EĞRİ FATİHİ SULTAN III. MEHMED

Düşmanın bir ok atımlık mesafeye geldiğini duyan Padişah, otağına çekilip sırtına Cenab-ı Peygamber’in hırkasını giydi. Eline mızrağını alıp dua etmeye başladı. Sonra…
30 Ocak 2023 Pazartesi
30.01.2023

 

Bir torun çocuğunun olduğunu Zigetvar seferinde ölümünden az evvel öğrenen Kanuni Sultan Süleyman, torununa büyük dedesi Fatih Sultan Mehmed’in ismini verdi.

Zamanın âlimlerinden iyi bir tahsil görüp, tarihe geçmiş muhteşem bir sünnet düğünü ile sünnet edildi. Sonra Manisa’ya vali olarak gönderildi. Kaynaklar hiçbir Osmanlı şehzadesinin böyle bir tahsil ve terbiye imkanına nail olmadığını yazar.

Bir sancağa vali olarak gönderilen son şehzadedir. Bundan sonraki şehzadeler yaşları küçük olduğu için sancağa çıkarılmayarak hep sarayda yaşamış; daha sonra bu usul zamanın icabıyla tamamen terk edilmiştir.

Soğuk, kıtlık, salgın ve harb

Babası Sultan III. Murad’ın vefatı üzerine 1595’te 29 yaşında tahta geçti. Osmanlı sultanlarının 13’üncüsü ve İslâm halifelerinin 72’ncisidir.

Kendisini 1593’ten beri devam eden Osmanlı-Avusturya harblerinin ortasında buldu. Bürokratların çekişmeleri ve Veziriazam Sinan Paşa’nın tedbirsizliği yüzünden harb uzamıştı. Bir yandan da Erdel, Eflak ve Boğdan’da isyanlar çıkmıştı.

Bu arada şiddetli kış ve kolera salgını, payitahtta pahalılık ve kıtlığa, bu da hoşnutsuzluğa sebep oldu. Padişah; iç hazineden devlet hazinesine takviye yaparak buhranı önlemeye çalıştı.

Sultan III. Mehmed
Sultan III. Mehmed

Son kardeş katli

Sultan III. Mehmed tahta çıktığında evvela sırayla atalarının kabirlerini ziyaret etti. Cuma selamlığında vezirlerin yanına yaklaşarak devletin ve halkın meselelerini padişahla konuşma âdetini ihya etti. Bunlar büyük ümitler uyandırdı.

Tahta çıktığı zaman Fatih Sultan Mehmed’in teşkilat kanunu mucibince, ileride taht iddiasıyla ayaklanmalarının önüne geçmek için erkek kardeşlerini idam ettirmişti. Padişah’ın üzülerek verdiği bu karar, İstanbul’da büyük infiale yol açtı. Bu kanun-ı kadimin (anayasa geleneğinin) de son tatbiki oldu.

Bunların en büyüğü olan Şehzade Mustafa’nın başına geleceği sezmişcesine söylediği şu beyit çok hazindir: “Nâsiyemde kâtib-i kudret ne yazdı bilmedim. Âh kim bu gülşen-i âlemde her giz gülmedim.”

Padişah, debdebeye meraklı olan babasından bambaşka bir mizaca sahipti. Saraydaki fazla personeli ve eğlenceyi tasfiye etti. Sarayın borçlarının derhal ödenmesini emretti. Sade bir yaşantı sürmeye başladı.

Arnavut asıllı annesi Safiye Sultan’a sevgi ve hürmetinden dolayı onun tesirinde kaldığı söylenmiş olsa da mübalağalıdır.

Sultan III. Mehmed
Sultan III. Mehmed

Korkaklık ve acele

Kumandan Mehmed Paşa’nın kararsızlığı yüzünden, Estergon ve Vişegrad, Almanların eline geçti (7 Ağustos 1595). Neyse ki Osmanlı ordusu, vuruşarak ricat ettiği için imhadan kurtuldu. Öte taraftan veziriazam Sinan Paşa, Eflak’ı işgal etti, Bükreş düştü.

Ancak Sinan Paşa’nın Eflak’ta asayişi kuramadan alelacele ayrılması üzerine, Voyvoda Mihail, Osmanlı kuvvetlerini takibe başladı. Ordu Tuna’yı geçerken, Sinan Paşa’nın lüzumsuz yere oyalanması sebebiyle Eflak birlikleri yetişti.

Voyvoda, top ateşiyle köprüyü yıktırdı. Henüz karşıya geçmemiş olan akıncı birliklerini imha etti (27 Ekim 1595). Böylece akıncı ocağı, bir daha altından kalkamayacağı bir darbe yedi.

Eğri Seferi
Eğri Seferi

Romantik çılgınlar

Azledilip sürgüne gönderilen Sinan Paşa, 2 sene evvel, hemen bütün devlet adamlarının muhalefetine rağmen, makul bir sebep olmadan Almanya’ya harb açtırmış ve Alman imparatorunu zincire vurup İstanbul’a getireceği palavrasını savurmuştu.

Bu felaketlere sebebiyet veren Sinan Paşa ve oğlu Mehmed Paşa, Osmanlı tarihinin en uğursuz şahsiyetlerindendir. Tarih, böyle olmayacak hayallerle arkasına kitleleri katıp felakete sürükleyen romantik çılgınlarla doludur.

Bu felaketler üzerine Padişah, hocası Sadeddin Efendi’nin de telkiniyle bizzat sefere çıkmaya karar verdi. Sefere çıkacağı hususunda her yere haberler göndererek, milletin kalbini ve fikrini harb sahasında teksif etti. Ordu, bugün Macaristan’daki Eğri üzerine yürüdü.

Kale, ehemmiyetli mevkii sebebiyle Sultan Kanuni devrinde 45 gün kuşatılmış, ama alınamamıştı. Padişah, şer’î kaideye göre kaleye haber gönderdi. “Sizi evvela Allah’ın dinine davet ederiz. Müslüman olursanız, size zararım yoktur. Eskiden olduğu gibi mal ve mülkünüzde tasarruf edersiniz. Olmazsanız, kaleyi bırakıp emniyet içinde memleketinize gidebilirsiniz. Yoksa cenge girişip ateş ederseniz, kurtulamazsınız!” dedi.

Bu, Osmanlıların bütün icraatında şer’î esaslara ne kadar riayetkâr olduğunun bir delilidir. Kaledekiler bu daveti kabul etmediği gibi, mektubu götüren haberciyi de casuslukla itham edilip hapsettiler. Bunun üzerine atış başladı ve 12 Ekim 1596’da kale düştü.

Beyaz şövalye

25 Ekim 1596 günü, 150 bin kişilik düşman ordusu ile Macaristan’daki Haçova sahrasında karşılaşıldı. Ordu, Alman, Macar, Papalık, Floransa, Leh, Çek ve Slovak kuvvetlerinden müteşekkildi. Osmanlı ordusu 100 bin kişi kadardı.

Harbin ikinci günü, müttefikler hücum etti; Osmanlı öncü kuvvetleri geri çekildi. Harb kızıştı. Düşmanın bir ok atımlık mesafeye geldiğini duyan Padişah, otağına çekilip sırtına Cenab-ı Peygamber’in hırkasını giydi. Eline mızrağını alıp dua etmeye başladı.

Veziriazam kendisine ricati tavsiye etti. O ise hocası Sadeddin Efendi’nin fikrini sordu. Hocası, “Harb böyledir. Lazım olan, yerinizde sabit olmanızdır” diye fikir bildirdi.

Padişah’ı beyaz elbisesiyle atının üzerinde ve hocası Sadeddin Efendi’yi de Padişah’ın atının gemini tutmuş halde gören askerlerin morali yerine geldi.

Ordunun hizmet birlikleri bile, ellerine geçirdikleri silahlarla düşmana saldırdı. Padişah, bir yandan da “Düşman kaçtı” diye bağırttı.

Sultan III. Mehmed seferde
Sultan III. Mehmed seferde

Tesadüf?

Bataklığa itilen müttefik ordusunun 20 bin neferi imha edildi. Tatar atlıları da kaçan 60 bin kişiyi imha etti. Böylece büyük bir imha muharebesi kazanılmış oldu.

Öncü kumandanları Cağaloğlu Sinan Paşa ile Kırım Hanı Fetih Giray’ın bu zaferde büyük hissesi vardır. Ordu aşçıları, bu taarruz esnasında ele geçirdikleri düşman miğferlerini, dönüşte zafer nişanesi olarak Topkapı Sarayı’nda mutfak kapısına çivilemiştir.

Bazı modern tarihçilerin, bunu tesadüfen kazanılmış bir zafer olarak göstermesi doğru değildir. Birliklerin geri çekilmesi, düşman toplarının daha uzun menzilli olmasının getirdiği dezavantajı kırmak için yapılmış bir harb taktiği idi.

Mohaç’tan aşağı kalmaz!

Haçova Muharebesi, dünyanın en kuvvetli kara ordusuna sahip olan Osmanlılara karşı meydan muharebesine girişmenin ne kadar yanlış olduğunu bir daha göstermiştir. Artık Eğri Fatihi diye anılan Padişah’ın bizzat sefere çıkışı, askeri bürokratların beceriksizliklerini telafi etmiştir.

Tarihçi Peçevi der ki: “Haçova, Mohaç’tan daha küçük bir zafer değildi. Eğer bunda da Budin’e yürünseydi, düşman elindeki bütün kaleler düşerdi. Hiç değilse o kış Belgrad’da geçirilip baharda tekrar harekete geçilseydi, netice bambaşka olurdu.”

Ama zafer sarhoşluğundaki vezirlerin ve askerin en büyük arzusu bir an evvel İstanbul’a dönmekti.

Harbden evvel Erdel voyvodası harb meclisinde, Osmanlılara veya müttefiklere tâbi olunmasını sorduğunda, herkes Osmanlılara tabi kalma fikrini savunmuş, ama voyvoda dinlememişti. Haçova’dan sonra Erdel, Eflak ve Boğdan’da Osmanlı taraftarlığı kuvvetlenmiştir.

Sultan III. Mehmed - Gravür Arolsen Klebeband
Sultan III. Mehmed - Gravür Arolsen Klebeband

Basit işe büyük mükafat?

1601 senesinde Arşidük Ferdinand, 80 bin askerle Kanije Kalesi’ni kuşattı. Şiddetli kış sebebiyle takviye kuvvetleri gelemedi. 9 bin askerle kaleyi müdafaa eden Tiryaki Hasan Paşa, sahte mektuplarla, kaledekileri takviye geleceğine inandırdı.

Sonra da kalede top olmadığı intibaını vererek düşmanı kaleye yaklaştırıp, ardından top atışıyla hayli zayiat verdirdi. Sık sık huruç hareketi yaparak düşmanı geri çekilmeye mecbur etti (18 Kasım 1601).

Düşmanın mühimmatı ele geçirildi. Bu, Alman harblerinin nihai zaferi sayılır. Bundan dolayı Padişah kendisini tebrik edip vezirlik rütbesi verdiğinde gözyaşlarını tutamamış, “Eskiden böyle basit hizmetlere karşı bir mükâfat beklenmezdi” diyerek şaşkınlığını gizlememiştir.

Tarihçiler Hasan Paşa için der ki: “Saltanatın şanını o kadar yüksek görürdü ki, devletin iltifatını, kendisinden bile kıskanırdı.” Bu mesuliyet hissi, devlete ve millete hizmeti, mükâfat beklemeksizin en tabii vazife sayan gazilerin hemen hepsinde vardı.

Padişah’ın şahsiyetini inşallah sonraki bir yazıda ele alırız.