KERBELÂ GERÇEĞİ

Hazret-i Hüseyin’in şehit düştüğü Kerbelâ Vak’ası bütün Müslümanların yüreğini sızlatan acı bir hâdisedir. Nitekim şair “Her yer bize Kerbelâ; Her gün bize Âşûrâ” demiş.
7 Ocak 2009 Çarşamba
7.01.2009

Hazret-i Hüseyin’in şehit düştüğü Kerbelâ Vak’ası bütün Müslümanların yüreğini sızlatan acı bir hâdisedir. Nitekim şair “Her yer bize Kerbelâ; Her gün bize Âşûrâ” demiş. Ancak bu fâcia vesilesiyle, insanlar arasında ayrılıkların körüklendiği de bir hakikattir...

Hazret-i Peygamber’in vefatından sonra, sahâbîler, Hazret-i Ebu Bekr‘i halife seçti. O da Hazret-i Ömer‘i yerine bıraktı. Bilahare Hazret-i Osman, sonra da Hazret-i Ali halife seçildi. Hazret-i Ali, vaktiyle ordusundan ayrılan Hâricîler tarafından öldürülünce, oğlu Hazret-i Hasan‘a biat edildi. Hazret-i Hasan, altı ay kadar sonra, Hazret-i Muaviye lehine halifelikten ferâgat etti.

Biz onu düzeltiriz

Hazreti Muaviye 19 sene kadar halifelik yaptı. 679’da sahâbenin büyüklerinden Mugîre bin Şube, Şam’a gelerek, “Ey müminlerin emiri! Hazret-i Osman’dan sonra ne karışıklıklar olduğunu, ne kadar kan döküldüğünü gördün. Oğlunu veliahd yap! İnsanların sığınağı olur. Fitneyi önlemiş olursun” dedi. Halife, “Oğlum genç ve tecrübesizdir. İyi bir halife olacağını zannetmem” dediyse de, Mugîre, “Gerekirse biz onu düzeltiriz” diyerek halifeyi ikna etti.

Yezid’e de nasihat ederek hareketlerini düzeltmesini sağladı. Halife, o sene hacda valiler ve sahâbenin ileri gelenleriyle istişare etti. Herkes bu tayini kabul etti. Yalnız Hazret-i Hüseyin ve Abdullah bin Zübeyr, “Biat etmeyiz; ama karşı da gelmeyiz” dediler. Bunların ictihadına göre sahâbî varken, başkası halife olamazdı. Âlimler, ictihad edince, buna uymalıdır.

Muaviye, Şam’a dönüp veliahd ilan ettiği oğluna nasihatlerde bulunduktan az zaman sonra vefat etti. Hükümdarlığın babadan oğula geçmesi, İslâmiyet’e aykırı değildir. Nitekim Hazret-i Davud‘un tahtına oğlu Süleyman‘ın geçtiği Kur’an-ı kerimde anlatılır.

Kerbelâ'da Hazret-i Hüseyn'in muhteşem türbesi

Gitme kardeşim!

Yezid halife olunca, Kûfelilerin istediği Türkistan fâtihi Ubeydullah bin Ziyad’ı vali yaptı. İbni Ziyad, Kûfe’ye geldiğinde şehri karmakarışık buldu. Halkı itaate davet etti. Bunun üzerine yüzlerce isyancı Hazret-i Hüseyn’i halife ilan ederek valinin evini sardı. Vali bunları dağıttı. Bu arada Hüseyin Kûfelilerin daveti üzerine Mekke’den yola çıktı. Abdullah bin Abbas, Iraklıların babasına hıyânetini hatırlatarak gitmemesini tavsiye ettiyse de, söz verdiği gerekçesiyle dinlemedi.

İbni Ziyad, dört bin kişiyle vali tayin edildiği Rey şehrine gitmekte olan Sa’d ibni Ebî Vakkas oğlu Ömer‘i Hüseyin’in önünü kesmek üzere gönderdi. Ömer kerhen kabul etti. Güneybatı Irak’taki Kerbelâ’da karşılaştılar.

Hüseyin geri dönmeyi kabul etti. İbni Ziyad, kraldan çok kralcı bir edayla halifeye biat ettikten sonra gitmesini söyledi. Biat etmeyince, Ömer askerini sürdü. 60 senesi (Milâdî 680) Muharrem ayının 10. âşûra günü Hüseyin, maiyetindeki yetmiş kişi ile şehid oldu. Kûfeliler kendisine yardım etmek şöyle dursun, kâtilleri Kûfeli idi. Âşûra, onuncu demektir.

Mülkü dilediğine verir

Kafiledeki kadınlar ve Hüseyin’in oğlu Zeynelâbidin Şam’a getirildi. Halife bu haberi işitince canı sıkıldı. Hüseyin’e rahmet okudu. “Allah, İbni Ziyad’a lânet eylesin. Hâşimîleri bana düşman etti. Hüseyin bana gelseydi, her istediğini kabul ederdim. Biliyor musunuz, niçin öldü? ‘Babam, babasından; anam, anasından ve ceddim, ceddinden daha iyidir. Onun için ben de ondan daha iyiyim. Hilâfet benim hakkımdır’ dedi. Doğrudur. Babası babamdan; annesi annemden hayırlıdır. Dedesine gelince, Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse, Resulullah’a kimseyi eşit görmez. Fakat Hüseyin, ictihadı ile hareket etti ve (Allah, her şeyin sahibidir. Mülkü dilediğine verir) meâlindeki âyeti (Âli İmrân: 26) hatırlamadı” dedi.

Kafileden kalanlara ikramda bulunduktan sonra Medine’ye gönderdi. Hüseyin’in kızı Sükeyne, “Yezid’den daha hayırlı düşman görmedim” derdi. Yezid isteseydi Zeynelâbidin’i öldürerek Hüseyin’in soyunu yok edebilirdi. Onun kabahati, Hazret-i Hüseyin’in hatırını gözetemeyerek; valilerinin taşkınlıklarını önceden öngörüp mâni olamamasıdır.

Lanete izin yok!

Tarihin en talihsiz şahsiyetlerinden olan Yezid, bu hâdise sebebiyle abartılı ithamlara, hatta hakaretlere maruz kalmıştır. Arapça güzel bir dua kelimesi olan ve çoğu sahâbenin taşıdığı yezid ismi, hakaret lafzına dönüşmüştür. Halbuki büyük müctehid âlimlerden Leys bin Sa’d, Yezid’i âdil bilip, mü’minlerin emiri diye anmaktadır. Ahmed bin Hanbel, Yezid’i sahâbeden ders almış tâbiîn âlimlerinden kabul eder ve sözünü hüccet tutar.  İmam Gazâlî, gibi bir çok âlimler, Yezid’e lânet etmeyi câiz görmez. Hatta Yezid’i tasvip etmeyenler, Kerbelâ değil, Medinelilerin isyanında alınan nisbetsiz tedbirler sebebiyle bu kanaate varmıştır.

Hazret-i Peygamber, “İstanbul’a ilk sefer yapan ordu mağfiret olunmuştur” buyuruyor. Yezid, bu ordunun kumandanı idi. Hazret-i Ali’nin valilerinden Eyüp Sultan hazretleri, bu sefere, Yezid’in kumandasında gitmişti. Bayezid ismi bütün Müslümanlar gibi, Türkler arasında da yaygındı. Bayezid (Ebu Yezid), Yezid’in babası demektir ve Hazret-i Muaviye’yi ifade eder.

Abbasîler, iktidarı alıp Emevî ailesini katliâm edince, tarihçiler yeni hâkimlere yaranmak için Emevîlerin hatâlarını şişirmiş; hattâ aleyhte hadîs bile uydurmuşlardır. Zaman ve mekân yakınlığı sebebiyle Osmanlı tarihçileri de bunların tesiri altında kalmıştır. Halbuki Emevî devri, İslâm medeniyetinin altın çağıdır.

Aşura gösterileri

Peki Âşûra günü mâtem yapmak, bağırıp çağırmak ne zaman ortaya çıktı? 67 senesinde Emevîlere karşı ayaklanan Muhtar Sekâfî, Kûfe halkını harbe sürükleyebilmek için bunu bir hile olarak başlatmıştı. Hazret-i Hüseyin’i terk edip geri dönenlerin pişmanlığını sembolize ediyordu. Muhtar bu isyanda öldürüldü ama çıkardığı propaganda vasıtası bazıları arasında bir ibâdet gibi yayıldı.

Hazret-i Hüseyin’in şehit düştüğü Kerbelâ Vak’ası bütün müslümanların yüreğini sızlatan acı bir hâdisedir. Nitekim şâir “Her yer bize Kerbelâ; Her gün bize Âşûrâ” demiştir. Ancak bu fâcia vesilesiyle, insanlar arasında ayrılıkların körüklendiği de bir hakikattir. Bu tarihten sonra Müslümanlar arasına halifeliğin Hazret-i Ali’nin hakkı olduğuna, diğerlerinin bunu gasp ederek kâfir olduğuna inanan; dolayısıyla Hazret-i Ali’nin ailesi dışındakilerin rivâyet ettiği hadîsleri kabul etmeyen; inanç ve ibâdetleri Müslümanların çoğunluğundan başka bir fırka doğmuştur. Buna Şiî fırkası denir. Günümüzde İran’daki Caferîler ve Yemen’deki Zeydîler bu fırkayı temsil eder. 

Zamanla Şiîler içinden Hazret-i Ali’nin peygamberliğine, Kur’an-ı kerimin değiştirildiğine; hatta Allah’ın Hazret-i Ali şeklinde göründüğüne inanan aşırı fırkalar da zuhur etmiştir. Şiîlik, bağlıları mahdut bir inanış iken, Şah İsmail’den itibaren İran ve Güney Irak’ta çok yayılmış; Şah Abbas’ın bütün Sünnîleri katliam etmesinden sonra İran’ın resmî mezhebi olmuştur.