Birgivî'nin Tarikatü’l-Muhamediyye isimli eseri elime geçti. Kendisinin aklî ilimlere karşı uzlaşmaz bir tavrı olduğunu; mantık hâricindeki aklî ilimlere bid'at dediğini gördüm. Kâtib Çelebi tarafından da bu nedenle tenkit edilmiş. Halbuki kendisi bir Hanefî âlimidir, müsbet ilimlere karşı daha toleranslı olması gerekmez miydi?
Ben öyle bir intibâ edinmedim. Birgivî, Tarika kitabında ilimleri, emrolunan, yasaklanan ve mendub ilimler olmak üzere üç kısma ayırır. İlm-i nücûm, ilm-i kelâm ve ilm-i hikmeti, yasaklanan ilimler kategorisinde ele alır ve der ki: “Zeki, dindar, çalışkan kimselerden bâtıl yollara kayma korkusu olmayanların, kelâm ilmini öğrenmesi ve öğretmesi münasiptir”. İlm-i nücûmdan yasak olan şeylerin, gök cisimlerinin hareketlerinden, geleceğe dair mana çıkarmak olduğunu söyler. Felsefecilerin, her sözünü değil; din hakkında söylediklerini reddeder. Hâdiseye İmam Gazâlî’de olduğu gibi avam-havas bilgisi açısından yaklaşıyor ve bu sözleri, muayyen kimseler için söylüyor olsa gerektir. Nitekim temel dinî ilimlerden mahrum sıradan bir kimse, müspet ilimlerle çok alâkadar olursa, imanı tehlikeye düşebilir. Din câhillerinin, müsbet ilim öğrenmesi, insanların umumuna zarar verecek bir husus olarak görülmüştür. Sadece Birgivî değil, çok İslâm âlimleri, ilmin ehline verilmesi gerektiği, ehli olmayan kimsenin elinde ilmin zararlı olduğunu söyler. Pozitif ilimlere menfi bakılmış olsa, asırlarca medreselerde okutulup, ortaya nice faydalı eserler konur muydu? Âlimler ilmi maksat değil, insanlara dünya ve âhirette fayda verecek bir vâsıta olarak görür.


2 Mart 2014 Pazar
Alakalı Başlıklar