ORTAÇAĞ MEKKE’SİNDE BİR CENTİLMENLER KLÜBÜ: HILFÜ’L-FUDÛL

590 senelerinde Mekke’de birkaç mert erkek, haksızlara karşı çıkmak, mazlumları himaye etmek üzere ant içmişlerdi. O zaman 20 yaşlarındaki Resûlullah aleyhisselâm da bu ahidleşmede hazır bulunmuştu.
24 Eylül 2018 Pazartesi
24.09.2018

Kaynaklar, Muhammed aleyhisselâma 40 yaşında iken peygamberliğin bildirildiğini söyler. İslâm inancına göre, Peygamberler, her türlü günah ve hatadan münezzehtir, uzaktır. Resullullah, bundan evvel de mertlik ve insanlık itibariyle kavminin en üstünü, ahlakça en güzeli, neseben en şereflisi, komşuluk ve akrabalık hakkını en iyi gözeteni, akıl ve zekâda en yükseği, doğruluk ve adalette ise bir tanesi idi. Mürüvvete aykırı hiçbir şey yapmadığı, hep doğruyu söylediği için Muhammed el-Emin diye şöhret bulmuştu. Bu devirde, Mekke’de adalet tarihi bakımından ehemmiyet taşıyan bir hâdise cereyan etmiştir.


Mekke ve Kâbe'nin o zamanki hâlini tasvir eden resim

Ey Fihr oğulları!

Arabların en faziletli kabilesi Kureyş’in yaşadığı Mekke, o yıllarda ticaret cihetiyle diğer Arabistan sitelerinden daha ileri olduğu gibi, Kâbe-i Muazzama’ya ev sahipliği yaptığı için de daha şerefli görülürdü. Her yıl her taraftan gerek ticaret, gerekse Kâbe’yi ziyaret için çok sayıda insanı ağırlar; bunlar Mekke’nin gücüne güç katardı.

Harbedilmesi yasak olan 4 haram aydan Zilkade’de, Yemenli Zübeyd kabilesinden bir adam, satmak üzere Mekke’ye mal getirmişti. Kureyş eşrafından Âs bin Vâil satın aldı; ancak parasını ödemediği gibi; malı geri vermeye de yanaşmadı.

Bu sefer adamcağız, Mekke’nin Abdüddâr, Mahzum, Cum’an, Sehm ve Adiyy bin Ka’b gibi nüfuzlu ailelerinin ileri gelenlerine müracaat etti. Bunlar, adama yardımcı olacak yerde, Âs bin Vâil’i kayırdılar; adamı azarlayıp kovdular.

Çaresiz kalan adam, Ebu Kubeys dağına çıkıp, Ey Fihr oğulları! Diye başlayan yanık bir şiir okuyarak uğradığı haksızlığı dile getirdi. O esnada Kâbe’nin etrafında küme küme oturanlardan birisi ayağa kalkarak mazluma yardımcı olmaya davrandı; diğerlerini de bu yolda teşvik etti. Bu kişi, Resulullah’ın amcası Zübeyr idi.


Eski Mekke evlerinden bir numune

Denizler kurumadıkça…

Kureyş’den Hâşim, Muttalib, Zühre, Teym ve Hâris bin Fihr oğulları, o zamanlar Mekke’nin idare edildiği Dârü’n-Nedve’de toplandılar. Bu hususta nasıl hareket edeceklerini görüşmek üzere, Teym oğullarından ihtiyar, zengin ve nüfuzlu Abdullah bin Cüd’an’ın evinde bir toplantı yapmaya karar verdiler. Yemenli’ye yardım etmeyenlerden kimseyi de aralarına almadılar. O zamanlar 20 yaşlarındaki Muhammed aleyhisselâm da amcalarıyla beraber burada hazır bulundu.

Abdullah bin Cüd’an evvela onlara bir ziyafet verdi. Sonra da Mekkeli veya yabancı olup da Mekke’ye gelenlerden zulme uğrayanlara yardımcı olmak, mazlumun hakkını zâlimden alıncaya kadar uğraşmak için aralarında sözleştiler. “Denizlerin bir kıl parçasını ıslatacak kadar suyu bulundukça, Hira ve Sebîr dağı yerlerinde durduğu ve üzerlerinde dağ keçileri yayıldığı müddetçe” ahidlerine bağlı kalacaklarına yemin ettiler. Bunu teyid için de, Hacerü’l-Esved’i yıkadıkları Zemzem suyundan içtiler.

Vaktiyle Cürhüm kabilesinden Fadl bin Fadâle, Fadl bin Vedâa ve Fadl bin Haris adında eşraftan aynı isimde üç kişi bir araya gelip, zâlime karşı mazluma yardım etmek; güçsüzün hakkını güçlüden almak, yerliye karşı yabancıyı himaye etmek, hâsılı adaleti hâkim kılmak üzere anlaşmışlardı.

İşte onların hatırasını yad etmek üzere Abdullah bin Cüd’an’ın evindeki ahidleşmeye Hılfü’l-Fudûl (Fadlların Antlaşması) adı verildi. Fadl, üstünlük demek olduğu gibi; fazlalık (mazlumun zâlimdeki hakkı) manasına da gelir.


Ebu Kubeys dağından Kâbe-i Muazzama

Ah keşke

Bu centilmenler antlaşması, Mekke’de çok popüler oldu. Hatta Ebu Süfyan’ın kayınpederi Utbe bin Rebia’nın, buna katılamadığı için çok üzüldüğü; “Bu topluluğa katılmam için aileni terket, soyundan ayrıl deselerdi, yapardım” dediği meşhurdur.

Hılfü’l-Fudûl’ün ilk işi, Zübeydî’nin malını Âs bin Vâil’den alıp sahibine teslim etmek oldu. O esnada Has’am kabilesinden biri, umre veya hac maksadıyla, kızını da yanına alarak Mekke’ye gelmişti. Katul adındaki kız, emsalsiz güzellikte idi. Mekke eşrafından Nübeyh bin Haccac görür görmez vurulup kızı kaçırdı.

Adamcağız, feryad etmeye başlayınca, “Git derdini Hılfü’l-Fudûl’a anlat!” dediler. Adamcağız Kâbe’nin yanına dikilip, “Ey Hılfü’l-Fudûl, imdada yetiş!” diye bağırmaya başlayınca, her taraftan kılıcını sıyıran yanında bitiverdi. Vaziyet öğrenip, Nübeyh’in kapısına dayandılar. Nübeyh “Bari bu gece kalsaydı?” diyecek oldu; “Süt sağacak kadar zaman bile yanında kalamaz” diyerek kızı elinden alıp babasına teslim ettiler.

Sümâle kabilesinden biri, Mekke’de Ubeyy bin Halef’e mal satmış; fakat parasını alamayınca, Hılfü’l-Fudûl’e müracaat etmişti. Bunlar da Ubeyy’e gidip parayı vermezse, kendilerinin alacağı tehdidinde bulundular. Ubeyy süklüm püklüm parayı ödedi.

Muhammed aleyhisselâm, sonradan Hılfü’l-Fudûl hakkında, “O ahidleşmeyi, kızıl tüylü deve sürüsüne değişmem. Şimdi bile davet edilsem, icabet ederim” buyurmuştur.

Ebu Cehl, ver parayı!

İslâmiyetin zuhurundan sonra da Hılfül-Fudûl tesirini sürdürdü. Ebu Cehl, mal satın aldığı Eraş kabilesine mensup birine parayı ödemedi. Ebu Cehl’in Resulullah’a düşmanlığını bilen bir müşrik, alay olsun diye, adamcağızı o esnada Kâbe’de bulunan Resulullah’a havale etti. Resulullah, tacirle beraber Ebu Cehl’e gidip, parayı istedi; Ebu Cehl parayı hemen verdi.

Zebîdli bir tacirin Mekke’ye satmaya getirdiği mala, Ebu Cehl düşük fiyat biçmiş; başkalarını da daha yüksek fiyat vermemek üzere tenbihlemişti. Resulullah vaziyeti öğrenince, bu üç deve yükü malı, tacirin istediği fiyattan satın aldı. Ebu Cehl’i de Hılfü’l-Fudûl’ü hatırlatarak ile ikaz etti.

Emevî hilâfetinin ilk yıllarında, Medine vâlisi Velid bin Utbe ile Hüseyn bin Ali arasında bir mal hususunda ihtilaf zuhur etmiş; Hazret-i Hüseyn, Hılfü’l-Fudûl’e gideceğini söyleyince, Velid özür dileyerek geri çekilmişti.

Hılfü’l-Fudûle yeni âzâ kabul edilmezdi. Dört Halife devrinden sonra, bu topluluğa mensup zâtlar vefat ettiler. Zaten Medine’de bir İslâm devletinin kurulmasıyla, adalet ve emniyeti tesis için esaslı müesseseler de yerleşmişti. Hılfü’l-Fudûl, vazifesini tamamlamıştı. Böylece Ortaçağ Mekke’sinde kurulan bu centilmenler kulübü de tarihe karışmış oldu.