İSTANBUL’U KİM YAĞMA ETTİRDİ?

İstanbul’un fethi esnasında askere yağma izni verildiği ve şehrin 3 gün yağma edildiği söylenir.
9 Ağustos 2021 Pazartesi
9.08.2021

 

Harb iyi bir şey değil elbette. Sebe Melikesi Belkıs’ın “Hükümdarlar bir beldeyi fethedince, orayı darmadağın eder; başlar ayak olur” diyerek harbsiz teslim olma kararı verdiği Kur’an-ı kerimde anlatılır. İslâm-Osmanlı hukukunda harbin sebebi, ganimet almak, toprak fethetmek veya şan kazanmak değildir. Yalnızca düşman tecavüzünü engellemektir.

Bu sebeple harb ilan etmeden düşmana saldırmak caiz değildir. Müslümanlığı veya dininde kalarak müslüman hâkimiyetini kabul etmesi kendisine arz olunur. Bu ikisinden biri kabul edilirse, harbe hacet kalmaz. Gerek halkın, gerekse gayrı menkullerin ve mabedlerin statüsü, aradaki emannameye (sulh anlaşmasına) göre tayin edilir.

Arabistan’ın Mekke ve Taif haricinde tamamı Cenab-ı Peygamber zamanında sulh yolu ile fethedilmiştir. Kudüs ve Suriye’nin yarısının fethi de, Hazret-i Ömer zamanında böyle olmuştur. Osmanlılarda buna vire ile fetih denir. Umumiyetle kale muhasaralarında, müzakere için içerden biri dışarı çıkar veya dışardan biri içeri girer. İki taraf anlaşınca, kale teslim edilir. Yanya, Belgrad, Gyula, Eğri, Kanije, Van, Tebriz, Revan, Hanya, Limni, Uyvar’ın fethi gibi.

Beşte birin beşte biri

Düşman kendisine yapılan teklifleri kabul etmezse, harb kaçınılmazdır. Müslümanlar galip gelirse, düşmanın menkul ve gayrı menkul malları ile düşmandan alınan esirlerin hukuki statüsü ne olur?

Harb Müslümanların lehine bitince, düşmanlara ait menkul ve gayrı menkul mallar ile hayatta kalan veya değiş-tokuş edilmeyen harb esirleri ganimet sayılır. Bunlar hakkında yapılacak muamele Kur’an-ı kerîmde zikredilmiştir. Ganimetin beşte biri Hazret-i Peygamber’e, Peygamber’in akrabalarına, fakirlere, yetimlere ve parasız yolculara aittir. Vefatından sonra Hazret-i Peygamber ve akrabalarının hissesi hakkında Sahabe arasında ihtilaf olunmuştur.

Bu hisse, devlet reisliği sebebiyle verilmektedir. Dolayısıyla hayatıyla kâimdir (Hanefîler) veya zamanın hükümdarına verilir (Şâfiîler) diyenler olmuştur. Osmanlılarda Şâfiî kavli tatbik olunarak padişaha ganimetin 1/25’i verilirdi. Hazret-i Peygamber’in akrabasının hissesi, Hanefî mezhebine göre, bunlardan fakir olanlara verilmeye devam eder.

Yağma!

Ganimetin geri kalan 4/5’i harbe fiilen veya casusluk gibi yollarla katılan mücahidlere dağıtılır. Atlı askerlere, atını kendisi getirdiği için 2 hisse verilir. Bu taksim yapılırken, şehidin hissesi vârislerine verilir. Taksim edilmeden, ganimet malı askerin mülkü olmaz.

Muharebede yardımcı olan, meselâ hastabakıcılık yapan köle, kadın ve çocuklar ile yol gösteren gayrı müslimlere, ganimetten hisse değil; ama taksim edilmeden evvel bir mikdar mal (razh) verilir. Ganimet arasındaki menkuller ve esirler İslâm ülkesine nakledilir. İmkân yoksa ordugâhta da taksim mümkündür. Hükümdar, ganimetten hissesini alırken, dilediğini seçebilir (safiyy). Mesela Resulullah, Bedr’de Zülfikar denen kılıcı seçmişti.

Harb esnasında, askeri teşvik için kumandan tenfil yapabilir. Yani yağma izni verebilir. Nitekim Cenab-ı Peygamber “Müminleri harbe teşvik et!” mealindeki âyet-i kerime mucibince (Enfal: 65) (mesela Huneyn’de) bunu yapmıştır. Teşvik bazen sözle, bazen mal ile olur. “Yağma eden bizden değildir” hadîs-i şerifi, harb haricine veya kumandanın izni olmaması hâline dairdir.

Bu takdirde her asker, düşmanın eline geçen menkul mallarına mâlik olur. Gayrı menkuller yağmaya girmediği gibi, şahıslara, hele kadınlara tecavüz asla caiz değildir. Sultan II. Mehmed, İstanbul’un fethi gecikince, askere 3 gün şehri yağma vaadinde bulunmuştu. Buna mukabil Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın Viyana’yı alamamasının sebeplerinden biri, askere yağma izni vermemesiydi. Ama bunun haricinde yağmaya müsaade yoktur. Nitekim Yavuz Sultan Selim İran seferi dönüşü, yolda bazı askerin etrafı yağmalaması üzerine Veziriazam Hersekzade Ahmed ve Vezir Dukakinzade Ahmed Paşa’yı azletmişti. Kanuni Sultan Süleyman’ın Rumeli seferlerinde yağma yaptığı sabit olan asker sert bir şekilde cezalandırılmıştır..

Sultan Mehmed'in İstanbula Girişi - Stanislaw von Chlebowski
Sultan Mehmed'in İstanbula Girişi - Stanislaw von Chlebowski

Toprak üzerine basanındır

Hadis-i şerifin hükmüne göre, her asker, öldürdüğü düşman askerinin üzerindeki silah ve eşyanın (seleb) mâliki olur. Bu, dünyanın her yerinde umumi bir harb hukuku kaidesidir. Zaten şer’î hukukun harbe dair kaideleri, beynelmilel harb kaidelerinden çok da farklı değildir. Bilakis pek çok hususta daha ileri ve insanidir. Düşmanın esir alıp köleleştirdiği, hatta öldürdüğü bir devirde, Müslümanlardan esirleri köle yapmamasını beklemek abestir. Bu işte mütakabiliyet (karşılıklılık) esastır. Nitekim Osmanlılar, XIX. asırda Avrupalıların köleliği yasaklaması üzerine esirleri köleleştirmekten vazgeçmiştir.

Düşmandan elde edilen gayrı menkuller üzerinde hükümdarın seçme hakkı mevcuttur. Bunların 1/5 devlet hissesi olarak ayrıldıktan sonra 4/5 gazilere dağıtılabileceği gibi; yerli halkın elinde bırakılıp, bunlardan haraç alınır. Yahud da gayrı menkullerin tamamının mülkiyeti (rakabesini) devlete ait tutulup, müslüman veya gayrı müslim halka kiraya verilebilir.

Her üçü de Hazret-i Peygamber ve sahabenin tatbikatına dayanır. Hazret-i Ömer’in Irak Sevadı arazisini ganimet olarak dağıtmayıp, Resulullah’ın Hayber arazisinin bir kısmında yaptığı gibi beytülmale ait tutarak halka kiraya vermesi, sonraki bütün müslüman devletlerde, ezcümle Osmanlılarda düstur alınmıştır. Miri arazinin statüsü buna dayanır.

Ya esirler?

Düşmandan alınan esirler üzerinde yapılacak muameleye dair hükümdarın opsiyon hakkı vardır. Maslahat ve mütekabiliyeti, yani ammenin menfaatini ve düşmanın hareket tarzını nazara alır. İsterse eli silâh tutan erkekleri öldürebilir. (Çok nadir olmuştur.) İsterse esirleri, Müslüman esirlerle mübadele yapabilir veya İmam Muhammed’e göre ihtiyaç varsa fidye karşılığı serbest bırakabilir. İsterse köle yapıp ganimetlere dâhil edebilir. Böylece esirlerin 1/5’i devlete, 4/5’i de gazilere ait olur. İsterse esirlere eman verip zimmî (vatandaş) statüsü tanıyabilir.

İslâm tarihinde ekseriyetle üç ve dördüncü usul tercih edilmiştir. Zira bu, hem insanidir; hem de iktisadi, sosyal ve siyasi avantajlar hâsıl eder. Hükümetin maksadı meydanı ölüler tarlasına çevirmek değildir. Şehir ve köylerde insanların vatandaş olarak normal hayatını yaşamaya devam edip, vergisini vermesidir veya esirlerin köle olarak müslüman memleketinde istihsale katkıda bulunmasıdır. Her ikisi de, İslâmiyetin yayılması idealine elverişli bir vasat hâsıl eder.

Halk, eğer harbden evvel teslim olmuşsa, ilk üç muameleden ayrı tutulur ve vatandaş olur. Harbde esir alınmadan evvel Müslümanlığa girmişse, kölelikten kurtulur. Ama esir alındıktan sonra Müslüman olursa, öldürülmekten veya fidye karşılığı iade edilmekten kurtulur; ama köle yapılmaktan kurtulamaz.

Esir edilmiş Alman askerleri
Esir edilmiş Alman askerleri

Esir de insan!

Esirler, haklarında tatbik edilecek usul belli oluncaya kadar, insanî muamele görme hakkına sahiptir. Eziyet ve işkence yasaktır. Hazret-i Peygamber, bir muharebede esirlerin güneş altında bekletildiğini görünce bunu şiddetle men ederek hepsinin gölgeye alınmasını emir buyurmuştu. Esirler arasında meselâ anne ile çocuğu veya eşleri birbirinden ayırmak câiz değildir.

Harbden evvel İslâm devletinin vatandaşı olarak yaşamayı kabul etmişlerse, kendilerine eman verilerek zimmet anlaşması yapılır. Bu anlaşma, gayrı müslimlerin canı, malı, ırzı ve sair hak ve hürriyetlerinin muhafazasının Müslümanların zimmetinde olduğunu ifade eder.

Kadın veya erkek bir Müslümanın, hatta Müslüman bir kölenin vermiş olduğu eman bütün Müslümanlar cihetiyle muteber ve bağlayıcıdır. Bu emanın verildiği kimse, artık vatandaştır; Müslümanlarla hukuken aynı statüdedir. Eman anlaşmasına aykırı hareket edilmedikçe, bu eman tek taraflı olarak geri alınamaz.

Sulh zamanında, her hangi bir sebeple dârülislâma girmek isteyen gayrı müslime de eman verilebilir. Bu kişi müstemen olur ve zimmî ile aynı statüdedir. İşi bitinceye kadar kalıp, sonra memleketine döner. Kalmak isterse, gayrı menkul satın alırsa, zimmî ile evlenirse ve hükümet de izin verirse, zimmî hâline gelebilir.

Sultan Fatih şehri imar etmek istediği için sivil halkın mülklerini elinde bıraktı; kendilerini de köle etmeyip vatandaş yaptı.

Polonya'da esirlerin kurşuna dizilmesi
Polonya'da esirlerin kurşuna dizilmesi

Pençik kanunu

Osmanlılarda ganimetin beşte birinin hazineye alınmasına dair Pençik Kanunu, 1362'de ulemadan Karamanlı Kara Rüstem ile kazasker Çandarlı Kara Halil Paşa tarafından tanzim olunmuştur. Buna dair ilk tanzimin, Kara Timurtaş Paşa, Lala Şahin Paşa veya Bektaş Paşa'ya ait olduğu da söylenir. İlk yıllarda elde edilen ganimetin beşte biri Selçuklu sultanına yollanırdı.

Bu meblağ, nakdi veya ayni olarak tahsil edilir; ya esirlerin 1/5’i devletçe zaptedilir; ya da gazilere dağıtılanlardan esir başına 125 akçe üzerinden 25’er akçe alınır. Pençik (pencu yek) Farsça “beşte bir” demektir. Bu vesileyle esir edilen ve devlet hizmetinde yetiştirilen çocuklara da pençik oğlanı denilmiştir.

Kara Rüstem, bilinen ilk pençik tahsildarıdır. Bu usul devletin sonuna kadar devam etmiştir. Sultan Kanuni devrinde savaş ve ganimetlerin çokluğu sebebiyle taksim yapılamamış; padişahca umumi tenfilde bulunulup, herkes elde ettiğinin maliki sayılmıştır.

Haçlıların Konstantipolis'e Girişi - Eugene Delacroix 1840
Haçlıların Konstantipolis'e Girişi - Eugene Delacroix 1840

“Şehirler Kraliçesi”

Harb taktiği olan yağma ile bugün zihinlerdeki yağmayı karıştırmamalıdır. 1204’teki IV. Haçlı seferinde Latinler İstanbul’u işgal ettiği zaman yapılan yağmanın benzerini dünya görmemişti. Garplı yazarlar bile bu vahşetten dehşete düşmüştü. Sadece sivillerin elindeki mallar değil; kiliseler, manastırlar, saraylar ve kütüphaneler yağma edildiği gibi; Latinler, taşıyamayacakları eşyayı tahrip ettiler. Yolda diz çöküp merhamet dilenen zavallıları atlar altında ezdiler. Manastırdaki rahibelerin bile ırzına geçtiler. 900 yaşındaki “Şehirler Kraliçesi” 3 gün içinde viraneye döndü ve Türklerin fethine kadar da belini doğrultamadı. İslâm hukuku bunu men eder. Dünyanın bilinen en eski harb hukuku kitabını VII. asırda İmam Muhammed Şeybani yazmıştır. Siyer-i Kebir isimli bu eseri Sultan II. Mahmud tercüme ettirip, askerlerin okumasını emretmişti.