“İSTANBUL’U FETHEDEN KUMANDAN NE İYİ KUMANDANDIR!”

İstanbul’un fethi, sıradan bir şehrin alınmasından çok öte bir hâdisedir. İslâm-Türk tarihinde olduğu kadar, dünya tarihinde de bir dönüm noktasıdır.
29 Mayıs 2017 Pazartesi
29.05.2017

İstanbul’un fethi, sıradan bir şehrin alınmasından çok öte bir hâdisedir. İslâm-Türk tarihinde olduğu kadar, dünya tarihinde de bir dönüm noktasıdır.

İslâmiyetin zuhurunda dünyada iki büyük devlet vardı: İran Sasanî İmparatorluğu ve Doğu Roma (Bizans). Birincisi daha Hazreti Ömer devrinde yıkıldı. Toprakları fethedildi. Bizanslılardan ilk olarak Suriye fethedildi. Doğu Roma’nın başşehri, Arapların tabiriyle Kostantiniyye, Müslümanların bir ideali oldu.

Hazret-i Peygamber’in Ahmed bin Hanbel’in Müsned’inde geçen “Kostantiniyye elbet bir gün fethedilecektir. Onu fetheden kumandan ne iyi kumandandır. Onun askeri ne iyi askerdir” ve Buharî’de geçen “Kostantiniyye’ye ilk sefer eden ordu mağfiret olunmuştur” hadis-i şerifleri bu ideali sembolize eder.

Dünyanın başşehri

Daha Halife Hazreti Muaviye devrinden itibaren Müslümanlar bu şehri almak için uğraşmıştır. İlk ordu sonraları halife olan Yezid’in kumandanlığında gelmiş, bu orduya hayli sahâbî de iştirak etmişti. Bunlardan biri de Eyyüp Sultan hazretleri idi. 80’i aşkın yaşıyla hadis-i şerifin müjde ve bereketine kavuşabilmek için kuşatmaya katılmıştı. Kolera salgını sebebiyle fetih mümkün olmadı.

Daha sonra babası devrinden beri Anadolu'da fetihler yapan Emevi şehzadesi Mesleme bin Abdilmelik, 715'te Çanakkale üzerinden gelerek şehri kuşattı. Şehir alınamadı.  Mesleme, bugün İstanbul’un büyük bir semti olan Galata’yı alıp birkaç sene oturdu. Bugün hâlâ ayakta olan Arab Câmii o günlerin hatırasıdır. Sonra imparator ile anlaşıp 717'de geri dönmek mecburiyetinde kaldı.

Şehir, hem çok stratejik mevkidedir; hem de çok güzeldir. Fransa imparatoru Napoléon demiş ki “Dünya tek bir devlet olsaydı, başşehri İstanbul olurdu”. Bugün bile öyledir.


 

Genç padişah

Fetih, dünya tarihinin münakaşasız en büyük şahsiyetlerinden biri olan genç padişah Fatih Sultan Mehmed’e nasib oldu. Gece gündüz aklındaki bu ideali gerçekleştirmek için evvela Boğaz’ın ikmal yolunu kesen Rumelihisarı’nı yaptırdı. Çabuk soğuyan toplar imal ettirdi. Haliç’i kapatan zinciri aşmak için, gemileri karadan denize indirdi. Nihayet 53 gün süren kuşatmadan sonra, 29 Mayıs 1453’te dünyanın incisi İstanbul, Müslümanların eline geçti.

Fetih, Müslümanların önünü açtı. Böylece Osmanlılar arkalarını emniyet altına alabildi.  İslâm orduları Viyana’ya kadar gitti. Mısır’ın da, Macaristan’ın da fethinin anahtarı İstanbul oldu. Avrupa, İslâmiyet ile tanıştı. Binlerce kişi Müslüman oldu.

Çok kimselerin teşebbüs ettiği İstanbul’un fethine daha 21 yaşında çiçeği burnunda bir hükümdar iken muvaffak olması, Sultan Fatih’e, bütün İslâm dünyasında fevkalade bir itibar kazandırdı. Bugün bile Müslümanlar arasında kendisini tanımayan ve minnetle anmayan yoktur.


Duribe fî Kostantiniyye

İstanbul’un fethiyle, torunu Yavuz Sultan Selim’in alacağı halifelik unvanına da zemin hazırladı. Bütün Müslüman dünyası, Kostantiniyye’yi fethedip Hazret-i Peygamber’in müjdesine nâil olan sultanların halifeliğini tereddütsüz kabul etti. Sultan Fatih ve Osmanlılar, böylece İslâm ve Türk tarihinin bir iftihar vesilesi oldu.

Osmanlılar, fetih idealini yaşatmak adına hadis-i şerifte zikredilen Kostantiniyye ismini hep muhafaza etti. Kitaplar bu isimle basıldı. Paralar bu isimle kesildi. Osmanlılar, bundan kompleks duymak şöyle duysun; Konstantin gibi büyük bir hükümdarın kurduğu dünyanın bu en güzel ve mühim şehrini fethettiklerini göstermek için bu ismi iftiharla kullandı.

Padişah, boş bulunan patriklik makamına tayin yaptı. Ülkesindeki Ortodoksların da hâmisi sıfatıyla, Katoliklere karşı bir güç elde etmiş oldu. Osmanlılar, harab şehri imar ettiler. Şehre, kendi mühürlerini bastılar.


 

Dönüm noktası

İstanbul’un fethi, dünya tarihi bakımından da dönüm noktasıdır. Latinler, bunu bir haysiyet meselesi olarak gördü. Mezhep farkına bakmayarak Hıristiyan tarihinin bu mühim şehrini korumak üzere İstanbul’a geldiler. Şehri kahramanca müdafaa ettiler. Ama mağlup oldular. Fatih, bu şövalyelere, şövalyece muamele etti. Kahramanlıklarının karşılığı olarak memleketlerine dönmelerine izin verdi.

Artık Avrupa’da Türk tehlikesinin bertaraf edilemeyeceği fikri doğdu. İnsanlar, külahların önüne koyup düşündüler. Batıda yer aramaya başladılar. Bu da yeni keşiflere yol açtı. Yeni Dünya’nın serveti Avrupa’ya aktı. Bir yandan da Rönesans doğdu.

İmparatorluk yolu

1402’de Timur ordusu tarafından perişan edilmiş iken, 50 sene içinde toparlanıp İstanbul’u fethedecek hâle gelmez, azımsanacak bir iş değildir. Böyle bir muvaffakiyete tarihte çok az rastlanır. Bu, Osmanlıların ne kadar sağlam temellere istinad ettiğinin delilidir. Basit an’anelerle idare olunan bir beylik iken, İstanbul’un fethi, Osmanlı Devleti’ni bir imparatorluk yaptı. İmparatorluk, çeşitli taçların kendisine bağlı olduğu büyük devlet demektir; emperyalizm ile alâkası yoktur.

Kırım, Bosna, Eflak, Boğdan, Erdel, Arnavutluk gibi nice taçları elinde tutan Sultan Fatih’i, Avrupalılar, Doğu Roma İmparatoru kabul etti. İtalyanlar, kendisini parçalanmış ülkelerini birleştirecek kahraman olarak gördüler. Floransa Dükü, Fatih’in resmini üç taçlı madalyonlara bastırdı.

Cihan Harbi’nde şehrin düşeceğinden korkan İttihatçı rüesası, İstanbul’u boşaltıp, Sultan Reşad’ı Konya’ya taşımayı düşündü. Resmî evraklar Bursa’ya gönderildi. Saltanatı zamanında, Rum vatandaşları üzmemek adına İstanbul’un fethinin kutlanmasına izin vermeyen Sultan Hamid, bu esnada Beylerbeyi’nde mahpus idi. Bu vahim kararı işitince, “İstanbul’u terk edersek, bir daha dönemeyiz. Elinde kılıç savaşarak ölen son Bizans imparatoru kadar da mı olmayalım?” demişti. Bunun içindir ki, Sultan Vahîdeddin, tahtını kaybetmek pahasına İstanbul’dan ayrılmadı.