CAMİLERDE BALYAN MÜHRÜ

Boğaziçi’nin zarif câmilerinde namaz kılanların çoğu, bunların, Balyan Ailesi’nden yetişmiş saray mimarları tarafından yapıldığını bilmez.
16 Ocak 2017 Pazartesi
16.01.2017

Boğaziçi’nin zarif câmilerinde namaz kılanların çoğu, bunların, Balyan Ailesi’nden yetişmiş saray mimarları tarafından yapıldığını bilmez.

Kayseri asıllı bir Ermeni ailesi, peş peşe 9 mimar yetiştirmiş; 18 ve 19.asırda İstanbul ve çevresinde saray, cami, kilise, yalı, köşk, kışla, mektep, hastane, kule, sebil, çeşme, bend, tiyatro gibi nice binalara imzasını atmıştır. Bu aile, Avrupaî üslûbu, şark süsleme tarzı ile birleştirerek kendilerine mahsus bir mimari stil meydana getirmiştir. Nesilden nesile aktarılan bilgi müktesebatı ve tecrübe yanında, devamlı kendilerini yenilemeyi ve unutturmamayı becermişlerdir.

Bugün Boğaziçi’nin zarif câmilerinde namaz kılan Müslümanların çoğu, bu câmilerin bir Ermeni mimar tarafından yapıldığını bilmezler. Balyan ailesi, Türk sanat tarihine katkıları yanında; Osmanlılarda farklı sosyal sınıflar arasındaki fırsat eşitliğine ve hâkim sınıf dışındakilerin liyakat sayesinde yükselebildiğine güzel bir misal teşkil eder.

Hem sofra, hem mektep

Ailenin bilinen en eski ustası Meremetçi Bali Kalfa, Kayseri’nin Derevenk köyünden, İstanbul’a göçmüş ve burada 1803’te ölmüştür. Bunun oğlu olup babasının adından dolayı Balyan soyadını ilk kullanan Kirkor Usta (1764-1831), Sultan III. Selim’in hususi mimarı oldu. O kadar itibar kazandı ki, şahsi dostluk kurduğu sonraki padişah Sultan II. Mahmud, kendisine ve ailesine vergi muafiyeti, şehir içinde ata binme, çift kürekli kayık kullanma, dâvâları sadrazamlıkta görülme gibi imtiyazlar tanıdı. Ermeni cemaati arasında da tanınıp sevildi. Cemaat içi ihtilafların çözülme mercii oldu.

Kirkor Usta’nın bugün ayakta kalan en meşhur eserleri, her biri aynı zamanda birer mühendislik harikası olan Üsküdar’daki Selimiye Kışlası ve Taksim’deki Valide Su Bendi ile Boğaziçi sahilindeki Nusretiye Câmii’dir. Sofrası, genç mimarların yetiştiği bir mektep hüviyetinde idi. Üsküdar’daki evi yakınında çok sayıda bülbül yetiştirdiği için, bu mıntıkaya Bülbülderesi adı verilmiştir. Kardeşi Senekerim (1768-1833), Bayezid Kulesi’nin mimarıdır.

Kirkor’un oğlu Karabet Amira (1800-1866), saray mimarı oldu. Eniştesi Ohannes ve oğlu Nikoğos ile beraber 1853’te yaptığı Dolmabahçe Sarayı olgunluk eseridir. 30 yıllık meslek hayatında 7 saray, 4 fabrika, 1 kışla, 1, cami, 7 kilise, 2 hastane, 3 mektep, 2 su bendi, 1 sebil ve 1 türbe ile çok sayıda ev yaptı. Eserlerinin çoğu bugün ayaktadır. Fındıklı’da Çifte Saraylar (bugün mimar Sinan Üniversitesi), Dolmabahçe Câmii, Kuleli Süvari Kışlası, Gümüşsuyu Kışlası (bugün İstanbul Teknik Üniversitesi), Sultan II. Mahmud Türbesi, Harbiye Mektebi (bugün askerî müze), Hereke Kumaş Fabrikası en meşhurlarıdır.   Sultan Abdülmecid devrinde, şehrin Galata yakasındaki inkişafında rol oynadı. Avrupa şehirlerindeki gibi simetriyi değil, tabiat ve deniz ile uyumu esas alırdı.

 

Liyakat esas

Karabet’in oğlu Nikoğos (1825-1858), Paris’te Sainte-Barbe Koleji’nde tahsil gördü. Meşhur mimar Labouste’un en beğendiği talebesi idi. Saray mimarı oldu. Kısa, fakat verimli ömründe çok eser yaptı. Küçüksu Kasrı, Ortaköy Câmii, Dolmabahçe Saat Kulesi bunların en zariflerindendir. Avrupa’dan getirttiği hocalar vasıtasıyla, talebelerini duvar süsleme ve taş oyma sanatında yetiştirdi. Rahipler yanında halkın da cemaat işlerinde söz sahibi olmasını temin eden Ermeni Cemaati Reorganizasyonu’na öncülük etti.

Karabet’in oğlu Agop (1837-1875), Sainte-Barbe Koleji’ni bitirdi. Babasından sonra saray mimarı oldu. Zarif süslemeleri ve kat kat bahçeleriyle Boğaziçi’nin incisi Beylerbeyi Sarayı (1864) en meşhur eseridir. İstanbul’u ziyaretinde bu sarayda kalan Fransız İmparatoriçesi Eugenie tarafından kabul edilerek hediyelerle taltif edildi. Beylerbeyi Sarayı yapılırken, sabah âyini yüzünden sarayın inşaatı gecikmesin diye, padişah önce Kuzguncuk’taki harap bir kiliseyi tamir ettirdi. Agop Bey, Surp Krikor Lusaroviç adlı bu kilisede sabah âyinine katılır; sonra gecikmeden şantiyeye giderdi. Bu, Osmanlı’ya mahsus şahane bir tolerans misalidir. Edebiyata ve tiyatroya meraklı idi. Ortaköy’deki muhteşem konağında piyesler oynanırdı. Genç ve güzel karısının çocuk doğururken ölmesi üzerine hayata küstü; Paris’e giderek burada vefat etti.

Karabet’in oğlu Simon (1846-1894), usta bir desinatör idi. Babası ve ağabeylerinin inşa ettiği eserlerin, duvar ve tavan minyatürlerini yapardı. Ağabeyi Agop ölünce saray mimarı oldu. Maçka Silahhânesi ve Karakolu bunun eseridir.

Çabuk ve Mükemmel

Ailenin en meşhuru, Karabet’in oğlu Sarkis (1831-1899), 12 yaşında Paris’e tahsile gitti; güzel sanatlar mektebini bitirerek İstanbul’a döndü. Selânik ziyaretinde Sultan Mecid’e refakat etti; burada bir gecede inşa ettiği mermer havuz kenarında padişah misafirlerini kabul etti. Mühendislik sahasındaki bazı buluşları dünya çapında şöhret kazandı. Döner buharlı makine ve bölmeli patlamaz kazan, 1862’de Londra Milletlerarası Sanayi Fuarı’nda mükâfat aldı. Nişan ve rütbelerle taltif edildi Bir yandan sanayi ve ticaretle meşgul oldu. Müteahhit ve müteşebbis olarak, madenler işletti; fabrikalar açtı. Bağdad demiryolu işi kendisine verildi.

İstanbul’un zelzele ve yangın sebebiyle harab olan kısımlarını imar ederek, Sultan Abdülhamid’in itimadını kazandı. 50 kadar eserinden Kandilli Adile Sultan Sarayı (bugün kız lisesi), Yıldız Sarayı köşkleri, Aksaray Vâlide Câmii, Harbiye Nezareti (bugün İstanbul Üniversitesi), Galatasaray Lisesi, Yıldız’daki Hamidiye Câmii ve Hamidiye Saat Kulesi en meşhurlarıdır. Kardeşi Agop ile beraber yürüttüğü inşaatlarda, müşteri münasebetleri ve muhasebe işlerini yürütür; kardeşi proje ve dizayn işine bakardı.

İlk kolektif çalışma usulünü getirdi. 50 kadar inşaatın şantiyelerinde kaliteden taviz vermeden binlerce kişiyi ahenkli ve randımanlı bir şekilde çalıştırdı. Bunların refah seviyesini yukarıda tuttu. Galatasaray Adası diye bilinen Boğaz’ın yegâne adası bunun mülkü idi ve o zaman ismiyle anılırdı. Üzerindeki iki katlı köşkünde, fizik ve kimya laboratuvarı vardı. Mekanik bilgisi sayesinde binaları inanılmaz bir çabuklukla ve birkaç kat ucuza bitirişi, Avrupa’nın hayranlığını kazandı. Paris’te neşredilen Le Monde Illustre gazetesi (1875), Sarkis Bey’i över. Beylerbeyi Sarayı’nı 2 senede; Yıldız Köşkü’nü 6 ayda tamamlandı.