AKDENİZ TÜRK GÖLÜ OLDU, AMA NE PAHASINA!

Ufuklara kadar açık deniz, Türklerin maceracı karakterlerini coşturmuştur. Akdeniz bir Türk gölü olmuştur. Ama ne pahasına?
24 Şubat 2020 Pazartesi
24.02.2020

Ufuklara kadar açık deniz, Türklerin maceracı karakterlerini coşturmuştur. Akdeniz bir Türk gölü olmuştur. Ama ne pahasına?

Akdeniz, her zaman dünya gündeminin ilk üç sırasında yer alıyor. Ortadoğu’da harareti yükselten ateşin fitili buradan geçiyor. Osmanlı tarih ve coğrafyasında hep ehemmiyetli bir yeri olmuştur. Bütün dünya milletleri için Akdeniz çok şey ifade etmiştir. Ortadoğu, eskiden de şimdi de dünyanın merkezidir. Akdeniz de buraya ulaşmanın yegâne yoludur. Ege, Tiren, Adriyatik gibi nice iç denizlere; Cebelitarık, Messina, Dardanel ve Bosfor gibi nice boğazlara; Kıbrıs, Girit, Sicilya, Malta gibi nice kocaman adalara sahiptir.

Akdeniz, sıradan bir deniz değildir. Eskiden Orta Deniz manasına Mediterraneum diye anılırdı. Ak, kara, gök (mavi) ve kırmızı, eski Türklerde aynı zamanda cihet ifade eder. Akdeniz de Batı Denizi demektir. Aynı zamanda “kara”, yukarı; “ak”, aşağı için kullanılır. Ama Arapların Bahrülebyad ve Farsların Bahr-i Sefid dediğine bakılırsa, buradaki ak, beyazı ifade ediyor gerektir. Nitekim Akdeniz, tuzluluğu fazla olan ve hep tepesindeki güneş sebebiyle açık renkli gözüken bir denizdir.


Mare Nostrum

Denizcilikte üstün olan herkes, Akdeniz’de hâkimiyet kurduğu ölçüde Ortadoğu’da söz sahibi olmaktadır. Mesela Lübnan’ın yerlileri Fenikeliler, bir Sami kavmi olmalarına rağmen antik çağda muazzam bir medeniyet kurdular. Bugün kullanılan alfabeler hep onlardan gelmedir.

Hafif gemilerle bilinen eski dünyada muazzam ticaret yaparlardı. Kartacalılar, Fenikelidir. Kadiz gibi Akdeniz sahillerinde küçük Fenike kolonileri ve limanları teşkil ettiler. Yetmedi, Cebelitarık’tan geçip İzlanda’ya kadar geçtiler. Ama fazla bir ticaret imkânı görmedikleri için geri döndüler. Fenikeliler fatih değil, tüccar idi.

Romalılar, Kartacalıları mağlup edince, Fenike medeniyeti söndü. Bütün Akdeniz Romalıların eline geçti. Tarihte bunun bir benzeri daha olmamıştır. Bütün Akdeniz sahilleri artık Roma elindedir. Hakiki manada bir iç deniz olmuş; öyle ki Romalılar buna Mare Nostrum (Bizim Deniz) adını vermiştir. Artık zahire ve asker sevkiyatı sayesinde Roma’nın hayatiyetini Akdeniz tayin eder olmuştur. Mare Nostrum olmaktan çıktıkça, Roma da zayıflayıp yıkılmıştır.

Hayat saçan deniz

Akdeniz’in ehemmiyeti üç kıtanın tam ortasındaki mevkiinden geliyor. Etrafına maddi ve manevi bereket saçıyor. İklimi yumuşattığı için etrafını yaşanır hale getiriyor. Dünyanın en güzel yaşanacak yerleri Akdeniz ve çevresidir. Hele Rivyera’nın eşi yoktur. Hem havası mutedildir; hem yeşildir; hem ziraate elverişlidir; hem de su kaynakları boldur. Deniz, kolay bir nakliye imkânı verdiği için, etrafına hayat saçar. Deniz nakliyatı, karaya nisbetle, ucuz ve emniyetlidir.

Bilinen bütün peygamberlerin Akdeniz havzasında gelmesi boşuna değildir. Bunlardan gelen bilgiler, buradaki zenginlikle birleşerek “Akdeniz Medeniyeti”ni meydana getirmiştir. Yunan medeniyeti, Yunanlardan değil, Akdeniz’den gelir. Ticari ve askeri münasebetler vasıtasıyla Mısır, Girit ve Anadolu kültürü bu medeniyeti inşa etmiştir.

Yakın zamana kadar garpta medeniyet, Yunan, Roma ve bugünki Avrupa kültürü olarak bilinir ve tanıtılır. Halbuki Mısır, Girit, Fenike gibi medeniyetler, hatta Mezopotamya ve Pers kültürü, Yunan ve Roma medeniyetinin beslendiği ciddi kaynaklardır. Yunan medeniyetini yücelten filozofların söyledikleri de Akdeniz havzasındaki peygamberden gelen hikmetli sözlerdir.


Arap kıskacı

Akdeniz’e deniz deyip geçmemelidir. Stratejik, lojistik ehemmiyeti ve enerji kaynaklarına ev sahipliği yapması, sebebiyle herkeste Akdeniz’i sahiplenme hissi yerleşmiştir. Buraya hâkim olan, dünyanın büyük bir kısmında askeri, ticari ve içtimai olarak söz sahibidir. Bu sebeple Akdeniz’den gelip geçmeyen kalmamıştır. Normanlar bile Sicilya’da bir krallık kurdular. Haçlılar, Levant’ı, yani Doğu Akdeniz’i yüz yıl ellerinde tuttular.

Araplar, daha imparatorluğun kuruluşunun 100 yıl geçmeden, bir kıskaç içine aldıkları Akdeniz’in kuzeyi dışındaki her yerine hâkim olarak dünyadaki siyasi dengeyi değiştirmişlerdi. Türklerin de yeni bir yurt arayışı saikiyle batıya doğru gidişlerinde hep Akdeniz’e ulaşma emeli vardır. Bunda da muvaffak oldular.

Selçuklular, İzmir’e kadar geldiler. Güneyde de Suriye ve Filistin yoluyla daha XI.asırda Akdeniz’in büyük bir kısmına hâkim oldular. Çaka Bey gibi denizciler yetiştirseler de, denizciliğe fazla ehemmiyet verebilecek halleri yoktu. Haçlılar, Moğollar ve Bâtınîlerin açtığı başka problemlerle uğraşmak mecburiyetinde idiler.

Gemileri yakmak

Selçuklu vârisi olsalar da Osmanlılar, denizlere dair bambaşka bir siyaset takip ettiler. Bu topraklarda tutunabilmek için baştan beri Akdeniz’i bir ideal olarak gördüler. Osman Gazi’nin Rodos’a kadar akın yaptığı, Osmanlı mehazlarında sükût geçse de, Garp menbalarında anlatılır. Orhan Gazi zamanında güçlü bir donanma kuruldu.

Bugün bile Türkler o kadar denize düşkün değildir, hatta mesafelidir. Denize açılmak, karalı milletleri ürkütmüştür. Tarık bin Ziyad’ın gemileri yakması da bundandır. Ama deniz kenarında yaşayanlar böyle değildir. Ufuklara kadar açık deniz, onların maceracı karakterlerini coşturmuştur.

Osmanlılar, XV ve XVI.asırda Kemal Reis, Burak Reis, Oruç Reis, Hızır Reis, Piri Reis, Seydi Ali Reis gibi dünyanın en büyük denizcilerini yetiştirdiler. Bunların ekserisi Anadolu sahillerinde yaşayan Türk çocuklarıdır. Merkezi Çanakkale olan Kaptan Paşa Eyaleti’nin en büyük misyonu, denize alışık olan sahil çocuklarından denizci yetiştirmekti.

Bunlar, sadece birer deniz subayı değildir. Akıncıların donanmadaki muadili olan deniz piyadesidir. O zaman korsan deniyordu ki deniz haydudu demek değildir. Hemen hepsi aynı zamanda müstesna eserler kaleme alan birer denizcilik bilgini; coğrafyacı ve kartograftır.

Selçuklular'dan kalma Alanya Tersanesi

Altın Çağ

Böylece XVI. asır, Sultan Kanuni ve onu takip eden birkaç padişah devri, denizlerde Türk asrı olmuştur. Burada da hedef Akdeniz’in bir Türk gölü haline getirilmesidir. Bunun da iki âmili vardır: Birincisi siyasi ve askeri emniyet; ikincisi ticari hâkimiyet yoluyla memleketi refaha kavuşturmak.

Anadolu sahilleri zaten ilk zamanlarda ele geçirildi.  Yunanistan, Dalmaçya, hatta İtalya’nın topuğu, Sultan Fatih zamanında alındı. Sultan Selim zamanında Suriye, Filistin ve Mısır; Sultan Kanuni zamanında Cezayir ve Libya; Sultan II. Selim zamanında Tunus ve Kıbrıs’ın fethi; ardından Fas’ın Osmanlı tâbiyetine geçmesi ile Kuzey Afrika tamamen kontrol altına alındı.

Osmanlı fetihleri olmasaydı, Kuzey Afrika bugün Malta gibi Arapça konuşan Katoliklerden müteşekkil olurdu. Zira bu topraklar İspanyollardan alınmıştır. Akdeniz’de Osmanlı hâkimiyeti, havzanın beşeri karakterine ciddi tesirde bulunmuştur.

Çok mal başa bela

Fakültede hocamız Coşkun Üçok, Akdeniz’in Türk gölü diye anılmasını kabul etmez; İspanya, Fransa ve İtalya elde değilken nasıl böyle söylendiğine şaşardı. Halbuki burada kast edilen toprak hakimiyeti değil, siyasi hakimiyettir. Nitekim 1538 tarihindeki Preveze Zaferi’nden sonra Osmanlılar Akdeniz’de kuş uçurmamıştır. Bunu bozmak için 30 sene sonra tertiplenen İnebahtı Harbi’nde Osmanlılar ağır mağlubiyete uğradığı halde, bu statü değişmedi. Hatta Akdeniz’deki Osmanlı hâkimiyeti Kıbrıs ve Girit’in fethiyle iyice pekişti.

O zaman ne petrol ne de gaz vardı. Balıkçılık ne ifade edecekti? Ama Akdeniz’e hâkimiyet, dünya ticaretinin kalbini elde tutmak demekti. Bu, Osmanlılara kısa vadede çok şey kazandırdı. İpek Yolu’nun Osmanlı topraklarından çekilmeye başladığı bir devirde, Sultan Kanuni, hem bu sayede, hem de kapitülasyonlar vesilesiyle ticareti güçlendirmeye çalıştı.

Çok mal başa beladır derler. Akdeniz’in Türk gölü olması, Osmanlılar için uzun vadede menfi netice doğurdu. Avrupalıları başka yollar bulmaya sevketti. Yeni Dünya’nın keşfi bunun neticesidir. Böylece Rönesans, Aydınlanma Çağı ve Sanayi İnkılabı ile Avrupalılar ileri gittiler. Osmanlılar bisikletle giderken, yaya gidenler otomobil bulup onu geçtiler. Medeniyet bir bayrak devridir. Ama Türkler olmasaydı dünyada olmayacak şeyler çoktur.


Deniz ve Emniyet

Akdeniz, petrol ve gaz yatakları ile bugün bir enerji havuzu olarak görülüyor. Bu da ehemmiyetini daha da arttırmıştır. Enerji kaynaklarını elinde tutan, dünyaya da hâkimdir. Bu kaynakların da ekserisi Akdeniz havzasındadır. İran, Irak petrollerinin bile çoğu buradan sevk edilmektedir. Süper güçlerin petrole ihtiyacı var ama, bunları rahatça satın alacak imkânları da vardır.

Esas maksad, enerji kaynaklarının nereye ve kime akacağında söz sahibi olmaktır. Başta İngiltere olmak üzere Fransa, Rusya ve Amerika, XX.asır başından itibaren bu kaynakların musluğunun kendi ellerinde olmasını istemiş; dünyayı yeniden dizayn etmişlerdir. Bunlara ilaveten İtalya ortaya atılmış; Libya, Habeşistan ve Somali’yi işgal ederek Akdeniz’de daha fazla söz sahibi olmak istemiştir.

Son olup biten hâdiseler de, tarih boyunca Akdeniz’in ehemmiyetinden kaynaklanmaktadır. Doğu Akdeniz’de İsrail’in kuruluşu, Akdeniz’de ayrıca bir emniyet endişesini beraberinde getirmiştir. Garplılar bunu Akdeniz’in muhtelif yerlerindeki üsleri vasıtasıyla yerine getirmektedir. Nitekim Cebelitarık, Malta, Kıbrıs, Mısır ve Filistin’i elinde tutan İngiltere, bu emniyeti de kendince temin ediyordu. Şimdi Akdeniz’in emniyeti, askeri deniz filolarından soruluyor. Global güçlerin faaliyet merkezinin ortasındaki Akdeniz, kolay kolay bu pozisyonunu kaybedeceğe benzemiyor

Akdeniz Diyeti

Akdeniz, insanı medenileştiren bir denizdir. Halkını bazen din, bazen ticaret, bazen evlilik, bazen göçlerle belli bir kalıba sokmuştur. Harblerin de karadan çıkıp denize geçmesine; ticaretin büyürken sanat ve ilimin de büyümesine yol açmıştır. “Akdenizli” denilen bir insan tipi meydana getirmiştir.

Sıcakkanlı, dışa dönük, intibak kabiliyeti güçlüdür. Ama hırslı, metaneti zayıf; çalışkan, ama dinlenmeyi sever, rahatına ve yaşamaya düşkündür. En sağlıklı gıda tarzı, Akdeniz diyetidir. Akdeniz bir zeytinyağı ve üzüm medeniyetidir. Bu, Akdeniz insanının farklı biyolojik hususiyetlere sahip olması neticesini doğurmuştur.