DÜNYA MÜSLÜMANLARININ KALBİ İSTANBUL'DA ATARDI

Halifelik dünya tarihinin en eski müesseselerinden birisiydi. Emperyalizmin önünde engel teşkil etmesi sonunu hazırladı. 3 Mart 1924’te 13 asırlık ömrüyle tarihe gömüldü...
3 Mart 2010 Çarşamba
3.03.2010

Halifelik dünya tarihinin en eski müesseselerinden birisiydi. Emperyalizmin önünde engel teşkil etmesi sonunu hazırladı. 3 Mart 1924’te 13 asırlık ömrüyle tarihe gömüldü...

Halife ve emîrül-müminîn, Hazret-i Peygamber’e vekâleten devlet reisliği yapan hükümdara verilen isimdir. XVI. asırdan sonra Osmanlı padişahları için de kullanılmıştır. Padişahın aynı zamanda “Dünya Müslümanlarının Lideri” olduğunu ifade eder. İlk devir padişahları, Kahire’deki halifeye sembolik de olsa tazim gösterirdi. Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethinden sonra, Abbasî halifeliği son buldu. Sultanlık ile halifelik sıfatı Osmanlı padişahında birleşti. Böylece yaklaşık beş asırdır yalnız ruhânî otoriteyi hâiz bulunan halifelik, tekrar dünyevî otorite kazandı. Türkistan’daki Şeybânî Hanlığı, Hindistan’daki Gucerat Sultanlığı ve Hümâyun Şah’tan itibaren Gürgâniyye Devleti, Kaşgar Hanlığı ve 1727’de İran, Osmanlı padişahını bütün Müslümanların halifesi olarak tanıdığını ilan etti.

İNCE DİPLOMASİ

Padişahların halife sıfatına ayrı bir ehemmiyet verişleri, sonraki asırlara rastlar. Çünkü bunun devlet reisi demek olduğunu, İslâmiyette ruhânî liderliğin bulunmadığını biliyorlardı. 18. asırdan itibaren, Kırım gibi Müslümanların yaşadığı bazı topraklar elden çıkınca, Osmanlı padişahı bu topraklarda yaşayan Müslümanların dinî ve dünyevî menfaatlerini korumayabilmek için, kurnazca halifelikten gelen bir manevî/ruhânî otorite iddiasında bulundu. Bunu dünya devletlerine de kabul ettirdi. Nitekim sonu mağlubiyetle bitmiş ilk Osmanlı-Rus Harbi’nin ardından imzalanan 1774 tarihli Kaynarca Muahedesi ile bu husus resmiyet kazandı. Böylece o zamana kadar ancak kendi topraklarında yaşayan halkın üzerinde dünyevî otoritesi bulunan padişah, halife sıfatıyla, bu topraklar dışındaki Müslümanlar üzerinde de, Papa’nın Papalık Devleti dışındaki Katolikler üzerindeki otoritesine benzer bir şekilde ruhânî bir mevki kazanmış oldu.

Osmanlı padişahlarının, halife sıfatını bilhassa milletlerarası platformda vurgulamaları, daha evvel halife sayılmadıklarını veya halifeliğin münhasıran ruhânî/sembolik bir makam olduğunu göstermez. Bu politikanın altında tamamen pragmatik ve diplomatik mülâhazalar yatar. Bilhassa Sultan II. Abdülhamid, İslâm birliği siyasetine yardımcı gördüğü bu sıfatı daha çok vurguladı. İşgal altındaki Müslüman beldelerine medreseler yaptırdı; kitap ve âlimler gönderdi. Ekserisi esaret altındaki Müslümanlar bu vesileyle yüzlerini İstanbul’a çevirdi. “Sizden olan emir sahiplerine uyun!” meâlindeki âyet-i kerîme ile zamanın halifesine biat etmeden ölenin câhiliye ölümüyle öleceğini bildiren ve sultan olmayan beldede oturmayı yasaklayan hadîsler gereği; halifenin bulunmadığı yerde âlimlere ve onların sözlerine göre hareket eden bir vekile manevî de olsa bağlılık öngörülmüştür. İstanbul’daki halife, siyasî gücü sınırlı olsa bile, dünya Müslümanlarının birlik ve istiklâl emelini canlı tutmuştur.

İNGİLTERE ÜRKÜYOR

Gayrimüslimlerin hâkimiyeti altına giren ülkelerde, Rusya, Romanya, Sırbistan, Bulgaristan, Kıbrıs, Bosna-Hersek ve Yunanistan’da İstanbul’dan tayin edilen müftü ve kadılar varlığını devam ettirdi. Bunlar, beldelerindeki Müslümanlar üzerinde halifenin vekili sıfatıyla şer’-i şerîfi tatbike çalıştılar. Vakıflara, Müslüman mekteplerine, neşriyata sahip çıktılar. Yunanistan’da hâlâ müftüler Müslümanların dinî ve hukukî işlerine bakar. Bu siyasetin semeresi 20. asır başlarında da görüldü. Başta Türkistan ve Hindistan olmak üzere, müstemleke Müslümanları, Anadolu’nun işgali münasebetiyle akıl almaz maddî ve manevî yardımlarda bulundular.

Dünyanın dörtte birine hâkim bulunan ve ehemmiyetli Müslüman nüfusa sahip İngiltere, halifenin bu nüfuzundan çekinerek, 19. asırda politikasını halifeliğin gücünün azaltılması ve kaldırılması üzerine teksif etmişti. II. Meşrutiyet ve Cihan Harbi neticesinde bu emeline nâil oldu. 1909’da halifenin dünyevî gücü budandı. 1 Teşrinsâni (Kasım) 1922 tarihinde saltanatın ilgâsıyla saltanat ve hilâfet birbirinden ayrılarak icrâî bir salâhiyeti bulunmayan sembolik bir halifelik tesis edildi. Sultan Vahîdeddin’in yerine veliahd Abdülmecid Efendi Ankara’daki meclis tarafından bu makama getirildi. Ülkeden ayrılmak zorunda kalan Sultan Vahîdeddin neşrettiği deklarasyonla anayasa değişikliği sayılan bu kanunun padişahın tasdiki olmaksızın yürürlüğe giremeyeceğini, bu sebeple anayasaya aykırı olduğunu, üstelik saltanat ile hilâfetin birbirinden ayrılamayacağını beyan etti. Böyle bir makamı kabul ettiği için de amcazâdesini kınadı.

BASKI NETİCE VERİYOR

M. Kemal Paşa’nın dünya siyasetinde mühim rolü bulunan halifeliği muhafaza etmek istediği; Lozan müzâkerelerinin kesilmesinin de bu yüzden olduğu söylenir. Sömürgelerinde milyonlarca Müslümanın yaşadığı İngiltere‘nin baskısına dayanamayan Ankara Hükümeti, 3 Mart 1924 tarihinde çıkarttığı bir kanunla halifeliği kaldırdı. Dünyanın en eski ailelerinden Osmanlı hânedanı yaşlısından beşiktekine kadar kadını ve erkeğiyle sınır dışı edildi. İslâm dünyasında hayret ve infialle karşılanan bu hâdise üzerine Mısır Meliki Fuad ve Mekke Şerifi Hüseyin gibi kimseler halifeliği kendi şahıslarında ihyâ etmek istedilerse de, gerek Müslümanların hüsnü kabul göstermemesi, gerekse İngiltere’nin engellemesi sebebiyle bir şey elde edemediler. Dünya Müslümanları tarafından birkaç defa toplanan Hilâfet Şûrâsı‘ndan da bir netice çıkmadı. Böylece İslâm tarihinin bu en eski müessesesi tarihe karışmış oldu. Son zamanlarda Amerika ve İngiltere, terörü önlemek ve İslâm dünyasını bir elden kontrol etmek maksadıyla, hilâfetin ihyâsını gündeme getirmektedir...