HANEDANIN MALI POLİS NEZARETİNDE YAĞMALANDI!
1908’den itibaren iktidara gelen komitacılar, paranın güç olduğunu anladıkları için hükümlerini sürdürebilmek adına servet kaynaklarına göz diktiler. Hele her çeşit cinayet gibi, yağma ve hırsızlığı da vatan millet adına yapma ustalığını gösterebildikleri için, başkalarının gözyaşı pahasına muazzam bir servete ve buna bağlı bir güce kavuştular. Sultan Hamid ricali, hanedan, azınlıklar, eski rejim mensuplarının şahsî malları ile vakıflar, bu servetin tükenmez kaynağı olmuştur.
Hanedanı vatanlarından sürgün eden 1924 tarihli kanun, mallarını bir sene içinde tasfiye etmelerini, aksi takdirde hükûmetçe satılacağını söylüyordu. Bu hüküm şahsi mülkiyeti himaye altına alan anayasaya aykırı idi. Bunlar devletin değil, hanedanın şahsî paralarıyla alınmış mülklerdi.
Hanedan ferdleri, sürgün için tanınan 3 günlük mühlet içinde menkul eşyalarını haraç mezat yok pahasına sattılar veya eşe dosta dağıttılar. Bu esnada nahoş hadiseler de yaşandı. Şehzade Seyfeddin Efendi’nin Kuruçeşme’deki evi halk tarafından polis nezaretinde yağma edildi, hatta polisler de yağmaya iştirak ettiler.
İyiler-Kötüler
Bazıları mülklerini itimat ettikleri kimselerin üzerine geçirdiler. Sürgünde iken kirasından istifade etmeyi, yakın zamanda dönünce de tekrar üzerlerine almayı umuyorlardı. Ancak pek azı umduğuna kavuşabildi. Mülkün sahipleri sürgünden döndüklerinde mülklerinin üstüne bir bardak su bile içemediler.
Şehzade Nihad Efendi de Serencebey’deki köşkünü, Galatasaray Lisesi’nden bir arkadaşına devretti. Büyük bir vefa numunesi olan bu arkadaşı, her sene muntazaman muayyen bir kira bedeli gönderirdi. Ölmeden de evladına bu köşkün Şehzade’ye ait olduğunu vasiyet etti. 1974’te Şehzade’nin vârisleri dönünce, artık harabeye dönen köşk yok pahasına satılıp bedeli taksim edildi.
Sultan Vahîdeddin’in Çengelköy’deki şehzâdeliğinden kalma köşkü, Zehra Hanım adında bir emektara devredildi. Sabiha ve Ulviye Sultan döndüklerinde, bu hanımın kardeşi buna göz yummak karşılığında, köşkün arazisinin üçte birine el koydu. Bu sebeple köşk yok pahasına satıldı. Sultanların eline çok az bir para geçti.
Sabiha Sultan giderken Hazine-i Hassa müdürü Refik Bey’e vekâlet vermişti. O da 150’liklere dahil edilerek sürgün edilince, Teşvikiye’deki köşkü ve Rumelihisarı’nda köprünün ayağındaki yalısını kaybetti.
Şehzade Ziyaeddin Efendi’nin Haydarpaşa garı arkasında uzanan ve üzerinde bugün bir mahalle bulunan köşkü ve bahçesi de iç edildi. Ortaköy’den Kuruçeşme’ye kadar olan sahilde sultan hanımların yalıları vardı, hepsi darmadağın olmuştur.
Bazıları mülklerini nakletmeye imkân bulamadılar. Ancak başkalarına vekâlet verdiler. Bu vekillerden pek azı ahde vefa etti. Dişçi Sami Günzberg gibi bazı açıkgözler ise sahte vekaletnamelerle bu mülkleri satıp yediler.
Bir sene içinde tasfiye etmeyenlerin mülkleri, hazinece satıldı. Meselâ Paşalimanı’nda Şehzade Selim Efendi’ye ait 24 dönümlük arazi, yeni devrin gözdesi Nuri Demirağ’a 6 bin liraya satıldı.
Yiyin efendiler!
Halifeye ait otomobil, cumhuriyet hükûmetinin Londra sefaretine verildi. Saraylardaki kıymetli menkul mallar, zamane bürokratları tarafından paylaşıldı. Bunları, halılara sobalara kadar, Ankara ricâlinin veya türedi zenginlerin evlerinde eski saraylılar görüp tanımışlardır. (Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, 8/285; Rumeysa Aredba, Sultan Vahdeddin’in Son Günleri, s. 87.)
Bürokratların rağbet etmedikleri, müzayede usulüyle satıldı. Beyoğlu’nun muteber antikacıları müzayedeye girip, istedikleri malı kaldırır; geri kalanını koltukçu esnafı, aralarında anlaşmak suretiyle yok fiyatına kapatırdı.
Kazım Karabekir der ki: “Bir hafta sonra İstanbul’a dönüşümde hanedan eşyasının bir gece içinde Yahudiler tarafından ucuzca satın alındığını ve bunların da bu eşyayı satmakta olduklarını öğrendim. Hatta kolordu kumandanı Şükrü Naili Paşa dahi bir oda takımı satın aldığını bizzat bana söyledi. Ben de ilgili zatlara bildirdim. Bu münasebetsizliğin 1944 yılı son aylarında Ankara’da bir tecellisini de öğrendim. Son halife Mecid Efendi’nin altın kakmalı kılıcıyla av tüfeğini bir paşazade apartman kirasını ödeyemediğinden satılığa çıkarmış! Kılıcı İngiliz sefareti, av tüfeğini de bir Türk yüzlerce liraya satın almışlar.” (Paşaların Kavgası, 251)
Yılmaz Öztuna diyor ki: “Osmanoğulları’nın her şeyine el konuldu. Türkiye dışındaki varlıklarının hiçbirini o devletler, Türkiye’deki uygulamayı emsal göstererek vermediler (verilmemesi için Ankara’dan da yazı gönderildi). Hanedanın yabancı bankalarda kuruşu yoktu. Sultan Vahîdeddin büyük akılsızlık edip Türkiye’yi terk ederken bir avuç elmas almayı bile düşünmemişti. Her Türk’ün elbette dokunulmaz malı mülkü varken, Osmanoğulları’nın her şeyi yağmacıların, dolandırıcıların, azınlıkların eline geçti.” (Devletler ve Hânedanlar, II/942)
Hani insan hakkı?
Sürgün kanunu padişahlara ait malların millete (yani tek parti elitlerine) kalacağı hükmünü getirmişti. Bu hüküm, mirasın bir insan hakkı olduğuna dair hukukun umumi prensibine aykırı idi. Ayrıca bir kimse ölür ölmez malları vârislerine geçer. Bu hüküm, hem üniversal bir insan haklarını çiğniyor, hem de kanunu geriye yürütüyordu.
Her vatandaş gibi, padişahların da devlet hazinesinden ayrı hazine-i hassa adıyla kendi hususi serveti vardır. Asırlar boyu birikmiş bu servet padişahın varisi olan hanedanın hususi mülkü olmak lazım gelirdi.
Bu, birkaç saatte kaleme alınmış siyasî bir kanundur. Bunda, kusursuz bir hukuk mantığı ve üslubu, öte yandan etik ve adalet kaygısı aramak yersizdir.
Böylece padişahlara ait ne varsa el konularak, 1909 Yıldız yağmasının daha fecisi, kanun zoruyla icra edilmiştir.
Hani hukuk?
Sultan Hamid’in sürgüne tâbi olmayan zevceleri Müşfika ve Bedrifelek Kadınefendiler, Sultan Hamid’e ait mülklerin vârisler adına tescili için mücadeleye başladılar. Bakanlar kurulu 1931’de böyle bir haklarının bulunduğuna karar verdi.
Miras mevzuu olan gayrimenkullerin listesi, arasında İstanbul ve taşrasında nice arsalar, evler, dükkânlar, çiftlikler, hanlar, apartmanlar olmak üzere 10.200’ü geçer. Tapu dairesinin itirazına mukabil asliye hukuk mahkemesi 1934’te talebi kabul etti. Yargıtay da bu kararı tasdik etti.
Sultan Abdülaziz vârisleri de aynı yolu takip etti. Yargıtay Genel Kurulu 1946’da vârisler lehine karar verdi. Sultan Hamid, 1924 tarihli kanundan 6 sene evvel vefat etmiş, ölür ölmez mülkleri vârislerine geçmişti. Tescil edilip edilmemesinin bir ehemmiyeti yoktu.
Bazı kesimler olup bitenlerden rahatsız oldu. Bu gidişe bir dur demenin zamanı gelmişti. Başbakan Recep Peker, meclisten kanunu tefsir etmesini istedi (1949).
Meclis, umumî hukuk prensibini elinin tersiyle bir kenara itti. Kanunu geri yürüterek, evvelce vefat eden padişahların mülklerinin hazineye intikal edeceğini söyledi. Bu, hanedan için bir hüsran oldu.
Miras isterler korkusu
Hukuk profesörlerinden Hıfzı Timur ve Halit Kemal Elbir, o devre göre inanılmaz bir cesaret göstererek, bu tefsir kararının hukuka aykırı olduğunu ispat eden birer makale neşrettiler. Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil ve temyiz mahkemesi reisi Ali Himmet Berki de buna iştirak etti.
Kulak asmayan meclis, hanedanın vefat eden padişahlar adına kayıtlı mallardan miras talep edemeyeceklerine dair kanun çıkardı (1949).
İnkılap yobazları mecliste hanedan aleyhine veryansın ediyor, 1924 tarihli kanunun, hukukun bütün prensiplerini ezen geçen bir inkılap kanunu olduğunu haykırıyorlardı. Dışişleri komisyonu reisi Antep Milletvekili Abdurrahman Melek, işin içinde çok para olduğunu, kanundan maksadın adaletin tecellisi değil, siyasî otoritenin korunması olduğunu açıkça itiraf etmiştir.
Münîre Sultan’ın oğlu Kemâleddin Bey, hanedanın bu efsanevî mirasa kavuşacağına hiçbir zaman inanmadığını söyler ve Fransa’da sürgünde iken, Atatürk’ün yakınlarından biri ile görüştüğünü, “Memlekete dönmenizde bir tehlike yoktur; zira ordu cumhuriyete sadıktır. Ama miras istersiniz diye almıyorlar,” dediğini naklederdi.
Böylece hanedanın, Türkiye’nin himayesiyle, eski Osmanlı topraklarındaki nice kıymetli emlâki miras olarak elde etmesi, uzun vadede milletin ve memleketin işine yarayacakken, takıntı hâlini almış bir Osmanlı düşmanlığı ve yurt içindeki malların iç edilmesi gibi kısa vadeli küçük hesaplar yüzünden bir aile yediden yetmişe yokluğa ve sefalete mahkûm edilerek büyük bir fırsat kaçırılmıştır.
Önceki Yazılar
-
Türkiye ve İngiltere Hattında KAYIKÇI KAVGASI7.10.2024
-
ZAMAN SANA UYMAZSA SEN ZAMANA UY!30.09.2024
-
TÜRKLERİN BİNLERCE YILLIK HUKUK ve ADALET MACERASI23.09.2024
-
93 HARBİ FACİASINA BÜROKRASİ SEBEP OLDU16.09.2024
-
DİKKAT, DÜŞMAN DİNLİYOR!2.09.2024
-
HEYKEL ve İDEOLOJİNİN SESİ26.08.2024
-
TÜRK ALEMİNDE TARİHE GEÇEN RÜYALAR12.08.2024
-
MAĞRUR OLMA PADİŞAHIM SENDEN BÜYÜK ALLAH VAR!5.08.2024
-
DERİN DEVLET yahut DEVLET İÇİNDE DEVLET29.07.2024
-
AVRUPA MÜSLÜMANLARININ KÖKÜ NASIL KAZINDI?22.07.2024