Büyük devlet kuranların sırrı: OSMAN GAZİ

Osman Gazi vefat ederken oğluna şu nasihatte bulunmuştu: Maksadımız Allah yolunda çalışmaktır ve onun dinini yaymaktır. Yoksa kuru kavga ve cihangirlik davası değildir.
18 Nisan 2022 Pazartesi
18.04.2022

Stratejik deha

Osman Gazi sıradan bir Ortaçağ kahramanı değil; tarihin en büyük şahsiyetlerindendir. Anadolu beyliklerinin en ehemmiyetsizlerinden biri olan (İsviçre’nin yarısından küçük) devleti; 1,5 asır içinde dünyanın en büyük devleti haline geldi. Devlet kurucu şahsiyetlerdendir, hazır mirasa konmamıştır.

Şüphesiz bu, haleflerinin gayretleri kadar, Osman Gazi’nin harikulade stratejik dehası sayesinde olmuştur. Bu hassas coğrafyada ayakta ve hayatta kalabilmek için, adeta satranç oynar gibi dikkatle hareket etmiştir. Onun askeri hayatı, tekfurlarla savaşıp gelişigüzel kaleler almak değildir.

Giderek çözülen Bizans İmparatorluğu topraklarını kama gibi ayırmıştır. Bütün hedefi denize ulaşmaktır. Böylece İznik ve Ulubad göllerinin güney sahillerini tutmuş; Porsuk ve Sakarya nehirlerinin arasına yerleşmiştir. Nihayet Mudanya sahillerinde Marmara Denizi’ne ve Sakarya nehrinin döküldüğü yerde Karadeniz’e ulaşmıştır. Şüphe yok ki, o devirde talih kuşu, bu dâhi hükümdarın ve seçkin haleflerinin başına konmuştu.

Cazibe merkezi

Osman Gazi, babasından aldığı 4800 km2’lik memleketi, vefatında 16.000 km2 olarak bıraktı. Bugünki Türkiye’nin, Bilecik, Eskişehir, Geyve, Taraklı, Akyazı, Hendek, Domaniç, Mudanya, Yenişehir ve İnegöl şehir ve kasabalarını içine almaktadır. Her birine ailesinden veya kumandanlarından birini vali tayin etmiştir.

Kendisine saldırmadıkça, düşmanla iyi geçinmeye çalışmış; verdiği sözlerde durmuştur. Osman Gazi’nin bu temkinli ilerleyişi, etrafındakileri ve tebasını mukaddes bir gayeye sevk edişi, ulema ve tasavvuf erbabını hoş tutuşu, haleflerine miras kaldı. Bıraktığı cemiyet, maddi ve manevi bir cazibe merkezi halini aldı.

Anadolu’nun, hatta İslâm dünyasının idealist ve müteşebbis adamlarının bu gaye etrafında toplanmasının ve 50 sene içinde dünyanın en kudretli devletlerinden biri olmasının şerefi, Osman Gazi’ye aittir.

Osman Gazi'nin bir gravürü (1688)
Osman Gazi'nin bir gravürü (1688)

Kutu

Primus inter pares

Bugün hamiyetli ve ehli insaf sahibi olarak ilk devir Osmanlı tarihini tahkik edenler tarafından çıkarılan karineler gösteriyor ki Osman Bey Anadolu beylerinin en küçüğü değil, en büyüğüdür. Ataları Oğuzların en şerefli koluna mensuptur. Germiyan beylerinin, topraklarının çoğunu teklifsiz Osmanlılara vermesi boşuna değildir. Osman Gazi halkının sanılanın aksine 400 çadırdan daha fazla nüfusa sahip olması, muasırı Pachymeres’in kendisini tüm beylerin önüne koyarak hakkında “primus inter pares” (eşitler arasında birinci) demesi de bunun delillerindendir.

Osmanlı anayasası

Oğluna yaptığı ve adeta Osmanlı Devleti’nin anayasası hüviyetindeki vasiyet, tarih kitaplarında manzum şekilde rivayet olunur. Meali şöyledir:
“Sonunda herkes ölecektir. Sana vasiyet ederim ki, dine hizmetten başka şeyleri unut. Maksadımız Allah yolunda çalışmaktır ve onun dinini yaymaktır. Yoksa kuru kavga ve cihangirlik davası değildir.
Memlekette adaleti ayakta tut. Âlimlere saygı göster ki, şeriat işleri düzenli olsun.
Asker ve malının çokluğuyla gururlanma. Dine/hukuka aykırı bir işe heves bile etme.
Herkese ihsanda bulun. Memleket işlerini noksansız gör. Gece gündüz halkını korumaya ve onların refahına çalış.
Allah’ın lütfunu böyle kazanırsın!”

Ne dediler?

Osmanlı Devleti’nin kuruluşuyla alakalı teziyle tanınan Amerikalı yazar Herbert Adams Gibbons (v.1934), Osman Bey’i, Attila, Cengiz, Timur gibi bütün bir topluluğun desteğine dayanan cihangirlerden üstün tutar. “Osman’ın eseri, onlardan daha devamlı, tesiri daha geniştir. Diğerleri boru ve trompet sesleri içinde yakıp yıkarken; bu, sükûnetle iş görüp bir devlet bina etmiştir” der.

Fransız yazar Alphonse de Lamartine (v.1869), kendisini “basit mantıklı, fakat deha sahibi, tarafsız ve doğru” olarak vasıflandırır ve der ki: “Fetihlerinde adım adım ilerleyip, her zaferden sonra durdu. Yavaş yavaş ilerledi; fakat asla geri çekilmedi. İşte bu, bütün büyük devlet kuranların sırrıdır.”

Hakkındaki tarihi malumat az olmakla beraber, isminin Osman değil Otman olduğu, okuma yazma bilmediği, Türk değil Moğol aslından geldiği, Şiî mezhebine mensup bulunduğu, hakkındaki bilgilerin efsanelerden ibaret olduğu gibi iddialar gayrı ciddidir.

Yakınlarda bulunan üç gümüş sikkede açıkça Osman yazdığı gibi; Orhan Gazi, babasının vefatından 3 ay sonra kurduğu Mekece vakfının vakfiyesinde ismini Fahrüddin Osman diye zikreder. 1301 tarihli Çalıca vakfiyesinde Sultan Osman diye geçer. Bu da gösteriyor ki, Osman Gazi adına hutbe okunan, sikke kesilen, kadı tayin eden ve mülkname veren müstakil bir hükümdardır.

Osman Gazi ve Akçakoca ile Konuralp
Osman Gazi ve Akçakoca ile Konuralp

Türkçe’nin ikbali

Osman Gazi, esmer, değirmi yüzlü, orta boylu, omuzları geniş, gövdesi ayaklarına nispeten uzundu. Sade elbiseler giyerdi. Başına kırmızı çuha başlık üzerine ensiz ve uzun bir bezin burma şeklinde sarıldığı horasani sarık sarardı. Bayrağı beyazdı.

Düzgün ve sade konuşurdu. Onun zamanında, Türkçe, basit halkın konuştuğu kaba bir dil olmaktan çıktı; edebi ve nazik bir dil hâlini aldı.

Mütevazı miras

Kroniklerde, cömert ve adil bir zat olarak anlatılır. Üç günde bir mutfağında yemek pişirtip fakirlere, dul kadınlara ve yetimlere yedirirdi.

Mala düşkünlüğü yoktu. Kronikler, “Allah’ın rızası ve halkın duasından başka bir şeye talip değildi” diyor. Vefatında geride birkaç Arap atı, kılıcı, zırhı, bir çift öküzü ve birkaç koyunu dışında mal ve para bırakmadı.

Hem yiğit hem fedakârdı. Mütevazı idi. Her işte çevresindekilerin fikrini almadan harekete geçmezdi. Âlimlere ve tasavvuf ehline hürmet ederdi.

Adildi. Her kasabaya bir hâkim tayin ederek, mahalli idarecilerin adalete müdahalesini bertaraf etti. Müslüman halkı içine düştüğü perişanlıktan kurtaracak bir sistem kurdu. Dinine bağlı, yapmacıktan uzak, sade bir Müslümandı.

Osman Gazi Gravür (İzmirli Bogos Tatikyan - 1852)
Osman Gazi Gravür (İzmirli Bogos Tatikyan - 1852)

Alacaklı mısın?

Karacahisar’ın fethinde, Kütahyalı birisi huzuruna çıkarak, pazar vergisini toplama salahiyetinin kendisine verilmesini istedi. Osman Gazi’nin sade ve saf mantığına bakınız ki buna şaşırdı. “Tacirlerden alacağın mı var para istersin?” diye sordu.

Bunun, kasabada emniyetin temini mukabili hükümete ödenen bir vergi olduğunu, şeriata aykırı bulunmadığını, zira öteden beri Selçuklu sultanlarının teamülünden sayıldığını öğrenince izin verdi.

Bu, Osmanlı Devleti’nde yapılmış ilk kanundur. Bundan sonra padişahlar, şeriatın tanzim etmediği hususlarda, şeriata aykırı olmayan kanunlar yapmayı âdet edinmiştir.