LAİKLİK NEDİR? NE DEĞİLDİR?

Laiklik, ne demokrasinin, ne de insan haklarının ön şartıdır. Nitekim günümüzde laik olmadığı halde, İngiltere, İsveç gibi ikisinin de mükemmel işlediği devletler vardır.
11 Ekim 2021 Pazartesi
11.10.2021

Laiklik, ne demokrasinin, ne de insan haklarının ön şartıdır. Nitekim günümüzde laik olmadığı halde, İngiltere, İsveç gibi ikisinin de mükemmel işlediği devletler vardır.

Laikliğin serüveni

Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğu sırada bir İslâm devleti olmak iddiasındaydı. 20 Nisan 1924 tarihinde kabul edilen Teşkilat-ı Esasiye Kanunu adlı cumhuriyet anayasasında, “Devletin dini, din-i İslâmdır” maddesi vardır.

İsmet İnönü hatıralarında der ki: “Hareketlerimizin, yaptığımız reformların İslâm dinine aykırı olmadığı intibaını vermek için 1924 anayasasında bu hüküm muhafaza edilmiştir.” (II/190)

Nitekim bu maddeye rağmen, halifelik ve şer’î hükümlerin tatbikiyle vazifeli Şer’iye ve Evkaf Vekâleti kaldırılmış; laikliğe aykırı olarak sünni Müslümanların dini işlerini devlet eliyle manipüle etmekle vazifeli Diyanet İşleri Reisliği kurulmuştur. 1924’te medrese ve 1925’te tekkeler kapatılmış; 1926’da İsviçre medeni kanunu kabul edilerek, İslâm hukukunun tatbikine son verilmiştir.

Nihayet bu madde, 10 Nisan 1928’deki değişiklikle kaldırıldı; 1937’de CHP’nin 6 okuyla beraber laiklik prensibi açıkça anayasaya girdi.

Ruhban ve Laikler

Hıristiyanlıkta dinî işleri yürüten, aralarında hiyerarşi ve nizam bulunan bir ruhban sınıfı vardır. Ortaçağ Avrupa’sında halk ruhban (clericus) ve laikler (laicus) olarak ikiye ayrılıyordu. Laik; din dışı, yani ruhban sınıfından olmayan kişi demektir.

Ortaçağ’da ruhban sınıfının halk ve idareciler üzerinde büyük nüfuzu vardı. İşte laiklik cereyanı buna karşı doğup büyüdü. Dinin, devletler üzerindeki nüfuzu zamanla zayıfladı. Ancak büsbütün yok olmadı. Çünki halk hâlâ Hıristiyan idi. Laiklik, hukukî değil; kökleri Avrupa tarihinde bulunan, felsefî, sosyal ve politik bir mefhumdur.

Fransa’dan yayılan laikliğe mukabil, Anglo-Sakson âleminde sekülarizm telakkisi vardır. İnsan (ve hükümet) fiillerinin dinî ve sekülar olmak üzere iki ciheti vardır. Sekülar (dünyevi) cihet, dindeki mübahları, yani dinin yapılıp yapılmamasında kati hüküm getirmeyip, (çay içmek gibi) kula serbesti tanıdığı sahaları ifade eder.

Osmanlılarda ruhban sınıfı yoktur. Din adamlarını, aynı zamanda ilmiye sınıfı diye bilinen, kadılar (hâkimler), müftüler (hukuk müşavirleri) ve müderrisler (akademisyenler) teşkil eder. Padişah, ruhani değil; dünyevi iktidar sahibidir. Osmanlı Devleti; Papalık, Tibet, İran gibi bir teokrasi değildir. İslâm dinine dayanan bir hukuk sistemine sahiptir. Ancak Müslüman olmayanlar, isterse, kendi dinlerinin hukukuna tâbidir. Kendi mahkemeleri ve hâkimleri vardır.

Bütün dinlere hürriyet

İslâm-Osmanlı hukukunun, Müslüman olsun olmasın, fertlere tanıdığı geniş hak ve hürriyetler vardır. Üstelik şer’î hukuk, Müslümanlara, gayrımüslimlerin hâkim olduğu sistemlerde de sulh ve emniyet içinde, diğer din ve millet mensuplarıyla (“öteki” ile) beraberce yaşama imkânı getirir.

Din ve vicdan hürriyeti, padişah tarafından lütfedilmiş değildir. Ecnebilerin baskısıyla kabul edilmiş, hiç değildir. Hukukun bizzat kendisi tarafından teminat altına alınmıştır. Yani bir iç hukuk tanzimidir. Hiç kimse, dinini yaşama, öğrenme, öğretme ve ibadet etme hürriyetinden mahrum kılınamaz. Bunu padişah bile yapamaz.

1876 tarihli ilk modern Osmanlı anayasası Kanun-i Esasi’nin 11. Maddesi şöyledir: “Devlet-i Osmaniye’nin dini, din-i İslâmdır. Bu esası vikâye ile beraber asayiş-i halkı ve âdâb-ı umûmîyeyi ihlâl etmemek şartile Memâlik-i Osmaniye’de ma’rûf olan bilcümle edyânın serbesti-i icrâsı ve cemaat-ı muhtelifeye verilmiş olan imtiyâzât-ı mezhebiyyenin kemâkân cereyanı devletin taht-ı himâyetindedir.”

Cemiyet baskısı

Osmanlı padişahı, şer’î hukuku keyfine göre değiştiremez. Ancak bu hukuka aykırı olmamak kaydıyla kanunlar yapabilir. Bunu ulema kontrol eder. Gerçi fetvanın müeyyidesi yoktur. Ancak dine göre peygamber vekili mevkiindeki halife, halkın gözüne baka baka mevcut hukuk kurallarına aykırı davranmayı göze alamaz. Aksi takdirde meşruluğunu kaybedebilir. Bu bir mahalle değil, cemiyet baskısıdır!

Alman müsteşrik Joseph Schacht, devletin fiilî tatbikatını şer’î hukukun hükümlerine uygun tutma gayretinin en dikkate değer ve başarılı numunesinin Osmanlı İmparatorluğu’nda ortaya konduğunu söyler. Tatbikattaki sapmaların, bir başka deyişle istisnaların kâideyi bozmayacağı tabiîdir. Siyasî pragmatizm başka şeydir, laiklik başka şeydir.

Laikliğin tarifi

Laiklik, ilahî iradenin yerine, beşerî iradeyi koymak demektir. Kanunlarının dinî hükümlerden kaynaklanmadığı, devletin bütün dinlere eşit uzaklıkta durarak kimsenin dinine karışmadığı bir sistemdir. Laiklik, dine ve dini hukuka değil, ruhbanın siyasi otoritesine bir reaksiyon olarak doğmuştur.

Halbuki İslâm Hukuku’nda hükûmetler ve hukuk sistemi, meşruluğunu dinî esaslardan alır. Çünki İslâm dini, insanların inanç ve ibâdetlerinden başka, evlenme, boşanma, miras, ehliyet, mülkiyet, alış-veriş gibi dünyevî hayatlarını da tanzim eder. Bu işleri dine uygun yapmak, aynı zamanda dinî bir vecibedir. Buna imkân tanımamak, dinî vecibelerin ifasına engel teşkil eder.

Din ve vicdan hürriyeti, laiklikten ayrıdır. Dinsiz bir kimse dine inanmaya veya bir din mensubu, başka bir dinin emir ve yasaklarını tatbik etmeye (mesela başı açık bir kadın başını örtmeye veya başı örtülü bir kadın başını açmaya) mecbur edilirse, işte bu, laikliğe aykırıdır.

Demokraside azınlık hakları korunur. Laik olmayan devletler bile buna riayet edebilir. Dinlerin hukuki hükümlerini yok saymak, laiklik adına tatbikini engellemek, din ve vicdan hürriyetine aykırı olduğu gibi, aslında laikliğin de ihlâli manasına gelir.

Kardeşlerle evlilik, dinen yasak olduğu gibi, kanunen de yasaktır. İsrail’de, şeriata dayalı Mecelle kısmen tatbik edilir. Fransız medenî kanunu Code Civile’de İslâm hukukundan alınma hayli hüküm bulunmaktadır. Bunlar laikliğin ihlâli midir? Elbette ki hayır! Çünki bu hükümlerin kabulü mecburi değil, ihtiyaridir.

Laiklik ve demokrasi

Şu halde: 1-Devlet tasarruflarının mutlaka din kaidelerine uygun olması kabul edilmişse; 2-Halk, dinî prensiplere uymaya zorlanıyorsa; 3-Devlet, herhangi bir dini kontrol altında tutup tanzim etmekteyse, laikliğin ihlâlinden söz edilebilir.

Laiklik, ne demokrasinin, ne de insan haklarının ön şartıdır. Nitekim günümüzde laik olmadığı halde, İngiltere, Danimarka, İsveç gibi demokrasi ve insan haklarının mükemmel işlediği devletler vardır.

İngiltere kraliçesi, Anglikan kilisesinin başıdır. Burada 26 piskopos, parlamento azasıdır. Protokolde en önde gelir. İsveç’te hükümet, Protestan kilisesine yardım eder. Dünyanın en itibarlı parasında “Allah’a güveniriz” yazar; ABD başkanı İncil’e yemin ederek vazifeye başlar.

Buna mukabil, Kuzey Kore, Sovyetler Birliği, Myammar gibi, Afrika ve Asya’da insan hakları ihlâl şampiyonu çok sayıda amansız diktatörlükler, laikliğe sıkı sıkıya bağlıdır.

1905’den bugüne

Papazların eteklerini savura savura sokaklarda gezebildiği Fransa’da, kilisenin mühim bir nüfuzu vardır. Katolik mekteplerinde binlerce talebe okur. Hıristiyanlar kilisede evlenip boşanabilir. Bugün, Fransa’nın, kendi ülkesindeki laikliği sorgulaması ve esnetmeye çalışması boşuna değildir. Siyasiler, laikliğin kabul edildiği 1905 Fransa’sı ile bugünün Fransa’sının aynı olmadığı fikrindedir.

Bir yerde dinî hukuk kaideleri, halkın ekseriyetinin arzusuyla kabul edildiğinde, bu ülkede laiklikten söz edilemez, ama demokrasi vardır. Bilakis, halkın arzusu hilafına, bir diktatörün emriyle din dışı kaideler kabul edildiğinde, o ülkede laiklik vardır, ama demokrasi yoktur. Yani beşerî irade ile ilahî irade örtüştüğü zaman ne olacaktır? Bu hâlde laiklik var mıdır, yok mudur?

Modern devlet ve cemiyet telakkisinde demokrasi ve insan hakları, üniversel bir prensip olarak kabul edilmektedir; ama laiklik değil. Laikliği, demokrasinin ön şartı olarak görmek, tıpkı cumhuriyet ile demokrasiyi aynı zannetmek gibi, yaygın bir hatadır.

Devlet kontrolü

Osmanlılarda devletin dini kontrol altında tutmasının izahı kolaydır. Çünki bir din devleti idi. Vazifeleri arasında dini yaymak, dini ve inananları yıkıcı cereyanlardan korumak vardı. Ama ne imamlar devletten maaş alır; ne verilecek fetva ve hutbeleri devlet tayin eder; ne de mabetlere ait vakıf gelirlerine devlet el koyabilir. Şeyhülislâmlık icraî değil, istişarî bir makamdır. Şeyhülislâm, Divan-ı Hümâyun azası bile değildir. Sultan II. Mahmud devrinde kabineye alınması, merkezî idarenin otoritesini arttırmak içindir.

Laik bir devlet, dini niçin kontrol altında tutar? Niçin din adamlarını devlet memuru sayar? Neden dinî âyinlerin icrasını, vaazları, hutbeleri, din tedrisatını kendince tanzim eder?

Bir takım hususi sebepler ileri sürülse bile, bunu anlamak doğrusu çok zordur. Dinin dünya hayatındaki rolünün fevkalade azaldığı bir zamanda, hâlâ teokratik düzene dönme endişesi, paranoyadan başka bir şey değildir. Şurası bir gerçektir ki, Türkiye 100 sene evvel şer’î hukuktan vazgeçme hususunda mühim bir tercih yapmıştır. Bu tercihten geri dönüş herkes istese bile kolay değildir. Çünki İslâmiyet, ciddî altyapı isteyen bir hukuk sistemine sahiptir. Bu altyapı bugün dünyanın hiçbir yerinde mevcut değildir.

Çok hukukluluk

Diğer dinlere eşit mesafede duran Osmanlı sistemi, Osmanlı Devleti’nden ayrılan Balkan ülkelerinde tesirini devam ettirmiştir. Bu ülkelerde Müslüman halk, Osmanlı an’anesine uygun olarak kendi hukuklarına tâbi olmuştur. Adalet işlerini müftüler çözmüştür. Devlet karışmamıştır. Bu sistem, komünist istilasına kadar devam etmiştir.

Bugün bile Yunanistan’da Hıristiyanlar kilisede, Müslümanlar müftü huzurunda, bir dine mensup olmayanlar ise belediyede evlenebilir. İngiltere, Kanada, Hindistan, Tayland, İsrail, Lübnan gibi ülkelerde Müslümanlara kendi dini hukukları tatbik olunur. Eski Osmanlı topraklarında kurulan ve Müslümanların ekseriyette olduğu Mısır, Suriye, Ürdün, Irak gibi ülkelerde Osmanlı teamülüne uygun olarak, Müslümanlar da, gayrımüslimler de kendi dinlerine ait hukuk kaidelerini tatbik edebilir.

Her din mensubuna, kendi hukukunu tatbik etme imkânını vermek (çok hukukluluk), laikliğe aykırı olmak şöyle dursun, laikliğin, demokrasinin ve insan haklarının icabıdır.