SARAYIN SİYASET MEKTEBİ: ENDERUN’DAN MÜLKİYE’YE

Osmanlı sarayı, aynı zamanda bir siyaset mektebiydi. Irkına ve dinine bakılmaksızın memleketin dört bir yanından gelen liyakat ve talihli gençler burada devletin istikbaline hükmetmek üzere yetiştirilirdi.
22 Haziran 2011 Çarşamba
22.06.2011

Osmanlı sarayı, aynı zamanda bir siyaset mektebiydi. Irkına ve dinine bakılmaksızın memleketin dört bir yanından gelen liyakat ve talihli gençler burada devletin istikbaline hükmetmek üzere yetiştirilirdi.

Topkapı Sarayı'nda Sultan III. Ahmed'in yaptırdığı Enderun Kütüphanesi

Topkapı Sarayı’nın üçüncü kapısından girildiğinde sağ taraftaki yapılar, bir zamanların muhteşem Enderun-ı Hümâyun Mektebi’ni hatırlara getirir. Enderûn, Farsça “iç” demektir. Sarayın iç kısmında yer aldığı için bu adı almıştır. Nitekim sarayın dış kısımları da bîrûn (dış) adını taşırdı. Enderûn-ı Hümâyun, sarayın iç teşkilâtını karşılayan bir tabirdir. Enderûn, hem padişahın hususî hizmetinin görüldüğü idarî ofisler; hem de devlet ricâlinin yetiştiği bir saray akademisi idi. Bu akademi Enderun’da yer aldığı için Enderun Mektebi diye anılırdı.

Topkapı Sarayı Enderun daireleri

İçoğlanı ne demektir?

Enderûn talebesini, harb esirlerinden devlet hissesine düşenlerle, Hıristiyan halktan devşirilen uygun vasıfta çocuklar teşkil ederdi. 10-12 yaşındaki çocuklardan güçlü, zeki ve istidadlı olanları, fizikî muayene ve zekâ testinden geçirilip kabiliyetlerine göre, devlet adamı veya kapıkulu askeri yetiştiren Enderun Mektebi’ne alınır; burada Müslüman Türk kültürüyle yetiştirilirdi. Türk köylülerinin yanında Türkçe ve İslâmiyeti öğrenen çocuklar, Acemi Oğlanlar Mektebi’nde usul ve erkân öğrendikten sonra en muvaffakları Enderun’a, geri kalanı da Yeniçeri Ocağı’na alınırdı.

Enderun’daki gençler bir yandan saray terbiyesi ile yetiştirilir; bir yandan da saray ve padişahın hizmetlerini yaparak aynı zamanda staj görürlerdi. İçoğlanları denilen bu talebenin her türlü masrafı saraya aitti. Kendilerine ayrıca 8 akçe de gündelik verilirdi. Burada oda adıyla altı sınıf vardı. Talebeler sırayla bu odalarda tahsil ve terbiye görürdü. İçoğlanı tabiri, Hammer gibi meşhur bir tarihçiyi bunların menfur hizmette kullanıldığı zehabına düşürmüş; hatta zamanın padişahı Sultan Aziz ve Sadrâzam Âli Paşa kendisini bu mealdeki yazısından dolayı kınamışlardır. Bu kelimede rezil bir mânâ yoktur. Argoda sonradan böyle bir mânâ yüklenmiştir. Oğlan, henüz bıyığı bitmemiş delikanlı demektir.

İçoğlanı

Mukaddes emanetlerin bekçileri

Büyük ve küçük odalarda XVI. asırda 160 talebe vardı. Sonra bu sayı 400’e kadar yükseldi. Burada dinî, fennî ve edebî ilimler, İslâm ve Osmanlı tarihi öğretilir; at binme, ok atma gibi sportif tâlimler yapılırdı. Bu odayı geçemeyenler, sipâhi zâbiti olarak orduya katılırdı. Sonra doğancı, ardından da seferli odası gelirdi.

Seferli odası oğlanları, dersten arta kalan zamanlarda padişahın çamaşırlarının yıkanıp ütülenmesi işiyle de meşgul olurdu. Seferli odasından sonra kiler odası gelirdi. Talebeleri artık zâbit (subay) sayılan bu oda, padişahın yemekleriyle alâkalı her türlü işin tanzimiyle meşgul olurdu. Önceleri mevcudu 30 kişi iken, sonra 150 kişiyi bulmuştur. Buradan itibaren Enderûn mensuplarına ağa denirdi.  

Hazine odasını Fâtih Sultan Mehmed kurmuştur. Vazifesi, Enderûn Hazînesi de denilen iç hazîneyi muhafaza etmekti. Mevcudu önceleri 3 kişi iken, XVI. asır sonunda 60’a, XVIII. asırda da 150’ye yükselmiştir. Kumandanı hazînedarbaşı olup, aynı zamanda saray atölyelerinden de mesul idi.

Has Oda, enderûnun en yüksek rütbeli kademesi idi. Burasını Sultan Fâtih 32 zâbitle ihdâs etmişti. Yavuz Sultan Selim, hırka-ı saadet dairesini kurarak muhafazasını has odaya tevdi kılmıştı. Mevcudu 40’ı pek geçmezdi. Başında hasodabaşı bulunurdu. Sırasıyla rütbe sırasıyla silâhdar, çuhadar, rikâbdâr, tülbend ağası ve miftah ağası gelirdi. Bunlardan ilk dördü kimseye sormadan istedikleri zaman padişahın huzuruna çıkabilirlerdi. Sadrâzamın, hatta şehzâdelerin bile böyle salâhiyeti yoktu. Padişahın yanından hiç ayrılmaz; dışarı çıktığında da refakat ederlerdi.

Hasodabaşı, Enderûn'dan çıkınca hemen vezir rütbesi alırdı. Hatta Kanunî Sultan Süleyman’ın devrinde, Makbul İbrahim Paşa, hasodabaşılıktan sadrâzamlığa tayin olunmuştu. Has Oda bir nevi padişahın hususî kalem müdürlüğü ve hizmet birimi idi. Mukaddes emânetlerin muhafazası da bunlara aitti. Has Oda’da ayrıca şu zâbitler bulunurdu: Hünkâr müezzini (sermüezzin), sır kâtibi, sarıkçıbaşı, başçuhadar, kahvecibaşı, berberbaşı, tüfenkçibaşı, tırnakçıbaşı. Hazîne, kiler ve seferli odası kumandanları, has oda zâbitlerinden seçilirdi.

Aman lala, affet!

Acemîlerin terbiyesiyle meşgul olanlara lala denirdi. Üç-dört acemînin bir lalası olurdu. Acemî dışarı çıkmak, hastalığını haber vermek gibi hallerde bile lalasına müracaat ederdi. Lala, acemînin bilmediği şeyi öğretir ve acemîde gördüğü kusuru ikaz ederdi. Enderûn mektebinde disiplin çok sıkı idi. Bu disiplini, haremde dârüssaade ağasına (kızlarağasına) paralel olarak, akağalar da denilen beyaz hadımağaları temin ederdi. Bunların başında bâbüssaade ağası (kapı ağası) bulunurdu. Akağalar, Topkapı Sarayı’nın üçüncü avlusunun Bâbüssaade denilen kapısını açıp kapamakla vazifeli idiler. Seferde ve hazerde padişahın yanından ayrılmazlardı. Akağalardan Hadım Süleyman Paşa, Hadım Sinan Paşa gibi kahramanlığı ile nam yapan sadrâzamlar çıkmıştır. Sultan III. Ahmed zamanında da enderûn âmirliği vazifesi akağalardan alınıp silâhdar ağaya verildi.

Topkapı Sarayı'nda Akağalar Kapısı