Çocuk ise, mükellef değildir. Bunlar hayvanlar gibi diriltilip, hesapları görüldükten sonra yok edileceklerdir. Eskiden bir peygamberin vefatından sonra çok vakit geçip, zâlimler tarafından din bozularak unutulduğu zamanlarda yaşayıp, peygamberlerden haberi olmayan insanlar da kıyâmette böyle sonradan tekrar yok edileceklerdir.”

    İmam Rabbânî hazretleri bu sözüyle Mâtüridiye ile Eş’ariye mezhebinin sözlerinin arasını bir bakıma bulmuş oluyor. İnsan, aklıyla düşünerek yaratıcının varlığını bilebilir. Ancak emir ve yasaklarla muhatap olmak, bir peygamberin bildirmesiyle olur. Bir yaratıcının varlığının bilgisi kendisine ulaşan bir kimse, düşünmezse ve düşünmediği için anlamaz ve iman etmezse veya düşünüp bulduktan sonra, bu akla ve fenne uygun değildir diyerek iman etmezse, mesul olur. Kendisine bir peygamber tebliği ulaşmadığı için, aklıyla düşünmeyip, bir yaratıcının varlığını anlamayan kimse, iman etmiş sayılmaz; ancak mesul de olmaz. Cennete de, Cehenneme de girmez. Kâfirlere yapılan azap, buna yapılmaz. Hesabı görüldükten sonra, hayvanlar gibi, toprak olur, yok olur. İmam Rabbânî hazretlerinin, kıyamette hayvanların toprak olmasına kıyas ederek bu ictihada vardığı anlaşılmaktadır. Nitekim İmam Rabbânî hazretleri Mebde ve Me’âd kitabının otuzuncu fıkrasında der ki, “Kelâm ilmine ait meselelerde bu fakirin kendine mahsus görüşü ve hususî ilmi vardır. Mâtüridiye ve Eş’ariye arasındaki ihtilaflı meselelerin çoğunda, o meselenin anlaşılması başladığı zaman hakikatin Eş’ariye tarafından olduğu malum oluyor. Fakat keskin görüş ve firâset nuru ile bakılınca, açıkça anlaşılıyor ki, hak, Mâtüridiye tarafındadır. Kelâm ilmindeki ihtilâflı meselelerde, bu fakirin reyi Mâtüridî âlimlerinin görüşüne uygundur.”

    Allahü teâlânın var olduğunu, bir olduğunu anlamak için, tabiattaki nizamı incelemek; peygamberlerin haber vermelerinden ve bu haberleri işiterek, okuyarak öğrendikten sonra farz olmaktadır. Hanefî âlimi İbni Âbidîn hazretleri Reddü’l-Muhtar’ın mürted bâbında buyuruyor ki: “Buhârâ âlimleri dediler ki, peygamber gönderilmeden, tebliğ yapılmadan önce teklif yapılmaz. Eş’arî mezhebi böyledir. Muhtar olan kavl de budur. Bu âlimler, (Yerleri ve gökleri ve kendini gören, aklı başında bir kimsenin Allah’ın varlığını anlamaması özür olmaz) sözünden murat ve maksat, peygamberlerden işittikten sonra, anlamaması özür olmaz demektir, dediler. Bu takdirde İmam-ı Azam Ebû Hanîfe’nin: (İnsanların akıllarıyla Allah’ı bilmeleri vâcib olurdu) kavlindeki (vâcib olurdu) kelimesinin manasını (lâyık olurdu) manasına hamletmek gerekir.” Demek ki Hanefî âlimlerinden bir kısmı da İmam Eş’arî’nin görüşündedir.

    Netice itibariyle İmam Rabbânî hazretlerine göre: Şâhikü’l-cibâl yani dağlarda yaşayıp kendisine peygamber tebliğatı ulaşmayan veya ehl-i fetret, yani bir peygamberden çok zaman geçip, iman bilgilerinin unutulduğu veya zâlimlerce değiştirildiği bir zamanda (fetret devrinde) yaşayan müşrikler cehenneme gitmeyecek, hayvanlar gibi yok edileceklerdir. Kâfirlerin küçükken ölen çocuklarını da böyledir.

    Şu kadar ki, dağlarda veya fetret devrinde yaşayıp, peygamber tebligatı kendisine ulaşmayan, fakat tevhid inancında olanlar ve bunların küçükken ölen çocukları böyle değildir. Bunların Mâtüridî ve Eş’arî mezhebine göre ehl-i necat olup, cennete gidecekleri anlaşılmaktadır. Nitekim Kâdızâde Ahmed Efendi, Ferâidü’l-Fevâid adındaki Âmentü Şerhi’nde diyor ki: “Aklı olana özür ve bahane yoktur. Eğer câhil, İslâm dinini işitmeyip, nazar ile sahih marifet elde ederse, hakikaten mümin olup, Cennetlik olur. Eğer imandan ve küfrden birini elde edemezse, mazur olup, hükmen mümin kılınıp, Cennet ehli olur. Küfr itikad ederse, mazur olmaz, kâfir olur, Cehennem ehli olur. Zira ehliyeti olduğu açıktır. Âlimlerin çoğu Ebû Hanife mezhebini böyle beyan ettiler. Bazıları İmam-ı A’zam’a göre İslâm dinini duymayıp, küfr ve iman etmeyen mazur olduğu gibi; dini duyup, mukaddem tertiplerde [yani İbrahim aleyhisselâm kıssasında anlatıldığı üzere kâinattaki düzene bakarak Allahü teâlânın varlığını ve birliğini anlamakta] hata edip kâfir olan dahi mazur olur dediler. Eş’arî’den, “İslâm dinini duymayan, kâfir de olsa mazurdur. Ehl-i cennettir” diyenler buna delil İsrâ sûresi onbeşinci âyet-i kerimesinin sonu olan (Biz bir ümmete resul gönderip hak yoluna davet etmeyince, azab etmeyiz) kelâmını göstermektedirler. Hanefîler tarafından bu âyet-i kerime şer’î hükümler hakkında olup, ma’rifet hakkında değildir. Bu bildirilen ayrılıklar, ayırıcı akıl hakkındadır.” (İstanbul 1978, s. 22-23)

    İmam Gazâlî hazretleri Türkçeye de çevrilip basılmış olan Faysalü’t-Tefrika  kitabında, “Hazret-i Muhammed’in ismini hiç işitmeyenlerle, ismini işitse bile vasıf ve hususiyetlerini işitmeyenler veya bu vasıfları zıdlarıyla beraber işitenler rahmet-i ilahiyyenin şümulünde olup ehl-i necattır. Bugün İslâm daveti kendilerine ulaşmayan Rumlar ve Türkler böyledir. Çünki bunlar Hazret-i Peygamber’i belki işitmiştir ama, hayalî veya yalancı bir şahıs olarak işitmiştir” diyor. (Kâhire 1325/1907, s. 22 vd.) Bu da İmam Rabbânî hazretlerinin yukarıda zikredilen kavliyle benzemektedir. Nitekim bugün bütün dünyada Hazret-i Peygamber ve tebligatı doğru olarak herkes tarafından bilindiği kat’î olarak söylenemez. Hele İslâmiyet aleyhinde yoğun bir propagandanın yürütüldüğü bir zamanda, basit insanların İslâmiyet ve Hazret-i Peygamber hakkında doğru bir bilgi öğrenmesi fevkalâde zordur.

    Said Nursî Efendi bugün dünyada yaşayıp İslâmiyeti hakkıyla işitmemiş olan gayrımüslimlerin ehl-i fetret olup cennete gideceğini söylediği için tenkid edilmektedir (Kastamonu Lâhikası, s. 69-70, 111; Mektubat, 28. mektup, 8. mesele, s. 385). Eş’arîler fetret ehline ehl-i necat dediği için, kendisi de Şâfiî-Eş’arî olan Said Nursî Efendi böyle söylemiştir. Sözü yanlış değildir. Ancak bunlardan onbeşinden küçük olanların ne dinde olursa olsun şehid olacağı; onbeşinden büyük olanların ise cihan harbine sebebiyet vermeyip, masum ve mazlum iseler şehid olacağı sözü problemlidir. Bir çocuk onbeşinden önce de bülûğa erebilir ve şer’en mükellef hâle gelir. Ayrıca eğer bu gayrımüslimler hakikaten ehl-i fetret iseler, ehl-i necattır. Ehl-i necat, ehl-i cennet kabul edilse bile; şehidlik ancak Allah yolunda ölen müslümanlar için sözkonusudur. Hükmî şehidlik gibi istisnaî bir hâli burada mevzubahis etmek, doğrusu söz götürür. Üstelik cihan harbine sebebiyet verip vermemenin ahkâm-ı islâmiyye bakımından bir ehemmiyeti yoktur. Bu, siyasî bir keyfiyettir. İmana tealluk etmez. Nitekim önceki cihan harbine sebebiyet verenlerin bir kısmı da Müslüman Türkler arasından çıkmış olup, Said Nursî Efendi’nin eserlerinde bunlardan övgüyle bahsedilmektedir. Bir başka enteresan husus da, müsamahaya mazhar görülen sınıfın Hıristiyanlar oluşudur. Bu mantıkla Yahudîlerin de ehl-i necata dâhil edilmesi beklenirdi. Yahudîlerin, tevhide Hıristiyanlardan daha yakın olduğu herkesçe malumdur. Avrupa’da tarih boyunca hunharca katledilen, mallarına el konulan ve yurtlarından atılan Yahudîlerin sayısı, mazlumen ölen Hıristiyanlardan az değildir.

    14 Nisan 2011 Perşembe
  • Sual: Güvenlik görevlilerinin cuma namazına gidememesi hakkında bilgi verir misiniz?
    Cevab: Özür sebebiyle gitmemek dârülharbde câizdir. Dârülislâmda zâten izin verirler. Çok kritik hallerde burada da gitmemek câizdir. Cuma namazına gidemeyen öğle namazını kılar.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Günümüz dünyasında vakıf malları hususiyetini yitirdi mi, alınıp satılabilir mi?
    Cevab: İslâm hukukuna göre vakıf malı, harap olup vakfa faydalı olacak başka bir malla değiştirmek maksadı dışında satılamaz. Şer’î manada vakıf kurmak, şimdiki kanunlara göre mümkün değildir. Bugün bir vakıf malı, vakıf maksatlarına uygun olarak kullanılıyorsa, alınıp satılamaz. Vakıf olmaktan çıkarılmış ise, gaspçının veya mürtedin elinden kurtarmak maksadıyla alınıp mülk edinilebilir ve başkasına satılabilir. Zira gâsıp, gasp etmekle habis de olsa mâlik olmuştur.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Osmanlı 1492'de İspanya'daki Yahudilere kucak açtığı halde, neden Müslümanlara kucak açmadı ve İspanya'yı uyarıp savaş açmadı?
    Cevab: Endülüs İspanyollar tarafından işgal edilince, Yahudileri vaftiz ve kılıç arasında muhayyer bıraktı. Müslümanlar ise ilk yıllarda böyle bir baskıya maruz kalmadı. Bunlardan İspanyolların hâkimiyetinde yaşamak istemeyenleri Osmanlı gemileri arzuları üzerine Kuzey Afrika’ya taşıdı. Yahudilerin ise gidecek yeri yoktu. Osmanlı Devleti, büyük bir ileri görüşlülük ile bu zamanın güçlü ticaret ve sermaye erbabını Osmanlı ülkesine getirdi. İstanbul, Selânik ve İzmir’e yerleştirdi. Bunların gelişi Osmanlı ticaret ve ekonomisine çok müsbet tesir etti. Osmanlıların bu vesileyle İspanya ile savaşması o zamanın şartlarında kolay değildi.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Açıkça kadın sesiyle müzik dinleyen ve bunu beğenip tavsiye eden kimselere fâsık denilebilir mi?
    Cevab: Dememek lâzımdır. Bu zamanda musikinin hakiki hükmünü bilen çok azdır. Fâsık, günahı günah olarak bilip, kasden işleyen kimseye denir. Bilmemek özür ise de, öğrenmemek ayrı bir kabahattir. Günaha tesir etmez. Nitekim dârülislâmda meşhur olmayan farz ve haramları, dârülharbde meşhur farz ve haramları bile bilmemek özürdür.
    8 Aralık 2011 Perşembe
  • Sual: Gayrımüslim memlekette de kanunlara uymak gerektiğinden, hız sınırını geçmek, yaya iken yol boş olsa bile yayalar için kırmızı ışık yanarken geçmek haram mı olur?
    Cevab: Trafik ve benzeri kaideler örfe girer. Örf, insanların doğru ve güzel gördüğü kaideler demektir. İslâm hukukunda dört delilden sonra gelen bir delildir. Trafik kaideleri âyet ve hadîslere dayanmaz ama İslâm devletinde kanunla tanzim edilir. Bu kaideler, sâlim aklın icabı ve mahsulüdür. Dünyanın her yerinde insanlar bu kaideleri bulup tatbik ederler. Dârülislâmda da, dârülharbde de örfe uymak mecburîdir. Uyulmazsa günah olur. Zaten her yerde kanunlara uymak şarttır. Aksi takdirde insan zarara uğrar. Kendisini tehlikeye atmak ve zarara uğramak dinen câiz değildir. Yol boş iken kırmızı ışıkta geçmek, mahzurlu değil ise de, bu bile Amerika ve benzeri ülkelerde cezaya sebebiyet verebilir.
    8 Aralık 2011 Perşembe
  • Sual: Dârülislâm olma hususunda farklı içtihatlar var. Meselâ İmam-ı Azam hazretleri bu mevzuda üç şart ararken, İmamı Ebu Yusuf hazretleri tek şart aramıştır. Buna mukabil İmam-ı Şâfiî ve Ebussuud Efendi’nin bir gün dârülislâm olan memleket dârülislâm devam eder istikametinde fetvalarını duyduk. İnsan bulunduğu şarta göre bu kavillerden herhangi birini tercih etme ehliyetini hâiz midir? Meselâ İngiltere gibi İslâmiyetin hiç hükmetmemiş olduğu bir yer ile Türkiye gibi geçmişi dârülislâm olan ve çoğunluğunu müslümanların teşkil ettiği bir ülkeye bu fetvâlardan biri daha uygundur denilebilir mi? Bugün bu kavillerden birini tercih edenler neyi esas alarak bunu yapıyorlar? Bir de dârülislâm ve dârülharb dışında "dârülsulh" diye bir mefhum var mıdır? Varsa nedir?
    Cevab: İmamlar arasında bu hususta ihtilaf var gibi görünüyorsa da, aslı böyle değildir. Bir memlekette ahkâm-ı İslâmiyye kanun olarak tatbik edilmiyorsa, orası dârülharbdir. Bütün mezheblere göre de böyledir. İmam Şâfiî’nin ictihadı arazi mülkiyeti bakımındandır. İmam Nevevi böyle izah ediyor. Mezhebde tercih ehli âlim olmayan, mezhebin veya mezheblerin kavilleri arasında tercih yapamaz. Ancak zaruret sebebiyle başka kavil veya mezheb tatbik edilebilir. Dârüssulh, dârülislâm ile anlaşma hâlindeki memleketlere denir. Asr-ı saadette Eyle ülkesi, Osmanlılar zamanında meselâ Fransa böyle idi.
    27 Mart 2012 Salı
  • Sual: Günümüzde para bankada durunca değeri ölüyor. Değerini korumak için fâiz alınıyor. Paranın hem değerini korumak, hem de fâiz yememek mümkün müdür? Altına yatırılabilir mi? Ya da kredi alındığı zaman, fâizden kurtulabilmek için bankaların kırtasiye adı altında aldıkları para fâiz sayılır mı?
    Cevab: Para altına göre değerlendirilir. Paranın altın karşısındaki değer kaybı borçludan istenebilir. Bu bakımdan bankaların fâiz adıyla ödediği mikdar, bunun bazen altında bile olabiliyor. Bu sebeple bankaya para yatırıp fâiz almak, bu çerçevede câiz olmaktadır. Altına yatırmak daha iyi ve uzun vadede kârlıdır. Kaldı ki dârülharbde bankaya para yatırıp fâiz almak İmam Ebu Hanife ve Muhammed'e göre câizdir. Ancak fâizle kredi almak câiz değildir. Muamele masrafı adı altında alınırsa, câiz olabilir.
    27 Mart 2012 Salı
  • Sual: Dayanışmalı tüketici topluluğu oluşturulan bir sistemde gayrimüslim olan iki kişi sisteme katılsa ve anlaşmalı marketten içki ya da domuz eti alsa, bu alış satıştan elde edilen ve firmadan alınan indirim bedeli tüketiciler arasında paylaşılsa caiz olur mu?
    Cevab: Dârülharbde, yani İslâm hukukuna göre idare olunmayan memleketlerde, İmam Ebu Hanife ve İmam Muhammed'e göre caizdir.
    27 Mart 2012 Salı
  • Sual: Almanya’da ganyan bâyii, iddaa bâyii, kumarhane açmak, fâizle para verip bankerlik yapmak câiz midir?
    Cevab: Bu işler müslümanın menfaatine olduğu için Almanya’da caiz ise de, müslümana yakışmaz.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Avrupa’da, çok cirolu bir bonoyu, gayrimüslime vermek günah mıdır? Türkiye’de çok cirolu çeki müslüman toptancıya vermek câiz midir?
    Cevab: Avrupa veya Türkiye’de İmam Ebu Hanife ve İmam Muhammed'e göre câizdir.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: İçki haram mı, rüşvet haram mı gibi şüphe etmek, imanı götürür deniyor. Bir kişi içki içmenin, rüşvet ve fâiz yemenin uygun olmadığını bilse, ama hükmünün haram olduğunu bilmese, yine imanı gider mi?
    Cevab: Meşhur haramları bilmemek, dârülislâmda özür değildir. Şüphe ederse, hemen sorup öğrenmelidir. Dâülharbde bilmemek özürdür.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Bir cevabınızda: Ahkâm-ı İslâmiye’nin tatbik olunmadığı Almanya, Fransa gibi memleketlerde, gerek oradaki gayrımüslimlerle, gerekse birbirleriyle olan muamelattaki münasebetlerinde ahkâm-ı İslâmiye’ye uymamaları, fâsid akid yapmaları, karşı taraftan fâiz almaları câizdir. Merak ettiğim, bu cevaz, fâiz ve zarar dışında bütün hususlarda mıdır ve bâtıl satışlar dâhil midir?
    Cevab: Fâiz ve fâsid satışlar böyledir. Bâtıl satışların da böyle olduğu Fethü’l-kadir’de yazılır.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Dârülharpteki kadınların câriye olarak vaty edilmesi câiz midir? Meselâ yurtdışındaki Alman kadınlarla vaty câiz olur mu?
    Cevab: Ne dârülharbdeki gayrımüslim kadınlar, ne de dârülharb veya dârülislâmda dinin emirlerini yerine getirmeyen kadınlar câriyedir. Bunların bu sebeple câriye hükmünde olduğunu, bu sebeple kollarına ve saçına şehvetsiz bakmanın câiz olacağını söyleyen âlimler vardır. Çünki bu kadınlar saçlarını kollarını kendi istekleriyle açmış ve başkalarının bakmasına da razı gelmiştir. kocaları, babaları da bundan şikâyetçi değildir. Câriye'nin başka kadınlara ve erkeklere göre avret yeri, Hanefî'ye göre, göbek ile diz kapağı arasından başka, göğüs, karnı ve sırtıdır. Mâlikî ve Şâfiî mezhebi ile Ahmed bin Hanbel'in bir kavline göre göbekle diz kapağı arasıdır. Ahmed bin Hanbel'in diğer kavline göre yalnız sev'eteyn, yani  önü ve arkasıdır. Yani bir kadın veya erkek, cariyenin avret yeri dışında kalan yerlerine şehvetsiz bakabilir. Câriye olmak başkadır; câriye hükmünde olmak başkadır. Bunların vaty edilebileceğini düşünmek veya söylemek çok yanlıştır. Bir kimsede kölelik statüsünün teşekkülü için dârülislâm, meşru cihad, esaret ve halife-i müslimîn bulunması şarttır. Müslüman, ancak kendi mülkü olan Müslüman veya ehl-i kitap câriyesi ile vaty edebilir.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: İslâm'ın ilk döneminde olduğu gibi, günümüzde de cariyelik var mıdır?
    Cevab: Yoktur. Köle veya câriye statüsünün kurulması için, dârülislâm, halife-i müslimîn ve meşru cihad olmalı; yahud eskiden kalma köle ve câriyeler miras olarak intikal etmelidir.
    8 Nisan 2012 Pazar
  • Sual: Trafik kaidelerine uymamak günah mıdır? Trafik kazâsındaki ölüm yahut yaralanmadan dolayı tazminat almak câiz midir? Diyet veya tazminatın miktarı ne kadardır?
    Cevab: Trafik kaideleri örfe girer. Uymak vâcibdir. Dârülharbde, hata benzeri adam öldürmenin cezası Hanefî mezhebinde yalnızca keffarettir. Diyet gerekmez. Diğer üç mezhebde ise diyet ödenir. Tazminatı bu üç mezhebe göre almak ve vermek câiz olur.
    8 Nisan 2012 Pazar
  • Sual: Binaların altında bulunan mescitlerde cuma namazı kılınabilir mi? Karşımızda bulunan bir sitenin mescidinde, müftülüğün verdiği bir imamla cuma namazı kılıyoruz. Bir arkadaşımız câmide ve kalabalık yerde kılmamız gerektiğini söyleyip kendisi gelmiyor?
    Cevab: Umumi izin varsa, yani isteyen herkes gelebiliyorsa kılınır. Müslümanlar toplanıp her yerde Cuma kılabilir. Dârülislâmda halifenin izni lâzımdır. Dârülharbde ise Müslümanların toplanması kâfidir.
    10 Nisan 2012 Salı
  • Sual: Güvenlik görevlilerinin cuma namazına gidememesi hakkında bilgi verir misiniz?
    Cevab: Dârülharbde nafakasından olacaksa, gitmeyebilir. Öğleni kılar.
    10 Nisan 2012 Salı
  • Sual: Dârulharbde gayrimüslimlere içki satmak câiz midir?
    Cevab: Bazı âlimlere göre câizdir. Şarap dışındakileri satmak ittifakla câizdir (İbni Abidin).
    10 Nisan 2012 Salı
  • Sual: Yılan derisi ticareti yapmak câiz midir?
    Cevab: Müslüman olmayanlara satmak dârülharbde câizdir. Bazı âlimlere göre dârülislâmda da câizdir.
    10 Nisan 2012 Salı
  • Sual: % 100 anapara korumalı altın ve petrol yatırım fonu almak caiz midir?
    Cevab: Dârülharbde İmam Ebu Hanife ve Muhammed'e göre câizdir.
    13 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Fudayl bin İyad hazretlerinin “Bid’at sahibini gördüğünde yolunu değiştir” gibi sözlerini ana yola te’vil etmek gerekli midir?
    Cevab: Dârülislâmda böyle yapılırsa, bid’at sahibi uyanır, niye bana böyle yapıyorlar der, umulur ki kendindi ıslah eder. Dârülharbde veya fitne zamanında bu mümkün değildir. Yine de bid’at sahibinden kaçmalıdır ki kendisine zararı olmasın.
    14 Nisan 2012 Cumartesi
  • Sual: Vadeli hesaptaki para, vadesiz paraya aktarılınca, tüm para mülk-i habis olur mu?
    Cevab: Dârülislâmda, fâizin yattığı ilk hesab mülk-i habis olur.
    14 Nisan 2012 Cumartesi
  • Sual: Açıkça küfr olan bir şey için, acaba küfr müdür diye düşünmek, yani bilmemek küfr olur mu?
    Cevab: Dârülharbde açıkça küfr olan meşhur şeyleri bile bilmemek özürdür. Dârülislâmda ise, inanç ve amel hususundaki meşhur farzları bilmemek özür değildir. Bilmediği bir şey ile karşılaşınca, “Doğrusu nasıl ise öyle inandım” deyip geçmek gerekir.
    16 Nisan 2012 Pazartesi
  • Sual: Fıkıh kitaplarında namazı devlet reisi veya vâlinin izni ile kılmak, Cuma namazının eda şartı olarak sayılıyor. Bu hüküm şeriat devleti için mi geçerlidir?
    Cevab: Darülislamda, yani İslâm hukukuna göre idare olunan yerlerde Cuma namazı kılmak farzdır. Bunu halife veya bunun izin verdiği kimse (imam-hatib) kıldırır. Bugün için halife olmayan yerlerde, cuma namazı Hanefî mezhebine göre farz olmamaktadır. Ama Müslümanlar toplanıp bir imamın arkasında Cuma kılarlarsa, sahih ve buna uymak caiz olur.
    22 Nisan 2012 Pazar
  • Sual: Buradaki insanların bazıları ülkelerindeki sistemin tağutî olduğunu, mahkemeye başvurmanın tağuta muhakeme olduğunu, askerlik, polislik, mektebe gitmek ve rey kullanmak gibi hususların şirke sebebiyet vereceğini söylüyorlar. Doğru mudur?
    Cevab: Müslüman hangi sistemde olursa olsun hakkını korumak zorundadır. Bunun yolu da mahkemeye müracaattir. Sistemin şer'î olup olmaması, o müslümanın kabahati değildir. Polislik, mektebe gitmek, rey kullanmak, din ve millete hizmet için yapılabilir. Bu niyet ile yapılırsa, şirk veya günah olmak şöyle dursun, sevab bile kazanılır. Bozuk düzeni beğenmek başkadır; bu düzende işini yürütmek başkadır. Kur’an-ı kerimde anlatıldığı üzere, Yusuf aleyhisselâm firavundan maliye nâzırlığını istedi. Âyet-i kerimelere kendi kafasına göre mânâ vermek veya Arap âlemindeki reformist ve dinî malumatı zayıf gazeteci ve yazarların ağzıyla konuşmak doğru değildir. Bu, Müslüman âleminin güçlenmesini istemeyen bir kesim tarafından ortaya atılıyor olsa gerektir.
    27 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Ahlâk kitaplarında vazifeden istifa etmek caiz değildir yazılıdır. Burada kastedilen vazife, polislik, öğretmenlik gibi meslekler midir, yoksa her türlü meslekten istifamı kastediliyor? Hangi hallerde istifa etmek caizdir?
    Cevab: Riyâdü’n-Nâsıhîn’de diyor ki: “Kesbin (kazancın) beşinci yolu, hizmettir. Yusuf aleyhisselâm, Enbiyâ-i ulil-emri vel-ebsârdan olduğu halde, kulların sıkıntıda olduğunu görüp, hükûmet reisi kâfir olduğu halde, ona giderek vazife istedi. Böylece, insanlara hizmet etti. O halde, kullara hizmet edeceğini bilen ve bunu kendinden başka yapacak kimsenin bulunmadığını gören, bu vazifeye bir zâlimin geçmesini önlemek ve müslümanlara hizmet etmek için, kâfir olan âmirden bile vazife istemelidir. Münhal imamlığı, müftülüğü, vâizliği, öğretmenliği, polisliği istidâ, yani taleb etmelidir. Bir iyilik yapamasa da, hiç olmazsa, müslümanların zararına çalışmayı önlemek de ibâdet olur. Vazifeden istifâ etmek de, bunun için câiz değildir.” Bu bakımdan, ayrıldığı takdirde insanların zarara uğrayacağı veya daha kötü birisinin gelip insanlara kötülük yapacağı yukarıda sayılan hallerde vazifeden ayrılmak uygun değildir. Her iş böyle değildir.
    27 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Dârülislâmda meşhur din bilgilerini bilmemek özür olmadığına göre, meselâ cinnin varlığından veya rüşvetin haram olduğundan haberi olmayan câhil bir kimse küfre düşmüş olur mu?
    Cevab: Haramları bilmemek değil, bilince inanmamak küfrdür. Dârülharbde meşhur farz ve haramları bile bilmeden işlerse mesul olmaz. Dârülislâmda meşhur olmayan farz ve haramları bilmez ve işlerse mesul olmaz. Dârülislâmda meşhur farz ve haramları bilmemek özür değildir. Yani bilmeden işlese bile mesul olur. Ama inkâr etmedikçe küfre düşmüş sayılmaz. Çünki halk arasında öyle kimseler vardır ki, rüşvetin ne olduğunu bile bilmez. Kelâm kitaplarında Kur’an-ı kerime topluca iman etmek kâfidir, der. Dinin esasları amentüde bildirilmiştir. Bunu bilip iman etmek, mümin olmak için kâfidir. Tafsilat bilmek, imanlı sayılmak için lâzım değildir. Öğrenme imkânı olup da öğrenmemek yerine göre günah veya mekruhtur.
    8 Mayıs 2012 Salı
  • Sual: Yurt dışında çalışan birisini işyeri çalıştığı saat üzerinden daha aşağı mikdarda sigorta yapıyor ve maaşı az gözüküyor. Böylece işçinin devletten yardım alma hakkı doğuyor. Bu yardımı almak uygun mudur?
    Cevab: Düşük sigorta yapılmasından doğan farkı işyerinin ödemesi lâzımdır. Bu devletin borcu değildir. İşyerinin borcudur. Çünki işçi ile işyerinin anlaşması maaş+sigorta ödeme bedeli üzerindendir. Dârülharbde bile olsa, kandırarak bir kâfirden mal çekmek câiz değildir. Ancak anladığım kadarıyla devlet bu gibi hususlarda tolerans gösteriyor. Bir başka husus, eğer devlet o vatandaştan hakkı olmayan bazı şeyler (haksız vergi veya ceza gibi) tahsil etmişse, o zaman şahsın devletten alacağı doğar. Bu kadar mikdarı alabilir. Müslüman nerede bulunursa bulunsun İslâmiyetin güzel ahlâkının numunesi olmak mecburiyetindedir. Hele kanunlara uymamak, hele bir de neticede ceza doğuyorsa, caiz değildir. İşyerini şikâyet etmelidir.
    11 Mayıs 2012 Cuma
  • Sual: Mısır'a giren Osmanlı askeri, harp esnasında Müslüman Mısır halkından esir alıp köle edebilir mi?
    Cevab: Kölelik, harbde esir alınan gayrımüslimler için bahis mevzuudur. Esir alınmadan evvel Müslüman olan, kölelikten, öldürülmekten ve fidye karşılığı iade edilmekten kurtulur. Esir alındıktan sonra Müslüman olan, öldürülmekten ve fidye karşılığı iade edilmekten kurtulur ise de, kölelikten kurtulamaz.
    15 Mayıs 2012 Salı
  • Sual: Anayasası İslam Hukuku üzerine inşa edilen bir demokratik sistem sizce bugün mümkün müdür? Mesela, yemekhanede rakı içen bir Müslümana had cezası verilir mi?
    Cevab: Demokrasi, tam mânâsıyla İslâmî bir sistem değildir. İslâm hukuku bütün aksamıyla tatbik edilecek olsa, demokrasi ile çatışır. İslâm hukukunda, halife seçimle gelir. Adaylar farklı görüşlere (partilere) mensup olabilir. Farklı programları müdafaa edebilir. Ama seçilince ölene kadar kalır. Seçimle gelen meclis kanun hazırlayabilir. Ama bu kanunlar şer’î hukuka aykırı olamaz. Şer’î hukuku, halkın tamamı bir araya gelse, değiştiremez. Devlet dinin yayılması ve tatbikine nezaret eder. Dinin emirlerini gerekirse zorla infaz eder. Bu bakımdan İslâm demokrasisi denildiği zaman, modern demokrasilerden farklı bir yerde durur. Had cezalarının tatbiki çok sıkı esaslara tâbidir. İslâm devletinde müslümana içki satışı ve servisi mümkün değildir. Nitekim bugün bazı Arap ülkelerinde içki satışı hususî dükkânlarda ve yalnızca gayrımüslimlere yapılır. Lokantalarda da içki servisi için gayrımüslim olmak şarttır. Ama evinde içki içen birisini de devlet takip etmez.
    17 Mayıs 2012 Perşembe
  • Sual: Bir müslüman kız, Almanya’da bir Hıristiyan ile veya başka dinden yahud ateist biriyle evlenip ayrılsa, bu kadının dinen hükmü nedir?
    Cevab: Müslüman erkeğin, Ehl-i Kitab (Yahudi ve Hıristiyan) bir kadınla evlenmesi mekruh olmakla beraber sahihtir. Müslüman bir kızın veya kadının, Ehl-i Kitab bile olsa, Müslüman olmayan bir erkekle evlenmesi câiz değildir. Hatta bu husus âyet-i kerime ile sâbit olduğundan, bu kız/kadın evlenmeye niyet edip karar verdiği anda mürted olur, İslâmiyetten çıkar. Sonra pişman olup tövbe ederse, imanını tazeleyebilir, ama o erkekle evli kalamaz. Bu erkek nikâhtan evvel Müslüman olursa, mesele yoktur. Evlendikten sonra Müslüman olursa, kadının yine tövbe edip imanını tazelemesi gerekir. Bu kadın dârülharbde yaşıyor ve bu hükmü bilmiyorsa, imanı gitmez. Ama nikâhı aslâ sahih olmaz. Zinâ günahına girmese bile, Müslüman olduğu halde bu hükümleri öğrenmediği için bunu öğrenmediği için günahkâr sayılır. Çünki dârülharbde farz ve haramları bilmemek özürdür.
    17 Mayıs 2012 Perşembe
  • Sual: Bir Müslümanın dârülharbdeki kanunlara uymasının İslâmiyetteki delilleri nedir? Dârülharbdeki müslüman cemaatler veya muhterem bir âlim cihad ilan edebilir mi? İslâmiyetin mukaddesatına tecavüz vâki olduğunda, müslüman nasıl reaksiyon vermelidir? Sadece ekonomik sebebe binaen bir dârülharb ülkesine gidip yerleşmek câiz midir?
    Cevab: Müslümanların hâkim olduğu ve İslâm kanunlarının cari bulunduğu yere dârülislâm denir. Bunun hilafı dârülharbdir. Dârülharbde kaide itibarıyla Müslümanlar yaşamaz. Ancak gayrımüslimler Müslümanların dinine, canına, malına saygı gösteriyorsa, burada yaşamak caiz olur. Ulemâ, zaruretsiz gayrımüslim memleketine yerleşmeye cevaz vermemiştir. Ticaret ve sair maksatlarla gidilebilir. Bir müslümanın memleketi dârülharbe dönüşmüşse, canına, dinine, malına saldırılmıyorsa orada yaşamaya devam edebilir. Cihadı devlet yapar. Halife-i müslimîn ilan eder. Ferdler, cemiyetler yahud âlimler cihad ilan edemez. Cihad için güçlü bir hazine ve talimli bir ordu lazımdır. Düşman güçlü ise, harb değil sulh yapılır. Müslümanın dinine saldırıldığı zaman, âlimler dil ile emr-i maruf yapar. Avam (halk) bunlara destek olur. Bu mümkün değilse orada fitne var demektir. Susup oturmayı, fitnelere karışmamayı hadis-i şerifler emreder. Yoksa daha büyük fitneler zuhur eder ve müslümanlar sıkıntı çeker. Kudsiyata hakaret edildiğinde, kanunî yollardan hak aranır. Mümkün değilse kenara çekilinir, karşılık verilmez. Ferdlerin cihadı, emr-i maruf ve nehy-i münkerdir ki hadis-i şeriflerle çerçevesi çizilmiştir. Hazret-i Peygamber’in Mekke devri, dârülharbde yaşayan Müslümanların nasıl davranması gerektiğine en güzel numunedir. Bu hususlar siyer kitaplarında tafsilatlı ve delilli anlatılmıştır. Benim Osmanlı Hukuku kitabımın harb hukuku bahsinde de teferruatlı malumat vardır.
    3 Haziran 2012 Pazar
  • Sual: Yurt dışında yaşayan ve gayrı Müslimlerle ister istemez temas hâlinde bulunanlar için başka dinden olanların bayramlarını kutlamak veya bayram dolayısıyla getirdikleri hediyeyi kabul etmenin hükmü nedir?
    Cevab: Fitne çıkarmamak, İslâmiyetin güzel ahlâkını göstermek maksadıyla tebrik edilir, hediyeleri alınır; ama kalben bu güne hürmet etmek caiz değildir. İbni Abidin der ki: Müslümanın gayrımüslime hediye vermesi veya ondan hediye kabul etmesi câizdir. Nevrûz ve Mehrican günlerinin adıyla, yani “bu günün hediyesi olarak” diyerek veya bu niyetle hediye vermek câiz değildir, haramdır. Eğer bunu, müşriklerin tazim ettiği gibi tazim ederek yaparsa kâfir olur. Şayet bu günlerde, tazim kasd etmeden halkın âdetine uyarak bir müslümana hediye verse kâfir olmaz. Ancak, şüpheyi def etmek için bunu anılan günlerden önce veya sonra yapmalıdır. Daha önce almadığı bir şeyi bir günde satın alsa; eğer bu günleri tazim için satın almışsa kâfir olur. Ama eğer yemek içmek ve nimetlenmek için almışsa kâfir olmaz. Bu dinî bir gün değilse, hiçbir şey gerekmez. Rivayete göre Serbel Mecûsîlerinden zengin birisi vardı. Müslümanlara karşı gayet iyi davranırdı. Çocuğunun başının traşı dolayısıyla bir davet tertipledi. Davetinde birçok müslüman da bulundu. Bazıları, Mecûsî’ye hediye verdiler. Bu hâl müftiye ağır geldi. Hocası Ali es-Suğdi'ye: «Memleketinin halkına yetiş; dinden çıktılar, Mecûsîlerin şiârı olan şeyleri yaptılar» diyerek hâdiseyi anlatan bir mektup yazdı. Ali es-Suğdî de şu karşılığı verdi: «Zimmet ehlinin davetine icabet şeriatta serbesttir. İyiliğe iyilikle mukabele âlicenaplıktır. Başı tıraş etmek de dalâlet ehlinin şiarından değildir. Dolayısıyla bu kadarcık bir şey ile müslümanın kâfir olduğuna hükmetmek mümkün değildir. Evlâ olan; bu gibi hallerde sevinç ve neşe göstermek için müslümanların onlara muvafakat etmemeleridir.»
    9 Haziran 2012 Cumartesi
  • Sual: Dârülharbdeki bankalara para yatırıp fâiz almak bazı âlimlere göre câiz değilse, takvâ yolu varken fetvâya yolu neden tercih edilsin? Üstelik bankada Müslümanların da parası varsa mekruh olmaktadır. Böylece kerahetten de kaçınılmış olmaz mı?
    Cevab:

    Dârülharbde bankaya para yatırıp fâiz almak İmam Ebu Hanife'ye göre câizdir. Fetvâ da böyledir. Üç mezhebe ve İmam Ebu Yusufa göre caiz değildir. İmam Ebu Hanife'nin kavli zayıf kavil değildir. Mezhebin müftabih kavlidir. Bu zamanda gayrımüslimlerin siyasete, hukuka ve ekonomiye hâkim olduğu memleketlerde yaşayan müslümanlar için büyük bir destektir. Takvâ sahibi bu işe bulaşmaması uygun ise de, zarar etmesi de uygun değildir. Zirâ İslâm cemiyetinde para, altın ve gümüştür. Kıymetini hükûmetlerin tesbit ettiği kâğıt parada ise değer kaybı vardır. Bankanın verdiği fâiz bu mikdarın altında veya eşit ise, zaten fâiz değildir. Çünki alışverişte para kesat olsa, değeri düşse, akid zamanındaki kıymeti ödenir. Bu da altın üzerinden tesbit olunur. Bankada dârülislâm vatandaşı Müslüman veya zimmînin de parası varsa, buraya para yatırıp fâiz almak mekruh olur. Ekseriyet bunlarda ise tahrimen, değilse tenzihen mekruhtur. Ancak dârülislâm vatandaşı olmayan müslümanların para yatırması, buradan alınan fâizi mekruh etmez.

    23 Haziran 2012 Cumartesi
  • Sual: Arabaya kasko yaptırmanın dinen mahzuru var mıdır?
    Cevab: Kaza ve hayat sigortası, garer (belirsizlik) bulunan akid olduğunndan dârülislâmda câiz değildir. Dârülharbde İmam Ebu Hanife ve İmam Muhammed'e göre caizdir.
    6 Temmuz 2012 Cuma
  • Sual: Bankaların likit fon muamelesi caiz midir?
    Cevab: Likit fon denilen sistemde bilindiği kadarıyla, banka mudinin parasıyla fon alır. Bu fonda, para, repo, altın, döviz ve hisse senedi gibi yatırımlara bağlanır. O fonun yükselişine göre az mikdarda da olsa muntazam ve garantili şekilde mudinin parasında artış olmaktadır. Bu fonda fâiz ve hisse senedi gibi şer’î hükümlere uygun olmayan hususlar bulunduğu için, bankaya para yatırıp B tipi (likit) fon veya A tipi fon muamelesine girmek, bankaya para yatırıp fâiz almak gibidir. Dârülharbde İmam Ebu Hanife ve İmam Muhammed'e göre câizdir.
    13 Temmuz 2012 Cuma
  • Sual: Demokratik memleketlerde, en dindar gözüken siyasî parti bile, şer’î hukuka aykırı kanunlar üzerine yemin etmekte ve memleketi gayrı islâmî hükümlerle idare ettikleri için,yaptıkları câiz olur mu? Mekke’de henüz müslümanlar güçsüz iken bile müşriklerin “Bir sene sizin dediğinizi yapalım, bir sene de bizim dediklerimiz olsun” teklifini Hazret-i Peygamber reddettiğine göre bunlara rey verenlerin vaziyeti nedir?
    Cevab: Müslümanların hâkim olduğu bir memlekette zaten böyle bir şey mevzu bahis olamaz. Böyle olmayan bir yerde Müslümanların sözünün geçmeyeceği, şer’î hukukun resmiyette tatbik olunamayacağı açıktır. Burada siyasî parti eğer insanlara, Müslümanlığa hizmet etmek maksadıyla hareket ediyorsa, bu şekilde yemin etmesi düşmana karşı hüd'a (hile) olur. Harb hiledir. Şeriata aykırı kanun ve icraatlarda da bunlara inanarak yapmadığı müddetçe ikrah bahis mevzuu olur. Bahsettiğiniz hadiseyi işitmedim. Peygamber aleyhisselamın her hali bugünki insanlara uymaz. O peygamber idi. Kaldı ki meselâ Hudeybiye'de Medine’ye sığınan müslümanları mekke’ye iade etmek hususunda müşriklerin sözüne uymuştur.
    31 Temmuz 2012 Salı
  • Sual: İslâmiyette milliyetçiliğin yerini nasıl izah edebiliriz?
    Cevab: Cenab-ı Hak insanların birbirini tanıması,hayatını rahatça sürdürebilmesi için kavimlere ayırmıştır. İnsanın kendi kavmini tanıması, sevmesi, kültürünü benimsemesi gayet tabiîdir. Mensup olduğu kavmin saadet ve refahını istemesi de böyledir. Ama bunu bir üstünlük vesilesi yapması, başkalarına ve dünyaya karşı bakış açısını bu istikamete yerleştirmesi yanlıştır. İnsanların bazı insanî reaksiyonlar vermesi ve bunu milliyetçilik perdesi arkasına saklaması da çok rastlanan bir husustur. Çünki insanlar milliyetçiliği ulvî bulmakta ve bunun arkasına saklanarak yapılan haksızlıkları mühimsememektedir. İslâmiyet, “Müminler kardeştir” hükmü ile ırk ve memleket birliğinden evvel, din kardeşliği esasını koymuştur. Buna göre milliyetçiliğin icabı olarak görülen bir iş, İslâmiyete aykırı ise makbul değildir. Türkiye açısından bakılacak olursa, Ermeni ve Kürt meselesi bu çerçevede değerlendirilebilir.
    20 Ekim 2012 Cumartesi
  • Sual: Bir kişi ehl-i sünnet itikadına tâbi olup, amelde bid’at işliyorsa, bu kişi için ne söylenebilir?
    Cevab: Amelde bid’at işlemek tahrimen mekruhtur. Bunu bilerek işleyenin hükmü budur. Bid’at olduğunda ittifak varsa, bunu ortaya çıkaran bid’at ehli sayılır. Meselâ mest üzerine meshe inanmayıp, çıplak ayağa meshe inanmak, amelde bid’at olduğu halde, buna itikad eden bid’at ehli olur. Çünki bu amelin dinden olduğuna itikad etmektedir. Bid’at olduğu iyi bilinmeyen işi işleyen kimseye bid’at ehli denemez. Bilmemek bazen özürdür. Bilmeyen, işlediği iş için değil, bunun mahzurlu olduğunu öğrenmediği için mesuldür. Meşhur farz ve haramları bilmemek dârülislâmda özür değildir.
    20 Ekim 2012 Cumartesi
  • Sual: Birçok hadis-i şeriflerde emire, sultana itaatin ehemmiyeti tebarüz ettirilmiş. Bugün için siyasetçilerin icraatini tenkit; seçimlerde iktidardaki siyasetçiye karşı çalışmak câiz midir?
    Cevab: Hadîs-i şeriflerde kasdedilen sultan, İslâm devletinin reisidir. Meşru şekilde başa geçmiş halifedir. Şimdiki siyasetçiler değildir. Ama bunlara da itaat etmek, kendisini tehlikeye atmamak dinin icabıdır. Ayrıca gıybet ve iftira haramdır.
    5 Mart 2013 Salı
  • Sual: Dârülharbde bir hırsızlık yapılsa, o yer sonradan dârülislâm olsa, hırsızlık yapan kişiye ceza verilir mi?
    Cevab: Hayır. Had suçları, dârülislâmda işlenirse cezalandırılır. Diğer Hanefî dışındaki üç mezhebde, dârülislâm vatandaşı bir müslümanın, dârülharbde işlediği hırsızlık, zina, şarap içme gibi had suçuna, dârülislâmda ceza verilir.
    7 Nisan 2013 Pazar
  • Sual: Dârülharbde bir kişi bir başkasına sen benim kölemsin veya bir kadına câriyemsin dese, o da kabul etse, icap ve kabul gerçekleştiği için o kişi köle olur mu?
    Cevab: Hayır. Kölelik böyle kurulmaz. Meşru cihad, dârülislâm ve halife, ganimetin de meşru taksimi şarttır. Hür bir kimse kendisini veya çoluk çocuğunu köle olarak satamaz, veremez. Ancak dârülharbde aslı köle olan birini bir başkası satın alabilir. Dârülislâma geldiklerinde de o kişinin köleliği devam eder.
    23 Nisan 2013 Salı
  • Sual: Bir kişi faizle 10 bin lira kredi çekip araba alsa, bunun bin lirasını ödese, sonra arabayı başkasına satsa ve borcu da devretse, bu ikinci şahıs fâiz günahına girer mi?
    Cevab: Bankaya olan 9 bin lira arabayı alan kimseye havâle edilmiş olur. Rüşvet, fâiz, bâtıl veya fâsid muameleden doğan bir borç havâle edilemez. Sahih bir borç havâle edilebilir. (İbni Abidin, Havâle bahsi) Bu bakımdan meşru olmayan bir borçtan dolayı havâleyi kabul eden kimse mesul olur. Dârülharbde her ikisi de havâle edilebilir. Burada havâleyi ödeyen ikinci şahsın bir dinî mesuliyeti yoktur.
    18 Mayıs 2013 Cumartesi
  • Sual: Bir kimse bir başkasını had cezasını gerektirecek bir suç işlerken görse ve şikâyetçi olmazsa vebal altına girer mi?
    Cevab: Hayır. Bu suçların şüyuu (yayılması), vukuundan (olmasından) beterdir. Hatta “Kim din kardeşinin bu dünyada bir ayıbını örterse, Allah da kıyamet günü onun ayıbını örter.” hadis-i şerifi mucibince bu hususta şâhitlik bile yapmamak efdaldir. Dârülharbde ise zaten had cezaları tatbik edilmez.
    18 Mayıs 2013 Cumartesi
  • Sual: Bir otel inşaatı yapıyoruz. Kiralamak için müracaat eden hiçbir şirket, alkol satılmaması şartımızı kabul etmiyor. Nasıl hareket etmemiz lâzımdır?
    Cevab: Alkol satana bina kiralamak caizdir. Dârülharbde gayrımüslime şarap satmak câizdir. Müslümana ise şarap satmak haram; şarap dışındaki içkileri satmak mekruhtur.
    19 Mayıs 2013 Pazar
  • Sual: Dârülharbde devlet hazinesini soyan ya da devlet malına zarar veren, meselâ karayolunu tahrib eden kişi kul hakkına girer mi? Girerse, kimin hakkına girmiş olur?
    Cevab: Dârülharbde hazine insanların maslahatına harcanıyorsa, buna zarar vermekle, bu insanların hakkına girilmiş olur. Karayolu, zâlim hükûmetin israfı değildir. Kâfir hükûmetin malı da değildir. Bir karayoluna zarar veren de, doğrudan veya dolaylı olarak karayolundan istifade edenlerin hakkına girmiş olur.
    19 Mayıs 2013 Pazar
  • Sual: Krom madeni işleten kişi zekâtını nasıl verir?
    Cevab: Dârülislâmda madenlerin beşte biri beytülmâle verilir. Dârülharbde madenin zekâtı yoktur.
    19 Mayıs 2013 Pazar
  • Sual: Avrupa’da Türklerden bazı esnaf fatura kesmiyor; bundan dolayı vergi avantajı doğuyor. Dinen mahzurlu mudur?
    Cevab: Kişilerin, bazen devletten haksız yere tahsil edilmiş vergi veya ceza gibi sebeplerle alacağı doğuyor. Bunu geri alması da mümkün olmuyor. Bu bakımdan caiz görülebilir. Yine de kendisini tehlikeye atmak, cezaya uğramak doğru değildir. Müslüman dine uyar, günah işlemez; kanuna uyar, suç işlemez.
    19 Mayıs 2013 Pazar
  • Sual: Amerika’da bir şirket, sigorta edilmiş telefon çalındığında yenisini veriyor. Şirkete telefonu çalınmadığı halde, çalındı veya kayboldu diyerek yenisini almak caiz olur mu?
    Cevab: Hayır. Dârülislâmda veya dârülharbde kâfire de yalan söylemek ve böylece mal veya menfaat elde etmek caiz değildir.
    8 Aralık 2013 Pazar
  • Sual: Kürtaj yaptırmanın maddî cezası nedir?
    Cevab: Dârülislâmda gurre denilen bir tazminat çocuğun vârislerine ödenir.
    8 Aralık 2013 Pazar
  • Sual: Cuma vaktinde dersi olan talebenin Cuma namazına gitmediği için mesuliyeti var mıdır?
    Cevab: Hayır. Öğle namazını kılar. Cuma vakti ders koyup talebeye cumaya gitme izni verilmeyen bir memlekette, Cuma namazı zaten farz değildir.
    9 Mart 2014 Pazar
  • Sual: Anne ve babam dinî vecibelerimi yerine getirmeme, tefsir ve hadîs kitapları okumama, sakal bırakmama mâni oluyorlar. Nasıl hareket etmek gerekir?
    Cevab: Anne ve babayla, hatta kimseyle hiçbir mevzuda münakaşa etmemelidir. Haklı bilse olsa, caiz değildir. Anne ve babası razı olmayanın cennete gitmesi çok zordur. Kâfir bile olsa hakları vardır ve büyüktür. Bu sıkıntıları çok kimse, çok genç yaşamaktadır. Akla ve şeriata uygun hareket etmelidir. Fitne çıkarmak haramdır. Zamanımız kötüdür. Tefsir ve hadîs okumak avama câiz değildir. Eğer muteber bir ilmihal okumuş olsaydınız, oradan insanlarla muamele usulünü de öğrenir, bu sıkıntıyı yaşamazdınız. Anne baba sakala razı değilse, kesmelidir. Sakal, zevâid sünnetidir. Dârülharbde bulunmak, kesmek için özürdür. Namaz, oruç gibi farzlarda veya haram işlemede karşı çıkarlarsa, mesela “peki kılmam” denir; ama dinlemeyip gizlice kılınır.
    9 Mart 2014 Pazar
  • Sual: Seyyar satıcılık yapmanın hükmü nedir?
    Cevab: Şer’en caizdir. Kanunî hükmü ise beldeden beldeye, ülkeden ülkeye değişebilir
    11 Mart 2014 Salı
  • Sual: Bir kimse abdestin farzlarından birini bilmeksizin veya farkında olmaksızın terk etse, o zamana kadar aldığı bütün abdestler bâtıl mı olur?
    Cevab: Bu zamanda ve dârülharbde farzı veya vâcibi bilmemek özürdür; ancak imkânı olup da öğrenmemek günahtır. Bu sebeple namazları kazâ etmesi gerekmez. Ederse iyi olur.
    3 Mayıs 2014 Cumartesi
  • Sual: Dârülharbde bankadan kredi çekmek caiz midir?
    Cevab: Hayır.
    12 Haziran 2014 Perşembe
  • Sual: Bir müslüman memleketinde yaşayan birkaç kişi, gayrımüslimlerin ekseriyette olduğu, mesela Yunanistan’a geçip, 'akın' tertiplese, sonra da buradan mal gaspedip dönse, bu onlara helâl olur mu?
    Cevab: Gerçek bir İslâm devletinde, böyle kendi başlarına akın yapıp mal ve insan kaçırmaları günahtır; müslümanlığı kötü tanıtmaktır. Ancak getirdikleri mallar, mülkleri olur. Eğer halîfenin emir veya izniyle girmişlerse, bu savaş hâli demektir ve aldıkları ganimet hükmündedir. Eğer arada sulh olan bir devlet ise (tarihte Osmanlı ile Fransa gibi), hem çapulculuk yapmış olurlar; aldıkları da mülk olmaz. Bugün şer’î prensiplere uygun bir İslâm devleti yoktur.
    20 Ekim 2014 Pazartesi
  • Sual: Meslek hayatımıza başlarken, bizi mecburi olarak Oyak mesken fonuna aza yaptılar. Ben faizle işletildiğini duydum. Bizim mesuliyetimiz nedir?
    Cevab: Mecburi olduğu için zaten mesuliyet icab etmez. İmam Ebu Hanife ve İmam Muhammed'e göre dârülharbde bu gibi muameleler müslümanın menfaatine ise her halde caizdir.
    27 Mart 2015 Cuma
  • Sual: Adam öldürmek büyük günah olduğuna göre, cellatların mesuliyeti nedir?
    Cevab: Hakkın icrası veya vazifesinin ifası suç ve günah teşkil etmez. Cellad işini yapmaktadır. Hatta şer’î hükümlerin yerine getirilmesine yardım ettiğinden dolayı sevab bile alır.
    27 Mart 2015 Cuma
  • Sual: Amerika’da fakültedeki tıbbî-biyolojik çalışmalar için kan verip para almak caiz midir? Sperm için de vaziyet aynı mıdır?
    Cevab: Dârülharbde gayrımüslime kan satmak câizdir. Ancak sperm câiz olmaz.
    16 Ağustos 2015 Pazar
  • Sual: Laik bir sistemle idare olunan memleketlerde rey kullanmak veya kullanmamak câiz midir?
    Cevab:
    Bu dini bir maslahat değildir. Kullanmak da, kullanmamak da kişiye kalmıştır. Kullanırken de hayırlı olacağına inandığı şekilde kullanır. Şer’î hukuk cari olmayan yerde rey vermek caizdir. Bu, o sistemi tasvib etmek değildir. Ehven bir idarecinin başa geçmesini temin maksadıyladır. “Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.” mealindeki Mâide suresinin 44. âyet-i kerimesinde geçen, Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyen, Allah'ın indirdiğini kabul etmemek, onu beğenmemek, ondan dolayı hükmetmek diye tefsir edilmiştir. Âyet-i kerimelere kafaya göre mânâ verilemez.
    16 Ağustos 2015 Pazar
  • Sual: Dârülharpte rejimi destekleyecek faaliyetlerde bulunmak, rejimi ve kurucularını övmek dinen mahzurlu mudur?
    Cevab: Zaruretler memnuları mübah kılar. Memuriyet, talebelik gibi zaruri bir vaziyet veya müslümanların umumi menfaati (maslahat), hatta mesela bir müslümanın canını, malını, ırzını, dinini korumak endişesi bahis mevzuu olmadıkça caiz olmaz.
    6 Eylül 2015 Pazar
  • Sual: Gerçek mânâda bir İslâm devleti olsa, müşriklere savaş açması mı gerekiyor?
    Cevab: İslâm devleti, kendisine ve müslümanlara saldırmadıkça savaş açmaz. Âyet-i kerimelerin tefsiri, Hazret-i Peygamber’in tatbikatıdır. Osmanlı Hukuku kitabıma müracaat edebilirsiniz.
    6 Eylül 2015 Pazar
  • Sual: Şer’î kanunlarla idare edilen bir devlette gayrımüslim kadınlar halk arasında oldukları zaman tesettür etmek mecburiyetinde midir?
    Cevab: Hayır. Maslahat için hükümet tahdid getirebilir. Mesela göğüslerini bacaklarını açmalarını men edebilir.
    28 Eylül 2015 Pazartesi
  • Sual: Kendiliğinden ölmüş (murdar) bir sığırı belli bir meblağ karşılığında hayvanat bahçesindeki hayvanlara yedirmek üzere satılabilir mi?
    Cevab: Dârülharbde evet. Dârülislâmdaki hüküm için İbni Abidin’de şöyle geçer: "Murdar ölen bir hayvanın eti köpeğe yedirilmez. Yedirmek, leşi taşıyıp o hayvana götürmek demektir. Köpeği ete doğru götürmeye (veya eti göstermeye) gelince, kediyi leşe götürmek gibi caizdir."
    12 Ocak 2016 Salı
  • Sual: İngiltere’de bilgisayar yazılımı yapan bir şirkette çalışmak, bahis ve iddia üzerine yazılımlar da yaptığı için caiz olur mu?
    Cevab: Gayrı müslimler kendi arasında oynarsa mesele yoktur. Müslümanlar oynarsa mahzurludur. Uzak durmak en iyisidir. Başka iş yoksa dârülharbde caizdir.
    27 Ağustos 2016 Cumartesi
  • Sual: Bir şahsın yaşadığı yerin dârülharb veya dârülislâm olduğunu bilmesi gerekir mi?
    Cevab: Bunu bilmek, zaruriyyat-ı diniyyeden değildir. Ama bilmezse zorluk çekebilir.
    28 Ağustos 2016 Pazar
  • Sual: Evlenmek için kredi çekilmesi caiz midir?
    Cevab: Dârülharbde bile borç alıp faiz ödemek caiz değildir. Asgari nafaka masrafları için borç bulamaz ve zina tehlikesi varsa caiz olur.
    28 Ağustos 2016 Pazar
  • Sual: Osmanlıların cizye vergisi için gayrimüslimlerin Müslüman olmasına engel olduğu ifadesi doğru mudur?
    Cevab: Gayrı Müslimlerden cizye almak ve onları Müslüman olmaya zorlamamak, Kur’an-ı kerimin emridir. Buna rağmen Osmanlılar vesilesiyle çok sayıda insan kitle hâlinde Müslüman olmuştur.
    28 Aralık 2016 Çarşamba
  • Sual: Darülharpte cuma namazı kılınmaz diyen bir kişinin nikahı düşer mi?
    Cevab: Küfre sebep olmaz. Farz değil, ama kılınırsa yerine geçer.
    19 Şubat 2017 Pazar
  • Sual: İslâm hukukundaki hükümleri parça parça bir devlette icra ettirmek caiz midir?
    Cevab: İslâm hukukunu parça parça icra etmenin zararı yoktur. Ama bununla dârülharb, dârülislâma dönüşmez. İslâm şahıslar, aile, miras, borçlar hukukunun isteyenlere tatbik edilmesi, yani çok hukukluluk, insan haklarının ve üniversel demokarsinin icabıdır.  İslâm ceza hukuku böyle değildir. Dârülharbde tatbike dilemez. İdam cezası tek başına İslami bir ceza değildir. Taammüden adam öldürene, kısas cezası verilmesi, şer’î hukukun kaidesidir. Bunun da şartları vardır.
    14 Ağustos 2017 Pazartesi
  • Sual: Zaruriyyat-ı diniyye nelerdir?
    Cevab: İslâmın beş ve imanın altı şartı; zinanın, şarabın, domuzun, adam öldürmenin, rüşvetin, yalanın, hırsızlığın haram olması; tesettürün, namazın, orucun, zekâtın, haccın farziyeti gibi hususlar zaruriyyat-ı diniyyedir. Bunları her Müslümanın bilmesi farzdır. Dârülislâmda bilmemek mazeret değildir. Dârülharbde de öğrenme imkânı varsa, yine mazeret değildir. İnkârı, insanı dinden çıkarır.
    14 Ağustos 2017 Pazartesi
  • Sual: Dârulharbde öldürülenler şehid olur mu?
    Cevab: Nerede olursa olsun, Allah yolunda ölen veya haksız yere katledilen Müslüman şehid olur.
    2 Eylül 2017 Cumartesi
  • Sual: İmam Ebu Hanife ye göre hırsızın çaldığı mal çabuk bozulan meyve türünden ise ona hadd-i sirkat tatbik edilmediğinden, günümüzde gelişen teknoloji ile meyveler hemen toparlanıp dondurucuda saklanabilir olduğu için, hırsıza hadd-i sirkat lazım gelir mi?
    Cevab: Lazım gelmez. Zamanımızda hadd-i sirkat tatbiki mümkün değildir. Zira had cezaları darülislâmdae ve kadı tarafından verilip tatbik edilir.
    5 Nisan 2018 Perşembe
  • Sual: İslam Devleti’nin kurulmasından evvel mürted olan bir kimseye, İslâm Devleti kurulunca irtidad cezası tatbik edilir mi?
    Cevab: Kanunlar geriye yürümez; binaenaleyh ceza verilmez. Bu gibi cezalar ancak dârülislâmda ve kadı hükmettikten sonra tatbik edilir.
  • Sual: Zâlim idareciye isyan etmek neden caiz değildir?
    Cevab: Ordusu ve polisi vardır. İsyan ederse, daha beter olur. Zalim idareci eli kolu boş oturacak değil ya! Ancak dua edilir.
  • Sual: Şu an ki Filistinlilerin İsrail zulmüne karşı ne yapmaları icab eder?
    Cevab: İlim, kültür, sanat ve ticarette kendilerini yetiştirmeleri, zenginleşmeleri; güçlü bir cemiyet olmaları icab eder. Silahlı mücadele ile bir yere varmak kolay değildir. Resulullah aleyhisselâm, Mekke’de evvela kaliteli bir müslüman cemiyeti meydana getirdi. Sonra devlet kurdu. Âyet-i kerimede meâlen “Peygamberde sizin için en güzel bir örnek vardır” buyuruldu.
  • Sual: Cuma namazı bugün için farz değildir diyenler var. Kılınmasa mesuliyeti yok mu?
    Cevab: Dârülharbde, yani şer’î hükümlere göre idare olunmayan yerlerde halife bulunmadığı için Hanefî mezhebinde farz değilse de Müslümanlar toplanıp Cuma kılarlarsa bu sahih olur; öğle farzı yerine geçer. O halde Cuma namazına gidilir. Diğer üç mezhebde bu şart aranmaz; diğer şartları varsa, her yerde kılmak farzdır. 
    26 Ekim 2018 Cuma
  • Sual: İslâm hukukuna göre, Pakistan’da olduğu gibi devlet evlenme için yaş sınırı koymaya salahiyetli midir?
    Cevab: Zaruret olmadan böyle bir alt sınır getiremez. Dinin mübah kıldığı bir şey, ancak bir zaruretle men edilebilir. Mesela sari hastalık çıktığında, koyun eti yemeyi; yangına mani olmak için tütün içmeyi yasaklayabilir. Bunda ise bir zaruret yoktur. Tam aksine, fuhşa ve zinaya mani olmak için, erken evliliği teşvik etmek lâzımdır. Âyet-i kerime ve hadis-i şerifler bu istikamettedir.
    13 Şubat 2019 Çarşamba
  • Sual: Hiç kimseden izin almadan 5-10 arkadaş talebe yurdunun mescidinde cuma namazı kılsak caiz olur mu?
    Cevab: Dârülharbde Müslümanlar toplanıp aralarından birisini imam seçerek Cuma namazı kılabilirler. Ancak kapının herkese açık olması lazımdır. Talebe yurdunda bu nasıl tahakkuk eder, bilinmez.
    5 Nisan 2019 Cuma
  • Sual: Abbasi Devleti’nin, ateistliği açık ve ortada olanlara ilişmediğini yazıyorsunuz. Bu ateizm propagandası yapmak mıdır? Yoksa ateist olduğunu açıkça söyleyebilmek midir? Bir de, mürted olanlar için de hüküm böyle mi idi?
    Cevab: Herkes şer’î devlette istediği gibi inanabilir, inancının icaplarını yerine getirebilir. Ancak müslümanlığa hakaret etmek ve Müslümanlar arasında misyonerlik yapmak yasaktır. Mürted böyle değildir, o suç işlemiştir. 
    8 Ekim 2019 Salı
  • Sual: Cuma namazının Medine İslam Devleti'nin kuruluşunu temsil ettiğinden siyasi bir namaz olduğu doğru mudur?
    Cevab: Cuma namazı bir beldede İslâm hâkimiyetinin sembolüdür. Yüksek sesli kıraatle ve toplu halde kılınır. Bu ise ancak Müslümanların hâkimiyetini sembolize eder. Müslümanların hâkim olmadığı bir yerde cuma namazı farz değildir; ama Müslümanlar toplanıp kılabilirler. Buna siyasî namaz demek, ancak bir din cahilinin işidir.
    8 Ekim 2019 Salı
  • Sual: Gayrı Müslimlerin Hz. Peygamber’e hakaret meselesi üzerine bir müslümanın tavrı ne olmalıdır?
    Cevab: Gayrı müslimler, sadece iman ile muhataptırlar. İman etmeyen birinin, İslâm dinine hürmet göstermesi beklenmez. Böyle birine zarar vermek caiz değildir, fitneye Müslümanlara büyük zarar verilmesine sebep olur.
    22 Ekim 2020 Perşembe
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci
  • TR
  • EN
© 2019
  • Anasayfa
  • Biyografi
  • Kitaplar
  • Makaleler
    • - Aktüel
    • - Akademik
    • - English
    • - Arabic
    • - Diğer Diller
  • Programlar
    • - Televizyon
    • - Radyo
    • - Youtube
  • Yazışmalar
    • - Tüm Sualler
    • - Sual Başlıkları
    • - Sual Gönder