DAĞ FARE DOĞURDU: II. MEŞRUTİYETİN İBRETLİ HİKÂYESİ

Meselenin vahametini kavrayan padişah bu işte bir İngiliz parmağı olduğundan şüphelendi. “Suyun akıntısına gideceğim” diyerek meşrutiyeti ilana razı oldu.
23 Temmuz 2018 Pazartesi
23.07.2018

Meselenin vahametini kavrayan padişah bu işte bir İngiliz parmağı olduğundan şüphelendi. “Suyun akıntısına gideceğim” diyerek meşrutiyeti ilana razı oldu.


Memleketimizde II. Meşrutiyet tecrübesinin başladığı 23 Temmuz 1908 (Rûmî takvimle 10 Temmuz 1324), tarihimizde bir dönüm noktasıdır. Rejim değişmiş; memleket idaresindeki hâkim güç farklılaşmıştır. İktidar, Saray ve Bâbıâli’den; el ele veren ordu ve bürokrasiye geçmiştir.


İlk teşebbüs

Meşrutiyet, şart kelimesinden gelir. Anayasalı ve parlamentolu monarşiyi ifade eder. Hükümdar, kanunları meclis yapmak şartıyla hüküm sürer. Üç fonksiyonun da hükümdarın elinde olduğu mutlakiyetin zıddıdır.


Bizde ilk meşrutiyet tecrübesi 1876 tarihlidir. Aslında Osmanlı Devleti hiçbir zaman bir mutlakiyet olmamıştır. Çünki şer’î hukuk ve asırlar evveline uzanan siyasî an’aneler, siyasî iktidarı tahdid eder. Bunları hükümdar bile değiştiremez. Padişah, diktatörler şurada dursun; bugünki demokrasilerdeki hükümetler kadar bile istediğini yapma imkânına sahip değildir.


Hürriyetin beşiği

Fransız ihtilalinden sonra yayılan hürriyet ve serbestlik fikirleri Osmanlı memleketinde de yayıldı. 1876’da Sultan Aziz, İngiliz destekli bir Jön Türk komplosuyla tahttan indirilip yerine yeğeni Sultan V. Murad geçirildi. Yeni padişah meşrutiyete yanaşmayınca, tahtını kaybetti. Şehzade Abdülhamid Efendi, ihtilalcilerin başı olan Midhat Paşa’ya meşrutiyet ve anayasa sözü vererek tahta çıkmaya muvaffak oldu.


İlk meşrutiyeti kuranlar, memleketi Ruslar galip geldiği 93 Harbi’ne sürükledi. Tarihte emsali görülmemiş bu felâket üzerine, padişah meclisi feshederek meşrutiyeti askıya aldı. Kanun-ı Esasî yerinde kaldı ama, bir daha seçim yapılmadığı için meclis toplanmadı. Bu sebeple II. Meşrutiyet tabiri fiilen doğru olsa bile, hukuken doğru değildir.


Kimseye yaranamadı

Padişah, harbin zararlarını diplomatik yollardan hafifletmeye çalıştı. 30 sene dedesi gibi saraydan idare ettiği memleketi, maarif, ziraat, ticaret ve sanayi cihetiyle imara çalıştı.


Avrupa’nın güçlü devletleri arasında bir denge siyaseti gözetti. İslâm birliği adına dünya Müslümanları üzerinde halifelik nüfuzunu tebarüz ettirdi. Bu da en çok zamanın önde gelen sömürgecilerini rahatsız etti.


Sultan Hamid ve Meşrutiyet - LIFE mecmuasındaki bir gravür


Zamanındaki yegâne harbde, Osmanlı ordusu Girit’e asker çıkaran Yunanları yendi. Ancak maliye buhrana düştü. Maaşların zamanında ödenememesi, asker ve memurları, zaten ileri fikirlilerce sevilmeyen padişaha düşman etti.


İstikbal gençlerde

Rejim muhalifleri, 1890’dan itibaren İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni kurdu. Mason klüpleri tarzında teşkilatlanıp çalışan bu cemiyet, bilhassa askerler ve memurlar arasında hızla yayıldı. Başta İngiltere olmak üzere Avrupalılar, istikbal gördükleri bu topluluğa arka verdiler.


Sarayın takibi üzerine Fransa’ya kaçan muhalifler, burada neşriyat yapıp kongreler topladılar. En kolay propaganda mıntıkası ise, taze idare ve jandarma ıslahatı sebebiyle Makedonya oldu. Burada üç aydır maaşlarını alamayan idealist genç zabitlere tesir ettiler.


Ne şehiddir ne gazi

Tam o esnada İngiliz kralı ile Rus çarının Reval’deki mülakatı (10 Haziran), aranan fırsatı verdi. İki devletin Rumeli’yi paylaştığı safsatasını bahane eden Selânik’teki III. Ordu subayları ayaklandı. Merkez kumandanı Nazım Beyi vuran Enver, Selânik’te; Sabahaddin, Manastır’da, Niyazi de Resne’de dağa çıktılar Birlik kasasındaki paraları ve mühimmat almayı da ihmal etmediler. Yanında bir geyikle gezen Niyazi’nin külahında Vatan Fedaisi yazardı.


Yüzbaşı Resneli Niyazi Manastır'da


Yıllarca Bulgar, Sırp ve Rum eşkiyasıyla mücadele ede ede çeteleşmiş bu asiler, telgraf tellerini kesip Manastır’da askerî müfettiş Şemsi Paşa’yı öldürdüler. Yerine gelen Tatar Osman Paşa’yı da dağa kaldırdılar. Manastır polis müfettişi ve Selânik topçu alayı imamı birer kurşunla yere serildi.


Askerden, ahaliden ve eşkıyadan iltihak edenlerle çete, bin kişiyi buldu. Bu esnada Firzovik’de birkaç bin Arnavut toplanıp, padişaha Meşrutiyet’i ilan etmediği takdirde payitahta yürüme tehdidinde bulundu.


Kuru gürültü

Makedonya İhtilâli denilen hadise, bir-iki suikast ile Firzovik’teki bu kuru gürültüden ibaret iken, o zamanın şartlarında büyütüldü. Sadrazam Arnavut Ferid Paşa ikili oynayıp, İzmir redif fırkasının sevkini geciktirip, yalnız bir iki tabur yollamış; bunların zabitleri de hemen isyancılara iltihak etmişti.


Padişah, kati bir tenkil kararı verip, emin ve muktedir zabitlerin idaresinde birkaç Anadolu fırkasını Rumeli’ye yollasaydı; vaziyet bambaşka bir şekil alabilirdi. Ancak 66 yaşındaki hükümdar, yorgun, bezgin ve en mühimi yalnızdır. Meselenin vahametini kavrayınca, bu işte bir İngiliz parmağı olduğundan şüphelendi. “Suyun akıntısına gideceğim” diyerek meşrutiyeti ilana razı oldu. Bunu daha evvel yapsaydı, bu gailenin açılmayacağı kanaatinde olanlar vardır.


Meşrutiyetin ilanına dair Yunanca kartpostal


Aslında ihtilal, Bulgar komitacılarının idaresi altında, mevziî bir patırtıdan ibaretti. Dünyadan haberi olmayan genç zabitler çetesi, ecnebilere alet olarak memleketi uçuruma sürüklemiş; böylece orduya siyaset aşılayıp, hükümete günümüze kadar devam eden çetecilik ruhunu sokmuşlardır.


Hürriyet Bayramı!

Halk, Fransız ihtilalindeki gibi, “Hürriyet, Müsâvat (Eşitlik) ve Uhuvvet (Kardeşlik)” sloganları ile sokağa döküldü. Her taraf bayraklarla süslenmişti. Yakalara meşrutiyet kokartları takılıyor; meşrutiyet kartpostalları yok satıyordu. Bandolar, “Yaşasın Vatan! Yaşasın Millet! Yaşasın Terakki Cemiyeti!” çığlıkları arasında marşlar çalıyorlardı. 23 Temmuz, Hürriyet Bayramı ilan edildi.


17 Aralık’ta parlamento Ayasofya’da sonradan yanan binada toplandı. Meclisin toplandığı hemen her bina bir vesileyle yanmıştır.


İzmir'de Meşrutiyet kutlamaları


142 Türk, 60 Arap, 25 Arnavud, 23 Rum, 12 Ermeni, 5 Yahudi, 4 Bulgar, 3 Sırp ve 1 Ulah olmak üzere 275 mebusun yer aldığı meclisin açılışına Sultan Hamid de iştirak etti. Mecliste İttihatçılar hâkim olmakla beraber, yine onların içinden çıkan ve Ahrar adıyla bilinen başını Prens Sabahaddin’in çektiği muhalifler de vardı.

 

Sansür

Meşrutiyet devrinin ilk icraatı sansürün kaldırılması oldu. O zamana kadar gazeteler umumî ahlâk ve âdâba aykırı, asayişi bozucu, halkın zihnini karıştırıcı neşriyat yapamazdı. 24 Temmuz günü gazeteciler toplanıp, müsveddeleri sansüre vermeme kararı aldı ve gazeteler böylece basıldı. Bugün sonradan gazeteciler bayramı kabul edildi. Maamafih daha sonra darbecilerin sansürü, Sultan Hamid devrini mumla aratmıştır.

 

Yeni jargon

“Meşrutiyet-i Mübeccele” ile siyasî jargon da değişti. Meşrutiyetin ilanı, İnkılâb-ı Azim (Büyük Devrim); İttihad ve Terakki Cemiyeti, Cemiyet-i Mukaddese; ordu, Nigehbân-ı Hürriyet (Hürriyetin Bekçisi); hâdiselerin başladığı Selânik, Mehd-i Hürriyet (Hürriyet Beşiği) adını alırken; Sultan Hamid devri, Devr-i Sâbık diye anılmaya başladı. Dağa çıkan eşkıyalar, Kahraman-ı Hürriyet; Resneli Niyazi’nin geyiği de Rehber-i Hürriyet oldu.


Kahraman-ı Hürriyet Enver Bey

 

Hülyalı günler

Meşrutiyet’in ilanının hemen ardından, 3 Ekim’de Bulgaristan istiklâlini ilan etti. Aynı gün Avusturya, işgali altındaki Bosna-Hersek’i topraklarına kattı. 6 Ekim’de de Girit Rumları, Yunanistan’a katıldılar. Böylece Jön Türkler, kendilerine yardım edenlere olan borçlarını derhal ödemiş oluyorlardı. 


Hapishaneler, tımarhaneler boşalıyor; mahkûmlar ve deliler, eski rejimin gadrine uğramış hürriyet kahramanları olarak omuzlarda taşınıyordu. Yurt dışındaki firarîler birer ikişer geri dönüyor; liman ve istasyonlarda coşkuyla karşılanıyorlardı.


Meşrutiyet hatırası mendil


Eşkıyasından kâtiline, ihtilalde rolü olan kim varsa, yeni devirde gözde bir mevki kapmaya muvaffak oldu. Ne idüğü bilinmeyen, ama fırkaya sadakati sabit genç mebuslar, nâzırlar, zâbitler, 10 sene içinde koca imparatorluğu gömecek yeni bir kadro hâlinde arz-ı endam etmeye başladılar.


Hülyalı günler çok sürmedi. İhtilalciler, hürriyet, eşitlik ve kardeşlik sloganını çabuk terkettiler. Bâbıâliyi bastılar; meclisi kapattılar; muhalifleri susturdular. Memleket, sürgünler, idamlar, suikastler; yolsuzluklar memleketi oldu. En ateşli meşrutiyetçiler bile, ‘Devr-i İstibdad’ı özler hâle geldi.