CEZAYİR KARŞILAMASI
Fransız sömürgesinden Sovyet peykine

Cezayir’de Fransızlara karşı istiklâl mücadelesinin sürdüğü 1954-1962 arası milyonlarca insan hayatını, evini, hürriyetini kaybetti.
29 Nisan 2019 Pazartesi
29.04.2019

Cezayir’de Fransızlara karşı istiklâl mücadelesinin sürdüğü 1954-1962 arası milyonlarca insan hayatını, evini, hürriyetini kaybetti.

Bir yandan eski mukavemetçi Abbas Medeni’nin ölümü; öte yandan reisicumhur Buteflika’nın makamını bırakmamakta direnmesi, Cezayir’i dünya gündemine taşıdı.

Eski düğünlerde, gelin alınırken Cezayir Havası çalınması âdetti. Ben ise bu hüzünlü havayı dinlerken, hep Cezayir, gözümün önüne, evden ayrılan bir gelin gibi gelirdi. Cezayir Karşılaması da denilen bu hava, rivayete göre vaktiyle Cezayir’e gönderilen askerler için yakılmış; yıllarca marş formunda çalınmıştır. Sözleri bambaşka bir âlemdir:

Cezayir’in gemileri yağlanır, yağlanır da tersaneye bağlanır.

Cezayir’de koç yiğitler eğlenir, deli düşman aptal aptal dillenir

Kahpe Cezayir duman vardır başında, cümle âlem senin peşinde

Nice yiğitler aldın fidan çağında, ah Cezayir biz nettik sana!

Kaybedilen vatan toprakları için bu tabiri kullanmak halk edebiyatında âdetti.


Cezayir Sultanlığı

İstanbul’dan binlerce kilometre uzaktaki Cezayir, 3 asır boyunca bir Osmanlı eyaletiydi. Ancak Osmanlılar burayı Cezayirlilerden almadı. Endülüs’ün yeniden fethinin (1492) ardından İspanyollar Kuzey Afrika’ya yönelmiş ve buraya asker çıkarmıştı. Cezayirliler, Osmanlı denizcileri Oruç ve Hızır Reis’ten yardım istedi. Cezayir’e asker çıkaran Oruç Reis, Cezayir Sultanı ilân olundu ise de muharebede şehid düştü.

Yerine geçen ve Yavuz Sultan Selim’in desteğini alan Hızır Reis, 1519’da İspanyolları tamamen yendi. Padişah kendisini Cezayir Hâkimi olarak tanıdı. Birlik ve mühimmat göndererek, Anadolu’dan gönüllü asker yazma imtiyazı verdi. Cezayir’de hutbe halife/padişah adına okunmaya başladı. Bu devirde Cezayir Sultanlığı, müstakil bir devlet hüviyeti taşıyordu.

Sonraları Barbaros Hayreddin Paşa diye tanınan Cezayir Sultanı Hızır Reis, 1529’da Cezayir’i Osmanlı İmparatorluğu’na bağladı ve Kanuni Sultan Süleyman tarafından Cezayir Beylerbeyi tayin olundu. Libya ve Tunus’un fethiyle İspanyollar Afrika’dan tamamen çıkarıldı.

Garp Ocakları

Garp Ocakları da denilen Cezayir, Tunus ve Libya’da vaktiyle beylerbeylerinin maiyetinde Anadolu’dan devşirilmiş askerler ve İstanbul’dan getirilen yeniçeriler vardı. Yeniçerilerin başında “ağa” bulunurdu. Bir de mehâzin adı verilen yerli askerler vardı. Cezayirli denizciler, Akdeniz, hatta Atlas Okyanusu’nda seyrüseferi ellerinde tutuyorlardı.

Zamanla askerler eyâlet idaresine karışmaya, giderek de söz sahibi olmaya başladılar.  Beylerbeyi merkezden tayin olunmakla beraber, Garp Ocakları’nın merkezle bağları gevşekti. İstanbul, burayı imtiyazlı bir şekilde idare etmeyi tercih etmiştir. Çünki Cezayir kendi rızasıyla Osmanlı Devleti’ne bağlanmıştı. Üstelik merkeze çok uzaktı. Akdeniz’de Osmanlı hâkimiyeti Cezayir’in desteği ile uzun müddet devam edebilmiştir.

Cezayir, 1587’ye kadar beylerbeyiler; beylerbeyi Kılıç Ali Paşa’dan sonra 1659’a kadar 3 yıllığına gönderilen paşalar tarafından idare olundu. Ancak bunlar -XX.asırda Britanya’nın Kanada ve Avustralya’daki umumî valileri gibi- neredeyse sembolik mevkide idi. İktidar, sayıları 20 bini bulan yeniçerilerin elinde idi.

Ambargo

1659 senesinde zamanın Cezayir valisi otoriteyi eline almak isteyince İstanbul’a gönderildi ve idare Ağa’nın eline geçti. İstanbul, Cezayir’e ambargo koyarak, gemilerin artık Osmanlı limanlarına yanaşamayacağını bildirdi. Bunun üzerine Ağa af diledi ise de kabul olunmadı. Köprülü Fâzıl Ahmed Paşa sadrazam olunca, Cezayir’e vali tayin etti. Ancak ağalar valiyi işe karıştırmadı. Bâbıâli bu emrivâkiyi kabullenmek zorunda kaldı.

1671’den itibaren eyalet idaresi denizcilerin seçtiği dayılar elinde kaldı. Sonraları dayıyı ocak ağaları seçmeye başladı. Cezayir Dayısı’nın maiyetinde ordu, donanma, maliye, asayiş ve adliye işlerine bakan beş âzâlı bir divan-ı güzâf vardı. Merkezde Hanefî ve Mâlikî müftüleri adlî işleri yürütürdü. Dayı’nın ecnebi devletlerle müzâkere salâhiyeti vardı.

Emrivâkiler…

Ekonomisi denizcilik üzerine kurulduğu için, Akdeniz’in Fransız ve İngiliz kontrolüne geçmesiyle Cezayir’in geliri zayıfladı. Nüfus azaldı. Bu da huzursuzluğa sebep oldu. Sık sık vuku bulan darbelerde dayılar öldürüldü veya azledildi.

1711’de dayılıkla valilik birleştirildi. Dayılar ömür boyu vâlilik makamında kalmaya başladılar. Osmanlı hükûmeti, mesafenin uzaklığı ve başka gâileler sebebiyle bu emrivâkileri tanımak mecburiyetinde kaldı. Böylece Garb Ocakları, idarî ve malî cihetten muhtar birer eyalet oldu.

Tokat deyip geçme

Bu devirde Avrupa’daki hâkimiyeti gerileyen Osmanlı hükûmeti Garp Ocakları’na emir göndererek Avrupa devletleri ile yaptığı muahedelere riayet etmesini istedi. Tunus ve Libya’nın uyduğu emri, Cezayir kabul etmedi. Bunun üzerine Cezayir gemilerine ambargo konuldu. Cezayir Dayısı, harb ilan etmek ve sulh yapmak gibi hususlarda bile neredeyse tamamen müstakil bir hükümdar gibi hareket etmeye başladı.

1815 Viyana Kongresi ile korsanlık yasaklanınca, Cezayir çok müşkül vaziyette kaldı. Dayı’nın, Cezayir’den borç alıp ödemeyen Fransa’nın elçisini tokat atarak tahkiri, Fransa’nın Cezayir’i 1830 yılında işgal etmesiyle neticelendi. 1828 senesinde Rusya’ya ağır mağlup olmuş Osmanlı hükümetinin elinden protestodan başka bir şey gelmedi.

Avrupa devletleri, Cezayir’in müstakil bir devlet olduğunu; dolayısıyla Fransa’nın burayı işgalinin Osmanlı Devleti’ne karşı bir tecavüz sayılamayacağını iddia ettiler. Bâbıâli, 1847 senesinde işgali kabullendi. Cezayir süratle bir Fransız vilayetine dönüştürüldü. Memleketin pazarları, câmileri ve resmî binaları ile Türk-Mağrib mimarî stili ortadan kaldırıldı. Fransa, 1930’de bir de Cezayir’in işgalinin 100.yılını kutladı. Osmanlılar, bu ülkede 300 yıldan 1 sene fazla kalmıştı.

Giderek Arapça bilenlerin sayısı azaldı; dinî hayat zayıfladı. Kültür ihracını pek seven Fransa’nın, mahallî kültürü imha siyaseti büyük ölçüde muvaffak oldu. Yine de şer’î hukuka, medreselere, ezana, alfabeye müdahale etmedi.

 Buraya Fransa’da “pier-noir (kara ayak)” diye anılan çok sayıda Fransız asıllı yerleşti. Meşhur Fransız şarkıcı Enrico Macias, bir Cezayir Yahudisidir. Cezayir’den de Fransa’ya işçi göçü yaşandı. 1973 Eylülünde Fransa’da çalışan Cezayirli işçilerin maruz kaldıkları birçok ırkçı saldırılar üzerine Cezayir, Fransa’ya işçi göçünü durdurma kararı aldı.

Cezayir, Osmanlı’yı unutmadı. Fransa, Kuzey Afrika sömürgeleri Fas, Cezayir ve Tunus’tan asker toplarken, Osmanlı Devleti ile savaşmak istemeyen gençler ayaklandılar. Buna rağmen orduya aldığı Müslüman Cezayirli askerler, Antep cephesinde Türk tarafına geçtiler. Harbden sonra Türk vatandaşlığına alınan bu gençler, Anadolu’ya iskân edildiler.


Cezayir, Fransa demektir

Cezayir’de 1919’dan itibaren solcu, milliyetçi ve İslâmcı olmak üzere üç grup, istiklâl mücadelesi yürütüyordu. İlkinde Ahmed Messali Hac, 2.sinde Ferhad Abbas, 3.sünde Şeyh Bin Bâdis riyasetteydi.

II. Cihan Harbi’nden evvel Fransa, Cezayir’e istiklâl sözü vermişti. Savaş kazanılınca sözünü tutmadığı gibi; halkın protesto gösterilerine şiddet kullandı. Setif, Blida, Oran ve Guelma şehirlerinde katliâm yaptı. Burada Fransız kaynaklarına göre 1500, Cezayirlilere göre 10 bin kişi öldürüldü. Bizdeki Tek Parti hükümetinin gıkı çıkmadı.

Legal yollardan mücadele eden Cezayirliler bu hâdiseler üzerine yer altına indi. Kurdukları milisleri, Fransızlar dağıttı. 1954’de en şiddetli hâlini yaşayan mukavemet hareketinde takriben 2 milyon Cezayirli hayatını kaybetti. 1/XI/1954’te, istiklâl harbinin patlak verişinden 12 gün sonra Fransız Başbakanı Pierre Mendes, “Cezayir, Fransa’nın bir parçasıdır. Bunu değiştirmeye kimsenin gücü yetmez” demişti. O zaman içişleri bakanı olan Mitterand, “Cezayir, Fransa demektir. Fransa, kendi memleketinde kendisinden başka bir otorite tanıyamaz” diye bir beyanat vermişti.

Korkunç bilanço

1954 Kahire’de toplanan Cezayir Konferansı’nda Millî Kurtuluş Cephesi (FLN) adıyla bir resmî mukavemet teşkilatı kuruldu. Bunun bir de milis teşkilatı (ALN) olacaktı. ALN, sabotajlar, grevler ve direnişler yoluyla Fransız idaresini tazyike başladı. Ahmed bin Bella ve diğer liderler tevkif edildi veya öldürüldü. Bu devirde 12 bin kişi öldürülmüştür.

O zamanlar NATO’ya girme derdindeki Türkiye, Fransa ile takışmayı göze alamadığı için bu harekete sessiz kalmayı tercih etti. Hatta 1955 Bandung Konferansı’nda NATO sebebiyle böyle davrandığını itiraf etti. BM güvenlik konseyinde, Türkiye, Fransa ile beraber hareket etti. Ancak içerde bu politika tenkit edilmeye başlamıştı. Rivayete nazaran Adnan Menderes şahsî inisyatifiyle tahsisat-ı mestureden mukavemetçilere para ve silah gönderiyordu.

1957’de Kennedy, Cezayir’in Fransız meselesi olmadığını, istiklâlini yolunu ABD’nin açması gerektiğini söyleyince her şeyi değişti. Türkiye, Fransa ile beraber hareket etmeyi bıraktı; 1958’de BM’de Cezayir’in istiklâli görüşülürken ABD ile beraber müstenkif (çekimser) kaldı. Cezayir’in istiklâli 1 rey farkla, yani Türkiye sayesinde reddedildi. Aynı sene Kâhire’de Muvakkat Cezayir Hükümeti kurulurken müstenkif (çekimser) rey kullandı.

Fransa Reisicumhuru Charles de Gaulle, Cezayir için Bin Köy Projesi adıyla yeni bir sömürge planı ortaya attı. Bir yandan da isyana 30 bin askerle ve kanlı bir şekilde müdahaleye devam etti. Milyonlarca insan evini terketti. 100 binlercesi Fas ve Tunus’a sığındı. Çoğu sınır kamplarında sefalet içinde yaşadı.

Fransız parlamentosunda 1982’de neşredilen rapora göre 1954-1960 arasında 157 bin ANL milisi ve 187 ila 227 bin sivil ölmüştü. Cezayirliler bu rakamı 1,5 milyon veriyor. Müstakil kaynaklara göre, 500 binden az değildir. Halkın 1 milyonu aşkını hapishanede; 2,5 milyona yakını da mültecidir.

Pes!

Fransız yazarları, hükümetin sömürgeci politikasına veryansın ediyordu. Sonunda Fransa pes etti. Muvakkat Hükümet ile anlaşmaya razı oldu. Bunun üzerine aşırı sağcılar ayağa kalktı. 4 general, darbeye kalkıştı; ardından De Gaulle’e suikast tertiplendi. Bu sefer Fransa’da nümayişler başladı. Polis, sert tedbirler aldı. Seine Nehri’nde cesetler görülmeye başladı. Türkiye hariç, dünya amme efkârı ayağa kalktı. Bunun üzerine Fransa’da yapılan referandumda Cezayir’e istiklâl kararı çıktı.

Fransa da İngiltere gibi Neo-Emperyalizme uygun olarak, bütün müstemlekelerine istiklâl vaad etti. Afrika’daki Fransız müstemlekelerinin hepsi 1958’de güya müstakil oldu. Lisanından ekonomisine kadar tamamen Fransız peyki hâline geldikten sonra artık bu istiklâl ne manaya gelirse?!

Fransa’nın arka bahçesi Cezayir, 1962’de müstakil oldu. De Gaulle 11 Nisan 1961’de “Kendi kaderini yaşamak isteyen Cezayir’i, elinde tutmakta Fransa’nın hiçbir menfaati yoktur. Cezayir getirdiğinden çok daha fazlasını bizden götürmektedir” dedi ve buna dair 18 Mart 1962 yılında imzalanan Evian Anlaşması’nı 3 Temmuz’da tasdik etti. O gün, ne tasüdüf, 300 bini yazma olmak üzere 1 milyon kitaba ev sahipliği yapan Cezayir Millî Kütüphanesi yandı.

Sovyet peyki

1 Temmuz 1962’de Cezayir’deki referandumdan da istiklâl kararı çıktı. Cezayir, BM’e girdi. Mukavemet liderlerinden Ahmed bin Bella hükümet reisi oldu. Bütün rakiplerini tasfiye eden Bin Bella’yı, 2 sene sonra savunma bakanı Hayri Bumedyen (Ebu Medyen) devirdi. O zamandan bu zamana Cezayir’de sular hiç durulmadı. Sömürgelikten kurtulan Cezayir, daha beter bir şekilde Marksist askerî diktatörlüğün pençesine düşerek bir Sovyet peyki hâline geldi.

Böylece Türkiye’nin, müstenkif (çekimser) kalmasının hikmeti anlaşıldı. Ankara, Cezayir’de ancak 1963’te sefaret açmaya karar verdi. Reisicumhur Bumedyen, Türkiye’ye kızgın ve kırgın olduklarını beyan etti ve Cezayir, 1977’ye kadar Ankara’da sefaret açmadı. 1985’te Cezayir’i ziyaret eden devrin başbakanı Turgut Özal, Cezayir’den resmen özür diledikten sonra münasebetler normalleşmeye başladı.

Abbas Medeni

İstiklâlin mimarı FLN, İslâmî esaslara dayanan demokrat bir hükümet kurma vaadinden hemen döndü ve memleketi demir yumrukla idare etti. Herşey, bu arada İslâmiyet de devletleştirildi. Bütün Marksist diktatörlüklerde olduğu gibi, halk, sefalet; parti mensupları ise yolsuzluk içinde yüzüyordu. 1980’lerden itibaren halk kıpırdanmaya başladı.

Geçenlerde Katar’da sürgünde 88 yaşında iken vefat eden psikiyatri profesörü Abbas Medeni, modernist fikirlere sahip bir filozof ve aktivistti. 1954’de İslâmî bir mukavemet hareketi olarak Mâlik bin Nebi’nin kurduğu el-Kıyam hareketi içinde yer almıştı. 1981’de solcu bir üniversite talebesinin siyasî İslâmcılar tarafından öldürülmesi üzerine Medeni ve arkadaşları tevkif edildi; hükümet, Müslümanları kıskaca aldı.

Ekmek İsyanı

1988’de Ekmek İsyanı olarak bilinen hâdiseler kanla bastırılsa da büyüdü. Reisicumhur Şazeli bin Cedid, ipleri gevşeterek serbest seçimi kabul etti; anayasada çok partili demokrasi istikametinde değişiklik yapıldı. Medeni, İhvan-ı Müslimîn’in bir şubesi sayılan İslâmî Selâmet Cephesi’ni (FIS) kurdu.

1990’da mahallî seçimlerde % 54 rey alan FIS, millî iradeyi temsil etmeyen meclisin feshini istedi. Seçim kararı alındı. Ancak FLN, seçim kanununu (1945’te CHP’nin yaptığı gibi) kendisi kazanacak şekilde değiştirdi. Bunun üzerine FIS, halkı isyana davet etti.

İslâmî grupların bir kısmı FIS, diğer kısmı hükümet yanında yer aldı. FIS içinde de ayrılık ortaya çıktı. 3 bin kişi tevkif edildi. Hareketin liderleri Abbas Medeni ve Ali Belhac, 12’şer yıl hapse mahkûm oldu.

Gözler orduda

1991 seçimlerinin ilk turunda 430 sandalyenin 187’sini FIS garantiledi. Halkın FIS’e teveccühü partiyi tuttuğundan değil, alternatifi olmadığındandı. FIS’in yeni lideri Haçani’nin Fransız TV’sinde Batı ile iyi münasebetler vaad etmesine rağmen, “Akdeniz ülkeleri”, endişelerini beyan ettiler. Le Point mecmuası, “Gözler orduda” diye manşet attı.

ABD, Filistin’deki tavrı ve Körfez Harbi’ne karşı çıktığı için; Fransa ise, Fransız dili, kültürü ve tesirini kaldırma sözü verdiği için endişeye kapıldı. Jeostratejik mevkii ile petrol ve tabii gazı, Cezayir’i vazgeçilmez kılmaktadır. Memleket hep Fransa yanlısı ordu ve elitler tarafından idare edilmiştir.

1992’de FIS’in seçimlerde yolsuzluk yaptığı iddiaları ortalığı karıştırdı. 2. tura 5 ay kala Bin Cedid istifa etti. Sosyalistlerle ordu ittifak ederek darbe yaptı; seçimler iptal edildi. FIS feshedildi. Millî isyan liderlerinden laik fikirli Budiyaf (Ebu Diyaf) reisicumhur oldu.

FIS milislerinin dağa çıkmasıyla 10 sene sürecek ve 200 bin insanın hayatına mal olacak bir iç savaş başladı. 40 bin “İslâmcı” tevkif edilerek, sahra çölündeki kamplara gönderildi. Budiyaf öldürüldü. Sovyetlerin dağılmasıyla Cezayir tekrar Fransa’nın görünmez kontrolüne girdi. Hükümetlerin 1980’lerde dine karşı ılımlı tavrından rahatsız olan laik Cezayir elitleri de darbenin yanında yer aldı.

Ne yapsın Butelfika

Nötr şahsiyeti ile ilk zamanlar memlekette ılımlı bir hava meydana getiren; İslâmcı mahkûmları affeden; bir yandan da ordu ve istihbarat arasındaki dengeye dikkat eden reisicumhur Buteflika’nın yaşlılığına rağmen 1999’den beri oturduğu koltuğu bırakmak istememesi yeni problemler meydana getirdi.

Aslında bu, Buteflika’nın kendi iradesi değildi; iç ve dış dengeler yanında, yerine geçecek alternatif olmaması sebebiyleydi. Cezayir’de alternatifler bile parti içindendir. Mesela şimdiki namzetlerden Ali Bin Felis, Buteflika’nın eski başbakanıdır. İşsizlik, yolsuzluk, öte yandan petrol ve doğalgaz üzerindeki Fransa’nın kontrolü arttırması, reaksiyonu büyütmektedir.

1997’de serbest bırakılan Medeni, FIS’in en büyük destekçisi Katar’a gitti. Arab baharı Cezayir’e uğramadı. Medeni, intihar saldırısı gibi fiillere karşı olmakla beraber, iddialara göre şimdiki FIS lideri Ali Belhac’ın, Cezayir hükümetinin yanında yer alan Suudi Arabistan’a karşı DEAŞ’ı desteklemesi ayrı bir problemdir. Bu meseleler, yeni bir iç savaşa sebep olabilir. İktisadî ve siyasî ıslahat yapılmadıkça, Cezayir’de değişen, isimler olacaktır.