Kan, Barut ve Gözyaşı - İKİ ASIRLIK KARGAŞA: LÜBNAN

Fransa, Lübnan’da Haçlı Seferleri’nden kalma bir hakkı olduğunu düşünür. Bu sebeple iki asırdır elini mıntıkadan hiç çekmez.
10 Ağustos 2020 Pazartesi
10.08.2020

Beyrut’taki muazzam infilak, Hiroşima’ya atılan atom bombasının yıldönümüne denk düştü. Yüzlerce kişinin öldüğü; hala enkaz altında binlerce kişinin bulunduğu Beyrut, harabe haline geldi.

Eskiden “Orta Şarkın Paris’i” diye anılan şehrin ilk talihsizliği değildir. Beyrut, hatta bütün Lübnan, tam iki asırdır kargaşa içindedir. Bunun sebebi, memleketteki etnik çeşitliliktir.

İki bey arasında

Antik Çağ’da Akdeniz’in en hareketli Fenike ticaret kolonileri Lübnan’da idi. Hazret-i Ömer zamanında Müslümanların eline geçti. Bir ara Haçlılar bölgeyi işgal ederek feodal beylikler kurdular. Osmanlılar, 1516 yılında Lübnan’ı Memlûklerden aldı.

Bundan sonra ahalisinin ekseriyeti gayrı müslim olan belde, Şam vilâyetine bağlı iki Dürzi emir ailesi vasıtasıyla idare edildi. Bunlara Osmanlı protokolünde sancakbeyi muamelesi yapılırdı. Deyrülkamer kasabası, sancağın merkezi idi. Bu iki aile Fransa desteği alabilmek adına Katolikliğe geçti ve 1606’da çıkardıkları isyan güçlükle bastırıldı.

Osmanlı Beyrut'u
Osmanlı Beyrut'u

Haçlı hakkı

Yıllar sonra Mısır valisi Mehmed Ali Paşa Lübnan’ı işgal etti. Bu arada ülkedeki Hıristiyanlar ayaklandı. 1840 yılında Osmanlı, İngiliz ve Avusturya kuvvetlerinden oluşan bir deniz filosu Mısır askerlerini çekilmeye mecbur etti.

Bu mıntıkada Haçlı muharebeleri devrinden kalma bir hakkı olduğunu düşünen Fransa, eski bir Hristiyan mezhebine mensup Marunileri, aşırı bir Şii mezhebine mensup esrarengiz Dürzilere ve Bâbıâli’ye karşı kışkırtmaktaydı, Dürzilerin kışkırtıcısı ise İngiltere idi. Bu şartlarda iki halk arasındaki gerginlik iç harbe dönüştü. Bâbıâli vaziyete el koydu.

Lübnan, 1842’de Sayda’daki Osmanlı valisine bağlı çifte kaymakamlığa ayrıldı. Marunilerin nüfuz mıntıkası kuzeyde Maruni; Dürzilerin kesif olarak bulunduğu güneyde ise Dürzi kaymakam vazife yapacaktı. Her kaymakamın maiyetinde diğer mezheplerden temsilciler vardı.

Bundan memnun kalmayan Fransa, 1860 yılında Dürzilerle Maruniler arasında çatışmaya sebep oldu. Hadiseler Şam'a da yayılarak bir Hıristiyan katliamı hâline geldi. Başta Şam valisi olmak üzere hadisede ihmali görülenler cezalandırıldı. Zarar gören halka tazminat ödendi. 1861 tarihli nizamname ile Lübnan’a idari, adli ve mali imtiyaz tanındı.

Sancak, İstanbul’un tayin edeceği Hıristiyan bir mutasarrıf tarafından idare olunacaktı. Her cemaati temsilen halkın seçtiği ikişer kişiden müteşekkil bir meclisi vardı. Cebel-i Lübnan Sancağı kurulunca, Dürzi emirlerin statüleri sona erdi; memleketlerinde mahalli şeyh olarak tanınmayı sürdürdüler.

Lübnan’da askerî birlik bulunmaz; halktan asker yazılmazdı. Sükûnet 1914 yılına kadar devam etti. Ekonomik, sosyal ve kültürel bir terakki görüldü. Avrupa ve Amerika ile münasebetler arttı. Hatta ilk defa buralara göç yaşandı.

Acı günler

Cihan Harbi esnasında Lübnan’ın nüfusu 400 bin kadardı. Ahalinin çoğunun silahlı ve Fransız taraftarı bulunduğundan şüphelenilir; Fransa’nın çıkarma yapması en muhtemel mıntıka olduğu düşünülürdü.

İttihatçıların bilhassa Arap mıntıkalarındaki Tetrîk (Türkleştirme) politikalarından rahatsız olan Hristiyan Araplar arasında Fransa’ya temayül arttı. Lübnanlıların ekserisi Osmanlı hilâfetine bağlı muhtar bir Lübnan isterken; pek azı da müstakil veya Mısır ile birleşik bir Arap devleti tasavvurunda idi. Bu devirde Lübnan, hem adem-i merkeziyetçiliğin, hem de Arap milliyetçiliğinin fikrî merkezi ve lideri oldu.

Cemal Paşa’nın 1915’te Suriye Vâlisi olur olmaz ilk siyasi ve mülki icraatı, Lübnan’a asker sokması ve sancağın imtiyazını kaldırmasıdır. Bunun üzerine müttefikler Lübnan’ı ablukaya aldı. Sancakta gıda sıkıntısı ve ardından büyük bir kıtlık baş gösterdi. Cemal Paşa, yerli halkı, Ermeniler gibi başka mıntıkalara tehcir etmek istediyse de, halk direndi. Nüfusun yarısı açlık ve hastalıktan öldü.

Bu arada Arap milliyetçiliği cereyanıyla alâkası olduğu düşünülenler, Cemal Paşa tarafından Lübnan’da Divan-ı Harb (sıkıyönetim mahkemesine) çıkarıldı. Mahkemenin beraat vermesine rağmen, Cemal Paşa’nın baskısıyla çoğu idam edildi. Bir yandan da Lübnan ve Suriye ileri gelenlerinden 3 bin aile Anadolu içlerine sürgün edildi. Lübnan halkı, Osmanlı idaresine soğumasına sebep olan bu acı günleri nefretle anar.

İşgal ve Manda

Suriye cephesinin çöküşü üzerine, Lübnan, 1918’de Fransızlarca işgal edildi. Lübnan ve Suriye’de Cemiyet-i Akvam (BM) kararıyla Fransa mandası kuruldu. Fransız manda idaresi zamanında üst seviyede makamlar hep Hıristiyan azınlığa verildi. Fransa, Marunileri açıkça himaye ediyordu. Bu, tabiatıyla Müslümanların hoşuna gitmedi. Ortodokslar da onların safında yer aldı.

II. Cihan Harbi esnasında ülkede gerginlik arttı. Halk ayaklandı. Fransa 1946 yılında askerlerini çekmek zorunda kaldı. Lübnan 1946’da istiklâlini elde ettiyse de, etnik bünyesi sebebiyle hiçbir zaman huzur ve sükûna kavuşamadı.

İstiklâl ve Kargaşa

1943 anayasası ile cumhurbaşkanı Maruni, başbakan Sünni, meclis başkanı Şii ve başbakan yardımcısı Ortodokslardan olacak; mezhepler mecliste de nüfuslarına göre temsil edilecekti. Korporatif federalizm denilen bu sistem, Belçika, İsviçre ve Kıbrıs’ta da vardır.

Zamanla başta Filistinlilerin ilticasıyla olmak üzere, Müslüman nüfus arttı. Ama nüfus sayımı yapılamadığından, temsil nispetleri aynı kaldı. Bu da halk arasında huzursuzluğu arttırdı. Nihayet 1975 yılında ülke Hristiyanlarla Müslümanlar arasında kanlı bir iç savaşa sürüklendi.

Binlerce kişi öldüğü iç savaş sebebiyle ekonomi çöktü. Suriye ve İsrail ülkeyi defalarca işgal etti. Arap Birliği'nin ön ayak olmasıyla 1989 tarihinde Taif’te sulh anlaşması imzalandı. İç harb bitti.

Ancak problemler çözülmediği için, huzursuzluk bitmedi. İran ve Suriye destekli Şiiler, Hizbullah yoluyla terör estirip nüfuz kurmak istediler. Bu sebeple İsrail ülkeyi defalarca bombaladı. Politikacılar, birer ikişer öldürüldü.

Beyrut, 1957
Beyrut, 1957

Politika bir aile işidir

Lübnan’da feodal bir yapı vardır. Edde, Sulh, Kerâmi, Canbulad, Cemâyel, Şamun, Selam, Avn, Esad ve Aslan gibi ülkenin tanınmış aileleri, idarede de söz sahibidir. Politika Lübnan'da bir aile işidir.

Lübnan’da en son 1932 yılında nüfus sayımı yapılmıştı. O zaman Hıristiyanların nispeti % 53 idi. Ülkedeki Hıristiyanlar Arapça konuşur. Arapça konuşan Dürziler ise Şia’nın aşırı bir fırkasıdır. Maruni ve Ermeniler aynı mezheptedir. Her mezhebin kendi partisi ve buna bağlı milis gücü vardır.

Şimdi 3,5 milyonluk nüfusun takriben %40’ı Hristiyan, %5,5’u Dürzi ve %54’ü Müslümandır. Ayrıca acıklı bir hayat yaşayan 300 bin Filistinli ve 2 milyon Suriyeli mülteci vardır. İdareyi elinde tutan Hristiyanlar, bu mültecileri, Sünni nüfusun ekseriyete ulaşmasından korktuğu için vatandaşlığa kabul etmemektedir.

Artık Sünnilerin gücü iyice azalmıştır. Son asırda en çok acı ve kıyımı da onlar çekmiştir. Şiilere, İran; Hristiyanlara, Fransa sahip çıkmaktadır. Sünniler, hamisizdir. Şiiler, bir yandan İsrail’i tahrik edip, öte yandan halkı İsrail tehdidiyle korkutarak hükmünü yürütmektedir.

Memleketin güneyine neredeyse tamamen hâkim olan Hizbullah vasıtasıyla İran’ın ciddi nüfuzu vardır. İran kıskacının bir kolu, Irak, Suriye, Lübnan ve Hamas vasıtasıyla Filistin’i kuşatıp Akdeniz’e çıkarken, diğeri Bahreyn ve Yemen (Husiler) yoluyla Hind okyanusuna inmiştir.

Macron’un son ataklarından da anlaşılacağı üzere Fransa’nın Lübnan’a ciddi alakası vardır. Amerika ise mıntıkada Fransa’nın (yani Almanya’nın) ve bunun görünmez müttefiki İran’ın gözle görülür nüfuzundan rahatsızdır.

Sedir Ağacı

Sahile paralel uzanan Lübnan dağları hep karlıdır. Memleketin ismi de buradan gelir. Leben, süt demektir. Mart ayında hava 27 derecedir. Bu sebeple sabah Şuf dağlarında kayak yapıp; öğleden sonra Biblos’ta denize girilebilir. Yemyeşil dağları süsleyen sedir ağaçları, Lübnan bayrağında sembolize olmuştur.

Beyrut’ta şimdi başbakanlık olan Osmanlı kışlası ile Memlûklerden kalma Ömer Câmii’nden başka ilk devir müçtehitlerinden İmam Evzai’nin türbesi vardır. Hayatını modernistlerle ve Vehhabilerle mücadeleye adamış büyük âlim Yusuf Nebhani Beyrut’ta medfundur. Beyrut’a yakın Ci’ta mağaraları, rengârenk sarkıt ve dikitleriyle göz alır.

Çok acılar yaşadığı için olsa gerek, Lübnanlılar hayatı sever. Lübnan mutfağı, dünyaca şöhretlidir. Şavurma (döner), humus (nohut ezmesi), felâfil (bakla köftesi), kübbe (içli köfte) ve fetuş (kuru ekmekli salata) meşhurdur.