BİR ZAMANLAR KAÇ-GÖÇ VARDI… Harem ve Selâmlık

Eskiden tramvaylarda, vapurlarda, tiyatrolarda, çay bahçelerinde hanımlara mahsus kısım bulunurdu. Erkekler buraya ayak basamazdı.
9 Nisan 2018 Pazartesi
9.04.2018

Müslüman âleminde evler, harem ve selâmlık olmak üzere iki kısımdan teşekkül ederdi. Selâmlık, evin erkeğinin, erkek misafirleri kabul ettiği yerdir. Buraya hanımlar girmez. Harem ise hanımların yaşadığı, sadece evin erkeğinin girebildiği ve gecelediği kısımdır. Buraya ise erkek sinek bile giremez. “Benim kayınbiraderim evimize gelip gider” diyen bir hanıma, Hazret-i Peygamber, “Yakın akraba ölüm gibidir” buyurmuştu. Hâlid Ziya’nın Aşk-ı Memnu romanı, bu tehlikeye işaret etmek üzere yazılmıştı.

Kaç-göç, evlerin kapısında başlardı. Kapıdaki iki tokmaktan tok ses çıkaran büyüğü, erkekler; tiz ses çıkaran küçüğü hanımlar içindi. Buna göre kimin geldiği anlaşılırdı. Hazret-i Peygamber, bir eve gidildiğinde kapı çalınmasını; kapıya hanımların çıkma ihtimaline binaen kapıda yan durmayı emir buyurmuştu.

Sokakta yürürken, hanımlar ile erkekler ayrı yoldan gider; kadınrlar, yürüyen erkeğin önüne çıkmayıp beklerdi. Bir yere girip çıkarken de, ayrı ayrı girip çıkılırdı. Maaile ev gezmelerinde erkekler selâmlıkta ağırlanırken; hanımlar da haremde sere serpe oturup, rahatça konuşurlardı. Bu bir cihetle, hanımlara hürriyet ve rahatlık temin ederdi. Modern cemiyetlerde bile, hanım ve erkeklerin bir müddet sonra ayrı topluluk teşkil ettikleri hayretle görülür.


Vişne çürüğü renkli çuha perde

Hanımlar pek mahkemeye çağrılmaz, hâkim kâtiple beraber gidip evinde ifadesini alırdı. Hanımlar pek çarşıya gitmez; bütün ihtiyaçları evin erkeği tarafından temin edilirdi. Elbise, ayakkabı gibi eşyalar, alternatifli alınır; hanım bunlardan beğendiğini seçerdi. Sokağa çıkmak lüzum ettiğinde, ferace ve maşlahlı hanımlara zebellah gibi bir harem ağası veya bir erkek hizmetkâr refakat ederdi. Çapkınlar, mesirelerde uzaktan bıyık burup, sevdiğine mesaj göndermeye kalksa bile, zaptiyenin nefesini ensesinde bulurdu. Hüseyin Rahmi romanlarında bu âdetleri eğlenceli bir şekilde anlatır.

Müslüman hanımlar, sahneye çıkamaz; bu işi gayrı müslim hanımlar görürdü. Hanımlar için deniz hamamları da tahta perdelerle ayrı olup, etrafında meraklı erkeklere mani olmak üzere sandalla zaptiye dolaşırdı. İlk mekteplerde, kızlar sağ, erkekler sol tarafa oturur; beş dakika arayla birbirlerine karışmadan sınıftan çıkarlardı. Kızlara mahsus orta mektep ve liseler vardı. Fakültelerde, kızlar arkaya; erkekler öne oturur; araya kalın perde çekildiği gibi; giriş ve çıkışları da ayrı kapıdan olurdu.

Parklar, çay bahçeleri, lokantalar, tiyatrolar, tramvaylar ve vapurlarda hanımlar ile erkekler karı-koca bile olsalar ayrı ayrı otururlardı. Arada gerekirse çocuklar haber götürüp getirirdi. Çay bahçelerinin kapısında âmâ yaşlı bekçiler olur; erkekler veya hanımlar bunlar vasıtasıyla içeriye haber yollayabilirdi.

Tiyatrolarda, kadınlar için ayrı seanslar tertiplerdi. Tramvaylarda evvelce hanımlara mahsus vagon vardı. Sonra masraf sebebiyle kaldırıldı; öndeki hanımlar tarafı, vişne çürüğü çuha perde ile ayrıldı. [Tacizlere engel olabilmek adına, 2005’de Japonya, 2007’de Mısır, 2009’da Hindistan ve 2010’da İsrail’de hanımlara ayrı vagon tatbikatına geçilmiştir.]


Baktın zamane uymadı

Vaktiyle Avrupa’da, bilhassa Ortodokslar arasında kaç-göç vardı. Sonradan Çar Büyük/Deli Piyotr’un dayatmasıyla terk edilmeye başlandı. Puşkin, “Arap Petra Velikogo” (Büyük Piyotrun Arabı)” hikayesinde bundan baseder. Son zamanlarda Avrupa’nın da tesiriyle bazı ailelerde kaç-göç terk edilmişti. II. Meşrutiyet’in ilanından sonra, kaç-göç tavsadı. Erkekler cephede olduğu için, kadınlar onların işini yapmaya başladı. İstanbul belediyesi, Gülhane Parkı’nda karışık oturmaya izin verdi ise de, Enver Paşa bir tezkere yazarak bunu men etti. Artık ok yaydan çıkmıştı.

Cumhuriyet, artık yeni bir devri haber veriyordu. 1923’deki Adana ziyaretinde bir grup hanım, Latife Hanımı davet edince, Reisicumhur, “Benim bulunmayacağım yerde, eşim de bulunmaz!” demişti. Böylece harem-selâmlık ve tesettür tatbikatının sonu geldi. Aralık 1923’te tramvaylardaki perdeler kaldırıldı. Artık umumi yerlerde hanımlara ayrı mekânlar tarihe karıştı. Bodrum türküsünde ne diyor: “Çekirgem uçmaz oldu/Kanadın açmaz oldu/Şu zamane kızları/Erkekten kaçmaz oldu.”

Bir kesim bu yeni modaya mukavemet ettiyse de; çokları “Baktın zamane uymadı, sen uy zamaneye” diyerek yelkenleri suya indirdiler. Şimdi de evde, sokakta, işte beraber iken, Allah’ın evinde neden erkeklerle ayrı olduğunu merak eden hanımlar, nedense tersini sorgulamayı pek düşünmemektedir.

Kadın cemaati

Dinin emirlerinin yeni tebliğ ediliyor olması sebebiyle Allah Resûlü aleyhisselâm ilk zamanlar kadınların câmiye gelmesine müsaade etmişti. Ancak erkekler saf tuttuktan sonra çocuklar, bunların da arkasında kadınların durmasını emretmiş; “Erkekler safının en hayırlısı birinci saf; kadınların safının en hayırlısı ise en son saftır” buyurmuştu. (Müslim, Ebu Dâvud, Tirmizî, Nesâî). Cemaatle namaz bitince, kadınlar erkeklerden önce çıkabilsin diye, Resûlullah bir müddet oturup, sonra kalkardı. (Buhârî, Nesâî, Ebû Dâvud)

Din bilgileri yayılınca, artık Hazret-i Peygamber hanımların cemaate gelmesini istemedi. Kendisine “Seninle namaz kılmayı seviyorum ya Resûlallah” diye arzeden Ümmü Humeyd’e, “Biliyorum. Şu var ki, kendi evinde kılacağın namaz, mescide kılacağın namazdan daha hayırlıdır. Kadınların en hayırlı mescidleri, evlerinin en tenha köşesidir” buyurdu (Müsned, İbni Hüzeyme, İbni Hibbân). Bu hanım vefatına kadar hep evinde namaz kıldı.

Hazret-i Peygamber, bir cenazede rastladığı hanım topluluğuna, “Sevap için geldiniz; günahla dönün!” buyurmuştu (İbni Mâce). Hazret-i Âişe der ki: “Resûlullah, kendisinden sonra kadınların ne âdetler çıkardığını görse idi, Benî İsrâil'in kadınları men edildiği gibi mutlaka onları men ederdi”. (İbni Âbidîn)

Bu sebeple Abdullah bin Ömer, Cuma namazı için câmiye gelen hanımlara “Ey hanımlar, buradan çıkıp evlerinize dönseniz, sizler için daha hayırlıdır” buyurdu (Taberânî). Cuma namazı, kadınlara farz olmadığı gibi; cemaatle namaz da yalnızca erkekler için sünnet-i müekkededir.

İmam Ebû Hanîfe, ilk zamanlar çok yaşlı hanımların öğle ve ikindi namazı dışındaki namazlarda cemaat için câmiye gelmesini câiz; bunun dışındakileri mekruh görmüşken, sonradan kendisine fetva soran ihtiyar bir hanımı cemaate gitmekten men etmişti. Zaman bozulduğu için hanımların cemaate gelmeyip namazını evinde kılması hususunda icmâ meydana geldi. (İbni Âbidîn)


Emevî İslâmı mı?

İlk zamanlarda hanımlar, Resûlullah’ın huzuruna çıkıp, dinî müşküllerini danışırlardı. Hicret’in 6. senesinde, hicab âyeti gelince, artık kadınlarla görüşmedi. Zevceleri vasıtasıyla suallerine cevap vermeye başladı. Bu âyet-i kerimede meâlen, “Kadınlara bir şey soracağınız, onlardan bir şey isteyeceğiniz zaman, hicab (perde) ardından isteyin. Bu sizin de, onların da kalbleri için daha hayırlıdır” buyurulur (Ahzâb, 53).

Zevceleri Ümmü Seleme anlatıyor: “Meymûne ile birlikte Resûlullah’ın yanında idik. Abdullah ibni Ümmi Mektum izin isteyip içeri girdi. Resûlullah bunu görünce bize, ‘Perde arkasına çekiliniz!’ buyurdu. ‘O âmâdır, bizi görmez’ dedim. ‘Siz de mi öylesiniz?’ buyurdu.” (Tirmizî, Ebû Dâvud, Müsned).

Bu sebeple İslâm tarihinde sosyal hayat artık hep böylece tanzim olunmuştur. Câmilerde, kadınların erkeklere karışmadan ibadet edebilmesi için hanımlar mahfili bulunur. Nitekim Yahudi havralarında; ayrıca Ermeni, Süryani gibi Şark Hristiyanlarının kiliselerinde de böyledir. Sosyal hayatın çok safhasında hanımlarla erkeklerin birbirine karışmadan yaşaması, bazıları “Emevî İslâmı” diye burun kıvırsa da, hicab âyetlerine ve Asr-ı Saadet’teki tatbikata dayanır.