SARIKAMIŞ MACERASI

Sarıkamış fâciasında donarak ölen askerler hatırlatıldığında Enver Paşa’nın, “Nasıl olsa birgün ölmeyecekler miydi?” sözü, meselenin vahametini en veciz şekilde ifade eder.
31 Aralık 2018 Pazartesi
31.12.2018

2 Ağustos 1914’te kimsenin haberi olmadan 4 İttihatçı tarafından imzalanan ittifak anlaşması gereği; Almanya, harbe girerse, Osmanlı Devleti de harbe girecekti. Müzakereleri aylardır devam eden bu anlaşmadan bir gün evvel, Almanya Rusya’ya harb ilan etmişti. Böylece memleket bir emrivâki karşısında kalakaldı. 27 Ekim’de tek kişinin emriyle Karadeniz’de Rus limanları bombardıman edildi; böylece memleket resmen harbe girmiş oldu.

Almanya’nın beklentisi, Türklerin cepheyi genişleterek Rusları ve İngilizleri oyalaması idi. O zaman memleketin 1 numaralı adamı, Harbiye Nâzırı ve Başkumandan Vekili Enver Paşa, Alman kurmayları ile beraber Ruslara karşı Kafkasya harekâtını planladı. O zaman, Kars ve Sarıkamış, Rus toprağı idi. 3. ordu birlikleri Rusları geri püskürtecekti. Akademiden hocası Hasan İzzet Paşa’yı ordu kumandanlığına tayin etti.

31 Ekimde Rus taarruzu başlamıştı. Geniş bir sahaya yayılan plan şöyleydi: Türk birlikleri üç kol hâlinde, esas kuvvetler Sarıkamış’a, bir kolordu Batum’a ve bir başka birlik de cephenin güneyinden saldırmak üzere İran tarafına hareket edecekti.


Muvaffakiyetin sırrı

Ancak ordunun mevcudu ve teçhizatı kâfi değildi. Yemen ve Arabistan cephesinden gelen yorgun ve hastalıklı askerler, Kafkasya’ya sevkedildi. Bütün bunlara rağmen ordu, 9-18 Kasım 1914’de Rusları Köprüköy’de durdurdu. 40 senedir Rusların elindeki Artvin düştü. Kafkasya cephesinin birinci safhası budur. Bu zaferden başı dönen Enver Paşa, askerin perişan vaziyeti ve kış sebebiyle düşmanı takip etmeyen; üstelik taarruzun bahara tehirini tavsiye eden Hasan İzzet Paşa’yı korkaklıkla suçlayarak vazifeden aldı; “Hocam olmasaydınız sizi idam ederdim” demeyi de ihmal etmedi.

Bununla kalınsa, iyiydi. Kış bastırmış; asker ise perişan haldeydi. Ancak ordunun idaresini eline alan ve “Muvaffakiyetin sırrı taarruzdadır” prensibinden başka şey bilmeyen bu romantik çılgın, -30 derecede, kimi yerde kalınlığı bir metreyi geçen kar ve tipiye rağmen taarruz emrini vermekten çekinmedi.  Komitacılık günlerinden arkadaşı ve kendisi gibi bir sultanla evlenerek damad olan kolordu kumandanı Hafız Hakkı Bey de onun hayallerine ortaktı. Halbuki Ziya Paşa’nın yerine 10.kolordu kumandanı tayin edilen Hakkı Bey, daha evvel bir tümene bile kumanda etmemişti.

Enver Paşa’nın istihbaratına göre, Sarıkamış’ta Rusların bir-iki bölükten fazla askeri bulunmuyordu. Henüz 10. kolordudan haber yoktu. 9. kolordunun sadece bir fırkası el altındaydı. Harekât şubesi müdürü Alman General Bronsart, belli bir hatta gelene kadar 9. kolordunun 10. kolorduyu Bardız’da beklemesi gerektiğini söyledi. Bu fikir hiç hoşuna gitmeyen Enver Paşa, Hafız Hakkı Bey’in gündüz yürüyerek ertesi günü Sarıkamış’a varacağını hesap ederek, kendisinden evvel Sarıkamış’a girmek şerefini ona bırakmak istemediği için, 9. kolordunun da 29. fırkasıyla derhal Sarıkamış’a yürümesini emretti. İşte büyük Sarıkamış felâketinin başlangıcı olan 12 Aralık gecesi verdiği ve ertesi günü icrasını bizzat üstüne aldığı bu hareket emridir.

Erzurum-Sarıkamış arasındaki asıl Rus kuvvetlerini 11. kolorduyla sıkıştırıp; öteki iki kolorduyla Rusları arkadan çevirmeyi planlıyordu. 22 Aralık’ta macera başladı. Enver Paşa, 9. kolordunun diğer birliklerinin yetişmesini beklemeden ve 10.kolordudan da haber gelmeden hızla Sarıkamış’a harekete geçti. 4 gün sonra 26 Aralık’ta Sarıkamış önlerine geldiğinde, kuvvetlerinin kafi gelmeyeceğini düşünerek 9 ve 10 kolorduyu beklemeye başladı. Bu arada Ruslar Sarıkamış’a yığınak yaptılar.

Allahuekber Dağı’na sevkedilen 10.kolordu 28 Aralık’ta Sarıkamış önlerine geldi ve Ali İhsan Paşa kumandasındaki 9. kolordu ile birleşti.  Ancak 9. kolordu Sarıkamış Dağı’nda; 10. kolordu da Allahuekber Dağı’nda soğuk, açlık ve çatışmalardan erimiş; 10 bin kişi Sarıkamış’a varabilmişti. Enver Paşa, geri dönmeye yeltendiği iddiasıyla 50 kişiyi kurşuna dizdirmişti.

Gündüz yürüyüşünde yumuşayan çarıklar, gece sertleşip ayakları mengene gibi sıkıyor; adım atmak imkânsız hâle geliyordu. Askerler donmamak için oldukları yerde hoplayıp, zıplasa da nafile idi. Ayak parmaklarından başlayan donma, zamanla bütün vücudu kaplıyordu.  Nihayet zamanla her taraf donmuş askerlerle doldu; üstlerini de kar örttü. [Ertesi yılın Nisan ayında karlar eriyince, şehidlerin donmuş bedenleri ortaya çıktı. Bu sebeple, bu talihsiz şehidlere kardelenler denir.]

Bütün bunlara rağmen 29 Aralık’ta taarruz başladı; hatta birlikler Sarıkamış’ın doğu mahallelerine girdi. Ancak birkaç saat sonra Rus General Yudeniç’in taarruzu üzerine geri çekilme başladı. Donmaktan kurtulanları da Sarıkamış önlerinde sayıca 8 kat fazla olan Ruslar öldürdü; 9.kolordu çekilmeye fırsat bulamadan kumandanıyla beraber esir düştü. Enver Paşa, 10 ve 11. kolordulardan kalanlarla Bardız’a çekildi.


Bitti paşam

1 Ocak’ta 10. kolordu kumandanı Hafız Hakkı Bey, “Bitti paşam; ordumuzun kısm-ı küllîsi mahvoldu” itirafında bulundu. 5 Ocak’ta herşey bitmişti. Enver Paşa, Hakkı Bey’i paşa yaparak ordunun kumandasını kendisine bırakıp firara geçti. Bindiği kızak, yolda bir Rus karakol birliğine rastladı; ama Ruslar kendisini tanımadılar. Böylece esaretten kurtuldu. 4 Ocak’ta Hakkı Paşa geri çekilme emrini verdi. Sarıkamış macerası böylece trajik bir şekilde bitti.

Ruslara Doğu Anadolu’nun kapısını bu hadise açtı. 13 Ocak’ta Hasankale; 17 Şubat’ta Erzurum; 3 Mart’ta Bitlis ve Muş; 18 Mart’ta Mamahatun (Tercan); 18 Nisan’da Trabzon; 6 Mayıs’ta Van; 15 Temmuzda Bayburt; 20 Temmuz’da Gümüşhane ve 24 Temmuz’da da Erzincan düştü. Bu satırların yazarının üç büyük dayısı, Hafız Hıfzı, Aziz ve Hamdi Efendiler, ilmiye sınıfından oldukları için askerden muaf bulundukları halde, Kafkas cephesinde peş peşe şehid düşmüşlerdir.

Sarıkamış hezimeti üzerine, Ruslara müzaheret eder bahanesiyle Anadolu Ermenileri Nisan ayından itibaren Suriye’ye tehcir edilmiş; ardından işgal edilen Doğu Anadolu halkı iç kısımlara hicrete mecbur olarak büyük felaketler yaşanmıştır. Fâcia, dağlarda donan, vurulan veya tifüsten ölen binlerce Mehmetçik ile mahdut kalmamıştır. Yerli nüfusun binlercesi bu vesileyle telef olmuştur.

Bu facianın bir benzeri Sina cephesinde yaşanmıştır. Zeki Paşa’nın tavsiyesini dinlemeyerek 185 bin kişilik İngiliz ordusuna karşı 25 bin kişiyle Süveyş Kanalı’na taarruz emri veren Cemal Paşa, ağır bir hezimete uğramış; gözlüksüz askerler kum fırtınalarında kör olmuş; 3000 asker şehid ve sağ kalan askerin çoğu İngilizlere esir düşmüştür.

Bu arada sağ salim İstanbul’a ulaşan ve ailesine kavuşan Enver Paşa, Circle d’Orient’da verilen bir ziyafete katıldı. Ordumuzun Sarıkamış’ta kazandığı zafer sebebiyle kutlamalar yapılmasını emretti. Kaybedilen askerlerden bahseden ordu ikmal dairesi müdürü Behiç Bey’e “Zaten bir gün ölmeyecekler miydi?” buyurdu. Enver Paşa, Saffet [Arıkan] Bey’e de, “Zaten açlıktan öleceklerdi. Hiç değilse cephede düşman da öldürerek öldüler” demiştir. Nitekim esir alınan bir Rus albay, cepheye götürülen üstsüz başsız zavallı Türk askerleri görünce “Yahu bunları soğuktan ölmeye götürüyorsunuz” diye acımaktan kendisini alamamıştı. (F.Rıfkı, Çankaya, 85)

Hezimet ve kayıplardan bahsedilmesi yasaklandı. Hükümet taraftarı Tanin dışında hemen bütün gazeteler kapatılmıştı. İstanbul halkı bu felâketten çok sonra haberdar olabildi. Ordunun mahvolduğu 2 Ocak’taki İstanbul gazeteleri “Kaçan düşmanın kovalandığını ve yüzlerce esir alındığını” yazıyordu. Hakkı Paşa’nın ricat emrini verdiğinin ertesi günü 5 Ocak gazetesinin manşetinde “Zafer!” vardı.


90 bin şehid?

Bu arada Hafız Hakkı Paşa Erzurum’da tifüsten öldü. Zevcesi, Enver Paşa’nın zevcesinden yaşlı olduğu için hanedan protokolünde önde gelen bu arkadaşını kıskandığı ve bu sebeple bir an evvel kendisinden kurtulmak için cephe önüne sürdüğü söylenir. Kafkas ordusunun soğuk ve tifüsten geri kalanları Ruslara esir düşüp Sibirya’daki kamplara yollandılar.

İstanbul Sarıkamış faciasını, 6 sene sonra esaretten dönenler vesilesiyle öğrendi. Nitekim bu satırların yazarının dedesi Çuhadar Ahmed Ağa, 1914 güzünde 2. defa olarak askere alınmış; Kafkas cephesinde 9 yerinden yaralanarak esir düşmüş; 7 sene Sibirya’da esarette kaldıktan sonra kaçıp İstanbul’a gelebilmiştir. Esaretten kaçan, 9. kolordu erkân-ı harb reisi kaymakam (kurmay başkanı yarbay) Köprülü Şerif Bey, 1921’de hatıralarını Akşam gazetesinde neşretti. Onu esaretten dönen 83.alay kumandanı miralay (albay) Ziya (Yergök) Bey takip etti. Facia, böylece ortaya çıktı. (İki hatırat da yeni harflerle neşredilmiştir.)

Rusların 32 bin kişilik telefatına mukabil, Türk kayıpları da öteden beri münakaşa malzemesi olmuştur. Şerif Bey, 90 bin kişinin donarak öldüğünü söyler. Halbuki 3. ordunun gerçek mevcudu 118 bindi. Kâğıt üzerinde gözüken efrad, ya evvelce ölmüştü; ya da firariydi. Şerif Bey’in hatıraları neşredildiğinde, İttihatçı ricâli yurt dışına kaçmıştı. Enver, Ankara’ya gelip ipleri tekrar eline almak üzere Batum’da fırsat kolluyordu. Hakkında çok menfi bir hava vardı. Bu sebeple hatıratta Enver Paşa'nın işlediği cinayetlerin biraz mübalağa ile anlatıldığı iddia edilir. Donarak ölen asker sayısı hakikatte 23 bindir. Vurulma, soğuk, tifüs ve esaret gibi sebeplerle bu sayı 60 bini bulmaktadır ki, hiç de az bir rakam değildir.

Gerek Şerif ve gerekse Ziya Bey, hâdisenin mesuliyetini kış şartları ve ordunun noksanlıkları yanında, Enver ve Hakkı Paşaların yanlış kararlarına bağlar. Halbuki harekât, Alman karargâhının aslî talebiydi. O saatten sonra Enver’in buna hayır deme şansı yoktu. Madem ki maksat, Rus ordularının bir kısmını Kafkas cephesine çekip Doğu Avrupa cephesini rahatlatmaktı. Şu halde harekât pekâlâ muvaffak! olmuş demekti. Zâyiat, kimin umurundaydı! Havanın hâli ve ordunun perişan vaziyeti zaten kumandanlarca malumdu.

Burada Enver’e ait olan fikir, askeri 2000 rakımlı Allahuekber Dağları’ndan aşırıp Sarıkamış’ı arkadan vurmaktı. Çılgınca bir risk almış ve hezimete uğramıştı. Olup bitenler, taklit edegeldiği Napoléon’un ordusunu soğuk ve açlıktan mahveden Rusya seferine benzer. Ancak bu felâket çılgın Fransız’ın sonunu getirdiği halde; Sarıkamış hezimeti O’nun basit bir taklidi olan Enver’e hiç dokunmamıştı. Suç, amansız kışa; orduyu arkadan vuran Ermenilere; Enver’i dinlemeyen Hasan İzzet Paşa’ya; veya Enver kadar hırslı, ama strateji bilmeyen Hakkı Paşa’ya; hatta ordunun erkan-ı harbiye reisi Alman General Bronsart von Schellendorf’a çıkarılmıştı. Kimse Enver’i dinlememişti; dinleseler zafer kazanılacaktı!

Halbuki General Liman von Sanders, Türk orduları enkân-ı harbiye reisi General von Seckt’e yazdığı 13 Aralık 1917 tarihli bir raporunda der ki: “90 bin askerlik üçüncü ordu, sınıra yakın Hasankale yöresindeki dağlar üzerinde pek uygun savunma yerlerinde ve kendinden üstün olmayan Rus kuvvetleri karşısında idi. Ordu başarılı savaşlarla dağlardan geçebilse bile, kuşatma topları olmadığından, Kars kalesini hiçbir zaman alamazdı. Hal böyle iken, önlenmek için yapılan bütün tavsiyelere rağmen, Sarıkamış-Kars üzerine saldırıya geçilmek kararı verilmiştir. Sol hatta karlı dağların keçi yolları üzerinde yetersiz yiyecek hazırlığı ile harekete geçen iki kolordunun sonu ikisinin de ayrı ayrı yenilmesi olmuştur.” (Falih Rıfkı Atay, Çankaya, s.100)


Bizim subaylarımız

Sarıkamış’ta alay kumandanı olup, 6 senesini esarette geçiren Ziya Yergök, hatıralarında bu felaketin sebeplerini -kıştan sonra- şöyle sıralar:

1-Şöhret peşinde koşan Enver ve Hakkı Paşa’nın tecrübesizliği ve çılgınca hareketleri; birlikler arasında koordinasyonu temin edememeleri. Kumandayı ele aldıktan sonra, birlikleri birbirine bağlayacak, hareket birliğini temin edecek emirleri pek seyrek vermişti. Ordu kumandanlığını fırka kumandanlığına çevirmiş; kolordu ve fırka kumandanlarını ıskartaya çıkarmıştı. Tüm birliklere emir verip, maiyetindekileri kontrol veya irtibat subayı olarak vazifelendireceği yerde, alayları ayrı ayrı emirlerle bizzat sevk ve idare etmişti. Bir alay bozulduktan sonra, aynı vazifeyi öbür alaya vermiş; böylece başka alayların da tepelenmesine sebep olmuştu. Kışı, ordunun hâlini düşünmeksizin, düşmanın gücünü hiçe sayarak hemen Sarıkamış’ı alabileceği kanaatine kapılmış; işin kolay olmadığını, planlarının suya düştüğünü görünce hırçınlaşmış; ne yapacağını şaşırmıştır. Hakkı Paşa ise, şöhret peşinde koştuğu için emir ve maksat dışında hareket edip, 10.kolorduyu dağlarda mahvetmiş; Sarıkamış’a da zamanında yetişememiştir. İşin garibi, fâciadan dolayı Enver, Hakkı’yı; Hakkı da yakında neşredilen günlüklerinde Enver’i suçlamıştır.

2-Teğmeninden kolordu kumandanına kadar subaylarda vazife aşkının bulunmaması; namus, şeref ve izzetinefis hislerinin noksanlığı; subayların “dostlar şehid, biz gazi” diyerek mümkün mertebe kaçamak yolları aramaları.

3-Mevzilerin topla dövülmeden tüfek ve süngü ile alınmaya kalkışılması.

4-Erlerdeki maneviyat bozukluğu. Ordunun kumandanlarına itimadı kalmamıştı. Askerin açlığı, hastalığı ve donarak ölmesiyle kumandanlar alâkadar olmuyordu.

5-Sarıkamış mıntıkasının ormanlık oluşu sebebiyle harekâtın görünmesinin engellenmesi.

Ziya Bey sonra der ki: “Böylece kış sayılmazsa, mesuliyet umumileşmekte; ama en büyüğü Enver Paşa’ya ait olmaktadır. Nitekim dedelerimizden, babalarımızdan duyduğumuz “Rusların subayları iyi, erleri fenadır; bizim erlerimiz iyi, subaylarımız kötüdür” sözünün hakikati ortaya çıktı.” “Oltu’dan girdik Sarıkamış’a/Askeri kırdıran Enver Paşa” türküsünün de ifade ettiği gibi halk vicdanı, Enver’i mesul tutmuştur.

Jön Türkler iktidara gelince, tecrübeli subayları Sultan Hamid’e bağlı oldukları için ordudan atmış; yerlerine genç ve tecrübesiz; ama o nisbette hırslı ve gözünü şöhret bürümüş arkadaşlarını getirmişlerdi. Nitekim “Harbi erler kazanır; subaylar kaybeder.”


Hafız Hakkı Bey