AŞAR VERGİSİ VE KÖY AĞALIĞININ DOĞUŞU

1925’te aşar kaldırılarak, ülke toprakları bedelsiz olarak halka dağıtıldı. İnkılap tarihi kitaplarına girmiş olan, “Köylünün belini büken aşar kaldırıldı, köylünün yüzü güldü” sloganının iç yüzü…
18 Ocak 2021 Pazartesi
18.01.2021

 

Osmanlı ülkesindeki ziraat arazisi, şer’î hukuk icabı devlete aitti. Buna mîrî (beylik) arazi denir. Köylüler, bunun üzerinde nesiller boyu kiracıydı. Toprağın sahibi olan hükümete, aşar adıyla, mahsulün onda biri nispetinde kira öderdi. Şehir, kasaba ve köylerdeki evler, bahçeler, ahır ve samanlıklar ise böyle değildi, şahsî mülktü.

Gitti aynî, geldi nakdî

İttihatçıların siyasi programında aşarın arazi vergisine dönüştürülmesi vardı; ama fiiliyata geçiremediler. Cumhuriyetten sonra 25 Şubat 1925 tarihli ve 552 sayılı Aşarın İlgası, Yerine İkame Edilecek Mahsulat-ı Arziye Vergisi Hakkındaki Kanun ile adından da anlaşılacağı üzere aşar kaldırıldı. Devlet arazisi, mutasarrıflarına bedelsiz olarak temlik edildi. Yani devlete ait toprağı elinde tutanlar, o toprağın maliki sayıldı. Böylece mîrî arazi, şahsî mülke dönüşmüş oldu.

Kanunla aşar kaldırıldı ama, yerine 2 yeni vergi, mahsulat-ı arziye vergisi ve nakdî (para olarak) alınan maktu emlâk vergisi getirildi. Başka yere sevk edilecek mahsulattan % 10; ayrıca arazinin kıymetinin % 5’i arazi vergisi olarak alınacaktı. Yani değişen bir şey yoktu.

Kaybı telafi için, ağnam (hayvan) vergisinin de nisbeti arttırılmış; üstelik nakdî alınmaya başlanmıştır. Öyle ki verginin bütçe gelirleri arasındaki nisbeti % 7’ye ulaşmıştır. 1943 senesinde harb vesilesiyle Toprak Mahsulleri Vergisi Kanunu çıkarılmış; böylece bir manada aşar geri getirilmiştir.

Aşar niye kaldırıldı?

Hükümet, o zaman bütçe gelirlerinin % 22’sini teşkil eden aşarı neden kaldırdı? Aşarın ilgası, cumhuriyet idaresinin baştaki sosyo-ekonomik telakkisini izah eden başlı başına bir hâdisedir. O zaman köylüler, şehirlilere göre daha çok vergi veriyor; bu, adaletsizlik olarak görülüyordu. Ama bunun esas sebebi, nüfusun kahir ekseriyetinin köylü olmasıydı.

Bazılarına göre hükümet, harbden en çok zararı gören köylüyü destekleyip, istihsali (üretimi) arttırmayı hedefliyordu. Ama aynî yerine, nakdî vergi almak bu hedefe ters düşüyordu. Şu halde hakiki sebep, ne köylüyü himaye, ne de istihsali arttırmaktır.

Eski sistem, toprakların boş bırakılmamasını ve yeni teknoloji altında faal şekilde işlenmesini temin ediyordu. Çünkü zarar etmek istemeyen mültezimlerin (aşar tahsildarlarının) baskısı, fiilî istihsalin potansiyel istihsale ulaşmasını temin edecek bir mekanizma idi. Bu manada aşar, potansiyel randıman üzerinden alınan bir vergi olarak kabul edilir.

Mukaddes ittifak

I.Cihan Harbi’nin arkasından yaşanan ekonomik buhran esasında, hükümete yakın harb zengini bir grup, köylünün elindeki toprağı ucuz yollu toplamış; böylece ellerinde uçsuz bucaksız köyler tutan ikinci kuşak köy ağaları doğmuştur. İzmir İktisat Kongresi’ndeki delegelerin ekseriyetini bunlar temsil ediyordu.

İsmail Cem’in tabiriyle, Türk-Yunan Harbi’nden sonra Türkiye'de kurulan mukaddes ittifakın halkalarını teşkil eden imtiyazlı üç sınıf sırasıyla: 1) İstanbul tüccarı, Anadolu eşrafı ve toprak ağaları; 2) Harbe katılan subaylardan sonraları “memleketi kalkındırmaya” merak saranlar; 3) Milletvekilleri ve bürokrasinin üst kademeleredir. (Türkiye'de Geri Kalmışlığın Tarihi, 3 b. İstanbul 1973, s. 299).

Yalçın Küçük’e göre işçi sınıfının muhalefeti karşısında ve Şark’ta Kürtlerin kıpırdandığı bir zamanda, ticaret ve sanayi burjuvazisinin toprak ağalarına verdiği bir tavizdir. Eğer böyle olsaydı, toprak ağalarının bu vergiye de karşı çıkmaları beklenirdi. Çünki zaten ellerindeki topağın çoğunu işleyebilir vaziyette değildiler. Bu sebeple aşarın kaldırılmasında tesirleri olmuştur; tam esas âmil bu değildir.

Servet düşmanlığı

Bazı iktisatçılar, aşarın ilgasına, hiçbir ekonomik ve mantıkî sebep gösterilemeyeceğini; böylece vergi sisteminin hastalıklı bir manzaraya dönüştüğünü; böylelikle, kaynak hâsıl etme ve arazi mülkiyet dağılımına tesir gibi iki mühim fonksiyonun işlerliğine yardımcı olacak bir fırsatın kaçırıldığını söyler. Nitekim Çin, Tayvan, Güney Kore, Tayland gibi ülkelerde aşar benzeri vergiler vardır. (Mehmet Palamut, Aşar ve Düşündürdükleri)

Aşarın kaldırılmasındaki esas maksat, daha randımanlı vergi toplamak ve servetin kontrol edilemeyecek kişilerde toplanmasının önüne geçmektir. Tek Parti iktidarının en mühim hususiyetlerinden birisi de hususi servete olan düşmanlıktır. (Yılmaz Öztuna)

Aşar gelirinin baştan tam belli olmaması maliye vekâletinin işine gelmiyordu. O, arazinin beş dereceye taksim edilerek belli bir vergi toplanması taraftarıydı. Bazısı ise maktu arazi vergisini müdafaa ediyordu.

Aşarın kaldırılmasının ardında tarihi, iktisadi, siyasi ve ideolojik çok sayıda sebep sayılabilir; ama en mühimi ideolojik sebeplerdir. Kimi iktisatçılara göre Osmanlı toprak düzeninden ve onun manevi değerlerinden kaynaklanan bir vergi olan aşarın ıslah yerine ilga edilmesi, yalnızca Batılılaşma ideolojisi (taklit) çerçevesinde izah olunabilir.

1920-1923 arası 26 defa mevzu edilmesine rağmen, Şeyh Said Kıyamı esnasında meclise getirip, müstaceliyetle (ivedilikle) müzakere edilmesi, yani üzerinde hiç müzakere yapılmadan kabul edilivermesi, dikkat çekicidir. Hükümet, mültezimler vasıtasıyla din adamı ve aşiret reislerine para aktarılmasını önlemek istemektedir.

Al para ver para

Aşarın ilgasından doğan gelir kaybı, dolaylı vergilerle şeker ve gazyağından alınan vergileri arttırarak karşılanmaya çalışıldı. Bizzat Maliye Bakanlığı’nın neşrettiği Tanzimattan Günümüze Türkiye’de Vergileme Zihniyetinin Gelişimi adlı kitapta der ki:

Aşar Vergisinin mali kaybının telafisi için getirilen mahsulatı arziye vergisinin aşardan pek farkı yoktur. Burada günümüzde de pek değişmemiş olan olumsuz bir zihniyetin ipuçları görülmektedir. O da belli bir kesimin üzerindeki vergi yükünü azaltıyorum diye bir verginin kaldırılması veya hafifletilmesi ama daha sonra aynı konunun başka nam ve adlar altında tekrar vergilendirilmesidir.”

Aşar, mahsulden onda bir nisbetinde aynî olarak, yani mahsulün kendisinden alınır. Mahsul azsa, aşar da azdır. Mahsul yoksa aşar da yoktur. Buna mukabil emlâk vergisi aynî değil nakdîdir; yani para olarak ödenir. Mahsul olmasa da, köylü ödemek mecburiyetindedir. Hayvanlardan alınan aynî ağnam vergisi de, nakdîye çevrilmiştir ki, parası olmayan köylü, hayvanını saklamaktan veya boğazlamaktan başka çare bulamamıştır.

Bu sebeple inkılap tarihi kitaplarına bile girmiş olan, “köylünün belini büken aşar kaldırıldı, köylünün yüzü güldü” sloganı hiç de hakikati aksettirmemektedir. Kanunun maksadı, köylünün yüzünü güldürmek değil; rejimi emniyet altına almaktı. XX. asrın ilk yıllarından beri, evvela harb, sürgün ve kıtlık gibi felâketler; ardından da tek parti baskısı sebebiyle Anadolu köylüsünün yüzü hiç gülmemiştir.

Niye Demokrat Parti?

552 sayılı kanunun bir başka manası vardır ki, bu da, devlete ait arazinin bedelsiz olarak halka devredilmesidir. Bu, hukukun umumi prensiplerine aykırıdır. Hükümet, amme malını kimseye bedelsiz olarak devredemez.

Bazılarının “Her şey padişahın mülkü” zannettiği Osmanlılarda bunun bir benzeri yoktur. Osmanlılarda, mîrî arazinin tasarruf hakkı, hazineden hakkı olan memur gibi kişilere maaş mukabili tahsis edilir; iş bitince geri alınırdı. Veya hazine sıkıntıya düştüğü zamanlarda, bedeli mukabilinde halka satılırdı. Ama bedelsiz kimseye verilmemişti.

Demokrat Parti iktidara gelince, yol ve hayvan vergisi kaldırıldı; küçük köylüye arazi vergisinde muafiyetler tanındı. Köylülerin umumiyetle Adnan Menderes’i tutmalarının başlıca sebebi budur.