Bir cemiyet inşasının hikâyesi: TÜRK OCAKLARI’NDAN HALK EVLERİ’NE

Meşrutiyetin yeni resmî ideolojisini halka yaymak adına kurulan Türk Ocağı, cumhuriyete miras kaldı. Ama akıbeti iyi olmadı.
7 Şubat 2022 Pazartesi
7.02.2022

 

“Hürriyet, eşitlik, kardeşlik” sloganı memleketi elde tutmaya yetmeyince, İttihatçılar ulus-devlet ideolojisine sarılmıştı. İlk etapta Anadolu’da etnosantrik bir devlete dönüşülecek; sonra istila veya ihtilal yollarıyla, hudut haricindeki esir Türklerle birleşip, büyük Turan İmparatorluğu kurulacaktı. Bu fikri aşılayanlar da İsmail Gaspirinski, Yusuf Akçura, Ahmed Agayef gibi Rusya’dan gelen okumuşlardır.

Yahya Kemal Ziya Gökalp devri milliyetçiliğinin Türk Ocağı'nda tanınmış profesörlerle genç ve yaşlı diğer ocaklılardan mürekkep bir heyet arasında
Yahya Kemal Ziya Gökalp devri milliyetçiliğinin Türk Ocağı'nda tanınmış profesörlerle genç ve yaşlı diğer ocaklılardan mürekkep bir heyet arasında

Bu işin ideolojik cihetine hizmet etmek için, 1912’de İstanbul’da Türk Ocağı kuruldu. Ferid Tek reis, Yusuf Akçura reis muavini idi. Bunlar birbirine düşünce, ertesi sene cemiyetin başına efsanevi reis Hamdullah Suphi Tanrıöver geldi.

Kurucular, Fuat Sabit (Ağacık), Mehmed Emin (Yurdakul), Yusuf (Akçura), M. Ali Tevfik (Yükselen), Emin Bülend (Serdaroğlu) ve Ahmed Agayef’dir. 1918 sonuna dek 28 şube açıldı. Türk Yurdu adıyla bir de mecmua çıkarıldı. Ocak bünyesinde, Türk Gücü, Köycüler Cemiyeti, İhtiyat Zâbitleri Teâvün Cemiyeti, Dârülfünun Talebe Cemiyeti gibi cemiyetler kuruldu.

Türk Ocağı’nın gayesi, 1912 tarihli Türk Ocağı Nizamname-i Esasi’sine (tüzüğüne) göre, “Akvâm-ı İslâmiyyenin bir rükn-i mühimmi [Müslüman kavimlerin mühim esası] olan Türklerin millî terbiye ve ilmî, içtimaî, iktisadî seviyelerinin terakki ve i’lâsıyla [yükseltilmesiyle], Türk ırk ve dilinin kemaline çalışmak”’ idi.

Bunun için kulüpler kuracak, dersler, konferanslar, müsamereler tertipleyecek, kitap ve risaleler neşredip mektepler açacaktı. Ama siyasetle uğraşmayacaktı.

Ankara Türk Ocağı - Halkevi - Resim Heykel Müzesi
Ankara Türk Ocağı - Halkevi - Resim Heykel Müzesi

Güya müstakil

Cemiyet, görünüşte İttihat ve Terakki Fırkası’ndan müstakildi. Ancak finansörü, fırka idi. Harb esnasında bütün cemiyetler kapandığı halde, Türk Ocağı’na dokunulmadı. Harb kaybedilince de, Büyük Turan hayalinden vazgeçildi. Cemiyet faaliyetlerini askıya aldı; mensuplarının çoğu Anadolu’daki yeni harekete iştirak etti. Türk Ocağı da Neo-İttihatçılara miras kaldı.

Saltanatın lağvından sonra, yeni hükümetin desteğiyle tekrar faaliyete geçti. Gazi’nin eşi Latife Hanım, fahri reisliğe getirildi. İlk etapta 43 şube açıldı. 1925’te bu rakam 135’ti. 1927’de tamamen Halk Fırkası’nın bünyesine girdi. Ankara’daki ihtişamlı binası 1928’de 600 bin liraya mal olmuştu. 250 şubesi, 30 binden fazla azası ile zamanın güçlü bir teşkilatıydı.

Ancak azalarının bir kısmı, demokrasi yanlısı tavır içine girince, hükümet işkillendi. Ayrıca Turancılığın, Rusya’yı tedirgin etmesinden korkuluyordu. Resmi ideolojinin halka empozesinde Türk Ocağı’nın faaliyetini kâfi bulmayan hükümet, Halkevleri adıyla yeni bir teşekkülün sinyalini verdi.

1931’de Gazi’nin direktifiyle Türk Ocağı kapatıldı. Malları, CHP’ye devredildi. 1949’da ihya edildiyse de, 12 Eylül darbesiyle ikinci defa kapatılıp; 1986’da Ankara’da tekrar kuruldu; Türk Yurdu’nu yeniden neşre başladı. Ama eski süksesini hiçbir zaman kazanamadı.

Bolu Halkevi'ne tayyare zabitlerinin ziyareti - 1933
Bolu Halkevi'ne tayyare zabitlerinin ziyareti - 1933

Yeni trend: Faşizm

Halkevleri’nin ilhamı, Avrupa’daki yeni trend olmuştur. Halkevi talimatnamesinde Rusya, Almanya, İtalya, Çekoslovakya, Romanya ve Macaristan’daki benzer faşist müesseselere açıkça ve hayranlıkla atıf yapılmıştır. CHP’nin 6 okundan üçü (laiklik, milliyetçilik, cumhuriyetçilik) Fransız; diğer üçü de Rus ihtilalinden mülhemdir.

Halkçılık, (Rusya’daki ismiyle Narodnik), mekteplerde okutulduğundan çok farklıdır. Bütün sivil cemiyet teşkilatlarını tek elde, tek partinin elinde toplayarak, halkı partiye entegre edip kullanmak demektir. Böylece, Türk Kadınlar Birliği’nden Türk Masonlar Cemiyetine kadar, memleketteki bütün cemiyetler kapatılmıştır.

Bu cümleden olarak, halkı terbiye, inkılapları yerleştirme ve azınlıkların asimilasyonu maksadına hizmet etmek üzere 1932’de CHP’ye bağlı olarak Halkevleri kuruldu. Eski cemiyette mabed ve tekke ne ise, yeni cemiyette de Halkevi oydu. Bir başka deyişle yeni dinin mabediydi.

1920 ve 30’larda Rusya’ya giden, Muhiddin Birgen, Falih Rıfkı Atay gibi Kemalist kadro, karnı yarı aç işçi köylü Rusların, rejimin kurduğu Halkevi’nde konser, opera ve tiyatro seyretmesine hayran olmuşlar; Halkevi fikrinin, hatta isminin bile Ruslardan ilham alındığını ifşa etmişlerdir.

Gazi ve Hamdullah Suphi 1927'de temeli atılan Türk Ocakları Merkez Binasi inşaatını gezerken
Gazi ve Hamdullah Suphi 1927'de temeli atılan Türk Ocakları Merkez Binasi inşaatını gezerken

Resmi ideoloji

Kurucular arasında Şevket Süreyya Aydemir, Recep Peker, Münir Hayri Egeli (Gazi’nin vecizelerinin yazarı), Sadi Irmak, Behçet Kemal Çağlar vardır. İdare, CHP kültür ve gençlik kolları idare azası Reşit Galip’e verildi. 1931’de kapatılan Türk Ocağı’nın el konulan malları buna verildi. Pek çok yerde kapatılan camiler, medreseler, Halkevleri’ne tahsis edildi.

19 Şubat Halkevi Bayramı ilan edildi. Şube açılışlarında festivaller yapıldı. Bugün Ankara’da Resim Heykel Müzesi olan eski Türk Ocağı, artık Halkevleri’nin merkezi idi. 1942’de de Londra’da bir şube açıldı.

Hemen her şehir ve kasabada birer halkevi; küçük yerlerde de halkodası açıldı. Masraflar, CHP’ye aitti; ama devlet bütçesinden de hatırı sayılır yardım alırdı. Zaten o zaman devlet demek, parti demekti. 1932-1951 arasında 478 halkevi, 4322 halkodası açıldı. 1936’da 55 bin azası vardı. Ancak sadece CHP’liler idareci olabiliyordu.

Dil, tarih, edebiyat, güzel sanatlar, temsil, spor, içtimaî yardım, halk dershaneleri ve kurslar, kütüphane ve neşriyat, köycüler, müze ve sergi olmak üzere 9 şubeye ayrılıyordu. Neşriyat yaptı. Kütüphaneler kurdu. Kurslar açtı. Konferanslar verdirdi. Piyesler sahneledi. Folklor ekipleri kurdu.

İdeolojik sınırların elverdiği kadar, atasözleri derlemesi gibi halk kültürü araştırmaları yaptırdı. Edebiyat müsabakaları tertipledi. Spor salonları açtı. Ülkü mecmuası başta olmak üzere 40’tan fazla neşriyatı vardı.

Bunlar o zamana kadar görülmeyen şeyler değildi. Şu kadar ki, din ve ananelerin belli belirsiz kontrolünün yerini, aktif bir resmi ideoloji sansürü almıştı. Kitaplarda Kemalist ideolojinin dışında kalan, din, yabancı fikirler, hurafe, bıkkınlık, cinayet, intihar, aşk, ihtiras, gençliği sağlığa zararlı alışkanlıklara özendiren hususlar olmayacaktır.

Paşa hazretleri şerefine Halkevi'nde verilen müsamereden bir poz - 1932
Paşa hazretleri şerefine Halkevi'nde verilen müsamereden bir poz - 1932

Dağ Türkleri

Hemen her halkevinde icabında halkın da dinleyebileceği birer radyo bulunurdu. Kütüphanelere, ancak rejimin ideolojisine uygun kitaplar konurdu. Piyesler, milli hisler ve inkılaplar istikametinde seçilir; ama oynayacak kadın bulunamadığı için, erkek oyuncular oynardı.

En mühim faaliyeti danslı ve içkili Halkevi balolarıydı. Bu balolar, garp yaşantısına uzak her şehirde modernizm sembolü ve bu işin meraklılarının vahası oldu. İnkılapların yasak etmediği çarşafla Halkevleri mücadele etti. Mülki amirlerin de yardımıyla elinde makasla gezen Halkevi mensupları, sokakta rastladıkları çarşafları keserdi.

Halkevleri’nin en sıkı faaliyeti, kendi tabirleriyle “Türklüğe dair ipuçlarının az olduğu” Şarki Anadolu’da, “dağ türkleri”ne ve Mardin, Siirt gibi şehirlerde “Osmanlılar yüzünden Türkçeyi unutup Arapça konuşmaya başlamış” Türk vatandaşlarına Türkçe öğretmek maksadıyla asimile etmeye çalışmak olmuştur.

Vatandaşları, yabancı dil, dağ Türkçesi veya ev dili dedikleri anadilinde konuşmaktan alıkoyma faaliyeti için en çok kurslar ve radyodan istifade edilmiş; Türkçe öğrenenlere inek, koyun, para gibi mükâfatlar va’dedilmiş; evlere gidilerek halk kontrol edilmiştir.

Ülkü mecmuası
Ülkü mecmuası

Hayalin sonu

Halkevleri, çok parlak ideallerle kurulmuş olsa bile, Allah’tan, para ve kadro sıkıntısı çekmiştir. 30’larda parlak bir şekilde başlayan faaliyetler, 40’larda parasızlık, kadrosuzluk ve halkın alakasızlığı sebebiyle sönükleşmiş ve çoğu akamete uğramıştır.

Demokrasinin gelişiyle, bazı mensupları muhalefet tarafına kayınca, kan kaybetmiş; üstelik siyasi kaygılarla din politikasından taviz vermek mecburiyetinde kalan CHP, Halkevleri’ni gözden çıkarmıştır. Öyle ki, 1949’da Türk Ocağı tekrar kurulmuş; bunlar da Halkevleri’ne verilen mallarını geri istemişlerdir.

Demokrasiye geçilince, Demokrat Parti, siyasi rekabette eşitsizliği temsil ettiği gerekçesiyle Halkevleri’ne karşı çıktı. Varlığını halktan toplanan paralara borçlu Halkevleri, CHP’nin siyasi gayeleri için çalışıyordu. İktidara gelince de, 1951’de Halkevleri’ni kapattı; mallarını hazineye döndürdü.

27 Mayıs 1960 darbesinden sonra Türk Kültür Derneği adıyla tekrar açılan Halkevleri, İsmi gibi kendi de cılız kaldı. 1964’de Halkevi adını aldı. Bu sefer Tahsin Banguoğlu başa geçti. 8-10 tane şube 12 Eylül 1980 darbesiyle tekrar kapandı. 1988’de mahkeme kararıyla tekrar açıldı ve sosyalistleşti.

Halkevi’nin hakikati

193o’larda Ankara Halkevi’nde kütüphaneci olarak vazife yapan Niyazi Berkes anlatıyor (Unutulan Yıllar):

Halkevi birçok komisyonlara bölünüyordu ve çoğu o zaman henüz “lafta” vardı. Üyelerinin çoğunu uzun süre göremedim. Kütüphane komisyonunun başkanı olan İhsan Sungu'yu ise bir kez bile göremedim. (s.74)

Halkevi'nin çalışına bölümlerinden birinin adı “Köycülük Şubesi”ydi. Üyelerin köylere gitmesi şöyle dursun, tek köylünün oraya gelmesi akla bile gelecek bir şey değildi. O zaman “halk” kavramının içine “köylü” kavramı girmiş değildi. Gerçekte asıl “halk” bir tür “parya” idi. Halkçılık bölümü toplantılarında bir alay halkçılık yapılır, Behçet Kemal'in palavraları ve şiirleri dinlenirdi. (s.88)

Halkevi binasında müdür Ziya Gevher Bey de beni gezdirip her şeyi gösterdi. Bu çok nazik kişinin; çok süslü merdivenleri çıkarken gördüğüm bir davranışı beni çok şaşırtmıştı. Kılık kıyafetinden "halktan" olduğu belli olan biri geçiyordu. Bunu gören Ziya Gevher adeta bir histeri geçirdi. Bağırıp çağırıyor, adamı koğuyor, hademeler koşuşuyordu. Adamı yaka paça dışarı attılar. Zavallı meğer tiyatro bileti almaya gelmiş. Başkan, hademelere sıkı tenbihler etti, böyle ne olduğu bilinmeyen kişiler içeri sokulmayacaktı. (s.72)

Sabaha yakın saatlarda Halkevi'ndeki odamda alışık olmadığım, inlemeye benzer, kulakları tırmalayan gıcırtılı sesler de çıkaran kağnı sesleri ile uyanırdım. Bunlar köylerden Hergele Meydanı denen yere satılacak şeyler getiren köylülerin kağnılarıydı. Yerli ya da yabancı efendiler görmesin diye bunların herkesin uyuduğu bir zamanda kente girmelerine izin veriliyormuş. Atatürk'ün çevresini saran kişilerin modernlik anlayışı böyleydi! (s.88)

Ta baştaki eğilim, Halkevleri, Türk ulusunun çoğunluğu olan köylü halkın değil, aydınlar ile şehirli halkın işine yarayan yerler olarak kalmıştır sonuna kadar. Bir yanı ile politikaya girecek ve onda yükselecek kişilerin ilk seki taşı, öte yanda tiyatro görmek, konser dinlemek isteyen aydın kent halkının bilet almaya geldiği bir yerdi Halkevi. (s.89)