ŞAHA DOĞRU GİDEN KERVAN

Son günlerde millî şuura sahip bir Türk büyüğü olarak lanse edilen İran Şahı İsmail, siyasî emelleri uğruna annesini bile öldürmekten çekinmemişti. Şah'ın Türk tarihinde oynadığı menfi rol gözardı edilemez.
22 Aralık 2010 Çarşamba
22.12.2010

Meşhur şeyh Safiyeddin Erdebilî’nin soyundan gelen ve bu sebeple Safevî diye anılan Şah İsmail’in, dedelerinin yolundan büsbütün farklı bir yol tutuşu, zamanında herkesi şaşırtmıştı. Şeyhin büyük dedesi Sincarlı bir Kürt idi. Şu kadar ki aile tamamen Türkleşip, Türkçe konuşur olmuştu. Hanefî mezhebinden olan Şeyh Safiyeddin (1252-1334), kendisi gibi Kürt asıllı Şeyh Zâhid Geylânî’nin kızıyla evlenip postuna oturdu. Emir Timur ve Osmanlı padişahları bile şeyhin tekkesine yardımda bulunurdu. Erdebil Tebriz yakınındadır.

İbn Bezzaz’ın Safvetü’s-Safâ isimli eseri Şeyh Safiyeddin Erdebilî ve ailesi hakkında mütenakız da olsa malumat verir. Zaman içinde elden geçirilmiş; çeşitli tahrif ve ilavelere maruz kalmıştır.

Mesela Şah I. Tahmasb zamanında ailenin soyunun İmam Musa Kâzım’a dayandığı ilavesi yapılmıştır. Bu ilave kitabın orjinalinde yoktur. Gerçi Şeyh soyunda seyyidlik olduğunu söylemiş, ama tasrih yapmamıştır. Bu, bir anne vasıtasıyla da olabilir. Sonraki Acem tarihçileri Hazret-i Ali’ye kadar giden bir şecere uydurmuş; İbn Kemal, Müneccimbaşı gibi Osmanlı tarihçileri bunun uydurma olduğunu tasrih etmiştir.

 Erdebilîlerin Türklüğü, Safvetü’s-Safâ’da kendisinden Pîr-i Türk diye bahsedilmesine istinad eder. Ama aynı kitapta Şeyh’in büyük dedesi Zerrinkülah Firuzşah’ın Diyarbekir’in cenubundaki Sican’dan (Sincar) Azerbaycan’a gelen bir Kürt olduğu ve bu sebeple es-Sincanî el-Kürdî diye anıldığı yazılıdır. Türkleşmiş bir Kürt-Arap ailesi olduğu anlaşılmaktadır.

Düzmece şecere

Şeyhin torunlarından Cüneyd, Akkoyunlu Uzun Hasan Bey’in kardeşiyle evliydi. Siyasî emel uğruna ömrünün sonunda Şiîliğe girdi. Şirvanşahlar ile savaşırken ölünce, oğlu Haydar’ı dayısı himaye edip kızını verdi. Haydar, 12 imamı sembolize eden 12 dilimli taç ile Hazret-i Hüseyn’in kanını sembolize eden kırmızı börk ve sarık giyer; adamlarını da böyle giydirirdi. Anadolu halkı bu sebeple bunlara Kızılbaş demiştir.

O da babası gibi Şirvanşahlarla savaşırken öldü. Yerine 6 yaşındaki oğlu İsmail geçti. Sonra Hazret-i Hüseyn’in 32. kuşaktan torunu olduğunu gösteren bir şecere düzdürüp itibar temin etmek istedi. Şiirlerinde kullandığı Hatâî mahlasından dolayı Şah İsmail’in Hatay Türklerine mensup olduğu söylenirse de doğru değildir. Böyle bir kabile yoktur. Şah Hatâî mahlasıyla şiirler yazardı. Arapça hatâ kelimesine nisbettir.

İsmail kendisini koruyan Akkoyunlulara başkaldırıp devletlerini tarihten sildi. Dedesi Uzun Hasan’ın Tebriz tahtına oturup, Akkoyunlu ailesini katletti. Pek azı Osmanlılara sığınabildi. Sünnîlikten dönmediği için annesini bile öldürdü. Ardından büyük bir Sünnî katliâmına girişti. Yüzbinlerce kişiyi katletti. Bu soykırımı torunu Şah Abbas tamamlayarak İran’da tek bir Sünnî bırakmadı. Sonra Özbekler üzerine saldırdı. Mağlup ettiği Şeybânî Han’ın kafatasından şarap içtiği, derisine de saman doldurup Sultan II. Bayezid’e gönderdiği rivayet olunur.

Koyun beni Şah’a gidem

Irak, Azerbaycan ve Doğu Anadolu’yu işgal etti. Anadolu’da Şiî propagandasına girişti. Türkmenlere beylik va’dederek yanına çekmeye çalıştı. Gelenlere hüsnü kabul de gösterdi. Saz şairleri köy köy gezip “Güzelce Şah der ki gelin/Katımda itibar bulun/Dağlar eğilin, eğilin/Koyun beni Şah’a gidem” nağmeleriyle bu propagandayı yürütüyordu. “Şaha doğru giden kervan” veya “Kâtip arzıhalim yaz şaha böyle” mısraları, devlet otoritesine alışmamış göçebelerin bu devirdeki İran taraftarlığını terennüm etmiştir.

İsmail’in gönderdiği ajanlardan Şah Kulu (Şeytan Kulu da denir), 1511’de Anadolu’da ihtilâl çıkarmaya çalıştı ise de yenildi. Şah'ın Anadolu'daki faaliyetlerinden fevkalâde endişelenen Yavuz sultan Selim, babasını bu yüzden tahttan indirip yerine geçti. 1514’te Şah İsmail üzerine yürüdü. Ağır bir bozguna uğrayan şah, hazinelerini, hatta hanımını harb meydanında bırakıp canını zor kurtardı. Pâyitahtını bile kaybetti. Alman İmparatoru Şarlken’den yardım istedi. Ama Haçlı ordusunun Mohaç’ta yenildiğini göremeden 1524’te 37 yaşında Erdebil’e yakın Serab’da sefahat içinde öldü.

Siyaset ve askerlikte deha derecesinde mâhir, fakat mağrur, kindar, kan dökücü ve sefih idi. Şia’nın Gulat (aşırı) kolundandı. Türkçe, Farsça ve Arapça şiirler yazardı. Son günlerinde hayal kırıklığı içinde yazdığı şu gazeli pek meşhurdur: “Ayâ gönül kuşu derler bahar imiş mene ne/Bisat-ı ıyş aceb rüzgâr imiş mene ne/Bu baht-ı bed ki menem var Hatâî ol şuhu/Gam ehline diyeler gamküsâr imiş mene ne!” Görenler kendisini uzun boylu, kızıl saçlı, sakalsız ve yakışıklı biri olarak tasvir eder.

Şah İsmail'in Şeybanîlere karşı kazandığı zaferi tasvir eden minyatür

Şah’ta Türklük şuuru?

Safevîler İran’da 236 sene hüküm sürdü. Devletleri yüksek kültürlü ve güçlü idi. Ama yüzbinlerce Sünnîyi katlederek İran’ı Şiîleştirdiler. Osmanlılar aleyhine Hıristiyan devletlerle ittifaklar yaptılar. Sünnî Türk devletleriyle mütemadiyen savaşarak Türk ve Müslüman kanı döktüler. Büyük bir Sünnî Türkmen kitlesini Şiîliğe soktular. Böylece Türklüğün manevî yapısını bölerek bozdular. Doğu Anadolu’dan hayli Türkmeni İran’a göçürerek nüfus azalmasına sebep oldular. Türkistan’ı tazyik ederek zaafa uğrattılar. Bu sebeple Türk-İslâm tarihinde çok menfi bir rol oynadılar. Kendileri de giderek Farslaştılar. Çaldıran Zaferi olmasaydı Anadolu’nun akıbeti de bu idi.

Bazıları Şah İsmail’i Farsça şiir yazan Yavuz Sultan Selim ile kıyaslayarak, Türkçe şiir yazdığı için Türklük şuuruna sahip biri gibi lanse eder. Halbuki İsmail’de ne Türklük, ne de İslâmlık şuuru vardır. Bilakis düzmece bir şecere uyduracak kadar Araplık iddiasında idi. Şah, Farsça ve Arapça şiir yazdığı gibi, Sultan Selim’in de Türkçe şiirleri vardır. Anadolu’nun cahil göçebelerini tatlı vaadlerle kandırmasından, Türklerin kendisini Osmanlılara tercih ettiği mânâsını çıkarmak gülünçtür.

Böyleyken Şah İsmail’in bir Türk büyüğü gibi lanse edilmesi, son günlerdeki açılımlar rüzgârının bir parçası olarak görülüyor ise, bilinmelidir ki Şah İsmail’in dinî tolerans ve insan hakları açısından hiç de iyi bir karnesi yoktur. Düşmanına saygı göstermek başka, onu olmadığı vasıflarla medhetmek başkadır. Bu, Kırım’a Stalin heykeli dikmeye benzer.

Sultan Selim’i Alevî katliâmıyla suçlayanlar, Safevîlerin yaptıklarını hiç dile getirmezler. Şah’a yardım edenlerin öldürüldüğü doğrudur. Ama bütün Alevîler için böyle söylenemez. Aksi halde Anadolu’da milyonlarla ifade edilen Alevî varlığını izah etmek güçleşir. Osmanlılarda dirlik ve birliği bozanlar, hanedandan bile olsa cezalandırılır. Bu yolda ölen Sünnîlerin yanında Alevîlerin lafı bile edilmez. Halbuki Safevî katliâmına uğramak için yalnızca Sünnî olmak kâfiydi.

 

Şah İsmail'in de yattığı büyükdedesi Şeyh Safiyyeddin'in türbesi