KÖLE SAHİBİ OLMAK, KÖLE OLMAKTIR

Hazret-i Peygamber, “Kölelerinize yediklerinizden yedirin, giydiklerinizden giydirin. Onlara kölem demeyin; oğlum veya kızım deyin. Yapamayacağı işi yüklemeyin. Bir iş verince de yardım edin. Allah dilese, sizi onların emri altına verirdi” buyurdu. Bunun için Hazret-i Ömer, “Köle sahibi olmak, köle olmaktır” demiştir.
3 Eylül 2018 Pazartesi
3.09.2018


Kölelik, kuvvetlinin kuvvetsize hükmetmesinden doğdu. Aristo, köleyi ‘ruhlu bir alet, canlı bir metâ’ olarak vasıflandırır; bazı insanların yaratılışlarındaki zayıflıktan dolayı belli bir hayat seviyesine ancak kölelik sayesinde erişebileceğini söyler.
Kölelik, medeniyetle paralel olarak doğup inkişaf etmiştir. Zira hayvanlar aleminde kazanan, kaybedeni, güçlü, güçsüzü öldürür. Kölelik, mağluplara hayat hakkı tanıyan bir statüdür.
Antik Çağ’da bütün cemiyetlerde kölelik yaygın bir müessese idi. Borcunu ödeyemeyen kimse köle yapıldığı gibi, bir insan kendisini veya oğlunu köle olarak satabilirdi. Eski kavimlerde köleler, en ağır işlerde çalıştırılır; kırbaçların altında türlü eziyet ve işkenceler altında en ufak bir haktan, hatta hukukî statüden mahrum bir şekilde ömürlerini geçirirlerdi.
Hristiyanlığın gelişiyle, kölelerin vaziyetinde iyileşme olduysa da, kilise kölelik müessesesini ıslah edici hiçbir teşebbüste bulunmayarak, kölelerin efendilerine mutlak itaatini tavsiye ile iktifa etti. Kitab-ı Mukaddes’deki bazı ifadeler, insanların bir kısmının doğuştan diğerlerine köle olacakları şeklinde tefsir edildi. Bu sebeple Hazret-i Nuh’un torunu Kenan’ın soyundan geldiğine inanılan zenciler köle sayıldı.
 

Amerika'da köleler
 
Potansiyel müslümanlar
İslâmiyet geldiğinde, insanlığı bu halde buldu. Harb hukukunun zaruri neticesi olan bu müesseseyi ıslah etti. Kölelerin hukukî ve sosyal vaziyetlerini düzeltti. Köleliğin kaldırılması için bir takım tedbirler getirdi. Köleliğin sebebini yalnızca harb olarak tesbit etti. Böylece hem düşmanın muharip gücü zayıflamış oluyor; hem de savaşlarda fazla insan öldürülmesi önlenmiş oluyordu.
Köleler, muhariplerden boşalan işgücünü dolduruyor; tarlalarda, atölyelerde çalışarak, İslâm yurdunda istihsalin yavaşlamasına mani oluyordu. Ayrıca köleler, potansiyel müslümanlar olarak görülüyordu. Harb dışında, Batı’da rastlandığı gibi, hür insanların nerede olursa olsun köle hâline getirilmesi ve İslâm ülkesine getirilerek satılması meşru değildir.
 

İngiliz gazetesinde kaçak köle ilanı
 
Harb esirlerinin öldürüldüğü veya köleleştirildiği bir zamanda, müslümanların esirleri köle yapmasından tabii bir şey olamaz. Zira milletlerarası münasebetler mütekabiliyet (karşılıklılık) esasına dayanır. Bunun için “İslâmiyet niye köleliği yasaklamadı” gibi bir sual abestir.
Düşman aldığı esiri köle yapmıyorsa, halife de esir aldıklarını köle yapmaz. Zira esirlerin statüsü, yani köle mi yapılacağı, yoksa fidye karşılığı serbest mi bırakılacağı, ancak halife tarafından tayin edilebilir. Ferdler, bir düşmanı köle yapamaz.
Gitmekte serbestsin!
Kölelik, şer’î hukukta sadece hukukî ehliyeti tahdid eden bir haldir. İslâmiyet, ilk defa kölenin insan olduğunu ve Allah huzurunda bütün insanların eşitliği prensibini getirdi. Dolayısıyla kölelere fena muamelede bulunmak yasaklandı.
Efendiye kölesine kendi yediğinden yedirme, ayrıca elbise ve mesken ihtiyacını karşılama; okuma, yazma ve diğer lüzumlu ilimleri öğretme; ona kendi ev halkının bir ferdi olarak muamele etme mükellefiyeti yüklendi. Kur’an-ı kerim, bir yandan, “Elinizin altındakilere iyilik edin” buyururken, öte yandan onları evlendirmeyi tavsiye etmiştir.
Kölelerin vaziyeti o kadar iyileştirilmişti ki, azat edilen köleler, efendilerinin yanından ayrılmayı istemediler. Resûlullah’ın azatlı kölesi ve ilk Müslümanlardan Zeyd, anne ve babası kendisini bulup götürmek istediklerinde, gidip gitmemekte serbest bırakıldığı halde, onlarla gitmeyi reddedip eski efendisinin yanında kalmayı tercih etti.
Hazret-i Peygamber, ‘Oğlum’ diye hitab ettiği bu kölesini, kendi halasının kızıyla evlendirmiş; ordu kumandanı olarak gittiği Mute’de şehid olmuştu. Kur’an-ı kerimde ismi geçen tek sahâbi budur. Zeyd’in çok sevdiği oğlu Üsâme’yi de ordu kumandanı yapmıştı.

Hollanda sömürgelerinde köle ve efendi
 
Allah’tan korkun!
Hazret-i Peygamber, “Eliniz altındakilerden dolayı Allah’tan korkun! Kölelerinize yediklerinizden yedirin, giydiklerinizden giydirin. Onlara kölem demeyin; oğlum veya kızım deyin. Yapamayacağı işi yüklemeyin. Bir iş verince de yardım edin. Beğeniyorsanız yanınızda tutun; beğenmiyorsanız satın. Allah dilese, sizi onların emri altına verirdi” buyurdu. Kölesinin kabahatlerinden şikâyet eden birine, “Her gün yetmiş kere affet” cevabını verdi.
Bir gün bir kölenin “Allah için vurma!” dediğini işitti. Kurtarmaya gitti. Sahibi Resulullah’ı görünce dövmekten vazgeçti. “Beni görünce vazgeçtin; halbuki Allah görüyor” buyurdu. Sahibi pişman olup köleyi azatladı.
Kölesini döven birine, “Onların suçu ile sizin cezanız tartılır; sizinki ağır gelirse, haklarını alırlar. İşlemediği suçtan dolayı kölesini dövenin cezası, onu azatlamasıdır” buyurdu. Bir kimse kölesine haksız yere kötü muamelede bulunursa, döver veya işkence ederse, köle azatlanmış sayılır.

Haremde cariye
Köleyle nöbetleşe
Efendilerin, kölelerine karşı hak ve mükellefiyetleri din ve ahlâk kitaplarındaki müstakil bahislerde etraflı anlatılmıştır. Hazret-i Ömer’in “Köle sahibi olmak; köle olmaktır” dediği meşhurdur. Nitekim, sulh ile fethedilen Kudüs’e girerken, yegâne devesine kölesiyle nöbetleşe bindiği ve şehre girerken deveye binme nöbetinin kölede olduğu, kendisinin ise bu devenin yularını çektiği pek meşhurdur.
Tâbiînin büyüklerinden Meymun bin Mihran’ın kölesi bir gün servis yaparken, ayağı sürçtü; yemeği efendisinin üzerine döktü. Efendisinin yüzünün değiştiğini görünce, zekâ ve hikmet sahibi bir köleymiş ki, “Onlar [Cennetlikler], gazaplarını yenerler; insanları affederler, Allah ihsan sahiplerini sever” meâlindeki âyet-i kerimeyi okudu. Meymun, “Hiddetimi yendim; seni affettim ve azatladım” buyurdu.
Halife Ömer bin Abdülaziz, akşam işlerini kendisi görürdü. Köleniz yapsın diyenlere, “Gün boyu yorulmuştur; dinlensin” buyurdu. Ebû Süleyman Dârânî’yi ekmek pişirirken gördüler. “Kölemi bir yere göndermiştim; iki işi birden vermeye gönlüm razı olmadı” buyurdu.