KÖPEKLERİN ÂHI

Vaktiyle İstanbul halkı, Osmanlı Devleti’nin son yıllarında başa gelen felaketleri, belediyenin köpeklere reva gördüğü muamelenin âhı olarak görmüştü.
5 Şubat 2018 Pazartesi
5.02.2018

Kültürümüzde köpeğe, kedi kadar itibar edilmemiştir. Kedinin idrarı elbisede necis bile değilken, köpeğin yaladığı yer bile pis olur; hatta bazı âlimlere göre biri topraklı suyla olmak üzere yedi defa yıkanması icab eder. Bu sebeple köpek Müslüman cemiyetinde ürkülen, uzak durulan bir hayvan olmuştur.

Tirmizî’de geçen bir hadîs-i şerifte, “Hiç bir ev halkı yok ki, evde köpek bağlasın da her gün sevabından bir kırat eksilmesin. Ancak av, bekçi veya koyun köpekleri hariç” buyuruldu. Hatta insanlara zarar veren fare, akrep gibi hayvanlarla beraber saldırgan köpeğin de öldürülmesine cevaz verilmiştir. Saçaklızade Mehmet Efendi köpekler hakkında müstakil bir kitap yazmış, başıboş dolaşan çarşı ve sokak köpeklerinin itilafında beis olmadığına fetva vermiştir. Bu kitap Mahrukizade Raif Efendi tarafından tercüme edilip basılmıştır. (Köpekler, Matbaa-i Ebuzziya 1304/1888).


Kahire'de bir Arab ve av köpekleri Jean-Leon Gerome

Bir ara vahiy kesilmişti. Bunun sebebi sorulduğunda Cebrail aleyhisselâm şöyle dedi: “Biz, suret ve köpek bulunan eve girmeyiz”. Sonra küçük yaştaki Hazret-i Hasan’ın oynadığı köpek yavrusunu eve getirdiği anlaşıldı. Hâkim’de geçen bir hadîs-i şerîf, kıyâmet yaklaştığında, bir adama köpek yetiştirmenin, çocuk yetiştirmekten daha cazib geleceğini haber verir.

Antik Yunan’da köpeklerin hallerine bakarak Sinizm (Köpekçillik) adıyla bir felsefe cereyanı doğmuştu.

Kinofobi
“Korkma, bir şey yapmaz” sözüyle mesele bitmiyor. Köpek korkusunun bir de adı var: Kinofobi. Eskiden köpek bir insanın kendisinden korktuğunu anlarsa, saldırır derlerdi. Hatta güya köpekler bunu, o kişinin kulaklarının arkasından çıkan herkesin göremediği dumandan anlarlarmış. Şair demiş ki:

Es’adü’l-yevmi yevmün lâ ere’l-kelbe ve le’l-kelbü yerânî

(En saadetli günüm bilirim şu gündür ki
Köpeği görmedim, köpek de görmedi beni.)

Köpeği görünce çömelmenin ve elde değnekle gezmenin faydasına inanılırdı. Saldıran köpeğe, taş da işe yarayan bir silah olarak bilinirdi. Şehre gelen köylünün, parke taşlı sokakta önüne çıkan köpekleri görünce, “Köpekleri salmışlar, taşları bağlamışlar” dediği meşhurdur. Köpeği görünce okunacak dualar bile öğretilirdi. Köpek deyince akla hemen kuduz gelirdi.

Vaktiyle şark kasabalarından birinde müftülük yapan Ali İhsan Efendi anlatmıştı. Birgün kendisini köpek kovalamış. Efendi rastgele bir evin kapısını açıp içine saklanmış. Sonra yardıma gelenler, “Siz nasıl müftüsünüz? Okuyup üfleseniz köpek size dokunmaz” dediklerinde, “Ben köpeği gördüğüm zaman kelime-i şahadeti bile unutuyorum” demiş.

Sokak köpekler zannedildiği kadar masum değildir. Muallim Naci, çocukken kendisine saldıran köpeklerin elinden zor kurtulmuştu. Hattat Şefik Efendi, saldıran köpeklerden kaçarken Haliç’e düşüp boğulmuştu (1880).

1849’da İstanbul’a gelen İngiliz yazar ve seyyah Albert Richard Smith, hamam dönüşü sokak köpeklerinin elinden zor kurtulduğunu anlatır; bunu işkence diye tavsif eder. Claude Farrere, 1904’te sokak köpeklerinin saldırdığını, evvelden beslediği bir anne köpeğin kendisini kurtardığını anlatır (Türklerin Manevi Gücü). 1890’larda İstanbul’a gelen Alman piyanist Anna Rilke, Eminönü meydanında etrafını köpeklerin ve dilencilerin sardığını; dilencilere para, köpeklere de ekmek atarak kurtulduğunu hikâye eder.

İstanbul’a hiç gelmemiş Jules Verne bile Keraban le Tetu (İnatçı Kahraman Ağa) romanında İstanbul’un sokak köpeklerinden yakınmıştır. İngiliz yazar Hervé, “Şehrin Beş Laneti” arasında sokak köpeklerini de sayar.  1867 senesinde İstanbul’a gelen Amerikalı yazar Mark Twain, sokak köpeklerinin yolları kapattığını, ama zararlarının mübalağa edildiğini söyler. Edmondo de Amicis, Avrupa’nın hilafına, arabaların yatmış köpekleri ezmemek için yolunu değiştirdiğini anlatır.

Herkes köpek sevecek diye bir kaide yok. Ama köpek sevenlerle sevmeyenlerin bir arada, hele aynı evde yaşaması da kolay değil. Deborah Rodriguez’in A Cup of Friendship kitabında şöyle bir cümle geçer: “Köpekler pis ve aptal olurlar. Sanki vermeye mecburmuşsunuz gibi sevginizi ve ilginizi talep ederler.” Zamanımızda köpeklerin değil ama, sahiplerinin, herkesten köpeklerini sevmesini, onlara katlanmasını egoistçe beklediği de bir hakikat.

Köpeklerden ürküntü duymak, onlara merhametli davranmaya aykırı değil elbette. Hazret-i Peygamber, eski ümmetlerden kötü namlı bir kadının, susuzluktan ölmek üzere kuyunun başında bekleyen bir köpeğe ayakkabısıyla su çıkarıp verdiği için affedildiğini söyler.


Beyoğlu'nda sokak köpeklerini besleyen adam

Çöpçü ve zabıta köpekler
Sokak köpekleri, eskiden beri Osmanlı şehirlerinin imtiyazlı sakinleridir. İstanbul’u ziyaret eden hiçbir ecnebi seyyah veya yazar yoktur ki, sokak köpeklerinden bahsetmiş olmasın. Bunları, şehir sosyolojisinin bir parçası olarak görmüşlerdir. 1655’te İstanbul’u gezen Thevenot, halkın köpekleri koruduğunu; hatta bazı zenginlerin köpeklerin geçimi için vasiyette bulunduğunu yazar.

Adeta aralarında teşkilat kurup, sokakları paylaşmışlardır. Birbirlerini muhitlerine asla sokmazlar. Çoğu evin kapısı önünde oyuk bir taş vardır. Evlerde artan yemekler, sokak köpeklerinin yemesi için buraya dökülür. Köpekler, aynı zamanda çöpçü vazifesi görürler. Geceleri kendi mahallelerine giren yabancılara havlayarak zabıta işi yaparlar.

Binlerce sokak köpeğine rağmen, şehirde kuduz hastalığına hiç rastlanmaması hayret vericidir. Yabancılar, yiyeceklerinin az oluşunun, sınırsız bir cinsî serbestlikle bir araya gelince, kuduza karşı muntazam gıda ve barınaktan daha tesirli bir antidot ortaya çıkardığı fikrindedir. Saray tabibi Mavroyeni Paşa, sokak köpeklerine dair bir kitap yazmış; orada da bu sebepler üzerinde durmuştur.

Köpeklerin sürgünü
XIX. asırda İstanbul’da 40-50 bin kadar sokak köpeği olduğu zannedilmektedir. Modern şehirleşme ile beraber sokak köpeği meselesi ortaya çıktı. Avrupa şehirlerinde böyle bir mesele kalmamış; köpek besleyenlere vergi getirilmişti. Hatta köpek sevgisiyle tanınan şair Lamartine, bu vergiye karşı çıkmıştı.

II. Cihan Harbi’nde şehirlerin bombalanması ve kıtlık gibi sebeplerle şehirlerde köpekler epey azalmıştı. 1950-60 sonrasında hususi mülkiyet esas alınarak sahipsiz köpekler şehirlerde barındırılmayıp itlaf edildi. Amerika’da 1920’lerde toplu itlaf ekipleri şehirleri temizlemiştir. Çizgi filmlerde bu mevzu işlenir. Sahibi olmayan köpek öldürülür. Bu sebeple Avrupa’da sokak köpeği problemi yoktur. 

ultan II. Mahmud, yeniçerilerden sonra şehri köpeklerden de temizlemeye teşebbüs etti. Sivriada’ya sürülmek üzere köpeklerle doldurulan tekne, fırtınaya yakalanmış, dalgalar tekneyi geldiği yere fırlatmıştı. Bunun ilahî bir ihtar olduğu düşünülerek vazgeçildi.

Sultan Aziz zamanındaki teşebbüs muvaffak oldu. Ancak bu sefer İstanbul’da çıkan peşpeşe yangınlar, bir intikam olarak görüldü; köpekler apar topar geri getirildi. 1889’da Alman İmparatoru İstanbul’a geleceği zaman, sokak köpeklerinin temizlenmesi konuşuldu. Ancak halkın protestosu üzerine vazgeçildi.

Meşrutiyet devrinde İstanbul şehremâneti (belediyesi), sâri hastalık endişesiyle sokak köpeklerini bir bir toplattı. 1910’da Çingeneler tarafından tahta kıskaçlarla toplanıp, kafeslere yerleştirildi. Mavnalarla Sivriada’ya götürüp bıraktı. Köpeklerin uğultusu günlerce İstanbul halkını rahatsız etti, vicdanlarını parçaladı. Gelip geçen teknelerden adaya yiyecek atanlar oldu. Bir müddet sonra köpekler açlıktan öldü; sağ kalanlar ölü arkadaşlarını yediler. Köpek leşlerinin kokusu, semaları sardı. Uyanık bir Fransız, bu köpeklerden kalan deri, kemik tozu, yağ ve gübre malzemesini toplayıp Marsilya’ya sattı.

 
Köpekler Sivriada'da

1911’de sayıları yine on binleri bulan sokak köpekleri, şehremini Dr. Cemil Topuzlu’nun emriyle yavaş yavaş imha edildi. Gerçi “İtin duası kabul olsa, gökten kemik yağardı” derler ama, kısa bir zaman sonra başa gelen Trablusgarb, Balkan ve nihayet Cihan Harbi felaketlerini, halk, bu köpeklerin âhına bağlamıştır.

Sadeddin Köpek
Köpek de, it de Türkçe kelimelerdir. Yavrusuna da enik denir. Hepsi hakaret mahallinde de kullanılır. Barak da köpek demektir. Obama’nın adı Barak-ı Hüseyn (Hüseyn’in köpeği) idi. Farsçası, sek; Arapçası, kelb gelir. Kelb-i akûr, kuduz köpek demektir ki eskinin tumturaklı hakaretlerindendi. Kötü yere, “Köpeği bağlasan durmaz”; kötü şeye, “Köpeğe atsan yemez” derler. Azımsanan iyilik için “Köpeğe kemik mi atıyorsun?”, başıboş haylaz tiplere, “sokak köpeği” denir.

Selçuklu tarihinde vezir Sadeddin Köpek meşhurdur. Bu isimle anılması, eski Türklerde, düşmana korku salmak adına, yırtıcı hayvanların isminin çocuklara verilmesi an’anesindendir. 12 hayvanlı Türk takviminde köpek yılı vardır.


Sokak köpeklerini besleyen çocuklar

Boğa köpeği
Köpek, insanlığın başından beri ehlileştirilmiş bir hayvan. Ortalama ömrü 10 yıl. Gebeliği 9 hafta sürer; her batında 9-10 yavru yapar. Dünyada şimdi 200 çeşit ve 500 milyondan fazla köpek olduğu zannediliyor. Yunan mitolojisinde insanın koruyucusu sayılmıştır. Rönesans’tan itibaren Avrupa günlük hayatının her sahnesinde köpeklere rastlanır. 

İngiltere’de XVI. ve XVII. asırlarda boğaları köpeklere parçalatmak bir çeşit eğlenceydi. Buldog, boğa köpeği demektir. II.Cihan Harbi’nde Alman ordusunda 50 bin köpek vazife yapmıştı. Polis teşkilatında suçluları yakalamada veya esrar gibi maddeleri bulmada faydalanılır.

En bariz hususiyetleri, kuvvetli koklama hassasıdır; ama gözleri zayıftır; hepsi renk körüdür. Bazı sirk köpekleri aritmetik problemleri halledebilir; toplama veya çıkarma sualine lüzumu kadar havlayarak cevap verir. Bunu terbiyecisinin dudak veya el hareketinden anlar. Sesle hareket arasındaki irtibatı hemen kapar. “Hadi gezelim” dense, birkaç sefer sonra bu sözle dışarı çıkma arasında irtibat kurar. Çoban köpekleri, sürüleri bu sayede korur.

Âmâ köpekleri, yanındaki kimsenin basık bir kapıdan geçip geçemeyeceğini, yaklaşan vasıtanın hızına göre o gelmeden karşıya geçip geçemeyeceğini hesaplar. St Bernard cinsi, karlı dağlarda yolunu kaybeden yolcuları bulurlar. Terre-Neuve cinsi, iyi yüzücüdür; boğulmakta olanları kurtarır. Eskimo cinsi kızak çekmekte kullanılır.


Sokak kedi ve köpeklerini besleyen adam

Kıtmir
Köpek, sadakat ile tanınır. “Köpeğin olayım” sözü meşhurdur. Ârifler, bu sadakati tabasbus (yaltaklanmak) olarak görür ve beğenmez. Namık Kemal,

Muîni zâlimin dünyada erbâb-ı denâettir
Köpektir zevk alan sayyâd-ı bî-insafa hizmetten diyerek, zâlim avcıya hizmetten zevk alan köpekteki aşağı tabiata dikkat çeker.

Böyleyken bir köpek vardır ki, Kur’an-ı kerimde isim verilmeden zikredilir. O da Eshab-ı Kehf’in köpeğidir. Hatta cennete girecek birkaç hayvandan biri sayılır. İsa aleyhisseâmın ümmetinden 6 genç, zalimlerin elinden kaçıp hicret etmekten başka çare bulamamışlar; yolda rastladıkları bir çoban da onlara iştirak etmişti. Kendilerini ele verir diye çobanın köpeğinin gelmesine razı olmamışlar; dile gelen köpek yalvarmıştı.

İşte Kıtmir diye bilinen bu köpek, Şark edebiyatının sembollerinden biri olmuştur. İyilerle beraber olan köpeğin bile mahrum kalmayacağına delalet eder. Necib Fâzıl, Şeyh Safî’nin Farsça mısralarını, “Sonsuzluk kervanı peşinizde ben, üç ayakla seken topal köpeğim” diyerek Türkçeleştirmiştir. Eshâb-ı Kehf’in ardından bir iki adım yürüdüğü için övülen Kıtmir’e işaret vardır.