FİLİSTİN TAHTINDA BİR ŞEHZÂDE

Sultan Aziz’in torunu Şehzâde Mahmud Şevket Efendi’ye, Filistin hükümdarlığı teklif edilmişti. Bir Osmanlı şehzâdesine râzı gelmeyen Filistin, kimlerin eline düştü...
20 Nisan 2015 Pazartesi
20.04.2015

Sultan Aziz’in torunu Şehzâde Mahmud Şevket Efendi’ye, Filistin hükümdarlığı teklif edilmişti. Bir Osmanlı şehzâdesine râzı gelmeyen Filistin, kimlerin eline düştü...

Saltanatın kaldırılması ve hanedanın sürgün edilmesinden sonra, bazı şehzâdelerin yeni teşekkül edecek Müslüman devletlerinin başına geçirilmesi projelerine rastlanır. Daha saltanat devrinde Sultan Abdülhamid’in oğlu Burhaneddin Efendi’ye Arnavutluk ve daha sonra da Kuzey Irak tahtı teklif edilmiş; fakat Osmanlı tahtındaki hakkını kaybetmek istemeyen şehzâde bu teklifleri reddetmişti. Sultan Hamid’in torunu Şehzâde Abdülkerim Efendi, kendisine teklif edilen Uygur tahtı uğruna can vermiştir. Bu şehzâdelerden biri de Sultan Aziz’in torunu Mahmud Şevket Efendi’dir (1903-1973).


 Seyfeddin Efendi

 

Mahmud Şevket Efendi bahriyeli üniformasıyla

Sultan Aziz’in oğlu Seyfeddin Efendi, babası gibi denizciliğe pek meraklıydı. Evinin bahçesinde büyük bir havuz yaptırarak, kendi teknesini kullanırdı. Mahya ustasıydı. Ramazan ayında câmilere mahya çekerdi. Bazı ilahi besteleri vardır. Sürgünde Nice’e gidip, burada sefâlet içinde vefat etti.

Seyfeddin Efendi’nin mahdumu Şevket Efendi, 1924’de hanedan sürgün edilirken, yakışıklı bir bahriye yüzbaşısı ve pilot idi. Evleri yağma edildiği için, beş parasız, bir yük gemisi ile memleketi terketti. Gemi Girit’e yanaştığında, kim olduğunu bilmeyen adalıların, “Kemalist!” diye üzerlerine yürümesi pek ibretlidir. Kâhire’ye yerleşen Şevket Efendi, sürgün sıkıntıları sebebiyle, aynı zamanda Sultan Hamid’in torunu olan zevcesi Adile Hanımsultan’dan ayrıldı.  1 yaşında sürgüne çıkan biricik kızı Nermin Sultan, Fransa’daki anneannesinin yanında kaldı.

 Baba-kız birbirlerini 20 sene göremediler. Zira pasaportu olmayan Şehzâde, Kâhire’den ayrılamıyordu. Küçük yaşta kemik veremi geçirip sakat kalan kızcağız, Almanlar tarafından Cihan Harbi’nde Arnavutluk’taki bir toplama kampına gönderildi. Mısır’da İngiliz istihbarat subayı tarihçi Lord Kinross, bir askerî nakliye tayyaresiyle, Nermin Sultan’ı Kâhire’ye getirtti. Burada sefalet içinde yaşadılar. Ankara’ya müracaat ederek, vatanına dönmek istediğini, kendisine verilecek her işi yapacağını söylediyse de, reddedildi.

Prof. Ali Özek hatıralarında anlatıyor: “Şehzade Şevket Efendi kızıyla beraber aristokratların ve zenginlerin oturduğu Zemâlik semtinde güzel bir evde otururdu. İktisadi vaziyeti iyiydi. Arabası ve evinde hizmetçisi vardı. Melik Faruk, ailesinden kalan vakıflardan maaş bağlamıştı. Şehzade ve kızı Türk talebelerle alakadar oluyor; gelip gitmelerini arzu ediyorlardı. Onlar da haftada bir ziyaretlerine gidiyordu. Nermin Sultan, hastalanan Türk talebelere yardım ediyor; onları hastaneye götürüyordu.

Yaşlı ve rahatsız olan Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi’yi evinde misafir ediyordu. Ona adeta talebesiymiş gibi muamele ederdi.  Şevket Efendi’nin evine Aziz Mısri Paşa; Suriye reisicumhuru Şükrü Kuvvetli gibi popüler şahsiyetler; entelektüeller, iş adamları gelip giderdi. Evi bir merkez gibiydi. Gelip gidene hizmetkârlar hizmet ediyorlardı. Her şey bir hânedan adabı içinde cereyan ederdi. Kendisi de, kızı da sigara içerdi. Üst seviyede bir şahsiyetti.

Bir defasında bahriyeli Türk subaylarını gördüm. Bunlar İskenderiye’den kalkmışlar, kendisini görmek için Kahire’ye gelmişlerdi. Üzerlerinde resmi kıyafetleri vardı. Şevket Efendi ziyaretlerine çok sevindi. Onlar gittikten sonra bize Türk bahriyesinin üstünlüklerini anlattı.

1953 senesiydi, Türkiye’ye izinli giderken, Şevket Efendi benden toprak istedi. ‘Öldüğüm zaman tabutuma koyarlar’ dedi. Havaalanında bu nedir, diye sordular. ‘Osmanlı hânedanından Şehzade Şevket Efendi istedi, kabrine koyacakmış. Onun için götürüyorum’ dedim. Toprağı tahlil edeceklerini söylediler. Adamın elinde bir şiş var toprağa sokup çıkarıyor. Gümrük memurları beni oyalıyor. Uçağın kalkma zamanı da yaklaşıyor. Ben endişeleniyorum. Onlara bu topraktan başka bir şey değil diyorum, ille tahlil istiyorlar. ‘Ondan sonra müsaade edin de müdüre çıkayım’ dedim. Müdüre çıktım. Adam geldi. Bir de o kontrol etti. Ona da anlattım. Müdür insafa gelip, ‘Bırakın götürsün’ dedi. Oradan kurtuldum ama uçağa da zor yetiştim.

Şehzâde, Ezher'deki Türk hoca ve talebelerle (Mart 1954). 6-Şehzâde Mahmud Şevket Efendi, 1-Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi'nin oğlu İbrahim Sabri Efendi, 2-Yozgatlı İhsan Efendi (Ekmeleddin İhsanoğlu'nun babası), 3-Yakub Cenkçiler (sonra Bursa müftisi), 4-Ali Zeki Efendi, 5-Mübeşşir Tirazî.

Ne mes’ud ölüm!

İhvan’ın da yardımıyla başa geçen sosyalist Nâsır, efsanevî hanedan mirası üzerindeki hakları kendisine devretmesini; aksi takdirde 24 saat içinde Mısır’ı terk etmesini istedi. Şevket Efendi’nin gidecek yeri yoktu. Pasaport için müracaat ettiği Türk sefâretinden “Sizi gidi hâinler!” hakaretiyle kovulmuştu. Vaziyeti öğrenen Fransız sefiri, üzerinde “imparatorluk altesleri” şeklinde unvanları da yazan bir pasaport verdi. Fransa’da ikameti tercih ederse, kendilerine bir iş de ayarlayabileceklerini söyledi. Şaşırdığını görünce de, “Fransa istiklâlini 16. asırda Kral François’ya yardım eden Kanuni Sultan Süleyman’ın yardımına borçludur” dedi.

Şehzâde, kızı ve 100 yaşını aşkın emektar zenci harem ağasıyla beraber Fransa’ya gitti. 60 yaşından sonra kütüphane memuru olarak çalışmaya başladı. Tedavi ve ilaç parası bulunmadığı için Nermin Sultan’ın hastalığı arttı. Ressam Matisse’nin hediyesi olan tabloyu 4 bin liraya satıp, parasıyla bir müddet geçindiler. (Tablo, bu sene Londra’da 57,7 milyon liraya satılmıştır.)

Şehzâde, küçücük odasında asılı Türk bayrağı ve Osmanlı padişahlarının resimleri ile avunurdu. Kendisini ziyaret eden Türk gazetecinin unuttuğu Yenice sigarası kutusundaki ay-yıldız, Şehzâde’yi hislendirerek derin bir hayal âlemine dalmasına sebep olmuştu. “Osmanlı ailesinin vatana girmesine müsaade edecekler; ama ancak saltanat devrini, o devrin usul ve âdâbını görmüş olan şehzâdelerin vefatından sonra!” derdi. Gerçekten Şehzâde bu sözleri söyledikten birkaç sene sonra 1973’de Bagnols adlı küçük bir Fransız kasabasında 70 yaşında iken vefat etti; ertesi sene ise şehzâdelerin sürgün kararı kaldırıldı.

Şevket Efendi anlattı: “Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi, Mısır’da vefat ettiğinde üzülmüş, ağlamıştık. Meğer o ne mes’ud ölümmüş! O zaman biz bunu anlayamadık. Çünki biz de Mısır’da yaşıyorduk. Son yolculuğa Türk çocuklarının elleri üstünde taşınan Türk bayrağına sarılı bir tabutla çıkmak; mezara tekbirler, tehlillerle konulmak; Müslüman beldede, Müslüman mezarlığına gömülmek... Peki ben burada ölürsem ne olacak biliyor musunuz? Bir kere cenazemi yıkayan olmayacak. Burada bir tek Müslüman bulunmaz. Cesedim çan sesleriyle kaldırılıp, bir Hristiyan mezarlığına defnedilir. Off! Aman Allah’n çıldıracağım!” Gerçekten de böyle oldu. Cenazeyi kızı Nermin Sultan yıkadı. Gerisi korktuğu gibi gerçekleşti. Hayatı, doğumundan itibaren hastalık ve sıkıntı içinde geçen Nermin Sultan’a, Fransa hükümeti muhtaç maaşı bağladı. 1998’de bir hastanenin kimsesizler koğuşunda vefat etti.


Şehzâde, Fransa'daki evinde.


Şehzâde'nin mektuplarında kullandığı antet

Şair Hüseyn Sîret, şehzâde için 1945’te şu kıt’ayı yazmıştır:

“Demiş evvelce Kemal, Hân-ı Murad hakkında,

Şanlı şehzâdemi hürriyete âşık buldum.

Ben de irfan ü hamiyyette, vatan aşkında,

Hânedânın topuna, Şevket’i fâik [üstün] buldum.”

Emin el-Hüseynî

İkili oyun

1948 senesinde Filistin’den çekilmek zorunda kalan İngiltere, burada üçte ikisi Arapların ve üçte biri Yahudilerin elinde olmak üzere müstakil bir devlet kurmak istemişti. Ancak Araplar buna yanaşmadı. Bunun üzerine Yahudi istiklâl teşkilatı Haganah mümessilleri Kâhire’de yaşayan Şehzâde Şevket Efendi ile görüşmek istediler. Şehzâde, İngiliz diplomatik ve askerî makamlarını haberdar etmek suretiyle mülâkatı kabul etti. Yahudi heyetinin lideri Shivery, Filistin’de kurulacak devletin başının Arap olmasını istemediklerini; bunun için Mısır Prensi Abbas Halim’i düşündüklerini; ancak Mısır hükûmetinin izin vermediğini; bu sebeple kendilerini Filistin tahtında görmek istediklerini söyledi.

Şehzâde, Arapların kabul etmesi hâlinde, İngilizlerin desteklediği bu teklife sıcak baktığını beyan etti. Bu vesileyle Mısırlı politikacı Aziz el-Mısrî Paşa vasıtasıyla Filistin meselesini İngilizlerle müzâkereye salâhiyetli Lecnetü’l-Ulya el-Arabiyyeti’l-Filistiniyye mümessilleri ile görüştü. Lecne mümessilleri meselenin Kudüs müftüsü Emin el-Hüseynî’ye ileteceklerini söylediler.

O sırada Lübnan’da oturan müftünün cevabı gecikti. Nihayet müftü, bu teklife müsbet cevap gönderdi. Fakat bu mektup kâfi gelmeyip, Lecne’nin de kabul etmesi gerekiyordu. Lecne bir türlü karar veremedi. Meselenin aslı sonra anlaşıldı. Müftü ikili oynayarak, Şehzâde’ye müsbet cevap vermiş; Lecne’ye de işi yokuşa sürmeleri talimatını vermişti. Bu sebeple kızan Yahudiler aradan çekildi.

Bu sefer İngilizler, Şehzâde’den Filistin’e gelerek, henüz çekilmemiş olan Filistin ordusunun desteği ile Filistin hükûmetini ilan etmesini teklif etti. Ancak Şehzâde, mıntıkada ekseriyeti teşkil eden Arapların desteği olmayan bir hükümdarlığı kabul edemeyeceğini söyledi. Böylece proje akamete uğradı. Arkası malum... Bir Osmanlı şehzâdesine râzı gelmeyen Filistin, Yahudi hâkimlerin eline düştü.