BERLİN’DE HÂKİMLER VAR

Krala bu sözü söyleten hadiselerin benzeri bizde de çoktur... Ama hiç birinde, böyle şatafatlı bir söz söylemek mecburiyetinde bırakılmadan insanların hakkı verilmiştir.
13 Mayıs 2019 Pazartesi
13.05.2019

Bir Alman köylüsünün, cesaretle imparatora söylediği bir söz, idarenin gayrı meşru tasarruflarına karşı adaletin tecellisine dair darbımesel olmuştur.

Prusya Kralı Büyük Friedrich, 1747’de Potsdam’daki meşhur Sans Souci (dertsiz) isimli sarayı yaptırırken, bir köylünün değirmenini satın almaya kalkışmış. Fiyatı ne kadar arttırdıysa, köylü razı olmamış. “Zorla alırım o halde” diyecek olmuş. Köylünün “Berlin’de hâkimler var!” sözü ile karşılaşmış. Geri adım atarak, kendisine yakışanı yapmış. Değirmeni muhafaza edip, sarayı bunun eteğine inşa ettirmiş.

Değirmeni Berlin’deki hâkimlerden ürkerek alamayan Friedrich, tarihte büyük sıfatıyla tanınırsa da, vicdansız ve insafsız bir hükümdar olarak tasvir edilir. Giriştiği bir sürü harblerle Almanya’nın yarı nüfusunu harcamış; memleketi harabeye çevirmişti. Adalet istikrarlı ve şümullü olmalıdır ki, şatafattan ibaret kalmasın.


Bu da bizden

İstanbul'da Salı Pazarı'nda Çifte Saraylar vardır. Şimdi Güzel Sanatlar Akademisidir. Eskiden Mebusan Meclisi idi. Sultan Abdülmecid zamanında yapıldı. İnşaat ilerlerken bazı ilaveler icab etti. Bitişikteki Hamamcı Mustafa Ağa'nın evi değerinden pek yüksek bir fiyatla satın alınmak istendi. Fakat Mustafa Ağa “Zevcem razı değildir” dedi ve ayak diredi.

Ne yaptılar? Evi adamın başına mı geçirdiler? Hapse mi attılar? Sürgüne mi yolladılar? Hayır, sözünü kabul ettiler; ilave binayı başka yere yaptılar. Bu hikâyede “Berlin'de hakimler var!” gibi şatafatlı bir söze rastlanmıyor. Adam mahkemeye müracaat etmek mecburiyetinde de bırakılmadı. Hakkı derhal teslim edildi. Padişahla komşu oldu.

Bir başka istimlâk hikâyesi

Sultan Yıldırım Bayezid, Niğbolu ganimetleri ile Bursa’da Ulu Câmi’yi yaptırmak istedi. Münasip görülen yerdeki mülkler satın alındı. Fakat ihtiyar bir kadıncağız, evini satmak istemedi. Bedel arttırıldığı halde razı olmadı. Padişah ayağına kadar gittiği halde kabul etmedi.

O gece kadıncağız rüyasında mahşeri kurulmuş gördü. Herkes Cennet’e doğru giderken, ihtiyar kadın yürüyemedi, Arasat’ta kalakaldı. Feryada başlayıp zebanilere hâlini arzedince, gaipten bir ses işitildi. “Eğer Cennet'e gitmek istersen, inat etme!” Hemen uyandı.

Ertesi sabah erkenden gidip başına gelenleri anlattı ve evini bağışlamak istediğini söyledi. “Hayır” dediler ve bedeliyle aldılar. Padişaha haber verilince sevindi. Ama sırf rızasıyla vermiş saymadığı için, “Evin olduğu yeri şadırvan yapın, namaz kılınan yer olmasın!” buyurdu.

Kanuna şikâyet ederiz!

Belgrad seferinden dönerken bir köylü yolda padişahı bekleyip, askerin ekinlerini çiğnediklerinden yakındı. Kanunî Sultan Süleyman, “E ne yaparsın yani?” diye latife edecek oldu. Köylü; “Kanuna şikâyet ederim!” deyince, padişah bu cevaba sevinmişti.

Kanunî ünvanı zaten kanun yapıcılığından değil, hukuka titizlikle riayetinden dolayı takılmıştır. Yoksa kanun yapan tek padişah kendisi değildir. Padişahlar bile, hukukun önünde boyun eğmişlerdir. “Adalet mülkün temelidir” sözü, sanki Osmanlı Devleti’nde tecessüm etmişti. Adalet hissinin zayıflaması da, devletin sonunu getirdi.