HABERİM YOKTU BENİM HİÇBİR ŞEYDEN!

“Bir oğlumuz oldu” diyordu Enver Paşa kabine toplantısına girdiğinde gülerek. Harbe girildiğinden, ne sadrazamın, ne de padişahın haberi vardı.
7 Mayıs 2018 Pazartesi
7.05.2018

“Bir oğlumuz oldu” diyordu Enver Paşa kabine toplantısına girdiğinde gülerek. Harbe girildiğinden, ne sadrazamın, ne de padişahın haberi vardı.


 “Sultan Reşad ölümden değil, fakat tahttan indirilmekten çok korkardı.” Tanıyanlar böyle diyor. Üç padişahın tahttan indirildiğini ve başlarına gelenleri gördüğü için bu tabiidir. Ama bu sebeple, haysiyet-şikest derecede irade gevşekliği göstererek, İttihatçıların kötü emellerine âlet olmuş; tarihte çok kötü bir nam bırakmıştır. İttihatçıları hiç sevmeyen son devir ulemasından Abdülhakîm Arvâsî hazretleri, padişahın türbesini ziyaretinde, “Aah, senin de çok kabahatin var!” demekten kendisini alamamıştır.

Sultan Hamid, evvelce biraderiyle yakınlık kurmak istemiş; hatta kızını, oğluna vermeyi düşünmüştü. Fakat Jön Türklerle irtibatını haber alınca, kendisinden hep şüphe etmiş; buna mukabil, kendisinden, mavi gözlerinden dolayı nazarından korktuğu için uzak durduğu dedikodusu yapılmıştı. Sultan Hamid, Meşrutiyet’in ilanından sonra Reşad Efendi’nin el altından Serbesti gazetesini destekleyerek, kendisi aleyhinde neşriyat yaptırdığını söyler.

Jön Türk isyanında saraya çağırıp, “Bu senin başının altındandır birader” diye yakasına yapıştığında; Reşad Efendi gayet sakin, “Sizin idarenizin neticelerindendir” diye cevap vermişti. Tahta çıktıktan sonra, kendisine bir mesele arzedildiğinde, “Birader de hiçbir şeye bakmamış ki” dermiş.

Süleyman Nazif, Talat Paşa hakkındaki yazısında der ki: “9 sene iki ay zarfında hakiki hükümdar Talat Paşa idi. İstediği gibi emretti, nehyetti, yıktı, yaktı. Ne kendisinden hesap soran bir padişah vardı, ne yaptıklarının aslını anlamaya cür'et eden bir millet. Şiddeti hem padişahı korkutmuştu, hem de mebusları. Yüklenenin altında çöküp kalmış olan zavallı Sultan Reşad, kendisini Allah’ın değil, Talat Paşa'nın gölgesi zannediyordu.”

Felâketlerle dolu 9 senelik saltanatı esnasında, sadece ağabeyi Sultan Hamid’in ortadan kaldırılması teklifine; bir de Esvabcıbaşı Hakkı Bey’in uzaklaştırılması talebine direnmiş; bunun dışında her hususta komitaya boyun eğmiştir. “Meşrutiyet devrinde işe karışacak olsam, biraderin suçu neydi?” dermiş. Refik Hâlid’in de dediği gibi, arada Sultan Reşad olmayıp da, Sultan Hamid’den sonra Sultan Vahîdeddin tahta çıksaydı, belki de İttihatçıların hatalarını önleyecek, felâketlerin önüne geçip, devleti asrının güçlü devletleri arasına sokacak kudret ve kıymette idi.


Sultan Reşad Cuma selâmlığında

Masadan kaldırma

Ortadan uzun, mavi gözlü, sarışın idi. Mavi gözlü tek padişahtır. Bu sebeple olsa gerek, fazla ışığa dayanamaz; elektrikten hoşlanmazdı. Mesanesindeki taşı aldırmış; böylece tarihe ameliyat olan tek padişah olarak geçmiştir. Ameliyat masasına yatarken, “Ey büyük Allahım, eğer ben milletim ve vatanım için hayırsız ve bahtsız isem, beni şu ameliyat masasından kaldırma” diye dua etmiştir. Milletin başına takdir edilmiş belâlar varmış ki, duası kabul olunmamıştır.

İçlerinde Alman ve Avusturya hükümdarlarının da bulunduğu çok ecnebi misafiri kabul etti.  İlk bayramlaşma merasiminde bazı ilerici(!) meb’uslar, padişahın tahtının saçağını âdet olduğu üzere öpmeyi reddedip, başlarını eğmekle iktifa etmişti. Herkesin ayıpladığı bu tavrı, padişah sineye çekti. Rıza Tevfik yıllar sonra kaleme aldığı manzumesinde, “Saçak öpmeyenler secde ettiler âsi bir zâbitin pis külahına!” mısralarıyla terennüm edecektir.

Şiirden anlardı. İyi Farsça, orta derecede Arapça ve Fransızca bilirdi. Pek ibret almamış olsa da tarihe çok meraklıydı; tarihî hâdiseleri teferruatına kadar bilirdi. Trakya askerî manevralarında, yorucu ve bunaltıcı seyahate rağmen, kendisini hep neşeli ve memnun gören başkâtip Halid Ziya der ki: “Bu ihtiyar padişahın ecdaddan gelme öyle bir azim ve inad sermayesi vardı ki, her zorluğa tahammül kuvvetini veriyordu.” Monarşi, işte böyle bir şeydir.


Sultan Reşad Çanakkale için dua ediyor

Haram olsun

Mevlevî tarikatine mensuptu. Dindardı. Ailesi ve maiyetinin de dinî vecibeleri yerine getirmelerini isterdi. Sultan Reşad, saray imamına, “Elhamdülillah Cenab-ı Hakk’a bir rek‘at bile namaz borcum yoktur” demiştir. 

Birer levhaya “Namaz kılmayana ekmek ve tuzumu haram ediyorum” yazdırıp, sarayda her odanın kapısına astırmıştı. “Sarayda eskiden iki şey iyiydi, şimdi ikisi de bozuldu: Namaz ve yemekler” sözü de ona aittir. Şehzâde ve sultanların muallimesi Safiye Ünüvar, hatıralarında Sultan Reşad sarayını anlatır.

Son günlerinde imza için gelen kâğıtlara bakıp, “Bıraksalar da haysiyetimle ölsem” dermiş. Nihayet 9 yıllık saltanatı felâketlerle geçen Sultan Reşad, memleketin iflâs vesikası denilebilecek Mondros Mütârekesi’nin imzalanmasından az evvel şeker hastalığından vefat etti. Eyüp’te yaptırdığı ilkmektebin yanındaki türbesine gömüldü. Memleketteki son padişah cenazesi budur. Sur dışında medfun tek padişah da Sultan Reşad’dır.


Sultan Reşad ve Mahdumları

İfrat-Tefrit

Protokole pek meraklıydı. Ceketsiz ve fessiz kimseye çıktığı görülmemişti. Nâzik idi. Huzuruna kim girse, ayağa kalkıp önünü iliklerdi. Saraya yemeğe geldiğinde, Bu adam yemek yemesini bilmiyor; bamya ile su içiyor” diye Enver Paşa’yı kınadığını, başkâtip Ali Fuad Bey anlatıyor.

Beylerbeyi’nde mahpus bulunan ağabeyi Sultan Hamid’e gönderdiği habercilere, kendisinden “zât-ı şâhâne” değil de, “biraderiniz” diye bahsetmelerini isteyerek incelik göstermişti. Tevâzuyu bazen ifrata vardırırdı. Çok ürktüğü, ama yüzüne güldüğü Mahmud Şevket Paşa’ya “arz-ı teşekkür ederim” demesini, maiyeti makamına münasip bulmamıştı. Zeki miydi, saf mıydı; tanıyanlar bu suale kolay cevap verememiştir.

Ağabeyi gibi sesi kalındı; düzgün ve edibâne konuşurdu. Latife yapmayı severdi. Bu sebeple görenlerde hep müsbet intiba uyandırmıştır.

Avusturya imparatorunu istasyonda karşılarken, “Bu yaştan sonra genç imparatoriçe ile aynı arabaya binerek kendime güldüremem” diyerek, imparatoru yanına almış; imparatoriçe, veliahd ile aynı arabaya binmiştir.

Cüz’i Maaş

Sultan Reşad’ın sadece üç oğlu vardı: Ziyâeddin, Ömer Hilmi ve sağlığında vefat eden Necmeddin Efendi. Sekiz çocuğu olan oğlu Ziyâ Efendi’ye, “Oğlum bu kadar çocuğu nasıl büyüteceksin?” diye sormuş da, “Bir kısmını biz; bir kısmını da Cenab-ı Hak büyütür. Gam çekmeyin babacığım” cevabını almıştı. Komitacılar, Hazine-i Hassa’ya el koydukları için, Sultan Reşad cüz’i bir maaşa mahkûm idi. Oğullarının bir meslek sahibi olmalarını arzu ederdi. Bu sebeple Ziyâeddin Efendi, tıbbiye mektebine yazılarak cildiye mütehassısı olmuştur. İkisi de sürgünde sıkıntı içinde yaşayıp vefat etmiştir.

Kapan secdeye!

Babacan padişahın âcizliği ortaya çıktıkça, tarihimizde ilk defa bir padişah, alay mevzuu olmuştur. Sultan Reşad’ın, kendisine oturduğu yerden gâzi unvanı kazandıran Çanakkale Zaferi için kaleme aldığı bir gazeli vardır. Buna tahmîs şeklinde bir nazîre yazılmış; şâiri bilinmeyen bu manzume halk arasında çok yayılmıştı.

Her kıt’anın ilk üç mısraını bu nazîre, son iki mısraını da Sultan Reşad’ın gazeli teşkil eder. Hayr-i dessâs (Entrikacı Hayri) sözü ile vakıfları tarumar eden Şeyhülislâm Hayri Efendi; dinsiz Musa ile de Mason şeyhülislâm Mûsâ Kâzım Efendi kasdedilmektedir (İsmail Hami Danişmend: Tarihî Hakikatler, I/180).

Haberim yoktu olup bitmiş olan şeylerden,

Mesnevîler okuyordum oturup ezberden,

Bir de baktım ki haber geldi bizim Enver’den,

Savlet etmişti Çanakkaleye bahr ü berden

Ehl-i İslâmın iki hasm-ı kavîsi birden

Milletin emdi kanın döndü o Enver domuza,

Şevket ü kudret-i şâhânemi çekti omuza

Çıkası gözlerini dikti bizim postumuza

Lâkin imdâd-ı ilahî yetişip ordumuza

Oldu her bir neferi kal’a-yı pulad beden

Dönmeler, Talât’ı da yendi kumar bezminde

Bitti haysiyet-i mâliye cihan nezdinde

Millet ekmek diye toprak yedi, lâkin zinde

Asker evladlarımın pişgeh-i azminde

Aczini eyledi idrâk nihâyet düşmen

Hele ol Hayr-i dessâs mefâsid-i girdâr

Etti evkâf-ı hümâyunumu paymâl-i hasar

Eyledi Bâb-ı Meşîhat’te de bir hayli mazar

Kadr ü haysiyyeti paymâl olarak etdi firâr

Kalb-i İslâma nüfuz eylemeye gelmiş iken

Ederek mahkeme-i şer’-i şerîfi ilgâ

Son halîfe beni kaydetdi bu tevhid-i kazâ

Şeyhülislâm-i âhir oldu o dinsiz Musa

Kapanıp secde-i şükrana Reşad eyle dua

Mülk-i İslâmı hüdâ eyleye dâim me’men