Dinler arası diyalog hakkında nasıl düşünmelidir?

Diyalog, karşılıklı konuşma mânâsına gelip, monologun zıddı olduğuna göre, karşıdakinin haklarına hürmet ve müsamaha göstermek demektir. Böyle ise İslâmiyete uygundur. Nitekim Kur’an-ı kerimde “Sizin dininiz size, benim dinim bana” buyurularak diyalogun en mükemmel şekli beyan edilmiştir. Ancak diyalogdan anlaşılan dinlerin hükümlerini birbirine karıştırmak, hatta daha ileri giderek dinleri birleştirmek ise, bu câiz görülmemiştir. Ancak muhtelif dinlere mensup din adamı ve ferdlerin diyalog kurarak bir araya gelmeleri, dünya barışı, ateistlik ve pozitivizm cereyanına karşı mücadele, çevre gibi insanlığın tümünü alâkadar eden mevzularda müşterek hareket zemini teşkil etme bakımından faydalı olur.
Bütün din mensupları, kendi dinlerinin en doğru ve mükemmel olduğuna, diğer din mensuplarının dalâlette olduğuna inanır. Bunların kendi dinlerine girmesini ister. Hıristiyan inancına göre, vaftiz olmadan ölen kimse, Hristiyan çocuğu olsa bile zaten Cennet’e giremez. Yahudilik, Hıristiyanları mutlak cehennemlik görür; tevhid inancı sebebiyle “Nuhî müminler” saydığı Müslümanların Cennet’e girebileceğini söylese bile; Musa aleyhisselâmdan uzakta, aşağı bir mevkide kalacağına inanır. Bu sebeple İslâmiyetteki, gayrımüslimlerin Cennet’e giremeyeceği inancını yadırgamak doğru değildir.  İslâm inancına göre, Müslüman olmayanlar, aslâ Cennete giremez. Kiliseleri sahih mabed, ibadetleri sahih ibadet görülemez. Hatta Müslümanların ibadetlerinde gayrımüslimlere benzemesi şiddetle yasaklanmıştır. Ama dünyada, dinlerine, canlarına, mallarına, hâsılı hak ve hürriyetlerine ilişilemez. Hatta bunları muhafaza etmek, İslâm devleti veya cemiyetinin, hatta her Müslüman ferdin dinî vecibesidir. Kur’an-ı kerimde “Allahü teâlânın katında gerçek din İslâmdır” buyularak bu esasa işaret edilmiştir. Hazret-i Peygamber zamanında Hıristiyan ve Yahudilerden Müslümanlığa girenler oldu. Hazret-i Peygamber bunlara, “Hayır, sizin Müslüman olmanıza gerek yoktur. Siz zaten İbrahimî bir dine mensupsunuz” dememiştir. Hatta Hıristiyan iken Müslüman olan Temîm Dârî’ye “Boynundaki haçı çıkar ve at!” emrini vermiştir. Kur’an-ı kerim, Ehl-i kitaba, diğer gayrımüslimlere nisbeten daha mümtaz bir mevki tanır. Ama ellerindeki mukaddes kitapların tahrife uğradığını, dinlerinin makbul görülmediğini açıkça ifade eder. Yahudi ve Hıristiyanların, hâlihâzırdaki inançları ile mümin sayılıp Cennetlik olduğuna inanmak, İslâm inancına açıkça aykırılık teşkil eder. Ehl-i kitabın bu hâliyle ebediyen necattan uzak olduğunu, Beyyine sûresi beyan eder. “Lâ ilâhe illallah diyen Cennet’e girer” hadîs-i şerîfi, Muhammed aleyhisselâmın bildirdiği şekilde, zât ve sıfatlarıyla Allah’a inanan kimse Cennet’e girer demektir. Bu ise Muhammed ve önceki bütün peygamberlere (aleyhimüsselâm), meleklere, önceki mukaddes kitapların hepsine, âhiret gününe, kadere, dinin açık emir ve yasaklarının hepsine inanmak demektir.




2 Temmuz 2012 Pazartesi
Alakalı Başlıklar