TARİHİMİZDE SATILAN, SAKLANAN, KAÇIRILAN ÇOCUKLAR

Eskiden evlat edinme çok yaygındı. Bazı aileler çocuklarını satardı. Ama geçim kaygısından dolayı değildi. Bu enteresan âdet, azalarak da olsa günümüze kadar devam etmiştir.
30 Ocak 2013 Çarşamba
30.01.2013

Eskiden evlat edinme çok yaygındı. Bazı aileler çocuklarını satardı. Ama geçim kaygısından dolayı değildi. Bu enteresan âdet, azalarak da olsa günümüze kadar devam etmiştir.

Eski Türkler arasında evlat edinme çok yaygındır. Antik cemiyetlerde, erkek çocuk, ataların ruhuna hizmet edecek yegâne kişi olduğu için, çocuğu olmayan hiç değilse evlat edinmelidir. Kırgızlarda kız çocuklar da evlat edinilir. Evlat edinme, bazen para karşılığı, bazen de karşılıksızdır. Evlatlık verene, süt sevinci ödenir. Çocuk, evlat edinen ailenin –varsa- diğer çocukları ile aynı statüdedir. Miras alır. Evlatlık veren, çocuğu geri almak isterse, ona yapılan masrafları ödemek mecburiyetindedir.

                            Lohusa şerbeti

Lohusayı al bastı!

Evvelemirde çocuğu olmayan aileler evlat edinir. Altaylarda, çocuğu ergenlik çağına gelmeden ölenlerin, çocuk kaçırması meşrudur. Fakirlik sebebiyle çocuğun başka bir aileye evlatlık verildiği de olur. Uygurlarda, borcunu ödeyemeyen kimsenin çocuğunun da bir teminat (rehin) olarak, evlatlık alındığı görülmektedir. Bu çocuk, ailenin diğer çocuklarından daha aşağıdır. Hizmetkâr kabul edilir.

Çocukları yaşamayan bazı aileler, bunu kötü ruhlardan (fena cin ve şeytanlardan) bilir. Yeni doğan çocuklarını, kötü ruhların zararından korumak maksadıyla bir aileye evlatlık verir. Böylece kötü ruhlar yanıltılmış olur. Yakın zamana kadar Anadolu’da, çocuğu yaşamayan aileler, böyle yapardı. İslâmiyet, nesebi belli bir çocuğu evlat edinmeyi yasaklamıştır. Ancak kendi çocuğu olarak ilan etmeksizin bir çocuğu alıp beslemek caiz; hatta makbul bir iştir.

                          Bir Mezopoamya kabartmasında Lilith

Eskiler, alkarısı adında bir cinin varlığına inanır. Al, hile demektir. Alkarısı, iki çeşittir. Sarıkız diye de bilinen ilki, şarlatan ve hoppadır. Atların saçlarını örmeyi; ata binip koşturmayı sever. Bazen ahıra girenler, atın yelelerini örülmüş veya terden sırılsıklam bulurlar. Bu alkarısı, görebilene, sarı, uzun ve çözük saçlı, beyaz elbiseli, uzun boylu bir gelin gibi gözükür. Keçi veya kedi sesi çıkarır. Yolcuların yolunu şaşırttırır. Taşkent’te Alkarısı Köprüsü vardır. Alkarısını, ancak ocaktan kişiler görebilir. Bakan baktığı müddetçe kaçamaz; ama gözünü bir kaçırırsa, yok olur. Başkaca zararı yoktur. Ocak, eskiden metafizik dünyayla bağlantısı olan ailelere denir. Nesilden nesile el vermek suretiyle bu kabiliyet aktarılır. Okuyup üflemek, muska yazmak, kırık-çıkık tedavi etmek bile ocak işidir.

Ama diğeri çok tehlikelidir. Erlik Han (şeytan) avanesindendir. Tevrat’ta adı geçen Lilith’e benzer. Rivayete göre Lilith, Âdem aleyhisselâma eş olarak onunla aynı anda yaratılmış; ama bu sebeple ona tâbi olmayı reddetmiş ve Havva’ya düşman olmuş bir cindir. Bu alkarısı, pejmürde, saçları dağınık bir kocakarı şeklinde görünür. Süpürge veya oklava üzerinde uçar. Karabasan olur, kötü rüya gösterir. Çocuğu olmadığı için, hıncından hâmile veya loğusa kadına ve yeni doğmuş çocuklara musallat olur. Loğusa humması ve ümmü sübyan hastalığı yapar. Bu cine, ümmü sübyan da denir. [Nitekim hadis-i şerifte, “Çocuğun kulağına ezan ve ikamet okuyun ki, ümmü sübyan zarar vermesin” buyuruldu.] Hâmile, çocuğunu düşürür; loğusa veya çocuk uyuyamaz; uykuda korkar; ateşlenir; havale geçirir ve ölür. Yani “al basar”. Sonra da kurbanlarının ciğerini yer.

                                                       Alkarısı çocuğu kaçırıyor (John Fuseli)

Alkarısını kandırmak

Alkarısı, tüfek sesinden, kırmızıdan ve demirden, hatta demirci mendilinden korkar. Gelinlik veya gelin kuşağı, loğusa yorganı, loğusa şerbeti, takılan altının kurdelesi bunun için kırmızıdır. Loğusa odasında makas veya çengelli iğne bulundurulur. Bunlar kırk gün yalnız bırakılmaz; dışarı çıkarılmaz.

Bazen gözü dönmüş alkarısı hiçbir şey dinlemez. Bunun için sanki bu ailenin çocuğu değilmişcesine, daha doğmadan elbiseleri bir başka aileye teslim edilir. Doğum bu başka evde gerçekleştirilir. Böylece alkarısı, o çocuğu doğduğu evin çocuğu zanneder ve ona zarar veremez. Veya çocuk ebeye satılır; ebe de üç-dört kapı dolaştırıp tekrar bu eve getirerek anasına satar. Bir başka yol da çocuğu kazan altına saklayıp, hamurdan bir bebek yapılır. Üç gün sonra bu hamur bebeğin başı kesilir, yani çocuk ölür. Böylece alkarısı kandırılmış olur.

Çocuğu olmayan veya yaşamayan kadın, kutlu su veya ağaçların yanında bir gece geçirir. İslâmiyetten sonra bunun yerini yatırda geceleme almıştır. Çocuğun elbisesi, daha doğmadan buraya bırakılır. Yani çocuk o yatıra satılır. Bu sebeple Satılmış, Satı, Satuk gibi isimler verilir. Veya o evliyanın adı takılır. Anadolu’da bazı yerlerde aynı ismi taşıyan çok sayıda kişi olması bundandır. Böylece o evliyanın, çocuğu alkarısından koruduğuna inanılır. Allah dostu olduğuna inanılan birini vesile yaparak dua etmek, dine aykırı görülmemiştir. İstanbul’da, çocuğu yaşamayanlar, bebek zıbınını çocukları doğana kadar Zindan Baba veya Sümbül Efendi türbesine bırakırdı.

                             Bayramiç'te Ünzile Ebe yatırında çocuğu olmayanların getirip bıraktığı çocuk çamaşırları

Seni ebeye sattık!

Avukat Muhtar Nasuhoğlu anlatıyor: 18 yaşına gelinceye kadar ismimi hep Âsım bildim. Bunun sebebini anneme sordum. Annemin benden evvelki altı çocuğu çeşitli sebeplerle vefat etmiş. Ablam dünyaya geldiğinde, Kasımpaşalı Satı Ana’ya iki kuruşa satmışlar. Beni Gümüşçakılı Ebe doğurtmuş. Annem de beni ebeme bir kuruşa satmış. Satılan çocukları büyüyene kadar adıyla çağırmazlar. Ablamın adı Adeviye iken Râbia, bana da Âsım demişler.